Bir karşı komşumuz vardı köyde. Ben küçüktüm ama net hatırlıyorum. Çok neşeli, şen şakrak, hayat dolu bir kadındı. kocasıyla arası bozuldu zamanla. bir gün kocasını kapıda elinde bıçakla karşıladı, ve sen beni öldürmeden ben senin işini bitireceğim diye bağırıyordu. babamlar zor ayırdılar. iki yıl boyunca evlerinde hiç huzur kalmadı. camlar, çerçeveler indi. çocukları bizim eve geliyorlardı ağlayarak. biz teselli ediyorduk. sonradan öğrendik ki komşumuza şizofreni tanısı konmuş.
Ben üniversitede okurken, bir lise öğrencisiyle tanışmıştım, tabi ona tanışmak denirse. Özel ders verdiğim bir öğrencinin ailesi ona da ders vermemi rica etmişti. verdim mi vermedim mi anlayamadım, hiç konuşmayan, tepki vermeyen, ama her önüne koyduğum testi ful cevaplayan, halka filmindeki o uzun siyah saçlı kıza şimdilerde çok benzettiğim o kıza konan teşhis te aynıydı. Defterinin ilk sayfasına yazdığı yazıya bakmıştım çaktırmadan, içi ailesine karşı nefretle doluydu. Candan Erçetin'in ölümle ilgili bir şarkısının sözleri vardı bir de.
En son çalıştığım yerde iş arkadaşım bir şizofrendi. onda da kızgınlık, nefret ve sessiz mırıltılar vardı. herkese kızacak birşeyler buluyordu.
galiba şizofrenler gerçek hayatı sevmiyorlar gerçek hayatın karşı koyamadıkları acılarından bıkıyorlar belki de, o yüzden kendi sanal hayatlarını üretiyorlar kim bilir ...
Allah insanoğlunu yarattı.Evet onu yaratmak istedi. beni yarattığı için çok mutluyum.
gerçi çok yanlışlar yapıyorum, çok acılar çekiyorum, bu asırda doğru rehberleri bulmak da zor. ama umut etmek istiyorum,içimdeki yetenekleri keşfettikçe bana ait olmayan ama kullanmam için hazır edilen özellikleri gördükçe çok şaşırıyorum. (bir gün gelip te toprakta çürüyecek harikulade bir mekanizmaya sahibim ve tekrar bir hayat olmayacaksa şayet ne hazin bir son)
elimde inanmak gibi bir seçenek varken bunu kullanmak istiyorum. günahların arasında kaybettiğim kalbime ulaşmak istiyorum. dünya dönüyor zaten çok şeyler de yaşanıyor. hepimiz bir yerlere koşarken, ben de bu koşuyu bırakıp o'na koşmak o'na yönelmek istiyorum. düşsem de yara da alsam her seferinde bir daha denemek istiyorum.
ben allah'ın beni bunun için yarattığını düşünüyorum.
tesadüf diye birşey olsaydı, bu hayatın sürekliliğinden bahsedilemezdi.
nitekim bahsedecek şahsiyetler de hayatta olmazdı.
hayat çok ince ayrıntılarla dolu, tesadüf olamayacak kadar çok ince hesaplarla...
Daha çok deniz kanarında oynanan fakat kapalı alanda da oynanabilen futbol ile voleybol karışımı bir oyun.
Bu oyunun oynanabilmesi için bir voleybol filesi ve her iki tarafta trambolin olması gerekiyor.
Topa el, ayak, baş, göğüs ile vurabiliyorsunuz. Trambolinde zıplarken taklalar atarak topa gelişine vurabiliyorsunuz.
Oldukça eğlenceli görünen bu spor olimpiyat oyunlarına da kabul edilmiş.
daha fazla bilgi için http://www.bossaball.com/blog/press-web-english.html
Evde süslenmiş bir ağacımızın olması çok hoş bir şeymiş gibi gelebilir bize,
fakat evimize bir parça huzur ve neşe getirelim derken milli servetimize zarar verdiğimiz de bir gerçek.
Eğer insanlara yangın çıkarıyorlar diye kızıyorsak, ağaçları izinsiz kesiyorlar diye öfkeleniyorsak,
o zaman ne olursa olsun aynı gaflet ve hataya biz düşmemeliyiz.
kalbinde gizlediği bilgileri aktarırken, daha çok zarar görmeme ya da menfaat elde etme arzusuyla, o bilgilerde değişiklikler yapmaktır.
bazen yalan aslında doğru bile olabilir. bu insanın kalbinde sakladıkları ile ilgilidir. mesela;
"Münafıklar sana geldiklerinde; "Biz, senin Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz." derler. Allah da senin Kendisinin elçisi olduğunu elbette bilir. Bununla beraber, Allah, onların bunu söylerken yalan söylediklerine, samimî olmadıklarına şahitlik eder." (münafikun 63-1)
bu ayeti kerimede ilgi çeken bir husus var, aslında münafıklar doğruyu söylüyorlar, yani sen allahın resulüsün diyorlar. fakat allah onların bunu söylerken yalan söylediklerini, samimi olmadıklarını bildiriyor, yani insan kalbinde gizlediği, inandığı bilginin dışında bir bilgiyi izhar ettiğinde samimiyetini de yitiriyor. kendi doğrusundan sapıyor.
çünkü aslında münafıklar allaha ve resulüne iman etmiş değiller.
insana en yakışan inandığını kırıcı olmadan aktarabilmek, ama....
elde edildiğinde bir üst modelini aratacak şey. söz konusu insan olduğunda ihtiyaçlar sınırsızdır. hiç bir zaman bitmez ve insanı yeni arayışlara iter. kanaat bu arayışları azaltır...
yüce Allahın en sevdiği kulu, habibi. nebiler serveri efendimiz hz muhammed (sav)ì hatırlatan,
onu sevdiren her kutlama gibi kutlu doğum haftasında yapılan etkinlikler de ona gönül veren
herkesi sevindirir ve mutlu eder. o`nun dünyaya teşrif edişinden duyulan sürur ile yapılan kutlamaların
bir kaç güne sığamayacağını anlamak hiç de zor degil. belki bir ömür kutlasak yine de onunla allahın bize lütfettiği nimetlerin şükrünü eda etmiş olamayız. Allah bütün insanlığa, ebediyette onun liva`ul hamd sancağının altında toplanacak şekilde, en güzel kulluğu yapmayı nasip etsin.
bu öğrenciler genelde ezbercidirler.
toplumsal kurallara uyma kabiliyetleri diğerlerine göre daha fazladır.
aykırı tipler değillerdir. saygılı ve anlayışlı olurlar.
öğretmenlerin sevdiği öğrencilerdir. bu arada öğretmenlere de hak vermek lazım.
saatlerce ders anlatıp çıkıntılarla uğraşmaktan içlerine fenalık gelince;
sakin, sessiz ve çalışkan öğrencilere olan muhabbetleri de artar...
"kimin kalbi temiz ki?" sorusunu akla getiren cümle.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi."
buyurmuşlardır.
insan dual bir varlık. iyiye de meyli var kötüye de... kim kalp gibi bir emaneti kendisine ilk verildiği şekilde muhafaza edebiliyor ki..
o müzisyenler, tek başlarına tatil yapmaya çalışan zavallı çiftin, her yerde karşılarına çıkıyorlar.bir rahat bırakmıyorlar. bu açıdan çok rahatsız edici bir reklam filmi. yapı kredi bankası kredi kartlarını kullanmama gerekçesi bile sayılabilir.
ya denizden birileri çıkarsa tatilde...
zorunlu olan herşeyden kaçmak güzeldir. okuldan kaçmak ta güzeldir.
hele de kişi keyfine fazlaca düşkünse daha bir güzeldir.
sonradan olacakları göze alabilen varsın kaçsın.
yoktur böyle birşey. aşkını kendine ya da etrafına itiraf edemediğinden ya da utandığından nefret görüntüsü altında deli divane olmaktır, platonik olarak sürünmektir. başkaları anlamasın diye çekilen zahmete bakınız.
"o anda etrafında kendisinden başka o kadar çok ezan hassasiyeti gösteren birileri de var mıydı acaba"
diye düşündüren durum. cami cemaatinin, istisnalar dışında "genellikle" 45 yaş üstü olduğu göz önünde bulundurulacak olursa...
en çok kendini sevmesi halinde insanın karşı karşıya kalacağı durumdur. firavunlar, narsistler, benciller, kendine tapanlar etraflarında dalkavuk misali şakşakçıları olsa da hep yalnızdılar ve yapayalnız öldüler.