insan gibi sevişeydiler iyiydi ya, grup neyin nesiydi. ulan arkadaş hastane güvenliğinin emanet edildiği adamlara bak, hasta olup oralar düşen hastayı sikecekler utanmasalar.
tanım : arapça söylendiği için yalnızca bu kadarı anlaşılmış olan bereket duası.
malumunuz üzere güzel yurdum insanı açılışları ve törenleri pek sever, göt kadar köye göt kadar muhtarlık hizmet binası yapılır, kaymakamından belediye başkanına herkes davet edilir, 1 metrelik kurdeleyi 11 kişi keser, davul, zurna çalınır, kurbanlar yere yatırılır.10 metrekarelik hizmet binası için 10 saat ören düzenlenir. iş bu sebepten dolayı açılış yapmak bizde gevşek bir kültür halini almıştır ancak artık bir ritüel halini aldığı için açılışlarda nasıl davranılması gerektiğine dair yazısız kurallar bile oluşmuştur.
bu açılışlar sadece kamu kurumlarında değil özel sektörde de gözdedir. normal şartlar altında(yani dünya standartlarında)açılış yapmanın belli başlı sebepleri vardır. eğer özel sektörde bir işletme açıyorsanız bu işletmeye bir de açılış töreni düzenliyorsanız bunun temel amacı, sattığınız ürünü veya verdiğiniz hizmeti insanlara tanıtmaktır. bu tanıtımın türlü şekilleri vardır; ister indirim yaparsınız, ister ücretsiz hizmetlerde bulunursunuz, verdiğiniz reklamlarla insanların açılışa iştirak etmesini sağlayarak işletmenizin maksimum düzeyde tanıtımını yaparsınız.
biz de ise durum çok farklıdır. bir işletme açarsınız eş, dost, akraba tanıdık bildik herkesi çağırırsınız o insanlarda yerleşmiş olan " açılışta nasıl davranılır " kültürünü yoklarsınız. kimin ne alıp ne kadar para verdiğini düğün çetelesi tutar gibi tutarsınız ki, siz de açılışa gittiğinizde ona göre davranıp görevinizi yerine getirirsiniz. bu açılışların amacı düğünlerde yeni evlenen çiftlere yardım etmek gibi bir şey olmuştur, yeni işletme açana destek olmak.
geçtiğimiz aylarda bir arkadaşım 8-10 masadan oluşan bir döner salonu açtı(salon mu denir büfe mi denir orası tartışılır ama ben tabelanın yalancısıyım)haliye bir de açlış yaptı bu "salon" a. yakın bir arkadaşımla beraber bu açılışa davet edildik. fazla oturmak gibi bir niyetimiz yoktu aslına ama bir kaç eski dostu da görünce kalkamadık, kaldık öylece.
oldum olası dinle pek aram yoktur , dua da bilmem ama her açılışta mutlaka birileri dua eder ve diğerleri ellerini açar amin diye bağırır. bu açılışta da yaşlı amcalar sürekli bir dua hali içerisinde kıvranıp durdular. gel gör ki açılışın asıl amacını unutup herkes dua etmeye başladı. asıl yapmamız gerek bir şeyler yiyip, bir hayırlı olsun, bol kazançlar dileyip normal fiyattan daha fazla para ödeyip kalkmaktı ama biz dua bilmediğimizden yemeğimizi yiyip paramızı ödedik ve kalktık. diğer amcalarda ise durum şöyle oldu ;
biz anlamdan bereket, hareket duaları okumaya başladılar, uzattıkça uzattılar, biri bitirdi diğeri başladı. biz de kalabalığa uyup ellerimizi kaldırdık havaya duadan tek anladığımız hareket ve bereket kelimeleri. iyi de bu açılışlarda hareket ve bereket demek pek işe yaramıyor kasaya biraz para girmeli ki hareket olsun.
"harekatun - berekatun" diyen, bıyığını silip kalktı kimse kasaya yanaşmadı bile oysa. bize de sakallı amcaları eleştirmekten başka bir şey kalmadı.
yılların birikimiyle yapmış olduğunuz o tatlı göbeğin sizi "her konuda " engellediğini fark ettiğiniz anda spor salonuna yazılmanızla beraber başlayan bir süreçtir bu.
bir yol tutturup gidiyor insanlar. vücutlarında ya da zihinlerinde bir sürü yara var bir çoğunun. "yarısı" ndan kalmadır "yar"ası herkesin.
güneş olmasa da mutlu olmayı bilen insanlar vardır. mutluluğunu güneşe bağlayanlar kadardır sayıları. onlar sabah güneş doğmadan yol alanlardır, güneş doğduğunda çok geç olacaktır. sayıları yüzbinlerle ifade edilse de yokturlar aslında. güneş doğmadan koyulurlar yollara dünya güneşin çevresinde ki turunu tamamladığı vakit geri koyulurlar yollarına, bir daha ki kuşluk vaktine kadar izinlidirler artık.
kocaman göbekli, üç kilo enseli sahipleri vardır. zincirleri sıkıca ellerinde tutar, bütün köleleri günün üçte ikisini onun için yaşarlar, daha çok sıkarlar dişlerini ki sahip kantara çıktığı an bir eksiklik olmasın.
merdiven altı koşullarda aşk yaşamak bir başkadır. dikiş makinelerinin iğnelerinin deliğinden bakmak sevgiliye. mesafe masa boyu kadar görünse de makarada ki ip uzunluğundadır aslında. sonrasında bir makara daha, bir makara daha, ve bir makara.. gün akşam oluncaya değin...
güneşin hiç girmediği yerlere sevginin girmesi enteresan olduğu kadar yasaktır. anlaşılmaz bir biçimde kendi gözlerinden bile sakındıkları bakışlardan merdiven altlarının rutubetinden olsa gerek inanılmaz bir yayılmayla herkesin haberi olur. aynı hızla yayılmaya başlar dedikodular. bu konuda konuşmak ayıp değil hatta farzdır artık. öyle ki bu iş bir sonuca bağlanmalıdır artık. günün üçte birlik kısmında düğün hazırlıkları başlar. tez zamanda tamamı alın terinden oluşan ( sadece alın teri değil vücudun terlemeyen yeri kalmaz zira bu rutubetli odalarda) birikimlerle düğün hazırlıkları başlar. nişan olur, arkasından düğün. "yetişmesi gereken işler " dolayısıyla bir günü normal izin hakkı olmak üzere üç günlük düğün iznini uygun görür sahip. artık mesafe bir makarada ki iplerden daha kısadır.
insan denen varlık sevgiden yaratılmıştır, sevmeden yaşayamaz ölür. rutubetin sevgiyi öldürdüğüne dair isviçreli bilim adamlarının hiçbir kanıtı olmasa da benim ampirik olmayan sonuçlarım var. mutlu giden günlerin peşi sıra hayat normale dönmüş, günlük kavgalar başlamıştır artık. romatizma denen illet rutubetli ortamlarda baş gösterir, omurga hareketleri kısıtlanır, iş bu safhaya geldiğinde çalışmak artık daha zordur. hem çalışılan ortam, hem de eviniz rutubetliyse "iş servisi" dışında sağlıklı bir ortamınız yoktur zaten. kadın kahramanımız ilerleyen hastalığından dolayı çalışamaz duruma gelmiştir artık.bu durum beraberinde maddi sıkıntıları getirmiştir. günümüz evliliklerinin kısa sürmesinin sebeplerinden en yaygın olanı maddiyattır bildiğiniz üzere. maddiyat temelli kavgalar uzayınca aradaki saygı yok olmuş saygıyla beraber sevgi de sizlere ömür.
" allahtan çocuk yapmadık " diyor kadın kahramanımız. " yoksa ayrılmamız zor olurdu ".
tekstil işçisi kadın ağlayarak devam etti ;" kimse sağlığımızı düşünmedi, biz köpekler gibi çalışırken onlar aslanlar gibi yaşadı. biz düğün için 3 gün izin yaparken, onlar aylarca kıyıda ki yazlıklarından çıkmadılar. biz hayatın kenarında yaşarken onlar hep kıyılarda oldular "
iş bu yazı sağlık koşulları elvermediği halde çalışmaya devam eden ve tekstil atölyelerinde sigortasız ve sağlıksız koşullarda çalıştırılan işçilerin koşullarını düzeltmek için sendikal anlamda mücadele eden elleri öpülesi bir kadın için yazılmıştır.
yılların anadolu efsanesidir. kadın hamile kalır, kocası feodal toplumun yegane mirası olan ataerkilliğiyle
- " ulan karı ! hele bir erkek doğurma, o zaman ben bilirim sana yapacağımı. " nidalarıyla, hamilelik döneminde bile ne tarladan, ne ev işlerinden geri kalmış, öpülesi elleri kadar yüreğide yaralı olan kadının biliçaltının ırzına geçercesine, salyalı bir şekilde ağız isahilini gerçekleştirmektedir.
işte hikaye budur ve yaşanmıştır.
adamın rahminden düştüğü kadında aynı şekilde aşağlanmıştır doğarken, onun gibi, dedeside hem büyükannesine, hem de annesine lanet etmiştir. çünkü bir kadın, bir kadın doğurmuştur. kadın dediğin erkek doğurmalıdır ya !!
işte lanetli bir kadının rahminden düşen adam, aynı muameleyi karısına reva görmektedir. kadın dişli bu sefer, " kız " doğuracağını anlayınca sonda söyleyeceğini başta söylemiş.
yaptığımız iş gereği 12-24 vardiya sistemiyle çalışıyoruz. fakat biz bu çalışma sisteminden pek memnun değiliz. vardiya siteminin 24- 48 sistemine çevrilmesi için uzun zamandan beri çalışıyoruz ancak çalışmalarımız belli makamların engeline takılıyor. gerekçe olarak da 24- 48 çalışma sisteminin çalışanlarda pazartesi sendromuna sebep olması. hani 24 saat çalıştıktan sonra 2 gün dinleniyorsunuz ya, neymiş efendim 3. gün işe gelmek sıkıntı oluşturuyormuş. oysa dünya da ve türkiye de bizim mesleğimizi icra eden herkes bu çalışma sistemiyle çalışıyor.
hem zaten genele baktığınız zaman kimsenin sendromdan falan haberi yok, adamın maaşını gününde yatırdığın müddetçe ne sendroma giriyor, ne bunalıma. ama gel gör ki bizim aklıevveller bir sendromun götünü tutmuş gidiyorlar. hafta sonu tatil yapılan işlerde yani genel tabiriyle 8-5 işlerde sendrom olması normaldir çünkü iki günlük tatilin ardından 5 günlük çalışma süresi başlıyor. bizde ise durum farklı bir tam gün çalışıp 2 gün daha tatil yapılacağından pek etkilenmiyorsunuz o çalışmadan.
iş yerinin eskilerinden mahmut abimiz vardır bizim, kendisi evliyaullahtandır. etliye sütlüye karışmaz, sağ-sol bilmez, kimseyle konuşmaz, dedikodu yapmaz. sadece iş verirsen yapar iş vermezsen günde 12 saat tv başında oturur evlilik programından tut pembe dizilere kadar ne varsa izler geçer.
aklıma geldi de kendi kendime, " ulan bu mahmut abi ye bir sorsam ya pazartesi sendromu hakkında ne düşünüyosun " diye sorsam. düşüncemi eyleme geçirmek üzere yabaştım mahmut abi nin yanına.
hayyamatlos : " mahmut abi ! bunlar bizi 24- 48 sistemine geçirmeyecekmişler. pazartesi sendromuna gireriz diye 12- 24 te devam ettirmeyi düşünüyorlarmış . sen ne diyorsun bu konu hakkında ? "
az sonra duyacaklarımın beni düşüreceği dehşetten habersiz sorumu sordum beklemeye koyuldum, mahmut abi nin soruyu idrak edip, düşünüp bana cevap vermesi bir 30 sn falan sürdü. arkasından ağrı dağı kadar yüce olan hayat tecrübesinin vermiş olduğu özgüvenle kelimeler birken bin olup ağzından dökülmeye, hatta dökülmek kaba kalır süzülmeye, hatta ne bileyim böyle değişik bir şey oldu ve konuşmaya başladı.
mahmut abi : " şimdi bizim zamanımız da pazartesi sendromu falan yoktu. bu sendromu yeni çıkardılar ama vallahi bunlar bizi 24- 48 sistemine çevirsinler, ben pazartesi sendromuna falan üye olmayacağım."
iki günden bu yana kedilerin tecavüzüne uğramış köpekler gibiyim. hala kendime gelemedim. sistem hata verdi, düşünemiyorum, akıl tutlması yaşıyorum.
şimdi birileri ordan atlayıp diyecek ki ' adamın konuşmasıyla dalga geçmeyin '
benim derdim adamın konuşması değil, hem zaten ona gülmüyorum. bu adamların yıllar yılı zurnalarında 3 delik vardı basıp basıp duruyorlardı. vay efendim, delindik, bölündük, terör, bayrak, vatan.
hayatlarında ilk defa sosyal mesaj vermeye çalışıyorlar onuda beceremiyorlar, ağız alışmamış ki. daha önce püskevit olayında da aynı şekilde acıtasyon bile yapamayışına güldüm ben aslında, yoksa püskevitte çok da gülünecek bir durum yok.
güzel yurdumun ahlak abidesi gençliği tarafından sık dillendirilen adres tariflerinden biri daha. oysa sorsan bütün anneler kutsaldır, bütün ebelerde öyle.( iç anadoluda babaanneye ebe denir)
ama deseniz ki ; - gel dostum bir yere kadar uğrayalım.( dediğiniz yer uzaksa)
- 'ooohoooo orası te anasının amında ' ya da ' ne yaptın be ta ebesinin amı orası ' tepkisiyle karşılamşmanız mümkündür.
malumunuz üzere kahraman bakkaların yerlerini süper marketlere bırakmasıyla beraber, alışveriş kültürümüzde ciddi değişimler oldu. eskiden mahalle bakkallarına giderdiniz derdiniz neyse anlatırdınız oda size dermanı sunardı. şimdi işin rengi değişti.
boş vaktim çok olmasına rağmen ben pek alışverişe çıkmayı sevmem. özelliklede market alışverişlerinden pek hazzetmem. gerekli mali yardımları valide hanıma iletirim o da ne gerekiyorsa alır.
bu geleneği geçen hafta, validenin de ısrarıyla kırdım ve ben de onunla beraber alışverişe gittim. marketin şarküteri bölümünde, yine market kültürüyle beraber hayatımıza giren, ürün tanıtımı ve tadımı yaptıran genç kızlar çarptı gözüme. yoğurt tattıran, bal tattıran, zeytin tattıran ne ararsanız var. bu işi yapan bir kaç arkadaşım var. işin aslı, çok zor şartlarda çalıştıklarını bildiğimden birazda sempatim var tadım yaptıran insanlara. belirtilen kotayı geçmedikleri takdirde, bir üst yönetime şirin görünmek adına olmadık takla atan, ellerini sürekli ovuşturan müdürleri onlara sinir bozucu dişlerini göstererek ;' böyle satışçılık olmaz, beceremiyorsanız yapmayın bu işi. satışçı dediğin. anasını boyar, babasına satar. ' tabi kotalar genelde hep ulaşılamayacak kadar yüksek konur ki, hedef yüksek olduğundan çalışma daha çok artsın.
ben bu çalışkan insanların aslında hep yapmacık güldüğünü bilirim. yüzlerinde ki sahte maskeyle o ürünü size satmanın kırkbin yolunu denerler. zaten 600 liraya çalışıp da o kadar gülmeniz mümkün değildir. ben aklımdan bunları geçiriken güzel gözlü, siyah saçlı melek olması için bir tek kanatlarının olması gereken sucuk satıcısı genç kız, o bedenden çıkamayacak kadar kalın fakat etkileyici bir ses tonuyla;
- 'sucuklarımızdan tatmak istermisniz' ? dedi.
( o an boğazıma kadar dolu olsa, o güzellik için tadardım ben o sucuğu)
- ' tabi '. dedim.
ben sucuğu tattım ve elimdeki kürdanı tezgahın üstüne bıraktım. daha bir şey demeden o konuşmaya başladı.
- ' sucuklarımız entegre fabrikamızda el değmeden üretilmektedir, ürünlerimiz yüzde yüz yerlidir ve islamı şartlara uygun olarak üretilmektedir. fabrikamız yerli üretime katkı sağlamak amacıyla teknik donanımlarını da yerli firmalardan sağlamıştır. kullandığımız bıçaklardan tutun, kıyma makinalarına kadar bütün hepsi yerli üretimdir. yani bizi tercih ettiğiniz zaman, ülke insanına katkıda bulunmuş sayılırsınız.
kız sustuktan sonra ışık hızıyla şunlar geçti aklımdan ' ulan yerli malı yurdum malı, vatandaş kazansın'
neyse kızın daha fazla yorulmaması için, ' peki ' dedim. orta boyda bir sucuğu attım sepete. alış veriş faslının geri kalan kısmı rutin bir şekilde geçti ve evimize döndük.
dün akşamın yorgunluğuyla bugün biraz geç uyandım. valide hanım kahvaltı yaparmısın diye sordu. saate baktım, 'hazırlarsan yaparım ' dedim. o kahvaltıyı hazırlayana kadar ben biraz daha kestirdim. yatakta dönerken sucuk kokusu mutfaktan yayılıp odama kadar gelmişti.
masaya oturunca sordum hemen şakayla valideye.
- şu bizim % 100 yerli malı sucuk mu ?
- evet oğlum.
- iyi bari, bu kahvaltıda emperyalizme ve yabancı sermayeye karşı bir duruş sergiliyoruz.
hem tv ye bakıp, hem de yavaş yavaş tıkınıyordum ki.
sol azı dişlerimin arasında bir ağrı hissettim ki, gözlerim karadı, bayılmakla ayılmak arasında bir seyr-ü sefere çıktım sanki. allahım yanına geliyorum, o acıyla bir ahhh.. diyişim vardı ki ben bile acıdım kendime. acım geçmiyor, valide ise ne olduğunu anlamaya çalışıyor. dişimin üstünde filler sikişiyor sanki,ufacık bir kemiğin beni kediye çevireceği hiç gelmezdi aklıma.
- valide : oğlum ne oldu.
- hayyamatlos: ıhhhaaağğğohşş
neyse ki parmağımı ağzımın içine götürmek aklıma geldi elimi atmamla, ucu bıcak gibi keskin 0.5 cm boyutlarında kemiği hissettim zaten, tek seferde çektim ve çıkardım.
sonrasında ettiğim küfürleri burda yazmak istemiyorum. kahvaltım da mundar oldu zaten moral bozukluğuyla kalktım sofradan. sonra kızın sözleri geldi aklıma ,
' fabrikamız yerli üretime katkı sağlamak amacıyla teknik donanımlarını da yerli firmalardan sağlamıştır. kullandığımız bıçaklardan tutun, kıyma makinalarına kadar bütün hepsi yerli üretimdir.'
yerli üretim olduğunu acı bir şekilde anladık zaten, yediğim sucuk gözümden çıkacaktı neredeyse. zaten o kıyma makinasını almanlar üretseydi, o kemik tuz buz olurdu, maşallah yerli üretim neredeyse 4 e bölecek eti, öyle çıkaracak. tamam, yerli malı yurdum malı herkes onu kullanmalı ama, böyle de olmaz ki.
son gelişmeler üzerine beklenen talep ya da tekliftir. bu kadar kaset skandalının ardından, en azından kaseti çıkınca şaşılmayacak biri olması münasebetiyle olabileceğini düşünüyorum.
(işimiz muhabbet. tabi ki siyasetin bu kadar bel altına inmesini tasvip etmiyoruz, kaset skandalları özel hayata tecavüzdür.)
bilmiyorum var mısın beni duyuyor musun
tanrım neden bizi hep çocuklarla vuruyorsun
zaten hep yanıyoruz cehennem ortamızda
bir çocuk bile yok mu günahsız aramızda
ah ne yaptık çocuklara ne yaptık
tanrım o cennetinde söyle kimler kalıyor
ateşte çocukları hangi günah yakıyor
ateşte yanan kuşlar bir gün göğü sorgular
ardına bakmaya utanır suskun rüzgar
dokunmayın sevgiye elleriniz yakıyor
göğsünüze bastığınız her şey parçalanıyor
ölüm sayfalarına sevgimiz nasıl sığar
siz vatan sevdikçe ölüyor bu çocuklar
ah ne yaptık çocuklara ne yaptık
o günahlarınızla vatan aşklarınızla
yeter vurmayın bizi çocuklarımızla
bana bu şarkıları hiç söyletmemeliydin
çocuklar ölürken tanrım sen neredeydin
seni ayakta tutmaya yetecek kadar
güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni dilerim.
aydınlık bir bakış açısına sahip olmana
yetecek kadar güneş diliyorum.
güneşi daha çok sevmene
yetecek kadar yağmur diliyorum.
ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar
mutluluk diliyorum.
yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş,
gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
isteklerini tatmin etmeye yetecek kadar,
kazanç diliyorum.
sahip olduğun her şeyi taktir etmene,
yetecek kadar kayıp diliyorum.
son 'elveda'yı atlatmana yetecek kadar 'merhaba' diliyorum..
bir kaynağa göre aborjinlerin duasıymış. aborjin olasım geldi.
Ne din elden gidiyor, ne de Cumhuriyet, elden giden geleceğimiz.
dün seçim afişlerinden birinde gördüm. yanılmıyorsam has partinin afişiydi. biraz eksik kalsa da verilmek istenen mesaj güzel. yıllardır her gelen iktidar ve koalisyon tarafından kandırılmış, sindirilmiş bireyler olarak bu gibi yaklaşımlara ihtiyacımız var. çok yıllar önce din ve cumhuriyet kavramından çok sağ, sol olayları tartışılırmış güzel yurdumda , o dönemlerin meşhur politikacısı(ki hala meşhur) çıkıp ;
' bu kış komünizm gelecek ' diyerek, bilinçsiz toplumumuza bilin aşlamıştır. halkımız bunun üzerine sıkı giyinerek,camı pencereyi iyi örterek sıyrılmıştır komünizm belasından.
bizde her zaman korku esaslı iş yapılır, hristiyan bir öğretmenle müslüman bir öğrenci arasında şöyle bir dialog yaşanmıştır.
öğretmen : söyle bakalım ali, günah işlersen ne olur.
ali : allah beni yakar öğretmenim.
öğretmen : ali allah seni affeder, kullarını yakmak istemez ki o.
ali : öğretmenim size allah ı sevmeyi, bize ise allahtan korkmayı öğretmişler.
ben kendimi bildim bileli hep bir şeyler elden gidiyor. ben yokkende böyleymiş.
bir dönem cumhuriyet gidiyor diye, darbe darbe üstüne, muhtıra muhtıra üstüne.
bir dönem gavurlar azdı diye talanlar yağmalar.
bir dönem din elden gidiyor diye insan yakmalar.
bir dönem vatan millet, delindik, bölündük edebiyatıyla insanları sömürmeler.
işin özü bir şeyler elden gidiyor derken, giden gün ömüren gidiyor, bizden gidiyor. başka birşeyin gittiği yok.
yönetmenliğini Bahman Ghobadi nin yapacağı, kadrosunda Beren Saat, Monica Bellucci, Yılmaz Erdoğan, Belçim Erdoğan, Caner Cindoruk, Behrouz Vossoughi yi barındıran film.
monica bellucci çekimleri için dün istanbuldaymış, merak ettim doğrusu güzel bir şeyler çıkacak ortaya galiba.