devletin temel yapısını koruduğu varsayılan madde.. bu ne menem bir koruma usulüdür ki değişsin diye, bir yerde bir kaçış opsiyonu tanısın diye, çelişkiler üzerine tanımlanmıştır..
sen 3. maddede "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" de, ondan sonra çık "türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir" diye beyanda bulun..
merak etme paşam, arkanızda hamasi kitle saf tutmuş, okumaktan acizler.. heil evren!
türkiye'nin çağdaşlaşması, önündeki progressive süreci gerçekleştirmesi adına ilk 3 maddesinin değişimine engel teşkil eden, kenan evren zihniyetinin tasdik ettiği maddedir..
"halka rağmen" yönetim ancak bu kadar olur.. halk %47 oranında "hayır" desin, üst kurul ve derin türkiye derhal "anayasaya" sığınsın..
işte karşınızda belçika örneği, yavaş yavaş oraya sürükleniyoruz.. yazık..
televizyon dünyamızda özellikle dizi sektöründe yaptığı hamlelerle ülkenin ufkunu açan, pek çok kendi çapında yetenek sahibi genç yönetmen adayının cesaret göstererek senaryolarını halkın beğenisine sunmasına vesile olan büyük yönetmen birol güven'in türk halkı tarafından kıyasıya eleştirilmesi, sürekli çamur atılarak gelişiminin engellenmesi, önünün kesilmek istenmesi hali.. ayıp haddesini aşalı çok olmuş, artık bir millete kökten "yazıklar olsun" deme hakkı doğurmuştur bizlere..
ayrılsak da beraberiz gibi bir sitcom şaheseri ülkeye kazandırdıktan sonra bununla da yetinmeyip çocuklar duymasın adlı kült eseri ortaya sunması, ekran karşısında hepinizin bunları izleyip kahkahalar atarak yerlere yatması bir anda unutulur, "ay birol güven dizisi mi izliyosun, ne avam" diye kendini toplumsal kategorizasyonla, adeta bir kast sistemi varmış da kimileri bir şekilde birilerinden üstünmüş gibi sunarak yüceltme, daha ileri boyutta birol güven'i eleştirme isteği hakim.. kimde hakim; default türk insanında..
çünkü bizim kıstasımız kim bir nebze ileri gitse, kim bir basamak yukarı çıksa derhal paçasına yapışıp aşağı çekmeye çalışmak..
ulan hangi biriniz "light erkek" ile "gay" arasında bu denli ufak nüansın topluma aktarılması riskini alabilirdiniz? hangi biriniz bu denli öncü senaryoların senaristi olup da şimşekleri üstünüze çekmeye cesaret edebilirdiniz? bunu da benden duymuş olun, yakında çekilecek dizisi için birkaç günü hapishanede geçirmek için başvuruda bulunmuş birol abi, kim buna cesaret edebilirdi, soruyorum..
siz ülke sinemasında taş üstüne taş koyanları eleştirenler, artık bırakın da müteşebbisler çıksınlar ortaya.. yıllardır sizin kalıplarınızın darlığı bu milleti geri bırakan..
kitap okunmuyor, bırakın bari millet kaliteli senaryoların dizileşmiş halini seyredebilsin.. ayıp.. utanın biraz..
---
başlığı açan yazarlara moderasyonca tanınması gereken bir hak/opsiyon bence, üzerine düşünülsün..
hayır, bir zamandır şöyle bir bakıyorum, eli ayağı düzgün sayılabilecek herhangi bir entrysine henüz rastlamadığım, bundan sonra da rastlayacağım ihtimalini pek reel bulmadığım, "hurraa" mantığıyla sözlük yazarlığına kabul edilmiş, inanır mısınız oturduğum evin kapısını yanlışlıkla da olsa, varıp geldiğinde çok fena ta.şak konusu olup piyasalarda yaşanan dalgalanmaları şahsıma unutturacak dahi olsa, çalmasını istemeyeceğim; çok afedersiniz, dedemin deyişiyle "s.çarken görsem ayağa kalkmam" yazarların şahsım tarafından açılan başlıklar altına yazdıkları, bana spam mailleri, anımsatan o niteliksiz garbage entryler midemi bulandırıyor..
kimisi gerçekten başlığın popülaritesini koruması için bu tarz "canlandırıcı etkili" cacıkları tercih eder; inanın bu insanların tahammül edebileceğim yegane aksiyonları nefes almaları.. bu nedenle de bu acilen bir opsiyon olarak sağlanmalı..
hadi yazar alımlarında bir hata yaptınız, geridönüşümü sağlayacak depozit niteliğine zaman iadesi de kimseye bahşedilmemiş; bari bunu sağlayın moderasyon.. belki daha sonra entrylere de karakter sınırlandırması getirilmesi denenebilir; ama bu seviyesizliği biz elitist, yazdıkları takip edilen yazarlarınıza yaşatmayın..
vallahi siz yazarken utanmıyor olabilirsiniz, ben okurken insanlığımdan utanıyorum..
---
not: üşenmez de okursan bunun "bu başlığa onyüzbin entry girelim" tarzı "silin beni" diye bağıran başlıklardan farklı olduğunu göreceksin.. oku bak, vallaha öyle.
29 ağustos 2007 tarihinde oynanan şampiyonlar ligi eleme müsabakalarının ertesi gün, pek çok realist gazetemizin atmasını beklerken pragmatik yaklaşıp tarih ile de harmanlayıp "zafer gecesi" , "zafer bayramı" şekline büründürdükleri manşet..
halbuki bile bile kızını porno filme gibi göndermek oldu bu şimdi..
anlamakta ciddi şekilde zorluk çektiğim, şahsımı, aynı kandan olmama karşın damarlarımdaki kanın asaletine dahi lanet edecek hale düşüren ve ne acıdır ki memleketlim, vatandaşım, anayasaya göre "türk" kabul edilmiş insanların hezeyanı.. yani sırf şu adamla aynı millete, devlete mensup olarak anılmamak için anayasanın ilgili maddesindeki değişikliği işaret eden dtp ile aynı görüşteyim.. mümkünse ıcığına, cıcığına kadar araştırılsın ki herkes böylesi bir denyoluğun alemi olmadığının bilincine erişmiş biz çılgın türkler de kategorizasyonun daha bir nitelikli oluşunun gururuna erişelim..
soruyorum; insanoğlu 3 kat yürümekten aciz mi? evet ise bu sorunun yanıtı asansörlerin sen, ben gibi fiziksel özürü olmayanlara da tahsis edilmesi kabul edilebilir; ki ben edemem..
soruyorum; insanoğlu 2 kilometre yürümekten aciz mi? eğer yanıt evet ise ve bu nedenle kısa mesafelerde taksi çağrılmasını uygun görüp içten içten ananıza bacınıza sövülmesine rıza gösteriyorsanız yine tartışma kapanmıştır..
soruyorum; enbiya süresi 10. ayet ne diyor; "her diri şeyi sudan yarattık"
aynı paralelde sormaya devam ediyorum; thales neci ya eşşoğleşşek? [sert oldu biraz, bundan anlarsınız ama] hadi dogmatikten rasyonele geçtim, yine "su" kökenliyiz; ya şemsiye ne demek oluyor? hey allahım..
ön-hazırlık safhasında doğruluğumu kanıtladıktan sonra insanoğlunun "self-biyolojik saat" uygulamasını tergeyip dijitalin köpeği olmasını da inceleyelim.. bu nasıl bir kul/köle olma arzusudur ki muktedir olunanda dahi bu şekilde davranılır? yani bir insan "ben sabah 06:25'te kalkmalıyım" dediği, ufak da olsa, %3'ünü kullanıyor da olsa beyninin potansiyelini nasıl hiçe sayar da esir olur? güçbilmezlik/kendini tanımazlık değil de nedir bu basiret eksikliği, lütfen içinizde bir yorumlayın bunu..
yetmezmiş gibi ineceği durağın konumunu bilmeyerek otobüse binen, girişte şoföre, sonra parayı alan çocuğa "gözünü seviym/bokunu yiyeyim bana hatırlatın.. bak ağlarım sonra" diye zırlayan; sonrasında da yanına oturan yolcuya aynı paralelde ağlayıp yalvaran, ayrın en ufak işi için el pençe divan durmaktan gocunmayacak bu dürzünün yaptığı gibi onlarca, yüzlerce alarm kurmalar ya?
cumhurbaşkanı sayın abdullah gül'den özel bir isteğim var.. acilen özel statü istiyorum.. dokunulmazlık mı olur, başka bir şey mi; lütfen yerine getirin bu arzumu.. siz benim de cumbabamsınız..
hiçbir zaman ebediyete intikal etmeyecek, hep yanımızda, yanıbaşımızda, örgütlü toplumun haklı mücadelesinin sembolü, kadın erkek eşitsizliğinin giderilmesi uğrunda bir nefer, bir önder, bir yenilmez, yıkılmaz armada olacağını düşündüğümüz, hayatını toplumsal normalleşmenin reel süreçten, atılacak daha stabil ve ivedi adımlarla, erken gerçekleşmesini mümkün kılabilme arzusuyla geçirmiş duygu asena'nın aramızdan ayrılışının 390. gününde henüz farkına varabildiğimiz acı..
hani ataerkil, erkek-egemen bir toplum oluşumuzdan olsa gerek kimse böylesi ulvi birinin ardına yas ilan etme, bayrakları yarıya indirme teklifleri sunmadıysa da, "kadının adı hala yok" ise de, bu aynı yola başkoymuş dava arkadaşlarının rotalarını saptırmayacaktır..
damarlarımızdaki son damla duygu asena bitene kadar.. asla!
inanmak istemiyoruz.. ama sene-i devriyesi dahi geçmiş diyorlar.. o ise hala şuramızda.. acı kaybımız..
[duygu: evin kızı. 50 karakter sınırı sen nelere kadirsin..]
bir insan evladının feminizme meylinin ölçütü olması bakımından eşik seviyesinde yer almakla özdeştir bu..
yani bu süreçte, henüz memelerin belirmemiş, kalça nahiyen şekle girmemiş, bakışların kadınsı seksapele kavuşmamış olmanın doğal sonucu olarak karşına çıkan handikaplar silsilesini dağıtmak gayretiyle, "karışmayın, şimdi de ellettiririm, büyüyünce de memişlerimi.. size ne" ile "anam! garip anam, çilekeş anam.. az kaldı frukoma majezik atıyolardı" skalasında tavırlar takınma halidir.. genelde annenin kuvvet eklentisi, içinde kalmışlarının newton'ca değeri sürtünme kuvvetini yenip, 15 yaşına henüz değmiş bu sübyanın sabit hızla hareketine vesile olur..
duygu asena'nın ani ve sarsıcı vefatı ile idolünü yitirip savrula savrula savrulan, kavrula kavrula kavrulan; yana yana buraları dolaşan, yapayalnız geceleri avunan kitlenin, şahsi kanaatimce aşmamayı da, altında yer almamayı da şiar edinmesi icap eden seviye budur..
gereksiz atraksiyonlara gireceğinize kocanızın koynuna girin.. arada kızdınız mı "havuç" dersiniz, kesmezse muhtelif mevsim sebzelerini sayarsınız olur biter..
tüm kalbi duygularımla, bütün samimiyetimle ifade ediyorum yemek+sigorta+minimum 1.500 ytl maaş karşılığında o kişi olmayı kabul etmemişse son 15 dakikadır ettiğim küfürleri kelimesi kelimesine hak etmiş ebabildir.. ebabil ise "konan" kelimesini başka kötü esprilerle "gücün ve ihtişamın sembolü" haline sokmasınlar diye sonradan eklenmiş bir kuş türü olup (kuş, konar..) sözünden dö.. öehh..
iyi valla, adsl bağlantısını telekom beceremesin, altyapıyı yamuk yumuk, bölük pörçük kursun; en ufak arızada dünyanın cakasına sahip bu baş dürzüler [ki sen böyle bir görevi tüm handikaplarını göze alarak kabul ettiysen, bil ki dürzü alayında senin de sıran fena değil] ortadan sıvışırlar; dünya kadar telefon, bir o hattan, bir bu hattan yağmaya başlar.. telefonu açsan takribi 30 saniye sonra sövecek, açmasan "niye açmıyosun lan dürzü" diye içten içten, duymasan da g.tünü tahriş eden bir kurt gibi rahatsızlık verecek o acı acı çalan telefon.. ["acı acı" çalmayan telefonun da ta a.ına koyim zaten.]
yahut iki damla düştü, iki s.kindirik lodos koptu diye elektrik kesilir, bilgisayarda save etmediği oyununun telaşına kapılan ve yarın en iyi ihtimal senin bir ufak boyun bir dürzü olacak olan, çünkü ders çalışılacak vakitte bilgisayar oynayan, çünkü bilgisayar oynanacak ara otzbir çeken, çünkü otzbir çekilecek ara yine otzbir çeken, çarkı s.kerten çocuk telefona sarılır: "ağbii, ne zaman gelecek elektrik?"
napıcan oğlum elektriği, kontrollü deney yapıyordun da seni alı mı koyduk yani? lara croft'un kıçına bakıyodun, cm'de oyunu kaybedip load ediyodun; olmadı maçtan önce rakip takımı alıyor, kaleye forvet sokuyordun.. nedir yani? kontrollü deneyin kontrolünü kaybettin diye kontrolü kaybedip adamı arayacak halin yok ya.. bilgisayar, otzbir, otzbir, bilgisayar, otzbir.. hepsi o..
yani çoğu p.zemek de dürzülüğünü yüzüne vurmuyoruz, adam yerine koyup alttan alıyoruz diye yanıt vermeye kalkıyor, ufak çaplı ayarlar veriyor kendi çapında; sonra kapatmadan evvel, bir timing şaheseri:
-neyse, ufuk bey yok heralde bugün? şube müdürü hani?
cümlesinden sonra abi çekiyolar, açsam yalayacaklar, o derece ya, neyse..
yazık, dürzüyse bile az sövün.. senin söyleyeceğini zaten az evvel bir başkası söyledi..
kendisi deisttir.. [bir kısım müslüman elitistin tanımı icabınca] ki bununla da gurur duymaktadır.. [sizle "aynı" olmaktansa bunu kendime uygun görüyorum]
daha önce üniversiteye kabul edilmeyen canımız cicimiz, ömrümüzden bir miktarını fırsatını bulsak onunkine ekleyeceğimiz, güzeller güzeli, endamı ezeli türbanlı kızlarımızın da uyguladığı çözüm yöntemi..
neden başınızı örtüyorsunuz? saçlarınızın tahrik unsuru olmaması için..
ey gebeş, sen ki herhangi bir bayanın saçından tahrik olabilecek kadar sapık bir zihniyetin ürünüsün, neyden, ne diye etkileniyosun.. mümkün olsa da evvela siz "saç tahrik unsurudur, uyarıcıdır" diyen, dindarlığı başörtüsüyle özdeşleştirenlerle "görünüşte" aynı dine mensup olmaktan utancımdan arınabilsem.. ya siz s.ktir olup arada dogma örtülerden kurtulsanız, ya ben tümüyle ikrara gitsem.. deist olucam en son..
bence türban üstü peruk son dönemin en gerizekalı uygulamalarından birisidir.. böyle böyle "siz" ve "biz" diye toplumsal cepheleşme doğuyor..
son günlerde sıklıkla dile getirilen, muhtelif ortamlarda tartışılan "hayrünisa hanım ne giyse yakışık alır" tartışmalarının bir ucundan dahil olma, ombudsman misali serin taş. klarla yayıla yayıla oturup arada bir sayım için gelindiğinde çılgın fikirlerle ses getirme güdüsündeki şahsın, bizzati şahsımın sorunsal haline getirilen bu basit meseleye getirdiği dahiyane çözüm..
böylece toplumsal mutabakata erişilmiş, herkes biraz mutlu olacak, güzel olacak.. her şey çogzel olucak işşşallah..
edit: istek üzerine hayrünisa hanımın zülüften bi kuple sunması da düşünülebilir, diyalog şart..
başbakan recep tayyip erdoğan'ın "bakkal gazeteciliği" eleştirilerine bekir coşkun'un 3. dereceden akrabalarına kadar hepsinin, asgari 1 sefer yanıt vereceğinin göstergesi; bu sefer de bekir coşkun'un, "zürriyet.com" adlı internet sitesi kullanıcılarından, bu erotik siteye girdiği çevresince öğrenilirse adı "otzbirci harun"a çıkacağından korktuğu için adını vermek istemeyen akrabası, kayınbiraderi sözü alıp başbakana yanıt vermiş:
Sayın Başbakan, ben Fransız asıllı bir Türk vatandaşıyım. zira fransız dediysem, fransızlar hakkındaki malum fıkrayı bilirsiniz.. hani fransa'da vatani görevini yapmakta olan bir asker komutanına gidiyor ve "babam öldü" diyerek izin alıyor ya.. daha sonra yine aynı şekilde "babam öldü" diyor ve bir 10 gün izni daha koparıyor.. bir iki sefer daha aynı şey olduktan sonra asker bu sefer komutanın kıllanacağını düşünüp "annem öldü" diyerek gidiyor komutanın yanına, yine iznini alıyor.. gel zaman git zaman asker tekrar sıkılıyor ve komutana varıp "annem öldü" diye izin istiyor.. komutan çıkışıyor;
-höst ulan! kaç tane annen var senin!
+ama babam öldü diye 5 sefer geldim ve hiç itiraz etmediniz.. annem öldü diye 2. kez geldim daha
-bir fransızın sadece ve sadece 1 adet annesi olabilir çünkü..
diyor ya hani.. o fıkra.. hani biraz tırt bi fıkra, kabul; nasrettin hocanın kazan meselesini andırıyor sanki, neyse.. öyle bir fransızlığım var benim..
zamanında "al oğlum, bak çok değerlenecek sonraları" dediklerinde almadığım bir fransız pasaportuna, bir de arcoroc marka 6'lı yemek takımına takıldım kaldım. resmen kırılmıyormuş takımlar, komşuda gördüm.. evlat acısı gibi koydu sayın başbakan, yaa.. emine hanım'da varsa kıymetini bilin yani..
Bizim deli kız da bir türk'e aşık oldu işte, delikanlı bir çocuktu.. adı bekir, severim, tanıyosundur zaten.. yani o dönem babama komşular "gazeteciye kız verilmez" diye çok söyledilerdi, inanır mısınız uğur mumcular, abdi ipekçiler öldüğünde de çok korktuk, "devlet memuruna mı verseydik, iş garanti, kovulma riski az.. maaşın belli" diye düşündük bir ara ciddi ciddi.. özel sektör gibi değil ya, işte emin çölaşan'ın durumu malum, vurdular tekmeyi.. bizimkininki daha beter, "git, yasemin çongar'a komşu ol, gül gibi yaşarsın dediler... " gül dedikleri de abdullah gül olsa iyi, karaktersiz bir gül vardı, vesikalı.. onun giib yaşa demeye getirdiler.. verelim paranı ağzını açma..
e iyi de bizim kız da, enişte bey de bu topraklarda doğmuşlar. Anneleri, babaları da bu topraklarda öldü. Bu topraklara gömüldü. ne yaptılar yani, vatanı mı pazarladılar da hainlere uygun görülen "raus" faşizmi belirdi birden? . sordum bizim kıza; "Bu topraklara gömüleceğim ben abi, gitmiyorum hiçbir yere" dedi.. müsadeniz olursa tabii sayın başbakan..
"git kız valla, al bekir'i de git.. daha azı satılmış bir vatana, mümkünse önümüzdeki 4 sene daha azı satılacak bir vatana götür çocuğu.. nazlı ılıcaklar'ın, fehmi korular'ın devasa puntolarıyla baş edebilir misin sen, vallahi git.. hiç öyle "demokrasi için savaşıyorum" triplerine girme, adamın boy boy afişlerini bastırıp "demokrasinin yıldızı" ilan etmişler, sana mı kaldı ardına düşüp yıldız falları peşinden koşanların yarınına üzülmek.. elleriyle kuranların emeğini yüreğinde hissedip yanmak sana mı kaldı.. elleriyle yıkanlar, elleri titremeden satanlar üzülmüyor, cılız bir sesle sana mı kaldı üzülmek ya?"
inan olsun aynen bunları söyledim sayın başbakan.. neymiş, "seviyomuş" da gitmezmiş, "git" demeye de kimse hak sahibi değilmiş..
gerisi size kalmış başbakanım, üslubu sertleştirin; yahut ne bileyim "uzay mekiği aldım, sizi zaman kavramı olmayan bir gezegene 1 haftalığına tatile gönderiyorum, gidin dinlenin.. söz veriyorum, döndüğünüzde esaslarına dokunulmamış, içi boşaltılmamış, daha fazla satılmamış bir türkiye bulacaksınız" diye kandırmaya çalışın, size kalmış artık..
başbakan sizsiniz, meydan sizin tabii.. 4.5 yılda hangi vızıltıdan irite oldunuz da benim kardeşimin sesi rahatsız edecek sizi? rahat olun..
siz gibi yapalım; en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum sizleri.. müsterih olun, bakın siz hakikaten %53'ün de başbakanıymışsınız, helal bu yollar..
pek muhterem başbakan tayyip erdoğan'ın tutarsızlıklarla dolu siyasi hayatında, sırf kişisel görüşünü söyledi diye, sırf demokratlığına inandı diye bu ülkenin, sırf "konuşmak hakk'ca tanınmış bir haktır" diye düşünüp bağımsız dimağından geçeni söyledi diye yeni bir üslupsuzluğa imza atıp bekir coşkun'a "beğenmeyen gitsin" derken, esasında "değiştim, geliştim çünkü" diyerek vicdani yükümlülükleri bulunan ve bugün en fazla 3. lig kulüplerinden birinde topçu iken jübile yapmış olabilecekken koca bir çınar'a başbakan olmasına vesile olmuş insanlara diyetini ödemeye tüm hızıyla devam eden [yazık ki] ülkem başbakanının tavırları arasındaki kontrastı gözlemleyebilmek adına dikkat edilmesi gereken bir husus..
dinliyoruz; "bu ülkenin cumhurbaşkanı hepimizin cumhurbaşkanı, bu ülkenin başbakanı hepimizin başbakanı".
peki, bu ülkenin kanunları "hepimizin" kanunları değil miydi de "eşinin" türbanı söz konusu olduğunda yollara beraber düştüğün, hareketleri birlikte kurduğun "kardeşin" abdullah gül'e "beğenmiyorsan git" diyemedin sayın başbakan.. ya da türban sizin toplumsal mutabakat arayışlarınız arasında yer alacaktı, bireysel sorun değildi de ne yaptınız 4.5 yılda, ağzınıza dahi almadınız yahu.. en ufak eleştiriye karşı tahammülsüzlük damarın tuttu, "sesi daha çok çıkan kazanır" diye düşünüp başladın avazın çıktığı kadar bağırmaya..
yani bu mu seçim ardına değme aktörlere taş çıkarır performansla "biz %53'ün de haklarını koruyacağız, bize oy vermeyenler merak etmesin" derkenki aklıselimi koy kenara, sabır, tahammül hak getire.. en ufak eleştiride "bağırmayan taraftar siktirsin gitsin ha"
"makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir".. alın size makul sabır ey %47, hayrını görün..
sayın yazarımız bekir coşkun'un alevini ve gazını bir çırpıda alabilmek maksadıyla bizzat tarafımca alınacak olan başvurulardır..
bir dönemdir "ııh, o da olmaz, ötekini de istemem" tavırlarında olup da türkiye cumhuriyeti 11. cumhurbaşkanı'nın kendisi için seçileceği yanılgısının esiri olmuş, pek sıkı-fıkı olduğu sevgili kankası emin çölaşan beylerin tazminatının eline sayılmasından epey etkilenmiş, "istifa edip gurur mu yapsam, lan bi taraftan da kovulursam hem tazminatımı alır hem kahraman olurum" ikilemine takılıp birtürlü ikileyemeyen yazarımızın gönlü olsun diye 23 nisan'da bir günlüğüne cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulması jestinden evvel bir jest daha yapıp alternatif bir cumhurbaşkanı seçmemiz gerekiyor..
bu senaryo icabınca 28 ağustos günü aniden sayın abdullah gül adaylıktan çekilecek, 27'si gecesine kadar bir boy, bir portre fotoğrafını, ikametgah ilmuhaberini, temiz kağıdını "cc 183 mecidiyeköy/istanbul" adresine gönderecek olan katılımcılarından biri 5 kişilik, şimdilik içinde benim, hıncal uluç'un ve helin avşar'ın olacağı kesin olan bir jüri tarafından değerlendirilip 28'inde sonuçları gayrı-resmi bir gazetede ilan edilecek olan ile yeni nesil cumhurbaşkanı olacak.. yalnız az bi tırt, özde değil; sözde cumhurbaşkanı olacak..
siz sevgili uludag sözlük camiasından ricam bekir coşkun'a abdullah gül'ün cumhurbaşkanı seçildiğini ağzınızdan kaçırmamanız.. sanki başvuru sonucu seçilen talihli katılımcı kazanmış ayağına yatmanız.. lütfen, sevinsin garip..
birtakım şeylere çok sinirlenmiş olan bir uzun yol şoförünün, burasına kadar geldiğini, bıçağın artık tümüyle kemiğe dayandığını, şoförlük mesleğinin başında görevi liyakatle yerine getiremeyeceği kanaatinde olan derviş günday'ın türkiye şoförler ve otomobilciler federasyonu başkanlığına aday olduğunu öğrendiği an koyduğu içten, sıcacık, hiçbir art niyet taşımayan saflıktaki tepkisi..
fakat her olayda bir samimiyetsizlik, her yaşananda bir şiraze kaçıklığı, her beyanda bir buzağı olduğuna dair görüşe haiz beyinler ne demek istediğini anlamaya gayret bile etmeden "ver ehliyetini o zaman" dediler.. ne var yani, hiç mi muhalif görüş olmayacak.. patangonya burası çünkü, nerede muhalif bir görüş var, vur ensesine sustur.. daha antidemokratik, daha çağdışı, daha tutucu, daha tahammülsüz bir başka "akça pakça parti" iktidarı var mıdır dünyada acaba.. tertemiz, o derece ki en ufak rüzgarda üstüne kapanılası, namus ciddiyetinde korunası..
yani şeytan diyor ki 100 şoförden 47'si bu kadar şirazeden çıkmışsa kırmızı ışıktır, kazadır, ambulans sirenidir, mıcırlı yoldur hiç dinlemeden uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş, çekme ayağını gazdan.. böylesi trafik polislerinin olduğu bir sirkte yaşanmaz..
yine yeni yeniden sözün kimin ağzından çıktığı dikkate alınıp diğer her türlü algımızı, mümkün olsa gözümüzü, kulağımızı kapatıp "bi s.ktir git" komiklikleri vesilesiyle sövmemize neden olmuş recep tayyip bey ifadesi, yazık.. yani net ifade ediyorum; alıklığınız öyle bir boyuta ulaşmış ki sizler için üzülmüyorum bile artık.. üzülmek nafile hal almış, hakikaten elini öptüğünüze dahi vicdani sorumluluk, borç hissetmiyor olmalısınız ki devletin başına riyakar tepkilerle saldırma gafletine düşmüşsünüz..
yani adam ne dese suç.. vakti zamanında "allah bir" dedi, eminim sırf recep tayyip erdoğan ifadesi olduğundan kolunu sallasan ateiste, "din milletlerin çimentosudur" cümlesi yine muhabbet sahibi sayın başbakanca dillendirildi diye "deistim ulan" diyene çarpıyor..
hayır bu cümlenin nesi yanlış yani? oturup tek tek karşıma alır, ikna edici tonlamalarla, samimi tavırlarla anlatayım da biat mı edesiniz yani, en önde giden temsilcisi mi olasınız bu mentalitenin şaşıyorum.. sen bir ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlısın, yalnız ülkenin yöneticilerini beğenmezsin, kabul.. biz buna zaten demokratik toplumun gereği olarak saygı duyup özümsemiş, benliğimize işlemişiz; yalnız cumhurbaşkanını kabullenmeme de nereden çıkmış? böylesi sahtekarlık olur mu yahu.. sen ülkenin cumhurbaşkanını kabullenmeyeceksin, benim cumhurbaşkanım değil diyeceksin; dönüp ülke benim diyeceksin üstüne.. yani kusura bakmayın ama riyakarlığınızdan yanınıza yaklaşılmıyor artık..
"askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diyince de tepki; "din çimentodur" diyince de tepki.. ne tuhaf.. yani askerlik yan gelip yatma yeri midir? farkındayım, kofti reaksiyonlarınız askerlik görevinin ne denli ulvi bir görev olduğunu bilmemenizden, ilk fırsatta kaçmayı arzulamanızdan.. henüz 18-19 yaşında, bıyıkları yeni yeni terlemiş, memeleri henüz belirmiş insanlar olmanızdan.. "küçüğüm, daha çok küçüğüm" diye sezen aksu fonlu zırıltılarınızdan..
ya "din"in ne denli kitlesel birliktelik vesilesi olduğunu siz de bilmiyor musunuz? eminim ben kadar, belki çoğunuz benden de iyi biliyorsunuz.. ama tepki var; neye, cümlenin sahibine.. yahu şu komplekslerinizden sıyrılıp, hırslarınızı kenara koyup, sindirim sorununuzu aktivia ile çözsenize artık..
ben sıkıldım bu riya kokan tavırlardan artık.. hakikaten yeter..
zira konu şu minvalde ele alınmış; "ulan sapık, s.k beyinli, 95 yaşındaki bir nineye tecavüz edilir mi?", fikir beyan edenler haksız değil; 95 yaşındaki bir insan, artık ölmesi gerektiğini, hiç yere anlamsız oksijen soluduğunu, donuna sıçmaması gerektiğini bilmiyor; yahut zamanla unutmuş, es geçmiş olabilir.. bunları normal görmek toplum bilinci yerleşmiş birinin vazifesidir.. otobüste yer vermesinden tut yaya geçidinden karşıya geçirmeye dek.. yaşa hürmeten tavır takınılmalıdır
yalnız efendim bu mantık bizi kolumuzdan tuttuğu gibi "hadi 25 yaşında bi abla olsa neyse de... " 'ye götürür ki bu da "forumsal" tavrı 3-5 "dışımdan bu kadar sövüyosam içimden ne sövdüm, ne ter attım sen düşün gerisini" demekle özdeştir..
bazen düşünüyorum; internethaber.com bu siteden mi besleniyor diye, youtube videoları altına "lan senin ananın a.ının ta orta yeri dürzü evladı" yazanlar 20 tane "köpek: insanın en iyi dostu, hanimiş" yazdılar da kök mü saldılar buralara da acaba diye.. neyse..
"gemicik".. özel isim oldu bir yerde.. işin aslı türkiye cumhuriyeti başbakanı sayın recep tayyip erdoğan'ın bugüne dek gerçekleştirdiği her icraatin altına kanını mühür yapıp parmak basacak kadar katılan şahsımın da içinde bulunduğu tutum.. vatanı milleti için sara, yorgunluk, grip, frengi dinlemeyip gecesini gündüzüne katan, "durmak yok" mentalitesini "izindeyiz" ifadesinin gölgesinde uzananlara dahi benimsetmiş, son yıllarda ülkenin gördüğü tek verimli hükümetin başbakanının oğluna kuru bir gemicik bence de yakışmıyor, katamarana, transatlantiğe kadar yolu vardı halbuki..
durun daha net ifade edeyim, "soyad" başarısının altından sıyrılma psikolojisi, büyük oranda genç ve yönetilen kadroların hükümranlığını sürdürdüğü internet portallarında elbette anlaşılamayacaktır; fakat yetenekli, akıllı girişimciler zamanla bu baskının boyunduruğundan çıkmak suretiyle kendini ispata adım adım yaklaşacak, mevcudiyetini dosta düşmana kanıtlayacaktır.. sanıyorum bilal erdoğan da bugün bu psikolojide, genç ve umut vaadeden dimağını sanılanın aksine ordan burdan gelecek paranın kölesi yapmayı, her gururlu türk vatandaşı gibi reddedip yerinde hamlelerle nam sahibi bir armatör olma yolunda.. her şeyden evvel koca bir tebrik..
dönüyorum "başbakan hıçkırsa da eleştirsek" diyip de 22 temmuz seçimleri evveli kendi realitelerini, zaman zaman hakaret boyutunu dahi aşar kisveyle yine kendi yandaşlarına iteleyip aldığı kofti methiyelerle 22 temmuz 17:00'de tuncay özkan'ın kanalından ilk sandıkların açılmasıyla beraber "o meşhur parti"nin sillesinden kaçamayanlara.. 2004 sonbaharından 2007 nisanına, kışla dışına çıkan niyet göstergesinin ekonomik istikrardan memnun olunmadığı emaresi bildiriye kadar, tıkırında bir çarkların yarattığı sistemden dolayı ucuz politikalardan sıtkını sıyırmış olan ben, dirayet sonrası seçime haftalar kala patlayan "gemicik" muhabbetiyle şaşkına döndüm..
meğer ülkeye komünizm gelmiş.. meğer gününü gecesine katarak 11 ay çalışıp da 1 ay kadar gittiği tatillerde istemeden kadraja girerek ana-bacı dümdüz sövülen kişiler değil de; gizli özne konumlu, 11 ay kahvehane köşesinde pinekleyen, risk yönetimi, bütçe, kar marjı gibi basit tabirlerin yerine kulak aşinalığı pişpirik, bacak, sahte okey gibi kavramlar üzerine olan, adeta bu hususta ihtisas yapmış kişiler o gemiciklere, gemilere, yatlara, katamaranlara sahip olmalıymış.. yok efendim neymiş, "onlar sahip değillermiş, ya bu ekrandakiler nasıl sahip oluyorlarmış mnkdklarım"
yani öyle ufak ki dünyanız, öyle basit ki kar-zarar mentaliteniz; alıp alabileceği en büyük risk bir tur okeye dönmek olan, çoğu kez elinde 2 okeyle dönmeyip oyun açan cesur, hamaset üstatlarımız kotaracaktı ha?
ananın ak sütü gibi helal olsun bilal.. inanın beni %46.7'nin içine çeken de, ya da böylesi bir dilimin oluşması koşullarını hazırlayanlar da sizlersiniz.. kötü haber, bu kış da komünizm yok!
bunu tüm kalbi duygularımla ifade ediyorum, ahlaki çöküntünün domine etmesinin, gülşen, bengü gibi soyunmaya dünden hazır kimi sözümona sanatçıların üzerlerine rahat bir şeyler almalarının, eskiden tövbeler çekip de haftada 1 sefer bile yayınlanmasına zor rıza gösterdiğimiz cıbıl kadın pazarlayıcısı, zihin flulaştırıcı etkiye haiz magazin programlarının artık haftanın her gecesi, saatler, farklı reyting kuşakları boyunca ekranları kaplamalarına; daha geniş bir perspektifle incelendiğinde köy enstitititülerinin kapatılarak "garbın çağdaşlığını" esas çağdaşlık ölçüsü sanmamızın kolaylaşmasına vesile olan devlet hainlerinin bize, 2000'lere miras olarak bıraktığı, "doktor erol bey" klibi çekilene kadar tabu olan cinselliğin sokağa, eve, dile girişini sağlayan kişi olan "erol köse" , dün feri cansel'i aydemir akbaş'ın koynuna sokanların yaptığını yapıp bugün bengü'yü "feat" ayağına serdar ortaç'ın, kenan doğulu'nun koynuna sokuyor..
tüm bunlara uyanıp "nereye gidiyoruz"u kendimize sormamız için daha nice 17 ağustoslar mı yaşamamız, sadece yardım için mi cenab-ı hakk'a dönmemiz kulluk borcumuz.. geçiyorum kulluk borcunu, farz edelim umurda dahi değil ölüm sonrası; ya bugün bu yaşadığımız insanlık onurunu hiçe saymakla eşdeğer ahlaksızlıklar silsilesi ne olacak? illa müsibetler mi bu milletin çalar saati olmalı, bir tane de akıl, izan sahibi çıkıp bu aklı evvellere dur demeyecek mi?
bu sefer susuzluk, muhtemelen de lanet üzerimize yağmadan evvel son telkin.. ya erol köse gibi lanet tohumlarını, şeytani yansımaları durdurmalı; ya deccale yer hazırlamalı.. deprem de bir nevi başa taş yağması değil midir sahi..
sadece erol köse değil, ama onu bile durduramıyorsak, durdurmak için hiçbir gayret göstermiyorsak vay halimize.. o zaman müstehak bize işte tüm bunlar.. yağmur duasıyla yağacak 2 damla ruhun kirini paklamaz..
son yıllarda dikkat ediyorum da kim bir adım ileri gitse, kim az buçuk sivrilse hemen karşısına hasetliğin köpeği olmuş bir ahlak bekçisi dikilip "olmaz, olamaz" diyor.. nedenini, niçinini de sordun mu "soyunmak ahlaksızlıktır, sümmehaşa" diyor, daha da bir şey demiyor..
tüm samimiyetimle ifade ediyorum, günün birinde tüm güveni nicelikce "biz"den fazla olmasından kaynaklanan, nazlı ılıcak'tan, bunların en moderni ahmet hakan'dan, abdurrahman dilipak'tan, korkut özal'dan başka bir yazarı ketsiz bir mantıkla okumamış, dünyada olup bitenden bihaber, körcahillere ağız burun demeden dalıcam..
gülşen'in türkiye tarihinin gördüğü en güzel fiziklerden birine [gereksiz odak oluşturmamak için en iyisi olduğu fikrimi ifade etmemişim varsayın] sahip olduğu gerçeğini kamufle etmek amacıyla ortaya atılan tüm bu mesnetsiz, yakışıksız, göz ucuyla bakarken iyi; eş-dost ortamında tukaka minvalindeki zavallı yorumların kaynağı, çekememezlik ile uzanamamazlık arası bir skalada dağılmış durumda.. ulan var ki gösteriyor işte; hayal edilene ulaşılamayınca atılan b.k kadar pis kokuyor inanın fantastik hayallerinizin anafikri konumundaki günün birinde elde etme arzunuz.. inanın öyle..
peki soruyorum; gülşen'in iki-üç ufak dekoltesinden, cazibesini sunmasından, sözü dahi edilmemesi, herkesin sorumlu olduğu bir ailesi olduğuna dikkat edilmesi gerekirken yapılan tüm bu mesnetsiz, müfterice, komik beyanları koyun bir kenara, sen anadan peçeyle mi doğdun ulan? doğuştan mı şerbetlisin, hiç mi çıplakken de bir vücudun olduğunu farketmedin.. daha fenası, dini kılıf diye belleyenler; hz.havva'nın durumu ya? anadan üryan bir hayat geçirdiği yalan mı? kendisi yaratılan 2. insan, peygamber zevcesi.. bir bakıma sende de bende de hakkı var; ona ne diyeceksiniz?
özgürlük de özgürlük diye zırlayanların bu cepheye birebir karşı olması gerekirken gülşen'i lanetlemesi ise dünyanın başka yerinde olamaz herhalde.. böyle de mantıksızlıklarımız gırla gidiyor.. bazen diyorum ki dünyanın konumuna göre türkiye'ye en uzak matematiksel konuma bilet kaçadır acaba.. okyanusa bile denk geliyosa bir sal alır orada yaşarım, bundan iyi..
samimiyetsizliğin ölçütleri arasına mutlak ve mutlak dahil edilmesi gereken, iş bu eylemi gelenek haline getirip sırf karaktersizliğinden, sırf ezikliğinden, sırf ömrü billah çalışsa böylesi bir medya devinin sol taş.ğı olamayacağı fobisi tüm benliğini bir örümcek ağı gibi kapsadığından; dahası o ağı oluşturan kimyasalları salgılayan beynin de kendisine ait; örümcek mentalitesi hüküm sürer bir dimağ olduğundan bu cibiliyetsizliği, topalak topalak tombalaklığı yapan insanların "günaydın" yerine kullandıkları kelime kalıbı..
yani sorsan nefret eder, buram buram yapmacıklık, buram buram samimiyetsizlikten dem vurur; yine de kaçırdığı filmi yoktur hani.. ne yani, 3 filmde kestiremedin mi sözümona kalitesizliği de illa cılkını çıkarana kadar, seriyi tamamlayana kadar müptela gibi her filme gidiyorsun? sorsak "bir umut gidiyorum, belki bu sefer iyi olmuştur diye umuyorum.. nafile" gibi kereste şahsiyetine paralel bir beyanla türk sinemasına verdiğin destekle acındıracaksın kendini, mazluma yatacaksın; inanıp "samimi galiba" diye düşünücez, kitlece böylesi öncü, kaliteli prodüksiyonlara imza atan bu mihenk taşını alaşağı edicez öyle mi?
bu işler öyle kolay mı ulan? adam saatlerini harcamış, dünyanın emeğini dökmüş, gün gelmiş sabahlara kadar setlerde, gün gelmiş hastalık, moralsizlik gibi insani faktörleri gözardı edip sinema için koşuşturmuş, bir allah'ın günü de "konsültasyon isterim.. bu bünyeyle olmaz" gibilerinden bir bahane sunup öteleme çirkefliğine girişmemiş; sen 2 saat izleyip, içeride de hayvanlar gibi kahkaha atıp, üstüne iç geçirip başrolde kendine paye biçtiğin fanteziler kurmuş, seyircinin yine bir başka mehmet ali erbil şahaneliğine patlattığı kahkaha ile kendi ufak, kıytırık dünyana dönmüşsün; salondan çıktın; "berbattı, rezaletti... "
hadi lan.. şu adamın türk televizyon hayatına kattığının yüzde birini sen yapsan bugün ilahım diye taksime koşar takdir beklerdin.. neymiş, programına çıkardığı adamlardan birinin donu düşmüş.. bakmasana o zaman, ne bakıyosun? meyilli misin sen de yoksa, youtube'dan video arıyosun, tekrar tekrar izliyorsun..
türkiye mental farklılaşmasını borçluysa, bunu bilin ki, turgut özal, mehmet ali erbil ve recep tayyip erdoğan'a borçludur.. kompleksleri bir kenara bırakıp biat etmek en doğrusu.. [ki şunu da belirteyim, sayın başbakanın icraatlarını hiç tasvip etmem.. hatta bir umut düşüncesiyle, tam karşısına, cem uzan'a kullandım oyumu da, yazık oldu..]
tuhaflıklar cumhuriyeti olduğumuz için realitenin kolpa yaftası yemesini algılar, anlık gafilliklerle fenerbahçe camiasının büyüklüğünü, diğer zilyon adet kendi çapında ekibin irili ufaklı taraftar kitleleriyle temsil edildiği gibi gerçekleri hesaba katmadan zıpır karakteriyle sokaklara dökülenleri kısmen anlayabiliyorum.. yobaz bir mentalite değil sonuçta, zamanla onlar da inkar etmesi istatistik bilimince mümkün olunmayan kimi şeylere inanmaya başlıyorlar; lakin sözüm körü körüne "2000'de biz bilmemne kupası alınca akın akın herkes bizim takımı tutmaya başladı bi kez, nabeer" diyenlerle ömrü hayatında 2 renkten fazlasını bilmeyenlere.. hele o 2 renk sevdalıları yok mu; beyinlerinin ilgili bölgesinde yetersizlik olduğundan hayvanlar da o kadarını görüyor, bırakın artık çocuklar, kendinizi rezil ediyorsunuz..
yani merakımı bağışlayın da "hayır, olamaz bi kere" derkenki yalanınıza kendinizi de inandırmak için ne yapıyorsunuz, ne içiyorsunuz [ki geçenlerde de birisi aşırı dozdan gitti] da bu kafaya erişiyorsunuz canım kardeşlerim.. halbuki ne güzel; bakın azınlıksınız, yollara dökülün hak isteyinsenize.. pankart açın, döviz gerin, ne bileyim saraçoğlu'na molotof kokteyli atın, muhtelif konsolosluklar önüne kendinizi zincirleyinsenize, nedir yani..
nedir sizi bu kadar kör yapabilen.. hayır, "olamaz, göster diyorlar" ; gösterince de korkuyorlar iyi mi.. en son erdoğan baykal'a gösterdi, adam korkudan "şakaydı"'dan "su soğuk"'a kadar zilyon tane bahane ortaya sürdü.. su soğukmuş.. rus musun sen sıcak denizlere inicen.. neyse..
neyse diyorum; ama bilin ki "göster" dendiğinde gösterilemeyecek kadar, gözün eriminin dışında kalacak kadar, anadolu'nun her yerinde, yüzyıllarca "güç"ün hükmü nasıl geçtiyse, hala ve ebediyen de aynı şekilde devam edecek bu hükümranlık.. rahmetli islam çupi negzel demiş; "fenerbahçe büyüklüğünün adı konamaz" diye..
valla ad koymaya çalışanlara birer turkuaz forma vericen, sırtta roberto carlos yazsın.. şimdilik onunla idare etsinler.. valla üzülüyorum.. [ulan ne çok üzüldüm bugün]
mesaj kutusunun ışığının yanıp da bir seferde 2'şer 3'er mesaj aldıktan sonra bu denli yoğun karşılaştığım talebi aktarmadan geçmek olmaz.. akıllara zarar bir trend bu..
son 1 saattir aldığım özel mesajlara bakıp da "daha evvel bu ve türevi methiyeleri diğer parlayan yazarlara da yaptınız mı" diye soruyorum, "yok abi, sen gıralsın.. ilk kez haklarımızı bu denli savunabilen bir yazarla karşılaşıyoruz" , "kusura bakma başkan, mesajla zamanını alıyoruz; msn isteyeceğiz de sözlüğü aydınlatmana ara vermene gönlümüz razı değil", "muhalif duruş bu denli mi kelimelere düşer.. senin sesinden dinler gibi oluyoruz abi, lütfen bir entry daha yaz şampiyon" gibilerinden muhtelif yazarların eş paralelde tepkileriyle karşılaşıyorum..
işin aslı insan bu gibi durumlarla karşılaştığında şımarır, az da olsa.. hakkı yani sonuçta.. fakat şunu net bir şekilde ifade edeyim, "aslansın, kaplansın" yapıp da yarın birgün şahsımdan gelecek ayara karşı set oluşturduğunu, herhangi bir başka yazarla yaşayacağı sürtüşmede taraf olacağımı, moderatörlerle arada ombudsman gibi, bir yerde bir mihenk taşı gibi, terazinin kefesinin yönünü değiştireceğimi düşünüp de bu ve türevi [tırnak içinde söylüyorum] yavşaklıklara karnım tok, beni etkileyemezsiniz.. idini kontrol etmeyi becerebilmiş, ömrü vefa etse maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi'nde yeni bir katman oluşturup tepeye adını yazmasına vesile olacak, tüm yergileri gönlüne, memnuniyetleri alter-egosuna devretmiş biri için bunlar hava-cıva..
evet, görüyorsunuz, yoğun ısrarlarınızı kırmamak için yazıyor gibi yapıyorum; lakin malumunuz yanınıza çekmeniz, "abi şu başlığa bir entry gir de ağızlarının payını ver" minvalinde tavırlar sergilemenizin düsturuma ters olduğunu, sırtınızı bana yaslayamayacağınızı bilmenizi isterim..
bir nevi toplu mesaj olsun, yalanmayı tercih etmem.. gıdıklanırım hem..
baskın oran mıyım oğlum ben, nerde ezik var bana koşuyo..