hardrada
99 (enerjik)
beşinci nesil silik 1 takipçi 24.24 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    gecmis zaman olur ki

    501.
  1. ksk ya bekarlığa veda yetkililere merhaba zirvesi

    51.
  2. sözlüğü ele geçiren liseli popülasyonunun dışında yetişkin insanlarla beraber olabilmek adına katılacağım zirve.
    1 ...
  3. 15 18 yaş arası kız topluluğu

    76.
  4. internette özgürce porno izlenemeyen ülke

    16.
  5. fenerbahçe nin dünyanın en iyi 14 cü takımı olması

    9.
  6. yıllardır uluslararası turnuvalarda mücadele eden fenerbahçenin bu süreçte topladığı puanı ve ekonomik gücünü de hesaba kataghahaarasafsafsşf.
    1 ...
  7. cilekli turta

    243.
  8. benim gibi yılların atayizini cumaya gitmeye ikna etmiş yazar.
    hacı dedeme bile gider yapmıştım bu yüzden oysa ki.
    4 ...
  9. türk kızlarının en çok kullandığı kelime

    132.
  10. hesabı öderken: "ben de vereyim mi bir şeyler"
    lahmacunlarım nasıl titriyor o anlarda bilemezsin sözlük.
    1 ...
  11. denizi olmayan bir kentin martılarına aşık olmak

    8.
  12. sözlük yazarlarının itirafları

    68475.
  13. lahmacunlarım konusunda çok endişeliyim.
    heba olacaklar korkusuyla yaşamaktan bıktım.
    4 ...
  14. türk kızı

    8187.
  15. yalnızlık

    3860.
  16. https://galeri.uludagsozluk.com/r/396490/+

    havadan nem kaptırır bazen.
    ağlamıyorum lan, sinek kaçtı gözüme.
    2 ...
  17. ben i kurayza kabilesi

    4.
  18. nabbaş, "yâ muhammed!" dedi, "benî nadir yahudilerinin teslim olmalarındaki gibi kanımızı dökme, mal ve silahlar senin olsun! kadınlarımız ve çocuklarımızı alıp memleketinden çıkıp gidelim. her cins silah hariç olmak üzere, her âile için bir devenin taşıyabileceği gerekli eşyayı götürmemize müsâade et!"
    peygamber efendimiz, "hayır, bu teklifi kabul edemem" buyurdu.
    nabbaş ikinci olarak şu teklifi yaptı:
    "öyle ise kanımızı bize bağışla. sadece kadınlarımızı ve çocuklarımızı alıp gidelim. malları olduğu gibi bırakalım!"
    peygamber efendimiz, "hayır," dedi, "kayıtsız, şartsız, benim hükmüme itaat edip teslim olmaktan başka hiçbir çareniz yoktur!"
    nabbaş, me'yus ve perişan bir halde, kavminin yanına döndü. olup bitenleri olduğu gibi anlattı.

    benî kurayza, peygamberimiz'den, evs kabîlesinden ebû lübabe'nin istişâre için yanlarına gönderilmesini istediler. bunun üzerine ebû lübabe, gönderildi. ebû lübabe, medîne yahûdîlerinden müslüman olmuş servet sâhibi bir kimse idi. peygamberimiz, kendisine kıymet verirdi. peygamberimiz, ebû lübabe'yi gönderirken; "git onlara allah ve rasûlü için nasihat et." buyurdu.

    ebû lübabe, kale kapısından yanlarına vardı.

    kureyza yahûdîleri o'na; "yâ eba lübabe! sen ne dersin? muhammed bize, "benim hükmüm ile kaleden dışarı çıkın!" dedi" dediler.

    ebû lübabe de onlara nasihat etti. fakat, bu arada bir eliyle sakalını bir eliyle de boğazını tutarak, "başınızı keser bilmiş olasınız" diye, harbetmelerine işâret etti.

    kuşatmanın yirmi beşinci günü rasûlullah‘in hükmünü kabul ederek teslim oldular. eli silah tutan adamlar kadın ve çocuklardan ayrılarak tutuklandılar. cahiliye döneminde müttefikleri olan evs, onlara hazrec’in müttefiki kaynuka oğullarına yapıldığı gibi iyilik yapılması ve ağır ceza verilmemesi hususunda ısrar etti. rasûlullah evslilere hitaben;

    "onlar hakkında sizden bir adamın hüküm vermesini ister misiniz?" diye sordu. onlar da

    "elbette" diye cevap verdiler. rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-

    "bu kişi sa’d bin muaz’dır" buyurdu. evsliler

    "tamam razı olduk" dediler.

    hz. sa'd bin muaz bütün bunlardan sonra hükmünü şöyle açıkladı:
    "ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına; malların müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim."
    peygamber efendimiz, hz. sa'd'ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, "sen, onlar hakkında, allah teâlâ'nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin" buyurdu.

    "ayşe (hz.) nin aktardığına göre, bu kesim işi sabahtan akşama kadar sürmüş. erkekler idam edilirken, yahudi kadınlar ve çocuklar da buna feryat edip saçlarını başlarını yolmuşlar"

    ve "tevrata göre" hüküm verdiği öne sürülen sa'd bin muaz hakkında:

    ali ibnu ebi talib de şöyle demişti: "ey allahın resulü, allah sana darlık vermez. ondan başka kadın çoktur. sen cariyene sor, (onun halini o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir." resulullah (sav) bu tavsiye üzerine cariyemiz berireyi çağırdı ve*de sana şüphe verici bir husus gördün mü?" diye sordu. berire: "hayır! seni hak üzerine peygamber olarak gönderen zat-ı zülcelale yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: "yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi." (bu soruşturma sonunda) resulullah (sav) kalkıp mescidde bir hutbe okur. bu iftirayı ilk defa çıkaran abdullah ibni ubey ibni selül hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler: "ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? allaha yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. o ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir." resulullah (sav)ın bu sözleri üzerine (evs kabilesinin reisi) sa`d ibnu muaz (ra) kalktı ve: "ey allahın resulü! allaha yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! eğer evs kabilesindense boynunu vururuz. hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi.

    "ey allah'ın rasûlü, biz sana imân ettik. getirdiğin kur'ân'ın hakk olduğuna şehâdet ettik, sözlerini dinlemeğe ve itâat etmeğe, düşmana karşı seni korumağa söz verdik. sen nasıl istersen öyle yap. seni hak peygamber gönderen allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan biz de dalarız, hiç birimiz geri dönmeyiz. biz düşmanla savaşmayı, harpte sebât göstermeyi biliriz. allah'a güvenerek düşman ordusunun üzerine gidelim..."dedi. rasûlullah (s.a.s.) bu konuşmadan son derece memnun oldu.

    efendimiz (s.a.s.), "sa'd ibn mu'az'ın vefatından arş titredi." (i. esir, 2:375-376) buyurmuşlardır. efendimiz, meleklerin de iştirakiyle hz. sa'd'ın namazını kıldırdıktan sonra cenazeyi taşırken mübarek parmaklarının ucuna basarak yürümeye başlamıştı. onun bu durumunu merak ederek soranlara: "bütün gök ehli, bu cenazeyi teşyi' için indi, yere basmaya utanıyorum." cevabını veriyordu.

    resulullah (sav)'a sündüs bir cübbe hediye edildi, elimizle yoklamaya başladık, hepimiz hayran olmuştuk. "nefsim (kudret) elinde olan zat'a yemin olsun, sa'd ibnu muaz'ın cennetteki mendilleri bundan hayırlıdır" buyurdular.

    ahzab (hendek) günü sa'd ibn mu'az (ra) [kureyş'ten ibnu'l-arika'nın attığı bir okla] koldaki ana damardan vurulmuştu, böylece damarı kesilmiş oldu. (kanı durdurmak için) resulullah (sav) dağlama uyguladı. bunun üzerine eli şişti, çokça kan akarak sa'd'ı zayıf düşürdü. resulullah tekrar bağladı. eli yine şişti. bu hali görünce sa'd; "allahım, beni kureyza'dan gönlüm rahata ermedikçe canımı alma!" diye dua etti. derken kanı durdu. kureyza onun hükmüne baş eğinceye kadar tek damla akmadı. onlar hakkında erkekleri öldürülmesine, kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. resulullah (sav): "haklarında allah'ın verdiği hükme isabet ettin!" buyurdu. dörtyüz kişiydiler. onların katli tamamlanmca, damarı patladı. sa'd (ra) vefat etti.

    son olarak, muaz'ın üzerine hüküm verdiği tevrat kısmı:

    “bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın. ve vaki olacak ki eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa, içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı (esir, köle) olacaklar ve sana kulluk edecekler. ve eğer seninle musalaha etmeyip cenk etmek isterse o zaman onu muhasara edeceksin ve allah’ın rab onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin. ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi kendin için çapul edeceksin.” (tesniye: 20.bab).

    yahudilerin kanlı bir muhasara sonucu değil kısa süreli bir kuşatma sonucu kendi rızalarıyla teslim oldukları göz önüne alındığında bu hüküm zaten geçerliliğini yitiriyor. sonrasında olanlar da mantıklı biçimde değerlendirilip muhammed'in kurayza'nın kökünü kazımaya and içmişçesine kararlı hali, muaz'ın kiralık katil tavırları birleştirilince, zamanla müslüman topluluğuna ötekileşen bir kabileyi tehdit olmaktan çıkarmak adına ne pis bir tezgahın döndüğü açıkça anlaşılabiliyor.

    ha birde:

    “ey domuz ve maymun kardeşleri! yediniz mi! işte haliniz; görün bakalım”

    (sonsuz barış, hoşgörü ve sevgiyi öğütleyen ebedi ve ezeli dinin tanrı adına konuşan peygamberi, bir kaç saat sonra muzaffer islam ordusu askerlerinin tecavüzüne uğrayacak olan çocukları ve karılarının gözleri önünde koyun gibi doğranan yüzlerce yahudi erkeğe dönerek.)
    0 ...
  19. risale i nur yasaklanınca rusya ya meteor yağdı

    23.
  20. (bkz: hayatı frp tadında yaşamak)

    şakirt kardeşlerimin gerçekten renkli bir dünyalarının olduğunu gösteren durum.
    kullarının yaptıklarından hoşlanmayınca flood, meteor shower gönderen bir deity falan; cidden çok eğlendiklerini düşünüyorum.
    kötü olan hitpointlerini tükettikten sonra başka bir plainde respawn olacaklarına da en az bu samimiyetle inanmaları.
    2 ...
  21. sözlük yazarlarının hayattan beklentileri

    12.
  22. lahmacunlarımı sağ salim muhafaza edebilmek.
    0 ...
  23. dünyanın en tehlikeli şehirleri

    1.
  24. favela - rio de janeiro: uyuşturucu, cinayet, kaçakçılık hepsi burada. buraya yolu düşen bir süt bebesi muhtemelen 1-2 saat içinde en iyi ihtimalle soyguna maruz kalacaktır.
    bangkok - thailand: dünyadaki insan ticareti ve fuhuş organizasyonlarının başkenti. başınıza bir şey gelecek olsa ortada pek polis olmadığından kurtulma şansınız yok gibi. sağlam bağlantılara ve ürkütücü bir görünüşe sahip olmadan arka sokaklara dalmanın sözlük anlamı ise tek yönlü bilet.
    norilsk - rusya: yıllık sıcaklık ortalamasının -10 derece olduğu ve kirlilik yüzünden hayat beklentisinin 40'a kadar düştüğü kuzeydeki maden şehri. yerleşime en yakın ağaç 50 km uzaklıkta.
    port-au-prince - haiti: tam bir korsan limanı; kanun yok, depremden kalan yıkım ve hastalıklar hala devam ediyor. çok para kazanmak isteyen güçlülerin dünyası.
    bogota - kolombiya: herkesin bildiği güney amerikanın uyuşturucu ve kartel başkenti. şehrin yerlilerinin bile; kadınlar için fahişe, erkekler için kartelin adamı olmaktan başka bir şansı yok gibi.
    muzafarabad - pakistan: vahşi bir islam anlayışının hüküm sürdüğü pakistan şehri. onlar gibi görünmüyor veya düşünmüyorsanız en iyi ihtimalle vurularak ölmeye hazır olun. kafa kesmeyi de çok seviyorlar malum.
    bağdat - ırak: malum. sokakta olduğunuz 12 saat içinde dibinizde bir bomba patlama veya çatışma çıkma ihtimali hiç az değil. adi suçlardan bahsetmiyorum bile.
    grozny - rusya: savaş yüzünden bir ölüm tarlasına dönmüş çeçen şehri. rusya ile yapılan 2 savaştan sonra bu şehri terk etmeyen çok az nüfusun ev dediği yerler çoğunlukla harabeden başka bir şey değildi.
    mogadişu - somali: kanun ve devletin mevcut olmadığı bir başkent. sokaktaki insanın kaderi tamamen çetelerin ve terör örgütlerinin elinde.
    ciudad juarez - meksika: abd'nin devasa uyuşturucu talebinin içeri girdiği yer. para için çalışan ve insanla beslenen bir kıyma makinesi. uyuşturucu parası peşinde koşan güçlüler için bir cennet, zayıflar için sadece bir intihar planı.
    2 ...
  25. bipolar bozukluk

    54.
  26. hakkında yazılacak çok şey var. aslında ne yeri burası ne de zerre kadar faydası olacağına inanıyorum kimseye burada yazanların. sonuçta bir sözlük burası; geyik yapılan eğlenilen, yazarlarının keyfi geldiğinide biraz bilgi kırıntısı verilen sanal bir ortam. oysa bu hastalıkla ilgili her şey şakaya gelmeyecek ve ulu orta bahsedilmeyecek kadar gerçek. bu hastalığın bir insanın hayatını nasıl mahvedebileceğini açık açık anlatabilirse gerçekten muzdarip olan birisi, diğerlerinini bunu atlatmaları yönünde küçükte olsa bir adım olabileceği ihtimaline inanmak istiyorum diğer yandan da.
    mutlaka bilinmesi gereken bir takım gerçekler var bu hastalık hakkında, bunları bilmek değil aslında önemli olan, çünkü senin tam ayırtedemediğin ve hatırlayamadığın bir noktadan sonra herkesin sana söylediği şeyler olduğu için, kabullenmen gerekiyor bunları.
    ilk olarak; üzerine basa basa, büyük harflerle bu bir hastalık, eğer hastalığın tanımını bir insanın işlevsel olmasını, potansiyelini ortaya koyabilmesini, sosyal hayatını, akademik ve mesleki kariyerini sağlıklı şekilde sürdürmesini engelleyen fiziksel veya ruhsal bir bozukluk olarak yaparsak ki böyledir bu nereye bakarsanız bakın. ve herkesin bildiği gibi, hastalıklar asla tercih yada yönelimler sonucu ortaya çıkmaz. benlik her zaman beden ve ruhun birlikteliğiyle oluşan bir bütün olmalıdır, geniş oranda hafife alınmasına ve "hastalık" dendiğinde içinde mutlaka kan, kas , kemik barındıran bir olgu gelmesine rağmen insanların aklına, ruh en az beden kadar açıktır hastalık sayılabilecek bozukluklara ve en az ağır fiziksel kusurların (olmayan bir kol, kanser, körlük) verebileceği kadar zarar verebilir insanın işlevselliğine.
    erken evrelerde, hastayı en çok yanıltan nokta bilincin bu hastalıkla beraber alabildiğine açılmasıdır. zaten başlangıç genellikle yaşam boyu biriken ama sürekli bastırılan ağır ve hafif, duygusal ve fiziksel tüm sarsıntıların birleşmesi ve bunları ortaya çıkarabilecek derecede güçlü yeni bir sarsıntının yaşanması ile olur. bastırılanlar birdenbire su yüzüne çıkar, bulanık olan geçmiş birden netleşir. bu bir bakıma gerçeğe yaklaşmak biçiminde algılanabilir ve hasta büyük ihtimalle bunu bu şekilde algılayacaktır. ayrıca depresif dönemlerdeki içine kapanma davranışları, o dönemlerde bile kendini hissettiren can sıkıntısını gidermek için entelektüel yönelimlerle telafi edilmeye çalışılır. böylece sürekli okumanın, yazmanın verdiği bu sahte tatmin duygusu, bu hastalıklı durumun bir yaşam tarzı olarak algılanmasına neden olur. mani dönemleri ise hastanın kişiliği ve ilgi alanlarına bağlı olarak, yaratıcılığın tavan yaptığı dönemler olabilir, tatmin duygusunu besleyen bir başka kaynakta budur, ancak farkedilmeyen şey bu dönemlerin temel özelliği olan aşırılık davranışının getirdiği maddi ve sosyal zararlardır.
    bütün bunlar olurken, hasta farkında olmadan işlevlerini yitirmeye başlar. önce okul, iş gibi özellikle karmaşık süreçler sekteye uğrar. depresif dönemlerdeki içe kapanma, karamsarlık gibi davranışlar artık doğal olarak algılanır ve çözülmesi için hiçbir çaba gösterilmez. hastanın değil bu aksaklıkları düzeltmek için çaba göstermesi, buna karar verebilmesi bile neredeyse imkansızdır bu dönemlerde. manide ise umrunda değildir zaten hiçbir şey.
    bütün bu karmaşık süreçlerin yavaş yavaş yıkılmaya başladığı dönem bile, dönülebilecek en iyi noktalardan biridir. çünkü alışkanlıkların ve yok olması çok zor olan kişiliğin verdiği güçle biraz da karşı tarafın çabasına bağlı olan ikili ilişkiler bir dereceye kadar yürütülebilir haldedir halen. intiharın bir fikir olarak kalması bu sayede mümkün olabilir bu zamanlarda, ancak kafanın içindekilerden kaçabileceğin bir kaç arkadaş ve anlayışlı bir sevgili belki.
    ama tedavi edilmeyen, tedavisi hasta tarafından aksatılan, yada yanlış tedavi edilen hastalık her zaman daha kötüye gidecektir. sonunda intihar fikrinin girişime dönüşmesi kaçınılmaz olduğunda, iş sadece derin bir sarsıntıya bakar.
    tedaviyi sürdürmek, özen göstermek ve kurtulması gereken ağır bir hastalık sürecinde olduğunun farkında olmak hastanın sorumluluğu gibi algılanabilir çoğu zaman, ancak işin iç tarafı hiçte o şekilde değildir. hasta zaten alışkanlığa dönüşen depresyon semptomları yüzünden ipe sapa gelmez, aşırı melankolik, ne kendine ne başkasına zerre faydası olmayan bir yaşam tarzını benimsemiştir. bir de aileden ve büyüdüğü şehirden uzakta, tamamen tek başınalık durumu söz konusu ise işler iyice sarpa sarar. hastalık henüz ilerleme safhasındadır ve hastayı kurtaracak olan büyük ölçüde çevrenin davranışlarıdır.ama bu davranışlar olayın yeteri kadar ciddiye alınmaması yüzünden hastanın yararına değil zararına gelişir çoğu zaman, benim durumumda beni ben yapan sosyal ortamımı, alışkanlıklarımı yok etmeye, kendi egosunun emriyle de sürekli onunla ilgilenmemi sağlamaya çalışan anlayışlı ancak cahil ve paranoyak bir sevgili, sadece ve sadece kendi çıkarını düşünen ama bunu çok iyi gizleyen arkadaşlar ve kendileri de zaman zaman muzdarip olmalarına rağmen durumu hiç bir şekilde ciddiye almayan, neredeyse başarılı olacak kesin bir intihar girişiminin ardından psikiyatrlarla görüşmemi yasaklayan bir aile idi bu.
    talihsizliklerle iç içe olsun yada olmasın hastalığın bu noktadan sonraki seyri her zaman daha kötüye gidecektir tabii ki, tedavi edilmediği sürece. dışarıdan gelen zararlı etkenlerin yaptığı şey bunu hızlandırmaktan veya yavaşlatmaktan öteye gitmez.
    yavaş yavaş yıkılan eğitim ve iş hayatı, hem kendinin hem başkalarının saçma sapan tavırları ve davranışları yüzünden uzaklaşıp yabancılaşan sosyal ortam vs. yeterince kötü geliyor değil mi kulağa?
    ama bu hiçbir şey.
    bundan sonra olacak olacaklar sırasıyla çökkünlük ve anksiyetenin gitmemek üzere yerleşmesi, benlik saygısının günden güne yok olması, psikomotor retardasyon, uç durumlarda depersonalizasyon ve derealizasyon.
    böyle yazınca çok basitmiş gibi görünen süslü terimlere benzetilebilir başta. benliğin binlerce parçaya ayrılması, hastanın artık normal bir insan gibi düşünememesi, hiçbir şeye sağlıklı tepki verememesi şeklinde ifade edildiğinde daha anlamlı; hastanın çevresine de anlatılması gereken durum da budur zaten.

    ayrıca bir detay olarak, bu teşhise sahip her 5 hastadan 4 tanesi hayatlarının bir döneminde intiharı dener, bu 5 taneden 1 tanesi mutlaka başarılı olur. bu kabaca %20 ölüm oranı eder ki rahim kanseri ve deri kanserinin ölüm oranları sırasıyla %17 ve %19'dur.
    4 ...
  27. islam

    636.
  28. islam, bugün dünyanın en hızlı büyüyen dini.
    bu büyüme çoğunlukla devşirme değil üreme yoluyla olsa da, müslüman olmayan insanların haklı bir endişesi var: islamın hristiyanlıktan hiç de geri kalmayan, varolduğu süre boyunca, tahmini 270 milyon(1) insanın ölümünden direk sorumlu olan fanatik tarafı.

    bu ayrıntı, sadece islamın hızlı büyümesi yüzünden değil, dünyanın dört bir tarafındaki islami liderlerin bu gerçeği kabul etmekteki iki yüzlü tavırları ve dünyadaki 1.8 milyar müslümanın neredeyse tamamının barışsever olduğunu iddia etmeleri nedeniyle de dikkat çekici.
    gerçek ise çok farklı; yaygın göz boyamanın aksine islam, sürekli pagan ve inançsızları öldürmeyi emreden(2) vahşi bir gelenek.

    1.8 milyar bile çok yüksek bir sayı ama müslümanların hedefi, islamın bütün dünyaya yayılması.
    bu büyüme hızıyla da çok imkansız görünmüyor bu. kötü olan bunun barışçıl bir yayılmayla kalmayacağının açıklığı.
    dünyanın dinlerin boyunduğundan tamamen kurtulduğu günleri görmeyi çok isteyen özgür fikirli insanların bu ihtimal karşısında ürpermesi, hristiyanlıkla birlikte doğu despotizminin en saf halini temsil eden, bireye çok az bir hareket alanı bırakan, dişiyi ölümüne aşağılayan gayretkeş islami teolojiyi düşününce çok çok doğal.

    islamda kadının bu derece aşağılanması ve değersizleştirilmesi, islamın kökenlerini düşündüğümüzde oldukça ironik ama binlerce yıldır yapabildiği her durumda kadına boyun eğdirmeye çalışmış erkek egemen bir dünyada şaşılmaması gereken bir durum.
    kadının köleleştirilmesi ilk bakışta kültürel bir durum olarak gözükebilir, fakat bize özellikle erkek karakterli bir ilahi gücü dayatan herhangi bir dini birebir eleştirmeye kalktığımızda önemsizleşecektir bu. özellikle müslümanların zihnindeki tanrıyla birebir uyuşan; arap veya iranlı bir erkek imajıyla, yahudi hristiyan geleneğinin yahudi ve yahudi bir erkeğin özellikleriyle betimlenen tanrısına karşı çıkan, seksist, kadın düşmanı, ırkçı, bağnaz tanrı betimlemesi, herhangi bir ebedi ve sonsuz güce sahip varlık düşünüldüğünde saçmalıktan öteye gitmiyor.
    ama göründüğü kadarıyla küstahlık ve megalomaninin dibine vurmuş müslüman kafalar buna mutlak bir gerçekmiş gibi inanmamızı talep etmekten çekinmiyor, bu da bize islamın kökenini tam olarak açığa çıkarıp inandıkları yalanı yüzlerine vurmaktan başka çare bırakmıyor.
    bu kökenin hem yahudi-hristiyan geleneğinin farklı bir yorumu hem de bu geleneğe karşı ortaya çıkmış tepkinin bir birleşimi olduğunu kestirmek çok zor değil; diğer bütün ortadoğu inançları gibi.
    islamın özellikle yahudilikteki kökenini ele veren en önemli kanıt, arapların da yahudi akrabaları gibi soy kütüklerini ibrahim'e kadar götürmeleri. bunun en önemli nedeni de, arapların ve yahudilerin ayrı ayrı eski ahitte sözü geçen ve tanrının ayrıcalıklı kullarının atası sayılan ismailin(3) çocukları sıfatını alarak hükümlerini genişletme hırsları.
    ancak bugün çok sayıda kanıtla desteklendiği üzere, ibrahimin de diğer bir çok semitik karakter gibi gerçekten yaşamış bir insandan çok mitolojik bir karakter olma olasılığı daha yüksek.

    barbara g. walker'dan alıntıyla:

    "abraham" ismi köken olarak ataerkil bir hint tanrısı olan brahma'ya fazlasıyla yakın, muhtemelen onun semitik versiyonundan veya mekkeyi kuran islami bir versiyonundan öte değil.
    ancak islami mitolojiye göre ibrahim mekkeye sonradan gelen ve kabeyi sahiplenen biri.
    kabeyi, sonradan karısı olarak anılacak sarah isimli bir rahibeden satın alıyor-sarah aynı zamanda kabenin ibrahim satın almadan önceki tanrıçasının ünvanlarından biri: "kraliçe"-.
    sonrasında olanlar daha karmaşık, eski ahit yazarlarına göre abraham kendi karısı sarah'yı çıkarları için mısırlı prenslere peşkeş çekiyor(4). bu evlat katili(5)dışında başka sıfatlar kazanmasını da sağlıyor.
    yahudilere göre ishak, müslümanlara göre ismailin neredeyse ölümüne yol açan kurban olayında ise ibrahim, yehovanın kutsal ağaçlarını isa'nın daha sonra kökeni aynı olan bir teknikle kurban edildiği gibi, evladının kanıyla yıkamaya niyetleniyor."

    ibrahimin kökenine dair bu hikayeler, islam ve hristiyanlığın da üzerine kurulduğu semitik temellerin, çok eski mitlerden ibaret olduğuna dair çok güçlü bir kanıt.
    islam konusunda ise walker şunu söylüyor:

    "al-lat, al-ilat veya babilde allatu olarak bilinen ve islamın ilk dönemlerinde erkeksi özelliklerini kazanan eski arap tarıçasına kabede zaten uzun zamandır tapınılıyordu. "islamın allah'ı" sadece eski bir arap ay tanrıçasının erkeğe dönüştürülmüş bir versiyonu. bu ay tanrıçasına ait çok eski hilal sembolü müslümanlar dişi karakterli bir ilahi varlığa dair ne varsa reddetmelerine rağmen, islami gelenekte de yerini koruyor."

    gerçekten de kuranın kendisi bile allah'ın ay ile olan ilişkisini belirtmekten kaçınmıyor(6).

    theodor reik ise, pagan rites in judaism kitabının 97. sayfasında ay konusuna başka bir yorum getiriyor:

    "bütün semitik kökenli toplumlar, paylaştıkları ortak bir ay kültüne her zaman sahipti. muhammed arabistanın eski dinini devirdikten sonra bile, ayın önünde secde etmeyi yasaklayabilecek güce erişene kadar ay kültüyle ilişkili bütün gelenekleri radikal şekilde ve tamamen ortadan kaldırmaya cüret etmedi."

    "diğer yandan, hüküm sürdükleri dönemde araplarla yakın ilişkileri olan kaldelilerin isminin kökeni ur şehrine kadar araştırıldığında, "aya tapanlar" dan başka bir anlama gelmediği görülüyor zamanında.
    babillierin tanrıçası ishtar'ın kelime olarak kökeni de, arapların kendi ay tanrıçalarına seslenme biçimi olan "hanımımız" hitabıyla birebir aynı."

    "yahudi kabileler daha doğrusu onların ataları, arap yarımadasından dışarıya çıkan son göç dalgalarından biri. inandıkları kültün tam merkezinde yer alan nesne ise, ismini babil ay tanrısı sin'den alan sina dağından başka bir şey değil."

    sonrasında charles dupuis, the origin of all religious worship kitabında bu ay kültünden islamla ilişkili arap astroteolojisine geçişi şu şekilde açıklıyor:

    "ay, araplar için her zaman büyük bir ilahi güçtü.
    islama geçişlerinden yüzyıllar sonra bile sarazenler, putperest zamanlarında "cabar" adıyla taptıkları afroditin simgesi olan hilali bayraklarından çıkartmamışlardır, bugün türklerin de her yerde kullandığı gibi.
    afroditin ve ay tanrıçalarının ortak simgesi olan boğa hem sarazenlerin hem saba araplarının sembollerinde çok uzun zaman yerini korumuştur."

    "bugün müslümanların kutsal mekanı olan kabe muhammetten önce çok uzun zaman ay kültünün merkezi olagelmiş bir yerdir. günümüzde müslümanlar büyük sevgi beslediği ve önem verdiği kara taş ise, uzun zaman önce staurnus'u betimleyen bir heykelden başka bir şey değildi. küfedeki büyük caminin duvarları, daha önceden orada var olan bir ateş tapınağının temelleri üzerine inşa edilmiştir."

    "bugün, eski babilin yıkıntıları üzerine araplar tarafından kurulan hilla şehrine gittiğinizde, babillierin bel, iranlıların mithras adıyla tapındıkları ilahi varlığın adına inşa edilmiş ve yıkılmış güneş tapınağının yerinde yükselen mesched eschams, yani güneş camiini görebilirsiniz."

    walker, bütün bu geleneğin kaynağı olan mekkedeki pagan gelenekler hakkında devam ediyor:

    "kara taşın kutsal mekanı olan kabe, islamın ortaya çıkışından bir süre önce; manat, al-lat ve al-uzza(yaşlı kadın adıyla da tanınırdı)'dan oluşan, üçlü bir pantheonun merkezi durumundaydı. kara taş, aynı artemis tapınağındaki taş gibi üzerinde dişiliği ve doğurganlığı simgeleyen bir vulva sembolü taşıyordu. bugün islamın ataerkil yapısı nedeniyle bu sembolizm kaybolmuş olsa da, kabenin muhafızlarının hala yaşlı kadının çocukları* ünvanını taşıması ilginçtir."

    ve kuran çevirmeni n.j. dawood, bununla alakalı çok ilginç bir detaya değiniyor:

    "arap paganizmi, islamın ortaya çıkışından çok önce gerilemeye başlamıştı. kabede en güçlü ilahi varlık kabul edilen allah'ın yanında, onun kızları olarak kabul gören manat, al-lat ve al-uzza'ya da tapılıyordu.
    bu isimler sırasıyla; şans, güneş ve venüsün simgeleriydi"

    babalarının hangi gök cismiyle simgelendiğini söylememe gerek yok sanırım.

    arabistanın islamdan önceki hali, yaygın bir şekilde kadınların değersiz olduğu bir cahiliye toplumu biçiminde yansıtılır islami kaynaklar tarafından ama bu tarihin gördüğü en büyük kandırmacalardan biridir.
    döneme ait tarafsız araştırmaları inceleyen biri, arabistanın islamdan önce bin yıllık anaerkil bir yapıya sahip olduğunu ve islamın gelişiyle bunun tam tersine, barbar ve yobaz ataerkil bir yapıya döndüğünü görecektir.

    yine walker'dan devam edelim:

    "asurpanibal'ın yıllıkları arabistanın, öncesini hiç kimsenin hatırlayamadığı kadar uzun bir süredir kraliçeler tarafından yönetildiğini yazar..."

    "muhammedin hayatına dair efsaneler, onun açıkça anaerkil bir toplumda yaşadığını ortaya koyar. anne ve babasının evliliği matrilokalbir evliliktir. annesi ailesinin yanından ayrılmamış ve kocasını arada sırada uğrayan, temelli yerleşmeyen biri olarak evine kabul etmiştir."

    islam öncesi arabistana, anasoylu klanlar hakimdi. evlilikler matrilokaldi. veraset anasoyluydu.
    poliandri çok yaygındı. genelde erkekler evlendikten sonra karısının evine taşınırdı. boşama yetkisi kadındaydı: eğer kadın çadırının kapısını 3 gece üst üste doğuya doğru çevirirse, kocasını boşamış sayılırdı ve erkek bir daha çadıra giremezdi.

    "toplumsal yapıyı konu alan ciddi bilimsel araştırmaları bir kenara bırakırsak, erken dönem arabistan tarihinin kişiler ile ilgili kısmı tamamen mitler ve efsanelerden ibarettir. muhammed'in kendisinin varlığı da de buda, isa ve ataerkil dini sistemleri kuran diğer tüm tarihi kişilikler gibi gerçek kanıtlardan yoksundur.
    hayatı ve öğretileri de, tıpkı tabutunun kıyamete kadar cennet ve dünya arasında asılı durduğu hikayesi gibi, gerçek kanıtlardan yoksunluğu sebebiyle uydurma sınırlarının ötesine geçememektedir."

    "muhammed var olmuş olsun-olmasın, islam kadına kölelik ve haremde cariyelikten başka bir seçenek tanımayan, tamamen ataerkil bir sistem halinde gelişmiştir. kadınlar camilere istisnalar dışında hala giremez; bu konuda kadının statüsü kafirler ve hayvanlardan farklı değildir."

    "ancak, tanrıçanın izleri silinmez olduğunu kanıtladı. hristiyanlıkta bakire meryeme dönüştüğü gibi, islamda da "muhammedin kızı" fatima'nın kişiliğinde ölümlü bir varlığın şeklini aldı. fatima gerçekte kimsenin kızı değildi; bazıları tarafından "kendi babasının annesi" ve "güneşin kaynağı" ismleriyle de bilinirdi.

    walker'ın kuran hakkındaki görüşleri daha da ileriye gidiyor ve "sorgulanmaması gerekeni" sorguluyor: kuranı kim yazdı?

    "islami yazınların, çoğu zaman yanlış şekilde muhammed tarafından yazıldığı ima edilir. müslümanların inandığı tabi ki bu değildir. ama çoğu, gelecekte kurana kaynaklık edecek bu yazınların tanrıça korenin, mekkede onun tapınağını koruyan kureyşliler tarafından genişletilmiş ve gözden geçirilmiş sözleri olduğundan habersizdir."

    "kurana ait orijinal yazınlar, muhammedin yaşadığı iddia edilen zamandan çok önceleri, muhtemelen anaerkil toplumun rahibeleri olan "kutsal imamlar" tarafından yazılmıştı. yazınların orjinalinin ezelden beri cennette var olduğunu ve tanrıçanın göğsüne giymiş bir halde gelip onlara verildiğini iddia ederlerdi. aynı tiamatın kader kitabının tabletlerini üzerine giydiği gibi! bazen de göksel kuranı, "korunmuş tabletler" olarak adlandırırlardı; ur yazınları, toth'un kitabı ve hermes tabletlerinin zaman zaman adlandırıldığı gibi."

    "yahudi-hristiyan örneğinde olduğu gibi, kuranın antik yazınlar temel alınarak yeniden yazılış amacı da kutsal tanrıçanın izlerini silmek ve ataerkil bağnazlığı dayatmaktır."

    kuranın muhammedle ilişkisi konusu ise bambaşka bir boyut.
    charles frances potter'ın the great religious leaders kitabındaki konuyla ilgili görüşleri şu şekilde:
    "onun herhangi bir incili okuduğu, dahası herhangi bir şeyi okuduğu veya yazdığı çok şüphe götürür bir konu: kendisini okuma-yazma bilmeyen peygamber olarak tanımlamıştır. ama tabi ki kuranın temeli hem yeni hem eski ahitin, islam öncesi arap yazınları ve diğer kaynaklarla harmanlanmış şeklidir."

    yine bir islam uzmanı olan dr. daniel pipes, 5 aralık 2000 tarihli yazısında kuran'ın orjinalliği hakkında şunu söylemektedir:

    "kuranın kaynağı muhammed, hatta arabistan bile değildir. bütün yazın, sadece yeni bir çağın ihtiyaçlarını karşılamak üzere birleştirilip yamanmış yahudi hristiyan edebi materyalinden ibarettir.

    incil uzmanı dr. robert m. price ise olaya yeni bir yorum getiriyor:

    "kuranın, farklı kaynaklardan gelen hagarene yazınlarının, kendi kitabına sahip musa benzeri bir peygamber miti ortaya çıkarmak için birleştirilmesiyle ortaya çıkmış olması olası."

    bu yeni iddia oldukça sarsıcı: suriye ve mezopotamyadaki arap fetihleri tarihsel bir gerçek, ancak yarımadalarından çıkıp yaptıkları fetihlerin ivmesini kaybeden arapların, belki 100 yıl önce yaşadığını iddia ettikleri bir peygambere ait bir mit yaratarak yeni bir motivasyon aracı elde etme girişiminde bulunmuş olmaları ihtimali.

    1.http://www.politicalislam.com/ …ages/tears-of-jihad/
    2. 2:191, 9:5, 9:73
    3. genesis 21:18
    4. genesis 12:16
    5. genesis 22:10
    6. k, 76:23, 2:18
    4 ...
  29. hiç

    65.
  30. “sakin ol. öylece dur. yaşamdan geç. kentlerden geç. sınırları aş. gülüşlerden geç. anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur -artık hiçbir yerdesin.”*
    0 ...
  31. çomar

    5.
  32. ot kafalı anadolu yerlisi* için kullanılan bir tanım.
    coğrafyayla pek ilgisi olmayıp, kafa yapısıyla alakalı bir durumdur; çomarın asıl harman olduğu yer çankırı-çorum-yozgat* şeytan üçgeni iken, pekala izmir, bursa gibi yerler hatta istanbulun bazı bölgelerinde dahi çomarlara rastlanabilir.
    14 ...
  33. enelhak

    1.
  34. islamın kökeni

    1.
  35. islam, bugün dünyanın en hızlı büyüyen dini.
    bu büyüme çoğunlukla devşirme değil üreme yoluyla olsa da, müslüman olmayan insanların haklı bir endişesi var: islamın hristiyanlıktan hiç de geri kalmayan, varolduğu süre boyunca, tahmini 270 milyon(1) insanın ölümünden direk sorumlu olan fanatik tarafı.

    bu ayrıntı, sadece islamın hızlı büyümesi yüzünden değil, dünyanın dört bir tarafındaki islami liderlerin bu gerçeği kabul etmekteki iki yüzlü tavırları ve dünyadaki 1.8 milyar müslümanın neredeyse tamamının barışsever olduğunu iddia etmeleri nedeniyle de dikkat çekici.
    gerçek ise çok farklı; yaygın göz boyamanın aksine islam, sürekli pagan ve inançsızları öldürmeyi emreden(2) vahşi bir gelenek.

    1.8 milyar bile çok yüksek bir sayı ama müslümanların hedefi, islamın bütün dünyaya yayılması.
    bu büyüme hızıyla da çok imkansız görünmüyor bu. kötü olan bunun barışçıl bir yayılmayla kalmayacağının açıklığı.
    dünyanın dinlerin boyunduğundan tamamen kurtulduğu günleri görmeyi çok isteyen özgür fikirli insanların bu ihtimal karşısında ürpermesi, hristiyanlıkla birlikte doğu despotizminin en saf halini temsil eden, bireye çok az bir hareket alanı bırakan, dişiyi ölümüne aşağılayan gayretkeş islami teolojiyi düşününce çok çok doğal.

    islamda kadının bu derece aşağılanması ve değersizleştirilmesi, islamın kökenlerini düşündüğümüzde oldukça ironik ama binlerce yıldır yapabildiği her durumda kadına boyun eğdirmeye çalışmış erkek egemen bir dünyada şaşılmaması gereken bir durum.
    kadının köleleştirilmesi ilk bakışta kültürel bir durum olarak gözükebilir, fakat bize özellikle erkek karakterli bir ilahi gücü dayatan herhangi bir dini birebir eleştirmeye kalktığımızda önemsizleşecektir bu. özellikle müslümanların zihnindeki tanrıyla birebir uyuşan; arap veya iranlı bir erkek imajıyla, yahudi hristiyan geleneğinin yahudi ve yahudi bir erkeğin özellikleriyle betimlenen tanrısına karşı çıkan, seksist, kadın düşmanı, ırkçı, bağnaz tanrı betimlemesi, herhangi bir ebedi ve sonsuz güce sahip varlık düşünüldüğünde saçmalıktan öteye gitmiyor.
    ama göründüğü kadarıyla küstahlık ve megalomaninin dibine vurmuş müslüman kafalar buna mutlak bir gerçekmiş gibi inanmamızı talep etmekten çekinmiyor, bu da bize islamın kökenini tam olarak açığa çıkarıp inandıkları yalanı yüzlerine vurmaktan başka çare bırakmıyor.
    bu kökenin hem yahudi-hristiyan geleneğinin farklı bir yorumu hem de bu geleneğe karşı ortaya çıkmış tepkinin bir birleşimi olduğunu kestirmek çok zor değil; diğer bütün ortadoğu inançları gibi.
    islamın özellikle yahudilikteki kökenini ele veren en önemli kanıt, arapların da yahudi akrabaları gibi soy kütüklerini ibrahim'e kadar götürmeleri. bunun en önemli nedeni de, arapların ve yahudilerin ayrı ayrı eski ahitte sözü geçen ve tanrının ayrıcalıklı kullarının atası sayılan ismailin(3) çocukları sıfatını alarak hükümlerini genişletme hırsları.
    ancak bugün çok sayıda kanıtla desteklendiği üzere, ibrahimin de diğer bir çok semitik karakter gibi gerçekten yaşamış bir insandan çok mitolojik bir karakter olma olasılığı daha yüksek.

    barbara g. walker'dan alıntıyla:

    "abraham" ismi köken olarak ataerkil bir hint tanrısı olan brahma'ya fazlasıyla yakın, muhtemelen onun semitik versiyonundan veya mekkeyi kuran islami bir versiyonundan öte değil.
    ancak islami mitolojiye göre ibrahim mekkeye sonradan gelen ve kabeyi sahiplenen biri.
    kabeyi, sonradan karısı olarak anılacak sarah isimli bir rahibeden satın alıyor-sarah aynı zamanda kabenin ibrahim satın almadan önceki tanrıçasının ünvanlarından biri: "kraliçe"-.
    sonrasında olanlar daha karmaşık, eski ahit yazarlarına göre abraham kendi karısı sarah'yı çıkarları için mısırlı prenslere peşkeş çekiyor(4). bu evlat katili(5)dışında başka sıfatlar kazanmasını da sağlıyor.
    yahudilere göre ishak, müslümanlara göre ismailin neredeyse ölümüne yol açan kurban olayında ise ibrahim, yehovanın kutsal ağaçlarını isa'nın daha sonra kökeni aynı olan bir teknikle kurban edildiği gibi, evladının kanıyla yıkamaya niyetleniyor."

    ibrahimin kökenine dair bu hikayeler, islam ve hristiyanlığın da üzerine kurulduğu semitik temellerin, çok eski mitlerden ibaret olduğuna dair çok güçlü bir kanıt.
    islam konusunda ise walker şunu söylüyor:

    "al-lat, al-ilat veya babilde allatu olarak bilinen ve islamın ilk dönemlerinde erkeksi özelliklerini kazanan eski arap tarıçasına kabede zaten uzun zamandır tapınılıyordu. "islamın allah'ı" sadece eski bir arap ay tanrıçasının erkeğe dönüştürülmüş bir versiyonu. bu ay tanrıçasına ait çok eski hilal sembolü müslümanlar dişi karakterli bir ilahi varlığa dair ne varsa reddetmelerine rağmen, islami gelenekte de yerini koruyor."

    gerçekten de kuranın kendisi bile allah'ın ay ile olan ilişkisini belirtmekten kaçınmıyor(6).

    theodor reik ise, pagan rites in judaism kitabının 97. sayfasında ay konusuna başka bir yorum getiriyor:

    "bütün semitik kökenli toplumlar, paylaştıkları ortak bir ay kültüne her zaman sahipti. muhammed arabistanın eski dinini devirdikten sonra bile, ayın önünde secde etmeyi yasaklayabilecek güce erişene kadar ay kültüyle ilişkili bütün gelenekleri radikal şekilde ve tamamen ortadan kaldırmaya cüret etmedi."
    ...
    "diğer yandan, hüküm sürdükleri dönemde araplarla yakın ilişkileri olan kaldelilerin isminin kökeni ur şehrine kadar araştırıldığında, "aya tapanlar" dan başka bir anlama gelmediği görülüyor zamanında.
    babillierin tanrıçası ishtar'ın kelime olarak kökeni de, arapların kendi ay tanrıçalarına seslenme biçimi olan "hanımımız" hitabıyla birebir aynı."

    "yahudi kabileler daha doğrusu onların ataları, arap yarımadasından dışarıya çıkan son göç dalgalarından biri. inandıkları kültün tam merkezinde yer alan nesne ise, ismini babil ay tanrısı sin'den alan sina dağından başka bir şey değil."

    sonrasında charles dupuis, the origin of all religious worship kitabında bu ay kültünden islamla ilişkili arap astroteolojisine geçişi şu şekilde açıklıyor:

    "ay, araplar için her zaman büyük bir ilahi güçtü.
    islama geçişlerinden yüzyıllar sonra bile sarazenler, putperest zamanlarında "cabar" adıyla taptıkları afroditin simgesi olan hilali bayraklarından çıkartmamışlardır, bugün türklerin de her yerde kullandığı gibi.
    afroditin ve ay tanrıçalarının ortak simgesi olan boğa hem sarazenlerin hem saba araplarının sembollerinde çok uzun zaman yerini korumuştur."

    "bugün müslümanların kutsal mekanı olan kabe muhammetten önce çok uzun zaman ay kültünün merkezi olagelmiş bir yerdir. günümüzde müslümanlar büyük sevgi beslediği ve önem verdiği kara taş ise, uzun zaman önce staurnus'u betimleyen bir heykelden başka bir şey değildi. küfedeki büyük caminin duvarları, daha önceden orada var olan bir ateş tapınağının temelleri üzerine inşa edilmiştir."

    "bugün, eski babilin yıkıntıları üzerine araplar tarafından kurulan hilla şehrine gittiğinizde, babillierin bel, iranlıların mithras adıyla tapındıkları ilahi varlığın adına inşa edilmiş ve yıkılmış güneş tapınağının yerinde yükselen mesched eschams, yani güneş camiini görebilirsiniz."

    walker, bütün bu geleneğin kaynağı olan mekkedeki pagan gelenekler hakkında devam ediyor:

    "kara taşın kutsal mekanı olan kabe, islamın ortaya çıkışından bir süre önce; manat, al-lat ve al-uzza(yaşlı kadın adıyla da tanınırdı)'dan oluşan, üçlü bir pantheonun merkezi durumundaydı. kara taş, aynı artemis tapınağındaki taş gibi üzerinde dişiliği ve doğurganlığı simgeleyen bir vulva sembolü taşıyordu. bugün islamın ataerkil yapısı nedeniyle bu sembolizm kaybolmuş olsa da, kabenin muhafızlarının hala yaşlı kadının çocukları* ünvanını taşıması ilginçtir."

    ve kuran çevirmeni n.j. dawood, bununla alakalı çok ilginç bir detaya değiniyor:

    "arap paganizmi, islamın ortaya çıkışından çok önce gerilemeye başlamıştı. kabede en güçlü ilahi varlık kabul edilen allah'ın yanında, onun kızları olarak kabul gören manat, al-lat ve al-uzza'ya da tapılıyordu.
    bu isimler sırasıyla; şans, güneş ve venüsün simgeleriydi"

    babalarının hangi gök cismiyle simgelendiğini söylememe gerek yok sanırım.

    arabistanın islamdan önceki hali, yaygın bir şekilde kadınların değersiz olduğu bir cahiliye toplumu biçiminde yansıtılır islami kaynaklar tarafından ama bu tarihin gördüğü en büyük kandırmacalardan biridir.
    döneme ait tarafsız araştırmaları inceleyen biri, arabistanın islamdan önce bin yıllık anaerkil bir yapıya sahip olduğunu ve islamın gelişiyle bunun tam tersine, barbar ve yobaz ataerkil bir yapıya döndüğünü görecektir.

    yine walker'dan devam edelim:

    "asurpanibal'ın yıllıkları arabistanın, öncesini hiç kimsenin hatırlayamadığı kadar uzun bir süredir kraliçeler tarafından yönetildiğini yazar..."

    "muhammedin hayatına dair efsaneler, onun açıkça anaerkil bir toplumda yaşadığını ortaya koyar. anne ve babasının evliliği matrilokalbir evliliktir. annesi ailesinin yanından ayrılmamış ve kocasını arada sırada uğrayan, temelli yerleşmeyen biri olarak evine kabul etmiştir."

    islam öncesi arabistana, anasoylu klanlar hakimdi. evlilikler matrilokaldi. veraset anasoyluydu.
    poliandri çok yaygındı. genelde erkekler evlendikten sonra karısının evine taşınırdı. boşama yetkisi kadındaydı: eğer kadın çadırının kapısını 3 gece üst üste doğuya doğru çevirirse, kocasını boşamış sayılırdı ve erkek bir daha çadıra giremezdi.

    "toplumsal yapıyı konu alan ciddi bilimsel araştırmaları bir kenara bırakırsak, erken dönem arabistan tarihinin kişiler ile ilgili kısmı tamamen mitler ve efsanelerden ibarettir. muhammed'in kendisinin varlığı da de buda, isa ve ataerkil dini sistemleri kuran diğer tüm tarihi kişilikler gibi gerçek kanıtlardan yoksundur.
    hayatı ve öğretileri de, tıpkı tabutunun kıyamete kadar cennet ve dünya arasında asılı durduğu hikayesi gibi, gerçek kanıtlardan yoksunluğu sebebiyle uydurma sınırlarının ötesine geçememektedir."

    "muhammed var olmuş olsun-olmasın, islam kadına kölelik ve haremde cariyelikten başka bir seçenek tanımayan, tamamen ataerkil bir sistem halinde gelişmiştir. kadınlar camilere istisnalar dışında hala giremez; bu konuda kadının statüsü kafirler ve hayvanlardan farklı değildir."

    "ancak, tanrıçanın izleri silinmez olduğunu kanıtladı. hristiyanlıkta bakire meryeme dönüştüğü gibi, islamda da "muhammedin kızı" fatima'nın kişiliğinde ölümlü bir varlığın şeklini aldı. fatima gerçekte kimsenin kızı değildi; bazıları tarafından "kendi babasının annesi" ve "güneşin kaynağı" ismleriyle de bilinirdi.

    walker'ın kuran hakkındaki görüşleri daha da ileriye gidiyor ve "sorgulanmaması gerekeni" sorguluyor: kuranı kim yazdı?

    "islami yazınların, çoğu zaman yanlış şekilde muhammed tarafından yazıldığı ima edilir. müslümanların inandığı tabi ki bu değildir. ama çoğu, gelecekte kurana kaynaklık edecek bu yazınların tanrıça korenin, mekkede onun tapınağını koruyan kureyşliler tarafından genişletilmiş ve gözden geçirilmiş sözleri olduğundan habersizdir."

    "kurana ait orijinal yazınlar, muhammedin yaşadığı iddia edilen zamandan çok önceleri, muhtemelen anaerkil toplumun rahibeleri olan "kutsal imamlar" tarafından yazılmıştı. yazınların orjinalinin ezelden beri cennette var olduğunu ve tanrıçanın göğsüne giymiş bir halde gelip onlara verildiğini iddia ederlerdi. aynı tiamatın kader kitabının tabletlerini üzerine giydiği gibi! bazen de göksel kuranı, "korunmuş tabletler" olarak adlandırırlardı; ur yazınları, toth'un kitabı ve hermes tabletlerinin zaman zaman adlandırıldığı gibi."

    "yahudi-hristiyan örneğinde olduğu gibi, kuranın antik yazınlar temel alınarak yeniden yazılış amacı da kutsal tanrıçanın izlerini silmek ve ataerkil bağnazlığı dayatmaktır."

    kuranın muhammedle ilişkisi konusu ise bambaşka bir boyut.
    charles frances potter'ın the great religious leaders kitabındaki konuyla ilgili görüşleri şu şekilde:
    "onun herhangi bir incili okuduğu, dahası herhangi bir şeyi okuduğu veya yazdığı çok şüphe götürür bir konu: kendisini okuma-yazma bilmeyen peygamber olarak tanımlamıştır. ama tabi ki kuranın temeli hem yeni hem eski ahitin, islam öncesi arap yazınları ve diğer kaynaklarla harmanlanmış şeklidir."

    yine bir islam uzmanı olan dr. daniel pipes, 5 aralık 2000 tarihli yazısında kuran'ın orjinalliği hakkında şunu söylemektedir:

    "kuranın kaynağı muhammed, hatta arabistan bile değildir. bütün yazın, sadece yeni bir çağın ihtiyaçlarını karşılamak üzere birleştirilip yamanmış yahudi hristiyan edebi materyalinden ibarettir.

    incil uzmanı dr. robert m. price ise olaya yeni bir yorum getiriyor:

    "kuranın, farklı kaynaklardan gelen hagarene yazınlarının, kendi kitabına sahip musa benzeri bir peygamber miti ortaya çıkarmak için birleştirilmesiyle ortaya çıkmış olması olası."

    bu yeni iddia oldukça sarsıcı: suriye ve mezopotamyadaki arap fetihleri tarihsel bir gerçek, ancak yarımadalarından çıkıp yaptıkları fetihlerin ivmesini kaybeden arapların, belki 100 yıl önce yaşadığını iddia ettikleri bir peygambere ait bir mit yaratarak yeni bir motivasyon aracı elde etme girişiminde bulunmuş olmaları ihtimali.

    1.http://www.politicalislam.com/ …ages/tears-of-jihad/
    2. 2:191, 9:5, 9:73
    3. genesis 21:18
    4. genesis 12:16
    5. genesis 22:10
    6. k, 76:23, 2:18
    0 ...
  36. faun

    19.
  37. benim bilmediğim kazak destanlarını bilen, seslendiren grup. hastasıyım.

    &feature=related
    1 ...
  38. roma imparatorluğu

    21.
  39. kölelik

    11.
  40. köleler olmadan cumhuriyetin işlevsiz olması

    1.
  41. modern dönemde roma ve sparta örnekleri gözardı edilerek yanlış anlaşılmış, bir veya bir kaç tane köle ırk olmadan işlemesinin düşünülmesi bile yanlış olan devlet biçimidir cumhuriyet.
    modern dönemde bu hiç denenmiş midir peki? evet zamanında amerikanın güney eyaletleri ve nazi dönemi almanyası gibi yerlerde başarıyla uygulanmış, ilkinde sanayiden yoksun bir tarım toplumunu müreffeh ve zengin bir ülke yapmış, ikinci örnekte iste 5 yıllık topyekün bir var olma mücadelesinin temelindeki itici güç olabilmiştir.
    konu öncelikle kültür ve tarih bağıyla bağlı belli bir milletin refahı olduğunda, bu milleti geliştiren entelektüel dinamiklerin belli bir rahatlık ve huzur ortamında işlemesi gerekir.
    işte bu baskın milletin üzerindeki gereksiz yükü kaldıracak olan diğer alt kültüre ait insan toplulukları olacak, böylece baskın olan millet özgürlüklerinden rahatça yararlanacaktır.
    bugün hiç hak etmedikleri halde dezenformasyona maruz kalan ve yönetici elitin iktidarı pahasına bilgiden yoksun tutulan bu millet iktidara doğrudan ortak olacak, medya ve diğer bilgi edinme kaynakları vasıtasıyla kullanılan baskılama araçları köle topluluklarında gerçek ve hak ettikleri hedefi bulacaklardır.
    bu olduğunda baskın millet'in fertlerinin yönetici sınıfa karşı kötü niyetli bir hareketi söz konusu olamaz çünkü baskı altında tutulması gereken alt kültür, en azından doğru propagandayla isyan kültürüne yabancılaştırılmadan önce hizmet ettiği toplumda oluşacak en ufak zayıflığı bile kullanıp baş kaldırmaya çalışacaktır.
    bu noktadan sonra yöneticiler de mutlak güçlerini baskın milletin daha alt katmanlarına yayarak köle toplulukları üzerindeki gücü paylaşacak ve milletin her katmanında oluşan iktidar hissi isyan ve başkaldırı durumunu tümden yabancılaştırarak gücün tamamen paylaşıldığı adil bir düzeni, yani cumhuriyeti yaratacaktır.
    0 ...
  42. cumhuriyet

    444.
  43. modern dönemde roma ve sparta örnekleri gözardı edilerek yanlış anlaşılmış, bir veya bir kaç tane köle ırk olmadan işlemesinin düşünülmesi bile yanlış olan devlet biçimidir.
    modern dönemde bu hiç denenmiş midir peki? evet zamanında amerikanın güney eyaletleri ve nazi dönemi almanyası gibi yerlerde başarıyla uygulanmış, ilkinde sanayiden yoksun bir tarım toplumunu müreffeh ve zengin bir ülke yapmış, ikinci örnekte iste 5 yıllık topyekün bir var olma mücadelesinin temelindeki itici güç olabilmiştir.
    konu öncelikle kültür ve tarih bağıyla bağlı belli bir milletin refahı olduğunda, bu milleti geliştiren entelektüel dinamiklerin belli bir rahatlık ve huzur ortamında işlemesi gerekir.
    işte bu baskın milletin üzerindeki gereksiz yükü kaldıracak olan diğer alt kültüre ait insan toplulukları olacak, böylece baskın olan millet özgürlüklerinden rahatça yararlanacaktır.
    bugün hiç hak etmedikleri halde dezenformasyona maruz kalan ve yönetici elitin iktidarı pahasına bilgiden yoksun tutulan bu millet iktidara doğrudan ortak olacak, medya ve diğer bilgi edinme kaynakları vasıtasıyla kullanılan baskılama araçları köle topluluklarında gerçek ve hak ettikleri hedefi bulacaklardır.
    bu olduğunda baskın millet'in fertlerinin yönetici sınıfa karşı kötü niyetli bir hareketi söz konusu olamaz çünkü baskı altında tutulması gereken alt kültür, en azından doğru propagandayla isyan kültürüne yabancılaştırılmadan önce hizmet ettiği toplumda oluşacak en ufak zayıflığı bile kullanıp baş kaldırmaya çalışacaktır.
    bu noktadan sonra yöneticiler de mutlak güçlerini baskın milletin daha alt katmanlarına yayarak köle toplulukları üzerindeki gücü paylaşacak ve milletin her katmanında oluşan iktidar hissi isyan ve başkaldırı durumunu tümden yabancılaştırarak gücün tamamen paylaşıldığı adil bir düzeni, yani cumhuriyeti yaratacaktır.
    0 ...
  44. cumhuriyetin din düşmanlığı

    11.
  45. düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla sonuna kadar arkasında durduğum düşmanlıktır.
    0 ...
  46. okul tuvaletinde sevişen çift

    4.
  47. başbakanımıza dokunmak ibadettir

    105.
  48. (bkz: sikerek cennete gönderen şeyh)
    nöt:serbest çağrışım canım, o bakımdan.
    2 ...
  49. enes kanter

    89.
  50. o taraflarda öngörüler ulusal ligin gelmiş geçmiş en iyi yabancı oyuncularından biri olabileceği yönünde. bekleyip göreceğiz.
    0 ...
  51. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük