şu sıralar "emin misin??" yerine "birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde gerçekten çıkmayı istiyor musun??" diye sorması gereken buton..
playlist açısından bakıldığında çalınmadık şarkı kalmamıştır fakat ses düzeni gerçekten çok kötüydü..hele ön grup olarak çıkan catafalque resmen bize gürültü dinletmiş, hatun vokalin sesini çok az duyabilmişizdir..kuruçeşme arena seçilseydi o zaman da dolduralamayacağı korkusu olurdu belki ama yeni melek gibi düğün salonundan bozma bir yerde böyle bir konseri kaldıramayacağını göstermiştir..seyircinin regret isteğine vincent cavanagh "oh shit, don't say that no, fuck regret" demiştir fakat kıramayıp "it's your fault" diyerekten yine de çalmışlardır..seyirci kalitesi bakımından çok alt seviyelerde olan konser uzunluğuyla bacakları yormuş fakat kulakları baya bir sevindirmiştir..
anathema'nın yeni melek'te vereceği bir konser olup ön grup olarak catafalque'nun çıkacağı konserdir..bilet fiyatları balkon 41 ytl salon ise 29,5 ytl'dir..
ve evet anathema her sene istanbul'a gelir fakat her zaman o konsere gidilememektedir..bu sefer gidilesidir..
görsel olarak çok üst seviyede olan fakat şarkı bazında bizi hayal kırıklığına uğratmış konser..bir opiate, bir sober veya bir parabola beklenirdi ama bunların yerine 10-12 dakikalık bir intro çalmayı tercih edilmiştir.. ayrıca bir kovboy edasında sahnede dolaşan maynard abinin ise ne tam olarak sesini ne de yüzünü görmüşüzdür.. beni hayal kırıklığına uğratan bir konserdir ayrıca..
sözlüğe yazıp getir butonuna bastığımda sözlükte olmadığını görünce ağzımın bir karış havaya açıldığı ve bu zamana kadar nasıl olur da bu şarkı sözlüğe girilmemiş dediğim enfes bir wintersun şarkısı..
Sad night, the weeper of starwind sky
Take me where the shimmering lights are fading out
Through the shadows of hate and through the fires of grace
I followed the voice in the night, beautiful as black sky,
but nothing I found
My thoughts are captured by the magical chants
of the spirits, but i cannot see them with these dead eyes
Lost I am in these dismal streams
Lost I am forever in my life
The snow is falling on the withering leaves, I am left in the cold
The shadows are crying in the moonlight
Is this night the last of my life
Have we arrived from our journey, I must ask you now
At last I can cry, 'cause these sad words are calling me tonight
My eyes bleed for you my star, my pride and the love of my heart
But why did you had to fly so far, I raged and it tore me apart
I promise to you with sadness and hate
wherever I might go, you will know...
I give my life to the withering leaves
o the bleeding moonlight
to the crying shadows
I GIVE MY LIFE TO YOU
isis çizim yapmaya yarayan, aras ise baskılı devre çizmeye yarayan programdır.. basic te ikisi de aynıdır.. isis te çizilen bir devre aras a aktarılabilir..işe yarayan bir programdır..
24 aralık 2003 tarihinde ağrı'nın doğubeyazıt ilçesinde sobanın yanması için dökülen tinerin alev alması sonucu öğrencilerini kurtarmak isterken meslektaşı ile birlikte hayatını kaybeden şehit..bekir coşkun'un etkileyici bir yazısı mevcuttur haklarında..
Ağrı'daki o harabe okulda öğrencilerini kurtarmak uğruna yanan yirmili yaşlardaki iki genç kadın öğretmenin haberleri medyada ilgi görmedi.
Ne katil popstar yarışmacısı kadar...
Ne Hülya Avşar'ın yırtmacı kadar...
Ne taşfırın erkeğinin bıyıkları kadar...
*
O okulu bir televizyon kanalında, arka sıralardaki haberde gördüm.
Daha çok bir ağılı andırıyordu. Sıvası dökülmüş duvarlar, tahta bir kapı, camsız pencereler, akan bir tavan, sefil-perişan bir geleneksel küçük Anadolu okulu.
Liberaller özel okullara-kolejlere önem verdikleri için, gelen dinciler tarikat okulları ve Kuran kurslarına yöneldikleri için, hiçbir zaman sahip bulamamış bir zavallı okul.
Öyle okullarda okudum, ders sırasında soğuktan sızlamaya başlayan ayak parmaklarını ben bilirim.
Çocuklar üşümemek için sobayı yakmaya kalktılar, soba patladı.
iki öğretmen Aysun ile Burçin, çocuklar yanmasın diye sobayı dışarı atmak üzere kucakladılar ve yandılar.
Önceki gün Burçin öğretmen hastanede öldü, bu yazı yazıldığı sırada Aysun öğretmen ölüme direniyordu.
*
Böyle bir sıradan (!) olay.
Çocuklarınız koleje, bakımlı okullara gidebilir.
Yine de soğuk bir bakımsız sınıfı... Orada ayak parmakları soğuktan sızlayan çocukları...
Ve bir gün çocuklar yanmasın diye sobayı kucaklayacak kadar yüreğinde görev sevdası, analık duygusu ve en çok da yiğitlik olan o genç öğretmenleri eminim hissettiniz.
Duyarlı bir ülkede olsaydı onlar ‘‘ulusal kahraman'' ilan edilir, niçin yandıkları tartışılırdı.
Ne yapacaksınız ki, değerlerini-duygularını ve kendini yitirmiş bir ülkede bu söz konusu değil.
*
Bunun hesabını gelmiş geçmiş, o otuz yıla damgasını vuranlardan, o dört yol çatına anıtmezarı yapılanlardan, o tarikat kolejlerine umut bağlayanlardan sormak bir yana...
iki öğretmen, topuğundan vurulan o istanbul züppesi kadar bile yer almadı medyada.
Ne kim kimi becerdi haberleri kadar...
Ne yılbaşında en iyi nerede zıplanır haberleri kadar...
Çocukların ayak parmakları kadar sızlamıyor yürekleri...
asıl adı hamidiye camii olan ve içi ile dışı ile mükemmel bir estetiğe sahip ikinci abdulhamid tarafından yaptırılan yapı..ayrıca tarihinde çok ilginç olaylara da ev sahipliği yapmıştır..onlardan biri ise şöyledir..
"1905 yılının 21 temmuzuydu. Padişah II. Abdülhamit'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamit’in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti.
Padişah II. Abdülhamit'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı. O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Kuruntu ve kuşkusu herkes tarafından bilinen II. Abdülhamit..
Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu. Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş. Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti. Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II. Abdülhamit’i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :
"Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!.." emrini vermişti. Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:
"Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!.." Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görünce, töreni yöneten subaya :
"Selâm emrini verdir, ne duruyorsun!." diye bağırmıştı. Muhafız kıtası hazır ol durumuna geçince, cami kapısına getirilen arabaya binen Abdülhamit, âdeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı.
Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II. Sultan Abdülhamit'i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı.
Bu iş için özel olarak istanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamit'teydi. Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamit, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü.
Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler.
Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II. Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı. Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamit'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı.
Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı. Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını istanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu.
içine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı. "Machine infernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı.
Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu. Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı.
Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı.
Abdülhamit, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamit'in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir.
Abdülhamit'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :
"Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"
geçen bir taksinin ön camına yapıştırılmış bir halde gördüğüm ve kendi kendime "sen hangi akla hizmet bunu koydun oraya be" abiii dediğim faşizmin tavan yapmış hali..1960-80 arası bunu cidden savunan insanlar bulunduğunu bilmek bile korkutucu..
sadece kitap üzerine yoğunlaşmış bir sözlük klonu gibi..güzel bir havası var sitenin fakat reklamlar göz alabiliyor..sonuç olarak güzel bir girişim olarak karşımıza çıkan bir web sitesi..
rıhtım'da açılan şubesindeki kahve dünyası hiç mi hiç olmamıştır kanımca..siz orada kitapları incelerken önsöz okurken birilerinin kahkahasını duymak..
şu anda döndürdüğü reklamlarla "ben türk sosyo-kültürel yapısını hiç sallamıyorum","amaaan o da neymiş ki be hepimiz avrupalıyık" diyen marka..
reklama değinirsek..
kızın biri sevgilisi ve arkadaşı ile alışverişe çıkmış..arkadaşı elinde iki mini etekle geliyor bak bunlar çok güzel diye..bizim esas kız şu an alamam ki kısalar* diyor..*öküz sevgilisi ise hemen zambadanak atlayarak "ama kısalar sana çok yakışıyooo" türünden bir laf ediyor..kız belki haftaya diyor..
sonra geliyoruz ikinci kareye..bu sefer kızın sevgilisi, arkadaşı ve arkadaşının sevgilisi bir restoranda oturuyolar..bizim esas kız giymiş kısaları ve sonradan restorana geliyor..sinir bozmaya başlayan arkadaşı "almış kısaları" diyor..bizim angut sevgili ise "bak ben sana demiştim kısa sana çok yakışıyor" diyerek kendisinin türkiye'de hiç mi hiç yaşamadığını söylemek istiyor bize aslında umarsızca..evet şimdi sıkı durun..en güzel hamle geliyor..bizim esas kız ortamda diğer kızın sevgilisi de varken çıkarıyor yeni aldığı mini etekleri ve "aldım kısaları" diyor..evet evet bunu da yapıyor sayın seyirciler..burası almanya değil arkadaşım..ne yapıyorsun sen öyle demek istiyorum kendilerine..
bu tür çift anlamlı mesajları hakikaten can sıkmaya başladı braun un..muhtemelen sinir et prim yapsın ekolünden faydalanmaya çalışmış bizim alman yeğenler..fakat reklamın ne kadar itici ve mide bulandırıcı olduğunu gözden kaçırmışlar..