iki ucu boklu değnek. Ani bir ölüm arkamda bıraktıklarım için zor olur, bir hastalık süreci sonunda ölmek benim için zor olur. Hayatım boyunca üzmemek için üzülmeyi göze aldım hep. O yüzden sessiz sedasız çekip gitmek istemem.
Aşık olmaksa sorun yok, bir şeyleri paylaşmaksa sorun yok. Ama iş evlenme noktasına gelecekse problem büyük. Evlilik aslında iki ailenin evlenmesi demek. Mezhep farklılığını 2 insan yok saydı ve mutlu olmak istedi diyelim, ailelerin gölgesi altında bu ne kadar mümkün? Bence imkansız.
Chp'nin ülke demokrasisinin en önemli teminatı olduğunun kanıtıdır. 10 tane de aday çıkabilir, kimse çıkıp ''hişt, siz ne ayaksınız" demez. Yeterli sayıda imza toplayabilen ve delegelerden en yüksek oyu alan kişi de genel başkan olabilir. Sağ partilerde ise lidere kayıtsız şartsız biat etme geleneği vardır. Lider şahsiyet ölmedikçe yahut kendi rızası olmadıkça kimse koltuğu ondan devralamaz. Muhalif her ses ya haindir ya da dış mihrakların piyonu..bugün mhp yahut akp'de durum tam da böyledir. Her 10 lafından dokuzu milli irade ve demokrasi olan partiler kendi içlerinde bile birer diktatör tarafından yönetilmektedirler..
En doğrusunu yapan tiptir. Bizim lisede de vardı böyle bir eleman, bu yolla götürmediği kız yoktu. Arkadaşları da halı sahada birbirlerini parmaklıyordu.
Kendilerine göre Türkiye'de en çok hakkı yenmiş,yenen ve yenecek olan takımdır. Hep bir garip gureba edebiyati içindedirler. Asla büyük takım olamayacaklardır bu yüzden. (aslında köklü ve büyük bir camia ama taraftarda ve yönetimlerde, kısacası zihniyette sıkıntı var) Bir tane Trabzonspor'lu arkadaşım yoktur ki kaybettikleri maç sonrası ağlamasın, hakeme, federasyona veryansın etmesin. Zaten tüm Türkiye Trabzonspor'u hedefe koydu, bütün müsibetler, belalar, haksızlıklar Trabzonspor'u buluyor.Perspektifleri bundan ibaret olan bir klüp kısacası. Ama bir gerçek var ki 2010-2011 yılının şampiyonudur Trabzonspor. Yiğidi öldürdüm ama hakkını da vereyim bari.
Bir de bunun ağırlaştırılmışı vardır. Ulan adam zaten müebbet yemiş, ömrünü sikmişsin. Ağırlaştırılmış olsa ne yazar, hafifletilmiş olsa ne yazar. Adı üstünde, müebbet.
Ezan okunurken aslen yapılması gereken yerinden doğrulup abdest almak üzere lavaboya gitmektir. Ama birçoğumuza zul geldiği için sözde saygımızı müziği kısarak, yemeğe ara vererek, bacak bacak üstüne atmışsak bacağımızı indirerek gösteriyoruz. Kısacası ezanın saygıya ihtiyacı yok, biz asıl vazifeden kaçtığımız için vicdanı rahatlatacak yeni uğraşlar arıyoruz hepsi bu.
Önemli olan işlevi değil boyu sözünü akıllara getiren uzunluk birimi. Allah'ın verdiğine laf ettiğimiz falan yok haşa, ama önce bir aynada kendinize bakın be çocuğum. Bir de bunların evlenen versiyonları var. Kadın 1.70, adam 160. Karı kim koca kim belli değil.
Televizyonculuğuna ve başarısına saygı duyduğum ama samimiyetine inanmadığım eski acar muhabir, yeni tv patronu. Bir insanın gülüşü çok şeyi ele verir aslında. Acun da onlardan birisi. O yapmacık gülüşün çok sırıtıyo be Acun. Maalesef seni 3 hayırla uğurluyoruz, bir dahaki sefere inşallah.
25'lik entry sisteminin 25. sayfasında hakkında yazı yazdığım 25 plaka no'lu şehir, memleketim. hayatımda ilk defa yazın yorganla yatma şerefine mazhar etmiştir beni. gezilecek birkaç yeri dışında pek bir esprisi yoktur bana kalırsa. yemekleri içinse diyecek laf yoktur. cağ kebabı, kadayıf dolması olmazsa olmazlarımdır. neyse ki istanbul'da bu lezzetlerden mahrum kalmıyorum, yoksa nicolurdu halim.
genelde forumlarda, sözlüklerde ya da facebook'da başıma gelen durumdur. dolmuşumdur, patlayacak bir yer arıyorumdur. dökerim içimdekileri, dayanırım klavyeme. sonra yazdıklarımı okurum en baştan. tam göndere basacakken içimden bir ses ''siktiret'' der ve silerim gerisin geri. sebebini bilmem ama yazdıkça bir rahatlama hissi gelir nedense. kimse bilmeyecek, görmeyecek olsa da benden çıkmıştır ya o bana yetiyor bazen.
cevabı çok basit aslında. kendi kendimize yarattığımız bir canavarın kurbanıyız, o da bekaret.
bekaret denen şey olmasa ne erkek kadını bu kadar arzulardı, ne de kadın erkekten bu kadar kaçardı. insanlar gerçekten istedikleri kişiyle birlikte olur, kadınlar orospu damgası yemez, erkekler skor derdine düşmezdi.
bebekken çişinden, bokundan mikrop kapmasın diye kendisine bahşedilmiş amiyane bir zarı kutsamıştır insanoğlu. kendisine bir amaç, bir araç ve bir oyuncak haline getirmiştir. evlenmeden kız bozmak marifettir, evlendiğin kızın bakire olması daha büyük marifet. bu ne yaman çelişki anne.
velhasıl bekarete, daha doğrusu minnacık, ufacıcık bir zara yüklenen anlam değişmediği sürece türkiye cinsel açlığın afrikası da olur, tecavüzün, abazalığın, ahlaksızlığın başkenti de olur. ama en çok da ikiyüzlülüğün merkezi olur. bacısını ''sözde'' sapıklardan, cinsel istismarcılardan koruyup öte tarafta skor peşinde olanların cennetidir türkiye.
hakkında sayfalarca yazı yazmak istediğim ve yazabileceğim, fakat bir türlü kafamı toparlayıp da yazamadığım efsane mekan. o kadar çok anısı var ki bende, ister istemez kafa onlara gidiyor. medresenin tarihçesinden başlayıp iki satır sonra kendimi kedileri yazarken buluyorum.
istanbul deyince herkesin aklına gelen birkaç şey vardır illa ki. benim için de medrese onlardan birisidir. unutulmaz üniversite yıllarından yadigar kalmasından mıdır bilinmez, gitmediğim, havasını solumadığım her gün ızdırap gibi gelir nedense.
her mevsimi güzeldir güzel olmasına ama kışı bir başka güzeldir medresenin. hele yağmurlu yahut karlı bir kış günü gitmişseniz tarifi imkansız duygulara gark edebilir sizi. girişteki köz ocaklarında ellerinizi ısıtmak adettendir bu havalarda. sonrasında sıcacık çay içinizi ısıtır, üstüne nargilenizin dumanı nefesinizin buğusuna karışır ve tadına doyulmaz anlar başlar. yanınıza mırnav bir kedi gelir her daim, olmazsa olmazıdır medresenin.
medresenin eski tadı, eski havası yok diyenlere hak veriyorum. onun da sebepleri belli aslında. eskiden çevre esnafa, üniversite gençliğine yahut meraktan şöyle bir geçerken uğrayanlara ev sahipliği yapardı medrese. şimdi turistlerin uğrak mekanı oldu. e teknoloji de sağolsun, artık bilmeyen yok medreseyi. herkes merak edip bir defa uğrasa alın size kalabalık. haftanın belli günleri ve saatlerinde tenha olurdu, o zamanlar gidildiğinde tadından yenmezdi. şimdilerde sabah-akşam, haftaiçi-haftasonu pek farketmiyor, her daim kalabalık.
tütünler de eski kalitede değil. nerede o eski nakhla cappuccino, nakhla elma nerede şimdiki. tütün ithalatına getirilen sınırlama ve yasaklar haliyle medreseyi de etkiledi. üstüne kontrolsüzce üreyen nargile cafeler de eklenince adam gibi tütün de, kömür de bulmak zorlaştı. bu da medresenin tadını kaçıran diğer bir faktör.
şu ana kadar yazımın genelinde medreseyi bir bütün olarak ele aldım, mekan mekan irdelemedim. çoğu kişi çorlulu ali paşa medresesini yekpare bir nargile cafe sansa da içinde 3 farklı nargileciyi barındırıyor. mekanın en eskisi sağ cenahtaki erenler nargile. medresenin nargile severler için popüleritesi artmaya başlayınca normalde halı kilim vs satan mekan sahipleri de dükkanlarını nargile cafeye çevirmişlerdir. ilk solda ekmek ve su, hemen arkasında da ali paşa nargile yer almaktadır. ben son 1 yıla kadar hep erenlerde takılırdım fakat tütün kalitesindeki düşüş (zaten 3 çeşit tütünleri vardı) ve hizmette yaşanan bazı aksaklıklar beni canımdan bezdirdi. şimdi ali paşaya gidiyorum, mutluyum huzurluyum.
erenler nargilenin efsane közcüsü, emektarı mustafa abi son zamanlarda ortalarda gözükmüyordu. diğer mekana gitsem de yokluğunu farketmemek imkansızdı. duydum ki ameliyat geçirmiş ve durumu biraz ağırmış. geçmiş olsun diyorum kendisine, allah acil şifa versin. inşallah tekrardan aramıza döner, ben de onun iyileşmesi şerefine erenlere uğrarım bir defa.
son olarak; medrese için kapanacak dedikoduları dolaşıyor ortada. daha doğrusu medrese kapanmayacak ama nargile cafeler kapatılacakmış. normalde oradaki dükkanlar vakıfa ait. sanırım vakfın yeni yönetimi ile bazı anlaşmazlıklar varmış ve yıllık sözleşmeleri bitince büyük ihtimal nargile cafeler tarih olacak. gerçi ben medreseye ilk gittiğimden beri bu tarz dedikodular var ama sanırım sona yaklaşılıyor. umarım bu dedikodular gerçeğe dönüşmez ve istanbullular böyle güzel bir mekandan mahrum kalmazlar.
ilk defa kendimi bu kadar aciz, bu kadar çaresiz hissediyorum galiba. içim içimi kemiriyor, aklımı oynatacak gibi oluyorum ama nafile. annem kanser.. daha birkaç ay öncesine kadar sapasağlam, dimdik ayakta duran kadın her saniye önümde eriyor şimdi. ve ben hiçbir şey yapamıyorum. işin acı tarafı gerçeği de bilmiyor. doktorlar çok yaşamaz, ışın tedavisiydi, kemoterapiydi fazla ümit bağlamayın, 3-5 aya kalmaz ölür diyorlar. ölüm allahın emri, hepimiz bir gün öleceğiz illa ki. ama erkendi daha. daha benim mürüvvetimi görecekti, torunlarını sevecekti. her hastaneye gidişimizde inşallah kötü bir şey çıkmaz dedikçe o, benim yüreğim parçalanıyor. belki hissediyor bazı şeyleri, o da bize çaktırmamak adına, evlatları üzülmesin diye içine akıtıyor gözyaşlarını. ben de kaç zamandır içime akıttığım göyaşlarımı bu gece klavyeme akıttım. çok klişe ama hayat cidden boş, sevdiklerinizin kıymetini bilin. henüz kaybetmemişken, ellerinizdeyken..
davranışlarla desteklenmediği sürece hiçbir anlam ifade etmeyen söz öbeği. ağızlara pelesenk olmuşsa eğer olmayan bir sevginin ardındaki gizli menfaatlerin habercisidir. hala yiyen, yutan varsa bu boş sözleri afiyet olsun.
fermuar bozuk mudur bilemem ama türkçesi epeyce bir bozuktur. yazım yanlışları, düşük cümleler gırladır yazılarında. yazar olabilmek için düşünmekten daha önemli olan yazabilmektir. gördüğüm kadarıyla ne düşünebiliyor ne de yazabiliyor.
hababam sınıfı sınıfta kaldı filminde semra hoca rolünü oynadığında daha 19 yaşında olan sinema sanatçısı. genç ve toy öğretmen rolünü çok iyi oynamıştır bu filmde. hatta filmde kurt hocaların bile eline geçmeyen hababam sınıfını ortadan kaldırma fırsatını eline geçirmiş lakin büyük bir öğretmen gibi davranarak öğrencilerini affetmiştir. seçici olmasından ötürü ben ve neslim onu sadece hababam sınıfındaki semra hoca rolüyle hatırlıyoruz. gönül isterdi ki daha çok filmde rol alsın, daha çok görelim o gül cemalini.
asıl adı akil öztuna olan hababam sınıfının gözleri iyi görmeyen felsefe hocası. 70 yaşından sonra atıldığı yeşilçam macerasında 4 filmde oynamış ve bu 4 filmin 3 tanesinde kendi adını kullanmıştır akil öztuna. ilk filmi olan hababam sınıfında lütfü hoca olarak tanıtılır fakat serinin devamındaki iki filmde ise (hababam sınıfı sınıfta kaldı ve hababam sınıfı uyanıyor) akil hoca olarak yola devam eder. hababam sınıfı serisindeki 3 film dışında bir de unutulmaz tosun paşa filminde rol almıştır. orada da tellioğullarının babasını canlandırmıştır. lakin seferoğullarıyla yaşanan kavga esnasında başına aldığı darbe neticesinde hafızasını kaybeder ve kemal sunalı, yani filmdeki adıyla şabanı babası zannetmeye başlar. yaşlılığın getirdiği hastalıklardan ötürü sinema macerası uzun sürmemiştir.
ölü ünlüleri diriltmeyi, diri ünlüleri ise yaşarken öldürmeyi gelenek haline getiren insanoğlunun son kurbanıdır kendisi. öldü mü, ölmedi mi bilemem ama son 2 günde şöhreti kat kat artmıştır. öldüyse toprağı bol olsun, yaşıyorsa Allah selamet versin.
fatih at pazarı'nda hizmet veren bir nargile cafe. biraz salaş olsa da çalışanlar öyle sıcak ve samimidir ki kendinizi evinizde gibi hissedersiniz. mekanın müşteri profilini müdavimleri oluşturmakta. her gidişinizde aynı yüzlerle karşılaşmak sizi şaşırtmaz o yüzden. hemen hemen tüm müşterilerin kendine özel marpucu vardır ve üzerlerinde adları yazar. 3 tütün türünü de bulabilmek mümkün mekanda.(bahreyn, nakhla ve al fakher) genelde nakhla elma, nakhla cappuccino ve al fakher elma tercih edilen tütünler. mekan sahipleri ibrahim abi ve mustafa abi, küçük ve büyük metin, közcü bedo, çaycı hacı abi ile birlikte gidip görülmesi gereken bir yer. biraz erkek egemen olsa da arada bayan müşteriler görmek mümkün. ve eğer mekanın müdavimi olursanız hesapta indirim ve maç parası ödememe gibi lükslere sahip olabilirsiniz.