bilindiği gibi sözlük yazarlarının ikinci bir hasap açması yasak. bir şekilde açık ediyorlar kendilerini. şikayet geliyor, ip'den anlaşılıyor, vs.
yamulmuyosam açanın iki hasabı da siliniyor (veya biri siliniyor diğeri çaylak yapılıyor.)
peki sıradan bir yazarın değil de moderasyondan birinin sahte hesap açmasının önüne nasıl geçiliyor?
nasıl bir kontrol mekanizması bunu engelliyor?
alt cizgi, yan keski, köşeli parantez, ampersand, apostrof gibi sözlüğümüze hiçbir katkı sağlayamayacak, anlamsız işaretler ile iş güç/slogan bölümünü doldurmaktır.
bilindiği gibi bu bölüm sözlük yönetiminin yazarların kullanımı için sunduğu nimetlerin başında gelir ancak bazı kötü niyetli kişiler bunu hep yanlış şekilde kullanmakta ve gösterilen iyi niyeti suistimal etmektedir.
böyle art niyetli yazarların bize verebileceği hiçbir şey yoktur.
sorarım size bugün iş/güç slogan bölümüne yan keski koyan yarın neler yapmaz ?
bilumum saçma sapan işaret vasıtasıyla cemiyetimizin altını oyan bu kişiler bir an önce toplumdan ayıklanmalıdır.
çok şükür ki özel mesaj gibi sadece mesajlaşan iki kişiyi ilgilendiren bir olayı bile dert edinip harekete geçen bir yönetimimiz var.
"yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın." mantalitesi ile toplanan 'september Group' * adı da verilen bir grup sosyal bilimcinin ortaya koydukları fikirlere uygun gördükleri sıfat. (daha sonra 'analitik maksizm' olarak literatüre geçmiştir)
bakıldığında çok farklı fikriyatlara sahip bu isimlerin ortak bir görüş üzerinde hemfikir olmaları pek mümkün görülmüyor.
zaten bu gruptan herkesin hemfikir olduğu şeyler çıkmadı. (hatta en büyük eleştirilerini yine kendi içlerinden aldılar.)
çıkış noktaları marksizm eleştirisi gibi görülse dahi yaptıkları şey marksizm savunmasından ileri olamamıştır.
misal grubun en koyu marksistlerinden gerald cohen, marks'ın tarihsel materyalizm anlayışını savunurken ekonomik determinizmi (cohen teknolojik determinizm diyor) reddetmemiş ama bunun otu boku ekonomik gelişme ile açıklama anlamına gelmeyeceğini sadece bir öncelik (nedensellik) bağı bulunduğunu kanıtlamaya çaba harcamış.
ve bunları yaparken bizzat döneminde marksizm eleştirisi için kullanılan mantıkları kullanmıştır.
ancak -marksist arkadaşlar tersini söylecek olsalar da- bana göre cohen ne marksizmin bu indirgemeci bakışını aşabilmiş (ki böyle bir niyeti de yok) ne de bu determinist bakışı temellendirebilmiştir.
dediğim gibi grup içinde çok farklı düşünceler var.
bir bölümü Karl Popper, Harry Burrows Acton, John Plamenatz gibi düşünürlerin marksizm eleştirilerini analitik felsefenin araçları ile çürütmeye çalışmış.
kimileri metodolojik bireyselcilik, rasyonel tercih teorisi, oyun teorisi gibi şeyleri marksizme eklemlemeye çalışmış.
bazıları tarihsel maddeciliği, hegel'den devralınan diyalektiği, alt yapı üst yapı kuramlarını, proletarya diktatörlüğünü reddetmiş.
vs. vs...
"şimdi bunlar gidince ortada marksizmle ilgili ne kalıyor?" diyebilirsiniz, haksız değilsiniz.
zaten grubun bir bölümü marksizme salt egaliteryanist anlayış ile yaklaşıp bir çeşit ahlak felsefesi haline getirmeye çalışmaktan da geri durmamış.
zaman içinde bu gruptakilerin bir çoğu marksizmin ne teoride ne pratikte savunulacak hiçbir tarafının kalmadığını itiraf ederek "artık yeni şeyler söylememiz lazım" demişlerdir. *
bu grup ile ilgili ülkemizden herhangi bir eleştiri çıktı mı? haberdar değilim. (veya bunların varlığından kimse haberdar mı?)
son 50-60 yılda çıkan farklı düşüncelere karşı herhangi bir argüman üretemeyip ancak 'burjuva ideolojisi' yaftası yapıştırarak ötekileştirme yolunu seçenlerin pek ilgileneceğini de sanmıyorum.
bir de cahilliği yüzünden ortada bir hakaret olduğunu sanıp kendince karşılık vermeye çalışanlar var ki bu 'ne dediğini anlamıyorum ama haksızsın' ekolünden gelenler olmasa böyle sıkıcı konuların nasıl şenlenirdi bilmiyorum.
niye yok? çünkü liberalizmin merkezinde marksizmde olduğu gibi bir çözümleme yok.
analitik felsefe hegelyen felsefenin karşıtı olarak ortaya çıktıkmıştır.
bu yüzden hem genel olarak hegelci idealist felsefe hem de özelde -materyalist olsa da- marksist felsefe analitik felsefenin alanına girer. (girer demeyelim de çakışır diyelim)
marksizm ile analitik felsefeyi(ve mantıksal pozitivizmi) birleştirmeye çalışanlar da olmuştur.
önceleri kısıtlı ve kişisel olan bu çalışmalar (Otto Neurath gibi ) daha sonra analitik marksizm akımı ile daha derli toplu bir hale gelmiştir. (bazı kaynaklarda 'analitik marksist okul' olarak geçse de tam anlamıyla bir ekol değildir)
tabii ki mantıksal pozitivizmi ve mirasçısı olan analitik felsefeyi benimsemiş liberal düşünürler vardır (hatta bu alanın öncüleri genel olarak liberaldir dersek abartmış olmayız) ancak bunlar iki alakasız konudur. (bir insanın siyahi ve kadın olması gibi)
şimdi iki isim var ki (liberal John Rawls ve liberter Robert Nozick) yukarıdaki genellemeyi kırıyormuş gibi görünüyorlar. ancak bunların çalışmalarında da 'analitik liberalizm' gibi bir akım (veya görüşe) rastlamıyoruz (zaten böyle bir savları da yok). sadece analitik felsefenin araçlarını kullanıyorlar, bu kadar.
sözlüklerarası siyasette daha etkili bir konuma yükselmemizi sağlayacak öneri.
başarısız '21 aralık darbesi' sonrasında ekşi sözlük'te oluşan olağanüstü durum düşünülünce neden yapılması gerektiği sanıyorum ki daha iyi anlaşılacaktır.
sözlüğümüz en yakın zamanda bu darbe girişiminin bütün aktörlerine -koşulsuz- siyasi sığınma hakkı sağlamalıdır.
uludag sözlük olarak inisiyatif kullanıp, böylesi haklı bir hareketin öncülerine, olası bir yargılanma kepazeliği başlamadan kucak açmalıyız.
eğer arzu ederlerse devrimci faaliyetlerini buradan devam ettirmelerine de olanak sağlanmalı ve böylesi kahraman insanları kaybetmemek için bütün imkanlarımız seferber edilmelidir.
kendine ait görüşleri, fikirleri, ideolojisi, tavrı, tarzı, çevresi, sevdikleri, sevmedikleri, dostları, düşmanları, aidiyetleri, hırsları, kompleksleri, alışkanlıkları, vs. bulunan, yani sıradan -hepimiz gibi- bir insan olan kişi moderasyon asası başına değdirilir değdirilmez tarafsız, kadim bir meleğe dönüşüverir.
zaman zaman gerçekleşiyor böyle mucizeler.
sorgulamamak, iman etmek lazım...
kenan evren halen hayattayken, bilinçsizce cumhurbaşkanı adayı aramaktır.
ve zannımca mansaız bir eylemdir.
kenan evren gibi bu ülkeye yıllarca hizmet etmiş, büyük bir insan dururken, hala 'cumhurbaşkanı kim olmalı?' türü tartışmalar yürütmek boşuna mesai harcamaktır.
bir cumhurbaşkanında olması gereken bütün özellikler kenan paşa'da mevcuttur.
yıllarca bu makamda bulunmuş, her tür protokol kuralını bilen bir kişi olarak yabancılık çekmeyeceği de aşikardır.
paşamız uzun zamandır istirahat buyurduğu için şu anda böylesi bir görevi gayet rahat sırtlanabilir.
yıllarca hiç bir fedakarlıktan kaçınmadığı bilinen paşamızın bu vazifeyi de canı gönülden kabul edeceğine ve elini taşın altına sokma iradesini bir kez daha göstereceğine dair benim hiç bir şüphem bulunmamaktadır.
yıllarca kahrımızı çeken kenan evren'e böylesi bir jest yapmak ülkemizde kadir kıymet bilindiğinin göstergesi olacak ve nice yeni kenan evren'i yüreklendirecektir.
eğer kanuni bir pürüz söz konusu ise bunu aşmak için en kısa zamanda harekete geçilmeli ve çankaya köşkü onu gerçekten hak eden yüce bir insana bırakılmalıdır.
misal hayali bir sözlükte (adı 'olimpos sözlük' olsun) bir konuda bir tartışma çıkmış iki yazar tartışıyor, biri 'recep ivedik' diğeri 'clk 500'.
atıyorum clk 500, bu tartışmayı -çeşitli nedenlerden ötürü- düzgün bir şekilde sürdürmek istemiyor.
peki clk bu durumda hangi yollara baş vurabilir?
-konuyu başka yönlere çekebilir.
-tartışmayı piç edebilir.
-çeşitli fallacy yöntemlerine başvurbilir.
-recep'in entrylerini eksi oylayabilir.
-recep'in aslında ne kadar mal olduğunu kanıtlamaya mesai harcayabilir.
-mevzuyu değiştirip direk recep'e laf sokmaya çalışabilir.
-recep'in konu ile ilgili mesajlarına cevap vermeyebilir. (birlikte yaşamak için asgari ahlaki kurallar gereklidir ama herkes terbiye sahibi olacak diye bir zorunluluk yok.)
-vs...
bunların hiç biri takdir edilecek davranışlar değil ama format dışına çıkılmadığı sürece hepsi yapılabilir.
clk bunların hiç birine tenezzül etmeye de bilir. aynı şeyleri recep'de yapabilir.
Case-2:
her şey aynı ancak bu sefer 'clk 500' olimpos'un yöneticilerinden biri olsun.
bu durumda üstteki maddeler aynı şekilde durmakla beraber clk, recep'in yapamayacağı başka neler yapabilir?
-recep girdiğinde direkt silinecek entryleri clk girebilir.
-recep'in başlıklarını değiştirebilir.
-recep'in entrylerini editleyebilir.
-recep'in başlıklarının sol frame gelmesini engelleyebilir.
-recep'in gammazladığı entryleri iplemeyebilir.
-tartışmanın seviyeyisini düşürüp recep'i hakaret sınırlarına çekerek çaylak yapılmasını sağlayabilir.
-gammazlananlarla bizzat kendi ilgilendiği için format dışında entry girebilir.
-alakalı alakasız entry, ukte, başlık silebilir.
-vs...
yine aynı şekilde clk bunların hiç birine tenezzül dahi etmeyebilir ama birini ya da bir kaçını yapsa da kolay kolay kimsenin ruhu duymaz.
clk özünde iyi biri de olabilir denyonun teki de.
ama bu önemsizdir zira elinde böyle bir güç olduğu sürece karanlık tarafa geçmesi an meselesidir.
not: böylesi özgürlükçü * bir görüş için örnek temsil eden clk'ya teşekkürü bir borç bilirim.
fast food jenerasyonudur ve gözlemlediğim kadarı ile gençliğin ciddi bir bölümünü oluşturmaktadır.
şahsen ben pilav üstü az kuru yememiş insanın damak zevkinden şüphe ederim.
esnaf lokantası kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. bu yok olmaya yüz tutmuş güzelliğin korunumu sadece esnaf ve zanaatkarlara bırakılmamalı, her türk hayatında en az bir kere esnaf lokantasına gitmelidir.
fi tarihinde yenilen bir dizi ayarın kişiyi derin bir psikoza sürüklemesi sonucunda ayar verenin istisnasız her başlığına, gördüğü her entrysine laf yetiştirmeye çalışma çabasıdır.
psikoloji ihtisasım psy 101 ve 102'den ibaret olsa da bunun o obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu başlangıcı olduğunu söyleyebilirim.
---kestik---
ayardan kastım az çok okuma yazma bilen ve tek parmak da olsa klavye kullanabilen herkesin sözlükte 3-5 dakika geçirmesi sonucunda girebileceği bakınızlar değildir.
bir fikir vermesi babında: (#105266)
---devam---
gezegenimizin üzerinde milyonlarca, belki milyarlarca farklı fikir var ve bunların zaman zaman çarpışmasından daha normal bir şey düşünemiyorum. reel dünyada böyle iken onun bir yansıması olan sözlüklerde de durumun daha başka olmasını bekleyemeyiz.
bir sürü farklı insan ve bu insanların bir dolu farklı görüşü olacaktır: bazıları saçmadır, bazıları sığdır, bazıları yanlıştır. isteyen istediğine katılır istemediğine katılmaz, katılmadığını eleştirebilir, düşünceye muamele yaptığı sürece yerden yere vurabilir, göklere çıkarabilir, vs.
(bu görüşler hakkındaki yargılarımızın(saçma, sığ, vs.) sadece bizim öznel fikirlerimiz olduğunu ve bunlara da isteyenin katılıp isteyenin katılmayacağını söylememede sanırım gerek yok.)
işte ayar müessesesi bu tip durumlarda, zaman zaman devreye girebiliyor. biri birinin görüşlerine katılmadığında eğer ki maçası sıkıyorsa o fikirleri alır, katlar, kenara koyar. bunda bir yanlışlık yok.
misal "hububat fiyatlarındaki önlenemez artış" konusunda hararetli bir tartışma sürerken biri çıkıp kendince bir analiz yapıyor ve doğal olarak bunu insanlık* ile paylaşıyor, diğeride bunu görüp daha paketi açılmadan bu görüşün altından dayanağını çekiveriyor. konu ile bağlantılı diğer başlıklarda da benzer ayarlar devam ediyor, vs.
başlık ile resmedilmeye çalışan yazar işte tam burada devreye giriyor. fark ediyorsun ki konuya "bende yazarım, bende ayar verebilirim" mantalitesinde yaklaşan kişi bir an olsun ensenden ayrılmamaya başlamış.
konu 'hububat fiyatları' olmasına rağmen "ben seni yerim" seviyesine inmiş.
tartışma, 'laf soksam da rahatlasam' sığlıgına dödürülmüş. adeta bir sidik yarışına başlanmış.
bir bakıyorsun her başlığına laf yetiştirilmeye çalışılıyor, her entryne acaba bana mı laf koydu gibisinden yaklaşılıyor, senin bir entry girdiğin başlığında elemanın beş entryisi bulunuyor.
sürekli bir şeyleri yalnış* yazman, kötü bir espri yapman, vs. bekleniyor.
otla atıyorsun, ilk gelen ayarzedemiz oluyor. şarkı sözü giriyorsun "böyle şarkı olmaz olsun" yazıyor. kendince espri yapıyorsun "buna mı gülecez şimdi?" diyor.
açık yakalanamadıkça seviye düşüyor, seviye düştükçe iş hakarete varmaya başlıyor...
(yor, yor, yor, devam etmişiz ben bile sıkıldım.)
hayır anlamadım ki ne kanıtlanmaya çalışılıyor?
bu nasıl bir hazımsızlıktır yahu? nasıl bir ezikliktir?
"bükemediğin eli öpeceksin, koçum!" demiyor ki kimse. 'altta kalma', 'üste çıkma' meselesi değil ki bu.
rahat olun biraz yahu daha ne ayarlar alırsınız, ne ayarlar verirsiniz. hayat ne güzel vapurlar falan... **
(düzeltiyorum yukarıda koftiden de olsa bilimsel bir yaklaşım sergilediğimiz için "ezik" demek bize yakışmaz 'nevi şahsına munhasır' diyelim.)
kimi bünyelerin en son tercihleri de olsa başvuracağı bir beddua.
insanların farklı görüşleri, farklı bakış açıları vardır. bunlar kimi zaman çatışabilir, bu çatışmadan ortaya yeni şeyler de çıkabilir, eski durum olduğu gibi devam da edebilir.
aynı olaya başka başka kişiler, başka başka yorumlar getirebilir. kimisi konuya özgürlük açısından yaklaşır, kimisi eşitlik, kimisi milli çıkar, kimisi gelenekler, vs.
aynı değerler ile aynı bakış açısından konuya yaklaşan kişiler bile farklı sonuçlar elde edebilirler. hangisinin doğru olduğu da tamamen bakan kişinin öznel fikridir.
bunlarda yanlış, sakat, kötü birşey göremiyorum.
yukarıda adı geçmeyen ama işin ehlinin anlamış olduğu 'paradigma' fikri de eleştirilemez değildir. bir kabuldür, bunu anlamlı bulmayan eleştirisi yapar, başkasında karşı eleştiri getirir.
(bulunduğumuz platformda dahi hem genel olarak paradigma kuramı hem de özelde thomas kuhn eleştirileri yapılmıştır, yapılmaktadır, yapılacaktır.)
bu tartışmalar sonucunda ortaya bir bok çıkmadığı da olur, tarafların çeşitli edinimler ile ortamdan ayrıldıkları da.
dediğim gibi bu görüşlerin hepsi eleştirilebilir, kendince çürütülebilir, internet jargonunu kullanır isek: ayardan ayara koşulabilir.
ancak bunları "çokmak sokmak" olarak görmek bambaşka bir durum.
"ben bunu düşünüyorum ama kimse bana karşı çıkmasın." demek mızıkçı çocuk davranışıdır.
eğer fikirlerinizi dolaşıma sokuyorsanız önceden bilirsiniz ki bazıları karşı çıkacak, bazıları beğenecek, kimisi alkışlayacak, kimisi itin kıçına sokup çıkartacak.
bunlar olunca sizde kontra eleştiriler getirirsiniz ve bu böyle sürüp gider.
yoksa tartışmayı piç etmek okadar kolay ki. bir çok yolu var (çoğunu kimse fark bile etmez), 'fallacy for dummies' ayarında kitapları bile var bu işin.
sıkışınca bunlara başvuracaksanız hiç başlamayın, gidin futbol muhabbeti yapın, ne bileyim börtü böcek araştırın, yedi göllerde trekking yapın, vs. faaliyet çok.
"bu tip yollara başvurmanın nedeni ne olabilir?" diye düşünmeden de edemiyorum ve iki neden bulabiliyorum:
1-) benimsediğiniz görüşlerin savunulacak hiçbir tarafı yoktur.
bunun doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü şimdiye kadar en saçma, en absürd görüşün bile sağlam bir retoriğin biraz fikir ve azıcık bilgi ile harmanlanması sonucunda savunulabilir hale geldiğini hem gözlemledim hem de kişisel olarak deneyimledim.
2-) görüşünüzde bir araz yoktur ama siz onu savunabilecek çaptan yoksunsunuzdur.
eh böyleyse de bir önceki bölümdeki tavsiyelerime dönüyoruz. kimse her konuda laf söylemek zorunda değil. başka mecralar arayın kendinize.
yok sorun bu ise ama "ben vazgeçmem arkadaş" demekte diretiyorsanız başlığın ilk entrysindeki ukalalığıma başvurun.
yeterli olmaz ise tanıdığım bir hoca var, okuyup üflediği kişiler katti suretle ayar almıyormuş. isterseniz bir seans ayarlarız.
alakasız not:
"sessiz sedasız eksilemek" ne demek? ben pek anlamadım.
sözlükte verilen oyun 'açık' veya 'gizli' olması arzuya bağlı mıydı da birileri gizli gizli oy vermiş?
(böyle idi ise gerçekten sinsice oy verenleri çok ayıpladım.)
"vatandaş oy ver!" propagandasının ucu size dokununca rahatsız mı oldunuz?
nalıncı keseri gibi her şeyi kendinize mi yontuyorsunuz?
o değilde oy verenin kim olduğu bizim gibi sıradan yurttaşların bilemediği bir şey. (ki daha önce bunun değiştirilmesini istemiştim: (#665412))
peki algı dünyası bizden üç-beş arşın yüksek olan moderasyon bunları bilebiliyor mu?
bilebiliyor ise bu enformasyonu, çaresiz kaldığında kullanılacak bir cephane olarak mı görmekte?
bunlar kafamı kurcalarken gittim fethi amcanın mezarının başına ve sordum "amca tarafsızlık nasıl bir şey? bende bir gün sahip olabilir miyim bu erdeme?" diye. ama bir cevap gelmedi, üzüldüm, ağladım. (oysa sırlar dünyasında hep farklı gelişirdi böyle şeyler.)
sonra bizim kankaya sordum "tarafsızlık hangi tarafa düşer hemşo?" gibilerinden. o da "bırak olum bu işleri! gel şurda iki duble yuvarlayalım, bak gör ne tarafın kalacak ne başka bir şey." dedi.
'ben böyle başlığa entry girmem arkadaş' mantalitesinin daha patalojik bir versiyonuna sahip olan, hiçbir başlığı beğenmeyen, başkasının açtığı başlığın altına entry girerken huzursuzlanan adeta rahatsızlık hisseden yazardır.
megolamandır, narsisistik kisilik bozuklugu belirtileri göstermektedir.
oysaki sözlükler kardeşlik türkülerinin dillendirildiği, kişisel başarıdan öte takım çalışmasının mühim olduğu ortamlardır.
Tren tarifesi değil tabii, kaç gündür tartıştığımız şu 1925-1945 dönemi... Bazı kişiler, 'o dönemde Rusya'da komünizm, Almanya, italya ve Portekiz'de faşizm vardı, demek ki biz daha ileriydik' diyorlar. Eksik söylüyorlar, o dönemin faşist ülkelerine Macaristan ve Romanya'yı da katalım. Sonradan ispanya'yı da ekleyelim. Dilerseniz bir süre Yunanistan da girer. Savaş yıllarında Fransa da girer, Norveç de.
Bütün bu rejimler yıkılmış, biz ayakta kalmışız. Kalmışız da nasıl kalmışız, kör topal da olsa bir demokrasiye geçerek ve fakat üç kere anayasa değiştirerek, tam altı kere de darbe girişimi yaşayarak... Bunlardan dördü 'başarılı' da oldu.
Yani, 1925-1945 arası Türkiye'de faşizm olmadığını belirtiyorlar.
Şöyle bir bakalım: Evet, bizde toplama kampları yoktu ve Yahudi kesilmedi (Aşkale'deki 'masum' taş kırma kampını ve Yahudi'yi kesmek yerine 'parasını sızdırmak' eylemini saymazsak!)
Ne vardı? Tek parti diktası var mıydı? Vardı.
Muhalefet yasak mıydı? Yasaktı. Düşünce özgürlüğü var mıydı? Yoktu. Basın özgürlüğü var mıydı? Yoktu. Haberleşme özgürlüğü var mıydı? Yoktu.
Birkaç aylığına bir muhalefet partisinin kurulmasına izin verildi ve fakat 'akabinde' kendi kendini kapatmaya zorlandı mı? Zorlandı.
'Takrir-i Sükun Kanunu' yürürlükte miydi? Yürürlükteydi. istiklal Mahkemeleri 'gayrı kabil-i temyiz' olarak adam asıyorlar mıydı? Asıyorlardı.
(Buna karşılık cumhuriyetin ilk iki yılında muhalefet partileri var mıydı? Vardı. Komünist Partisi serbest miydi? Serbestti. Moskova'ya üniversite okumaya öğrenci bile gidiyor muydu? Gidiyordu.)
Tartışmasız tek lider var mıydı? Evet. Lideri tanrılaştırma, putlaştırma var mıydı? Evet. Daha sonra liderin yerin geçen 'yavru lider' bu kez ilkini silip artık kendisinin putlaştırılmasını istedi mi? istedi. Paralardan bile Atatürk'ün resmini kaldırıp yerine kendi resmini koydu mu? Koydu. (Atatürk onu başbakanlıktan kovmuş muydu? Kovmuştu. Defterinden silmiş miydi? Silmişti. Bu yüzden dargın mıydılar? Dargındılar.)
'Devlet kapitalizmi' uygulandı mı? Uygulandı. Tekeller kuruldu mu? Kuruldu. Birçok kalemde ithalat yasağı var mıydı? Vardı. Ekonomide 'otarşi', yani kendi kendine yetme, kendi yağıyla kavrulma politikası tercih edildi mi? Edildi. Bu yüzden tüketici 'kötü mal' kullanmak zorunda kaldı mı? Kaldı. Sonunda bu kadar baskıya ve ezilmeye dayanamayan çiftçi ve tüccar 'şarladı' mı? Şarladı.
Devlet vatandaşın ne giyeceğine, nasıl örtüneceğine, aşk mektuplarında bile hangi yazıyı kullanacağına karıştı mı? Karıştı.
Sosyalizm kesinlikle yasak mıydı? Yasaktı. işçi hakkı var mıydı? Yoktu. Grev hakkı var mıydı? Yoktu. Lokavt hakkı var mıydı? Yoktu. Memurdan başka herhangi bir çalışana iş güvenliği var mıydı? Hayır. Sendika var mıydı? Hayır. Sigorta var mıydı? Hayır. Kıdem tazminatı var mıydı? Hayır. Köylüye angarya var mıydı? Evet. Jandarma dayağı var mıydı? Evet. Sonunda bu kadar baskıya ve eziyete dayanamayan köylü kendini tüccarın kollarına attı mı? Attı.
Hiciv bile yasak mıydı? Evet. Devlet büyüklerine yönelik güldürü şiiri bile yazan kodese tıkılıyor muydu? Evet.
Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve kardeşi, hiçbir ilgileri olmadığı halde 'askeri isyana teşvik' suçundan haksız yere çok ağır hapis cezaları aldılar mı? Aldılar. (Onları affeden, salıveren, iktidar değişince Adnan Menderes olmadı mı? Oldu. Karşıdevrim başlamıştı...)
imdi, bu dönemi savunan sosyalist bozuntuları, atalarını, ağababalarını inim inleten, sürüm sürüm süründüren bu dönemin yöneticilerini yerlere göklere sığdıramıyorlar mı? Sığdıramıyorlar. Emekçinin en küçük bir hakkının ve güvencesinin olmadığı bu dönemi bir tür 'altın çağ' olarak algılıyorlar mı? Algılıyorlar. Utanmadan kendilerine de solcu mu diyorlar? Onu da diyorlar.
Şu faşizmin 'tanımını' yeniden bir yapsalar da öğrensek... Yoksa Google'a mı soralım?
google'ın bakir bir alan olan bakınız piyasayası için ürettiği son model ayar bakınızı.
google'ın diğer ürünlerine de hakim olan sadelik ve basitlik burada da gözlemlenebiliyor. zaten firmanın ana stratejisi 'en sıradan, en sığ insanın bile kullanabileceği şeyler üretmek' olduğu için buna şaşırmak anlamsız olur.
google'ın bu konudaki ilk ürünü olduğu için bazı sorunları yok değil ancak sürekli bu işe kafa yoran çalışanları sayesinde kısa sürede bu sorunlar aşılacağa benziyor.
özellikle 'versiyon 3.5' yaması ile bu sorunların büyük bir kısmının ortadan kalktığını söyleyebilirim.
genel olarak derin bir mana veya ince bir espri içermediği için çogu başlığa girilebilir.
bu gelişmeler sürer ise tahmin ediyorum ki google'ın desteğini arkasına alan herkes(yüzeyseller dahil) iki üç yıla ayar verebilecek seviyeye ulaşacaktır.
3-5 satırı geçen her entryi derin bir bilgi birikimi ve ince bir zekanın ürünü sanan insandır.
bu uuserlar genelde 3-5 satırı geçen hiçbir entryi okumayan, kendi de şimdiye kadar bu sınırı geçmemiş kişiler olarak 'emeğe saygı' denen ilginç bir felsefe ile alayına şukela dağıtır, artı oya boğarlar.
böylelerinin kitiapları da kalınlığına göre sınıflandırdığı bilinmektedir. *
çok mühim bir şeymiş gibi her tür ironiden anladığını olur olmaz herkes ile paylaşan, üstüne ironiden anlamayan insanları hor görüp aşşagılayan yazar modelinin olağan davranışıdır.
anladın da ne oldu lan? vatana millete ne faydan dokundu?
böylelerinin birlik beraberlik bilinci gelişmemiştir. elitisttirler, halka yabancıdırlar.
bunların bize faydadan çok zararı vardır.
bilinmelidir ki: ironiden anlasın anlamasın hepsi bizim yazarımız, hepsi bizim evlatlarımız.
suni kimlikler ile araya fitne fesat sokmak, "ben anlarım, sen anlamazsın!" diyerek ayrım yapmak kötü niyetli olunduğunun ifadesidir.
böylece torbacı kendine çekiduzen verir ve bir daha böyle bir yanlış yapmaz.
çünkü TÜKETiCiNiN KORUNMASI kanunu şöyle der:
madde 4: "Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir.
Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir."
madde 24: "Satışa sunulan bir seri malın ayıplı olması durumunda Bakanlık, tüketiciler veya tüketici örgütleri, ayıplı seri malın üretiminin ve satışının durdurulması ve satış amacıyla elinde bulunduranlardan toplatılması için dava açabilir.
Satışa sunulan bir seri malın ayıplı olduğunun mahkeme kararı ile tespit edilmesi halinde, malın satışı geçici olarak durdurulur."
şüphesiz ki bilincli tuketici olmaya giden yol bu tip hareketlerden geçer.
resume hazırlarken hiçbir özelliğini atlamak istemeyen, 'prezantablım, grup çalışmalarına yatkınım' deyip geçmek ile yetinmeyen insandır.
yakın tarihte irlanda'da yapılan bir araştırma gösteriyor ki ironiden anlayanlar insan ilişkilerinde, anlamayanlara oranla daha başarılı.
ayrıca üst düzey eğitimini, hırsı ve ironiden anlaması ile harmanlayan insanların kariyer basamaklarını daha hızlı çıktığı da istatistiksel bir gerçek.
görüldüğü gibi ironiden anlayan insanlar yarışa rakiplerinin bir adım önünde başlıyor.