çok çeşitli nedenler bir yana, insan evvela, gereklilikten ölür. ölüm bir gereklilik halini almıştır. hatta denilebilir ki, dünyada tek doğru, ölümdür. doğrulanabilir olan tek doğru. çünkü kesindir. insan cansız nesne değildir. cana sahiptir. cana sahip olan herkesin bu doğruya ulaşması kaçınılmazdır. insan tabiat gereği ölür. bu sorunun güzelliği bir tarafa bırakılırsa, bana kalırsa, üzerinde düşünülmesi gereken asıl sorunun, insanın niçin yaşadığıdır.. niçin yaşıyoruz? bir sebep bulamazsak intihara meyil edeceğiz. fakat yaşamamızın bir sebebi olmalıdır. intihar da, camus'ya göre saçmadır. hayata fırlatıldık ve saçmalıklarla baş başa kaldık. bu saçmalara katlanamayan insan, çoğunlukla tabiatı gereği elbet ölür.
benim için hiçbir etkisi, hiçbir anlamı ve hatta hiçbir yararı olmayan mefhum. toplumumuzda işlevsiz hale getirilen bir kelime. türkiye'de yalnız kelime biçiminde yaşayan bir mefhum. öyle ki, kendisinden çok kelimesiyle karşılaşıyoruz.
bir de şöyle bir anlayış var ki, o da mahallere, sokaklara, caddelere, otogarlara, köprülere bu ismin verilerek belirtilen sahnede, çevrede veyahut mekanda kelimenin esasının yaşadığı yönündeki çarpıklıktır. hakikatte, asıl önemli olan teori değil uygulamadır. hakikatte teorinin varlığından söz edilir. fakat teorinin gerçekliğinin doğrulanması şarttır. doğrulanma gerçekleşmediği müddetçe, teorinin doğru gösterilmesi ve bundan çıkar sağlanması, kitlelerin uyuşturulmasıdır.
bugüne kadar demokrasiyle hiç karşılaşmadık. karşılaşsak ne olurdu acaba...
eğitim yeri değildir. insan aklını tertibe, nizama sokma yeridir. insanın zehirlendiği yerdir. aklın devlete teslim edildiği yerdir. dünyanın bütün yerleri için geçerlidir. denebilir ki, okulsuz bir toplum düşünülemez, fakat hakikatte kişiyi ilerleten kendi kuracağı okuldur. müfredatı belirlenmiş, belli zihinlerin süzgecinden geçmiş mahsulleri zihinlere sınıf sınıf aşılama yeridir okul. gitmeyiniz. kendi okulunuzu kendiniz kurunuz. bu hem devlete aynı zamanda verili düzene karşı gelimdir. verili düzenin yıkımı için bu şarttır. "devlet dersinde öldürülen çocuklardan" kasıt bu tür yerlerde okuyanlardır. günümüzde okul, işlevini yitirmiş bir hapishaneden ibarettir. girdik mi, çıkması pek mümkün olmayan bir hapishane.
çoğu kaynakça doğrulanan bilgi. bunu anlamak için mesnevi okumak kafidir. hatta mesnevi okunduktan sonra, mevlana'nın çocuklar hakkında dahi sapkınlıkları görülecektir. eşcinsel olsun veya olmasın, ne fark eder anlamıyorum. toplum bunu niçin kabullenemiyor? dinle bağıntısı olan bir kimse farklı yönelimleri tercih etmiş olamaz mı? ayrıca, mevlana eşcinsel kabul edilince, gözünüzde değeri düşecek midir?
okunduğunda farkına varılacak ilk şey, çoğunun mitoloji başta olmak üzere birbirlerinden beslendikleridir. yazarları bizler gibi bir insan. üzerinde asıl durulması gereken nokta, insanlar, böyle kitapları niçin yazma gereğinde bulundular? burada hakimiyet kurma akla ilk gelen nedenlerden. detay için (bkz: tarihte tanrı fikrinin doğuşu)
durağanlığın hakim olduğu dünya için ihtiyaçtır. savaş, ihtiyaçlardan doğar ve dönüşümün (marx'ın sözünü ettiği dönüşüm) en etkili adımıdır.
"sizlere çalışmayı değil, kavgayı öğütlüyorum. sizlere barışı değil, zaferi öğütlüyorum. çalışmanız bir savaş, barışınız bir zafer olmalı." *
"Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. işte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz."
cümlelerini de içerisinde barındıran oğuz atay kitabı.
ben de ilkyaz şikayetçilerindenim. sevmiyorum yaz aylarını. ya da yaşamayı bilmiyorum. çünkü sürekli çalışıyorum. insanların gezip dolaştığı, günün uzun saatlerini bitiremediği günlerde, ben sıcaktan terleye terleye geçirip bitiriyorum her günü. bilmiyorum. yine de tadına varamıyorum. bazen dışarı çıkıp eğlenmeye çalışıyorum. mesela şöyle bir deniz kenarına gidiyorum ilkin, insanları seyrediyorum. doğrusu yüzesim de geliyor ama yüzmeyi bilmiyorum. ne halt etmeye çabalıyorsam çırpınıyorsam denizin içinde bilmiyorum. sonra çıkıp şezlongun üzerine uzanıyorum. gözlüğümü takıyor, kitap okuyorum. uzanıyorum. ama yine de olmuyor. çıkmıyor yazın tadı. ben bir ilkyaz şikayetçisiyim. içimde ve dışımda ve etrafımda binlerce ama binlerce insan yığını var. en başta dediğim gibi, insanlar geziyor, tozuyor; ben ise insanlara gülümsemek zorundayım. yine de çıkaramıyorum bir yazın tadını. bu yazda bitmek üzere. bitsin, bitsin de defolsun gitsin. artık güz gelsin, güzü özledim.
etkileyici,romantizm ilkeleri göz önünde bulundurularak yazılmış bir kitap. romanda iyi-kötü çatışmasına yer veriliyor. edmond dantes tiplemesi, unutulmaz.
insanlar, her zaman insanlar. insanlar kadar arabalar, taksiler, bisikletler... bir de yapraklarını şu aylarda dökmeye başlayan ihtiyar ve yorgun ağaçlar...
"güzel kadınları severim
işçi kadınları da severim
güzel işçi kadınları daha çok severim"
dizelerine sahip, bir dönem türk edebiyatı şiirine yenilik getirmiş, ancak şiir anlayışındaki sadelik, basitlik ve gündelik sözlerden dolayı ikinci yenilere mağlup olmuş şair.