savaşın eğlence, gündelik hayata dahil, basit bir şey gibi sunulmaması gerektiğini savunan görüşün, bir cümle olarak özetlenebilir hali.
hele bir ülkenin kayıpları, böyle ucuz amaçlar güden bir biçimde asla sunulmamalıdır, nasıl bir medya anlayışıdır, neye veya kimlere hizmet etmektedirler ? mutlaka düşünülmelidir.
"inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın" sözü bağlamında ele alınan insanlardır.
şimdi bazı kıtırpiyoz dostlarımız var hayatta. bu dostlarımız dünya sistemiyle barışık ve hatta ona tapar halde olduklarından kelli, nimetlerinden de bolca faydalanırlar. en başta hangi alanda ? adam smith'den gelsin; ekonomik.
şimdi bu emice oğullarının ekonomik dertleri yok senim benim gibi. bir insanın tarih boyunca yaşam mücadelesinde en önemli kısmı ne teşkil eder ? ekonomi. aç kalmamak, açıkta kalmamak. şimdi bu adamlar temel sorunu halletmiş neticede ruhlarına mal olsa da.
o zaman bu kıtırpiyoz adamlara çok zaman ve enerji kalıyor birader. bunların işi 577 milyona 10-12 saat çalışma değil. bunların büroları, ofisleri, sekreterleri var, post-modern questler alıyorlar npc'lerden experience toplayarak seviye atlıyorlar. modern cemaatleri bunlara iş diye bir takım taleplerle geliyor, bu spastikuslar da parayı götürüyor. bir tiyatro dönüyor; bedava girsen izlemezsin.
sonra bu kıtırpiyoz adamların hayatlarındaki kullanılabilir hayvani boşluk, bunların canını sıkıyor. canları sıkılınca cemaatlerinin uğraşlarına bakıyorlar. sosyete, zenginler, elitler nelere sarmış diye. işte yogasıydı, platesiydi, bowlingiydi, yat gezileriydi bilmem ne...
ne halt yerlerse yesinler de; bir süre sonra bunlar bu yaşama ve hatta yaşamın bu olduğuna inanır hale geliyorlar. bu birkaç şeye sebep oluyor,
1) senin benim için "açlık, yatacak yer" endişes,, adamların "plates yapamama, yoga yapamama" endişeleriyle aynı noktaya geliyor. adamlar temel kazanımlarını zaten çoktan unutmuşlar. taptıkları modernizmin araç ve amaçlarından yoksun hale gelirlerse, toplumu, ülkeyi, dini her şeyi suçluyorlar; kuduruyorlar.
2) seni beni aşağılıyorlar. yaşadıkları gibi bir hayatın 'normalliğine' inanmış bu denyolar, sana bana burun kıvırıyorlar.
3) birbirlerine dolaylı yoldan, bilinçli/bilinçsiz, "ancak ve ancak yaşadıkları gibi bir yaşamın yaşam olduğu" söylemini enjekte ediyorlar. böylece bu düşünce güçleniyor ve yayılıyor.
misal, işte amerikan televizyonlarında mcchicken yiyerek 400 kilo olmuş dünün kölesi zenci kadınları zayıflatarak kurtaran kahraman beyaz türk mehmet öz, bu yüzden atv ana habere çıktığında, üstünde takım elbisesiyle, şebek gibi yoga hareketleri gösteriyordu canlı yayında.
"böyle bakınız tam şöyle" falan diye. delirmiş bir modernizm kölesiydi karşımdaki, ibadet edercesine ciddi, gözlerini bile kırpmadan, nefes nefese kalacak kadar kasıyor, kendi tanrısına iyi bir kul olmaya çabalıyordu.
kıtırpiyoz doktorumuza benden bir tavsiye, bizim temel gereksinimlerimiz insanlık tarihi start verildiğinden ve koşu başladığından beri olanlarla aynı hala. üstelik müslüman olmamızdan kelli aynı da kalmak durumunda. haa, içimizde burbery eşarp ve bmwx3 jeeplere bağlı gereksinimler oluşturarak, bunları temel addeden kanı bozuklar var evet. ama biz daha ölmedik doktor; neşteri at elinden.
dünyada 37 milyon kişinin, dünya zenginliğinin/maddi gücünün yarısına sahip olduğunu biliyor muyduk ?
yürekli insan işidir. yozlaşma görünce çarpışmak, yozlaşmaya alkış tutuluyorsa uzaklaşmak, "bir modernite sıkıntıları uğruna ya rabb ne güneşler batıyor" diyerek "evlenip londraya gitmek yerine", muhtemelen hakkari'ye falan askere gidecek olmak...
hep bu savaşlardan ileri gelir bunlar.
savaş insanla gelir.
insan savaştıkça oluşur.
melekler sizi konuşur.
şuh kahkahalarla sanal sanal kırıtmayın.
savaşın.
merkezi dünya dışı olan fikri ve duygusal görüş. zira dünya, kesinlikle, kendisini merkez bellemiş bir bireyin refah ve mutlu yaşamasına izin vermez. bireysel veya kurumsal olarak, kişiler kendini merkez olarak pek bir yere kabul ettiremez. yaşam süreci boyunca etkileşim ve temasta bulunduğu çeşitli yerlerden ve şeylerden kovulsa dahi, bir defa merkeze kendi nefslerini ve biricik olduğunu sandıkları varlığını koyan kişiler, kolay kolay merkezi değiştiremeyeceğinden, bir hiçliğin içinde kıvranır dururlar. her şeyden şikayetçi, her şeyi kendi için yaratılmış bilen arsız ve çok konuşan sosyal arızalara dönüşürler. bireyselciliğin delirttiği gönül erkleri olurlar.
müslümanların "rabbleri" için harcadıkları çabaları, göğüs gerdikleri zorlukları, yaptıkları ibadetleri, uydukları emirleri, kendi rabbleri ekseninde uygulayan insanların batıl ve çakma takvalarıdır.
bunu eğer çok mizahi, uçuk, "len ne adamsın" denilecek bir şey olarak görüyorsanız, size hemen bir karşılaştırma üzerinden bunu kanıtlayayım.
çarşaflı kadın, sıcaklarda, güneşin altında, terlese ve bunalsa da, tesettür gereği, allah rızası için çarşafıyla dolaşabilir.
modern ve seküler bir kız, güneşin altında, terlese ve bunalsa ve alaya maruz kalsa da, allah yerine tapmaya başladığı "moda kavramı" için kışlık botlarla gezebilir.
ben ikisini de aynı gün gördüm.
kimse bana ikisinin aynı ilaha taptığını söylemesin.
"şehitler varken neden filistin'e gemi yollanıyor" diyebilen zihniyettir. tipik erken dönem cumhuriyet zihniyetidir. kendi ufak dünyasında bir tarafına bir şey girmemesi kafidir. osmanlı'nın enternasyonel etki alanına vakıf olamamış 'kapalı kutu' zihniyetidir. sanar ki, politikalar birlikte yürütülemez, bir şeye odaklanmak diğer her şeyi gözden kaçırmak demektir. on binlerce eser bulunan yıldız sarayı kütüphanesini yakan özürlü zihniyetin günümüz temsilcileridirler.
tarik abi, gündüzleri alkolsüzlükten titreyerek dolaşır, anlamsız bakışlarla oturduğu yere çökerdi. genç gösterirdi. türk sanat müziği hastasıydı, makamları ezbere bilirdi. bej rengi yazlık şortu ve beyaz polo yaka t-shirt'ü ile akşamı beklerdi. zira akşam tayfası toplanınca içmeye başlardı. "merhaba abi" diye el sıkışıp öpüşürseniz, öperken "sniff" diye koklardı. buna anlam veremezdik. sapık falan da değildi. evliydi, içince karısı eve almazdı olay çıkardı. ince, zayıftı. bayağıdır görmedim.
bâb 2 - "kayalıklardan çıkış"
turan abi esrarcıydı. gece yarısı, yitirdiği yıllarını kazanmak istercesine sarhoşlarla sahilin oradaki kayalıklarda zar atar, çarşıda falan bize rastlayınca kafası güzel bir şekilde "çocuklar zar attım havada kaldı, ama 6'yı gördüm ben; kazandım" derdi. boyacıydı, çok ev boyamıştı, bir kendi hayatı siyah kalmıştı, üstüne bir boya atamamıştı. bayağıdır görmedim.
bâb 3 - "kolonyanın tekrarı"
tevfik abi kovboy şapkasıyla takılırdı, uzunca boyluydu. güneşin altında esmer değil; ıstakoz gibi kıpkırmızı gezerdi. eskiden havaalanında çalıştığına hatta pilot olduğuna dair söylentiler var. bir kere rastlamıştık da, "çocuklar benim işim zor, sizin gibi değilim, kuru da var yaş da var bende, mesela bir arkadaşımın babası hasta, gelen giden kolonya getirmiş, onları içtik" derdi. "yuh" derdik içimizden de, dışımızdan susardık. biz sustukça, ezip geçen hayatın postallarının altına yapışmış bu adamlar konuşurdu. geçenlerde öldü tevfik abi. allah rahmet eylesin ve affetsin. hepimizi.
bâb 4 - "liptonlular"
apo abi bakırköy'de bir bar'ın getir - götür, koruma ve bilimum pis işlerine bakardı. deli raporu vardı; tehlikeliydi. belinde silahla gezerdi. günde 80-100 bardak çay içerdi. tekmelenerek dayak yiyişlerini gülerek neşeyle anlatırdı. babasıyla yürüyüşlerini anlatırdı bir de. babasıyla yürümeyi çok özlerdi; ben bilirdim. bir gün 140 bardak çay içince fenalaşmış hastaneye kaldırılmıştı. boyundan büyük birine bulaştı geçen sene, parkta çay içerken vurdular. apo abi böyle öldü. allah rahmet eylesin ve affetsin. hepimizi.
resmi söyleme ait en spastik şeylerden birisidir. "vatandaş" de olsun bitsin birader niye ıkınıyorsun ? hem, bu topraklarda yaşayan bütün etnik kimlikleri sayabildiğini falan mı sanıyorsun böyle sıralayınca ? sayamıyorsun. o zaman niye kasıyorsun yarım aklınla ? "vatandaş" de. bak göreceksin, sana da iyi gelecek böyle yumuşak yumuşak.
leman'ın son sayısında, gazze'ye yardım götüren gemilere hayvani bir saldırı düzenleyen israil'e karşı suskun kalan birleşmiş milletler'e ithafen yazılan betimleme.