mecburiyetten gelinen bir eşikse, HiSSEDiLEN SEVDi de NE KADAR ÇOKSA eşiğin ne tarafına geçileceğine karar verme işi o kadar zorlaşır. zaman mekan ayarını yapmayınca kaçınılmaz bir sondur.
hislerime tercüman olmuş.
nasıl duruyorum hala şaşıyorum kendime.
niye duruyorum? koşup gelsem ya yanına. ilk otobüse atlayıp, kimseye haber bile vermeden soluğu kapında alsam. arasam evin önüne gelince "pencereden bak aşkım".
ilk gördüğün an o gülümsemeyi görmek bile bedel her şeye.
koşa koşa insen aşağı, sarsan sıkıca kollarınla.
bin yıldır hasretmiş gibi koklasam doya doya.
ah sevgilim,
nerdeydin bunca zaman. ben nerdelerde öldürdüm zamanımı sensiz.
geç oldu ama güzel oldu. iyi ki buldum seni, iyi ki ellerimi tuttun.
seni seviyorum.
çakmak yakılırken ilk çıkan ses.
sigara içmeyen hatta kokusuna tahammül edemeyen birine nasıl olur da bu kadar tahrik edici gelir bilemiyorum. o sesi duyunca gözün önüne ister istemez sigarasını yakarken gözlerini kısan, ilk nefesi çektikten sonra dumanı havaya doğru aynı kısık gözlerle üfleyen bir adam silüeti geliyor resmen.
ailesinin evlenmelerine izin vermeyeceğini düşünüp daha fazla kendini kaptırmak istemeyen biridir.
ha bunu yaparken aşık olduğunun farkında değildir. farkına vardığında da iş işten geçmiştir tabi.
anlamsız bir hareket.
sizi sevmemesi daha kötü biri olduğunuz anlamına gelmez. bazen kadın da erkek de mükemmeldir ama bu bir ilişki için yeterli olmaz. birlikte olduğunuz sürede çok iyi zaman geçirirsiniz, konuşacak konular hiç bitmez ama bir bakmışsınız o başkasına aşık olmuş. burada "neden ben değil de o" diye sorgulamak gereksizdir. dedik ya bir ilişki için bunlar yeterli olmaz her zaman. kimyasal bir şey bu daha çok. sizin seçeceğiniz ya da başınıza gelince engel olabileceğiniz bir şey değil. o yüzden kendinize işkence etmeyin. elbet sizi de sevecek biri çıkacaktır.
nasıl, ne zaman olduğunu anlamadan gelir oturur insanın böğrüne karabasan gibi.
sesini çıkartamazsın, yardım isteyemezsin.
çığlıkların havada kaybolur.
yapılacak en iyi şey beklemek olur çoğu zaman.
elbet o sessiz çığlığı duyacak biri çıkar.
tutar çıkarır bu kötü rüyadan…
çevremdeki insanların ben olduğumu düşündükleri dert küpü bir abla.
yok öyle ak saçlı, tonton bir teyze de değilim ki . derdi olan bana koşuyor.
kız arkadaşından ayrılan mı dersin, görümcesiyle anlaşamayan mı. yetişemiyorum artık arkadaş. hayır o bi'şey değil teselli edecek laf bulamıyorum.
"o kız sana yaramaz"
"aman kaynana değil mi hepsi böyle" falan…
ilk duyduğumda almanların ingilizce konuştuğu hissini veren aksan.
hayatında ingilizceyi sadece amerikan film-dizilerinden duymuş olan ben, bir gün dublajsız bir ingiliz dizisi izlerken diziyi almanlar çekiyo sanmıştım. alman aksanıyla ingilizce konuşuyolardı bana göre. doctor who ya kadar da öyle sanmıştım.
çok zorlukları vardır, kutsaldır falan onda hemfikiriz de, sadece doğurabiliyor olması anne yapmaz kadını.
her kadından anne olmaz. saksıda çiçek yetiştirmeye benzemiyor bu iş.
böyle bir anda pat diye karşınıza çıkması şeklinde de vuku bulabilir.
tahmin edildiğinin aksine yüzde bir gülümsemeyle bakabiliyormuş insan o hiç sevmediğin sakalıyla rakı masasında çektirdiği fotoğrafa.
hani derler hep bir oyundan ibarettir aslında, bi rol verilmiştir herkese burda onu oynayıp dururuz.
anne, baba, eş, abi, abla, arkadaş... bunun gibi roller. aynı anda bir çok kimlik...
bu kadar çok görev olunca insanın bir yerden sonra sıyırmaması imkansız hale geliyor nerdeyse.
hep birilerinin ablası/abisi olmak, akıl vermek, dinlemek, açıkçası bazen sadece dinler gibi yapmak.
zor hepsini aynı anda idare etmek. bünye şaşıyor bu kadar yükün altında.