Otostop çekerken Beytepe'de soğuk bir pazar günü kim duracak allah aşkına diye düşünüyor öğrenci dediğin. Sonra önüne bir Audi yanaşıyor, içinde spor kıyafetli, karizmatik bir adam. Öğrenci olup olmadığınızı, kampüse neden geldiğinizi soruyor. Kütüphanede ders çalışmaya geldiğimizi öğrenince hafifçe gülümsüyor. "Siz hoca mısınız?" diye sordum. "Evet. Çocuk Hematolojisi bölümünde." dedi. Allah allah. Bir tıpçının sömestr tatilinde, hem de pazar günü, Beytepe'de ne işi var? inerken elinizi sıkmak için uzanıyor ve diyor ki: "Ben Murat Tuncer. Rektörünüzüm." Taş gibi kalıyorsun tabi, insansın neticede. O anda sadece şaşkın gözlerle elini uzatıp "Tanıştığıma memnun oldum." diyebiliyorsun. Böylece düzenlemeleriyle gönlümüze taht kuran Rektörümüzle de tanışmış oldum. Adam resmen pazar pazar, tebdil-i kıyafet gelmiş kampüse. Hakkaten yüzyüze konuşunca anlıyor insan yönetici dediğinin nasıl bir şey olduğunu. Adamda lider karizması var. Kütüphaneden bahsettik yolda, bana "Kütüphanemiz iki yıl içinde Türkiye'nin en iyi kütüphanelerinden olacak." deyince hiiiiiç sorgulamadan inandım. Tabi bunda şu ana kadar getirdiği düzenlemelerin yarattığı güven duygusunun da payı var.
sürü psikolojisinin tam takır işlediği sitedir.
Ayrıca lise tayfasının ağırlıkta olduğu sitedir.
97'lilerinde net kullandıklarını bana öğreten sitedir kendileri. http://connected2.me/casino57
anlatınca olmaz. yaşamak diye bir problem yoktu bizim için. böyle bir problem
çözmedi asistanlar tatbikatlarda. sonunda hepimizi kurt
kaptı tabii. i̇nsan taklidi yaptığımız için, kurtlar bizi adam
sandı. dünyanın hiçbir yerinde böyle bir rezalet görülmemiştir.
az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında
ön sıraları işgal ediyoruz. birleşmiş milletler istatistiklerine
göre ancak nijerya ve gana bizden daha az gelişmiş.
âşık olma oranı yüz binde kırk iki. beş yıllık plan yüzde
yüz gerçekleştiği takdirde bu oran bin dokuz yüz seksende
yüz binde seksen altı olacak. gene yeterli değil. planlama
örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde
çok durmuyorlar. beş yıllık planın uygulanmasına geçeli
bizim sınıftan yalnız güner âşık oldu: o da bir bar artistine.
cinsi aşk olduğu için sayılmadı. aşkta geriyiz de başka şey-
lerde ileri miyiz sanki? yalnız trafik kazalarında birinciyiz.
buyrun bakalım. binde dört onda iki. gururumuza dokunuyor.
selim kadar olamıyoruz. ayrıca, büyük şehirlerde
bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe
azalıyor. milli gelirin dağılımı gibi. aşk sağlığı enstitüsünün
bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on
altı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma
(bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dört
yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, adalar
v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit
edilmiş. buna gizli aşkları da ekleyin (bültende selimin
adına rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasında
düşünebiliriz.) gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına
göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. emniyet
genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak
olarak) yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme,
kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört bin
iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar
izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece
(bu sayı kesin) sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı
kaydedilmiş. bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadar
çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle
korkutmuş. parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne
göre de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve
âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir
sahanın çimleri ezilmiş. tahmini zarar, yarım milyon lira
civarında. uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor selim.
bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız
gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. şövalye romanları okuya
okuya kendini şövalye sanan don kişota benzetebilirsiniz
beni. yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi don
kişot sanıyorum.
kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve
kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz.
ne yapabilirim? kitap okumakla, manavın beni aldatmasına
engel olamıyorum bir türlü. manava inanmadığım
halde beni aldatıyor namussuz. ya inandığım dostalarımın
beni aldatmasını önlemek: büsbütün imkânsız bu. dostlarım
alay ediyor benimle. bu çocuğun sonu ne olacak, diyorlar.
hiç olmazsa kitaplardan kitaplar çıkarmalıymışım
bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. kitapları, işimde
kullanılacak bir mal gibi göremiyorum: kapılıyorum onlara.
belki kitaplar da onlara karşı gösterdiğim aşırı ciddiyetimle
alay ediyordur. biliyorum, kitaplar da beni adamdan saymıyorlar.
fahişelerin, onlara barlarda para yediren tüccarları
küçümsemesi gibi hor görüyorlar beni.
bütün bunları düşündükçe daha da tersleşiyorum, kendime
daha çok zararım dokunuyor; benimle alay edenlerin
gözünde daha da küçülüyorum. duvarlar duvarlar var çevremde.
halsiz kalıncaya kadar başımı vuruyorum onlara.
Öbür dünyayı şöyle bir gezerken rastlantı sonucu karşısına çıkan Atatürk'e kafasında kurguladığı senaryonun gerçekliğini ortaya çıkarmak isteyen gencin yönelttiği sorudur(ki ne işe yarayacaksa artık).
-Sizin için Şizofren diyorlar.Doğru mu?
Çünkü o devrimleri normal bir insan oğlu yapamaz.
Üstün yeteneklerinin (kızıldenizi ikiye ayırma gibi) olmadığını göz önüne alırsak.
Çok büyük işlere girişmişsiniz.
Önünüzde saygıyla eğiliyorum Paşam.
(cevabın önemi tartışılır tabi)