Ankara da Selanik sokakda bulunan flamingo cafe/pastane de yiyebileceğiniz müthiş tatlıdır. Çikolata seviyorsanız vakit kaybetmeden tadına bakın, bu lezzetten mahrum kalmayın efendim.
ikimiz birden kalabiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak vizelerden şu ders notlarından
zalim hocalardan güneşlerden bulunmayan notlardan
Durmadan harcadığım şu fotokopi paralarından al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu konuları atla bu konuları da bunları da
Göğe bakalım
Falanca büte sonra gireriz göğe bakalım
Kalacak var deriz zaman durur kalırız
Bu notlar böyle iyi aferin hocaya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
çalışkanlar tembeller açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa tembeliz nasıl olsa kalırız sokaklarda
vizeleri bırak göğe bakalım
Senin bu notlarında ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski sınav soruların yalnız gibi ağaçlar gibi
zaman geçsin diye bakıyorum geçiyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız derslerin vardı bir bir kapattım
büte kalasın diye bir bir kapattım
Şimdi sınav gelir geçer gideriz
kalmayacağımız bir ders beğen başka türlüsü güç
Bir notların bir büt yeter belleyelim yetsin
kopyaları aldım bana ayırdım durma konuları hatırlat
Durma konuları hatırlat
Durma göğe bakalım.
Vize Uyar
edit: vize haftasında sanata bakış açısı değişen bir yurdum öğrencisi dramıdır.
Doğrusu "tıpkı sizin gibiyiz +1 farkla" olan başlıktır.
21 mart dünya down sendromu günü için +1 kromozom fazlası olan dostlarımızı temsil eder. Ayrıca birkaç dakikanızı ayırıp şiddetle izlemenizi tavsiye ederim : http://m.youtube.com/watch?v=Ju-q4OnBtNU
büyük umutlarla yazar olup sonra hevesin kaçması durumudur. ilk yazar olduğumda gelen aktivasyon mailiyle şaşırıp duygudan duyguya sürüklenmiştim beni nasıl yazar olarak seçtiler diye çünkü sözlük benim için sadece olağanüstü kültürlü, espri anlayışı iyi insanlarla dolu bir ortamdı. Nasıl bir ütopya kurmuşsam ve buna kendimi inandırmışsam gece gündüz bilgisayar başından kalkmadan girilen entryleri okuyordum ama tahmin ettiğim kadar yaratıcı şeyler yoktu. Çok hoşuma giden yazarların sayfasına bakıyordum en son girdiği yazı bilmem kaç senesine ait. Çünkü onlar da fark etmişti sözlüğün hitap ettiği kesim ve yazarların kalitesinin gün geçtikçe düştüğünü. Böyle büyük umutlarla kaydolup sonra yazmayı tamamen bıraktıracak kadar hayal kırıklığı olması üzücü.
edit: sadece bilgi entryleri olması gerek demedim ama hastalıklarla bile dalga geçen başlıklar açan yazarlar olmasın.
Üniversite öğrencileri için ek gelirdir. Gelir dediğime bakmayın tabi 2 saat 40 dk orda durup 10 lira almak insanın zoruna gidiyor.
dipnot: eski dershanem olduğu için daha da zoruma giden durumdur ben sana 3.300 lira verdim utanmaz sen şimdi bana 10 lira mı veriyorsun hayır 15 olsaydı en azından 2 buçuk lira zaten yol parası.
endipnot: Türkiye'de öğrenci olmak olsun kanka 10 lira da kârdır diye düşünmek zorunda kalıp gitmektir.
Emek hırsızı,hain,kul hakkına giren gibi çeşitli bir sürü sıfatla nitelendirilen hor görülen öğrencidir. Lakin sorarım size ey dostlar öğrenci adamın cebinde bir kitaba 30-40 lira verecek kadar para var mıdır? Ben de bazen korsan alıyorum ve bunu hırsızlık olarak da görmüyorum. Yazar kitabı para kazanmak için yazıyorsa gerçek bir yazar değildir zaten. Kitabınızı daha çok insanın mı okuması önemlidir daha çok para kazandırması mı? Madem yazar para kazanmak ve aynı zamanda kitabının okunmasını istiyor makul fiyatlarla satılsın kitapları. Bir kitabın basımı,maliyeti kaç lira Allasen? Dost kitabevinde de aynı kitap var olgunlarda da ama fiyatlar arasında da uçurum var.
eleştirmeyin. Düşünün sadece ve ikinci el al o zaman diyenler her kitabın ikinci elini bulmak çok zor oluyor.
karşı tarafın üstüne kızgın yağlar dökülesi durumdur. hayır madem cevap atmıyorsun sonra çıkıp da "ne o hiç mesaj atmıyorsun?" deme, "mesajlarıma cevap atmadığın için atmıyorumdur belki de..."
yok yok böylelerini toplayıp imha etmeli.
attila ilhan'ın kaptan 1-2-3-4-5 serisinin ilkidir.
yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim
yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım
saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak,
bunu allahım gibi aşikar biliyorum,
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor,
on bir gün aç ve sususz gözlerinin içine bakacağım,
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim.
kaptan 1
eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
gece yarısını yaşamaktan yorgunum
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyen tahammülüm yok
hele paris'in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers'li kızı hatırlatıyor
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
karanlığın arkasında kıvılcım gözlü xxxxxxlar
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar
ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux châtelet'de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti
yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim
montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet'nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü
bir gazete aldım ama evde okuyacağım
kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar
yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette'de dünden bugüne geçiyorum
eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum
kaptan 2
bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış
luxembourg garı'nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temizi fikrimce paris'in
pablo'ya sorsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamança'dan bir şeyler anlatıyor
babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız
saint-michel'de bir talebe kahvesindeyim
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var
ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avanue vagram'da bir akşam yeter bana ağustos'ta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta
dün gece chatelet'de metro'nun yanı başında durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu
yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım
şimdi bir nefeste café de l'écluse'ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için birtakım maceralar düşünürüm
sine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
dupont'daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar
utrillo'nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum
kaptan 3
yalın kılıç bir kasım sabahını paris'te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis'de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien'in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde
concorde'da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını
paris'in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeux'ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux'ya yolcu ediyorum
saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
dona-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen! bordeaux'ya yorgun bir flamingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz
seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
bebn sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim
kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur'andaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimim
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz
üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak
kaptan 4
cenova'ya indiğim zaman seni katiyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra'yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı
şimdi benim gözlerim paris'te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya'da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terk edip gitti diyebilirsiniz
benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz izleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birden bire austerlitz garı'na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek ve rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum
samaritain'in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir
sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı işte ben onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob'un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun
marsilya'da bir akşam soğuktan tir tir titredim
p. cheyney'in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve sususz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim
kaptan 5
hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuşum
onlar beni terk etmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terk etmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk
seine kitapçılarında villon'un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgar esiyordu
bir hafta her gece villon'dan bir şeyler okudum
sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın
seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacré-coeur'de armonik çalsaydım dilenseydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri çizerdim
kaldırımlara senin resimlerini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çırılçıplak bir quandro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi
benim şu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun
eifel'in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım
soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris'te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiçbir zaman yapmayacaksın
kendimden kurtulmak için gölgemi koridora astım
pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekleyecekti
simdi kalkıp gitsem mırç'ı bulacağım malum
sonra vini-prix'ten üç litre şarap alacağımız
sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra'dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris'in damlarını göreceğiz
aşk'la ilgili bugüne kadar milyonlarca tanım yapıldı. Ama aşk hiçbir zaman şiir kitaplarındaki gibi olmadı. Tecrübeye sabit değildi. ister ilk aşkın olsun ister 485. Her seferinde baştan,sıfırdan başlıyorsun. Yaşadığın her deneyim aslında seni dibe,boşluğa,karanlığa çekiyor. Kaçsan da kurtulamıyorsun. Hani bazı apartmanlar vardır balkonundan atlasan ölmezsin bile ama sakat kalırsın. Aşk da bunun gibi bir şey olsa gerek acı çekmeye mahkumsun. ve işin ilginç tarafı bu acıdan zevk almaya başlamışsın.
cem adrian ve sinan akçıl'ın aynı ülkede yaşaması ve ikisine de sanatçı denmesi sorunsalıdır.
Yahu şarkılarını dinlerken ruhunuzu şırıngayla çeken,sesine ölünesi,tapılası adam Cem Adrian'ın yaşadığı bir ülkede nasıl olur da Sinan Akçıl daha çok dinlenir?
Madem Sinan akçıl'a sanatçı diyorsunuz o zaman cem adrian ne?
Aralarındaki fark çıplak gözle görülmeyecek cinsten büyük adamın biri sinan akçıl
küçükken para hesaplama yöntemimdi. Çok para benim için bir avuç dolusu sakız alınabilecek kadar paraydı. Zenginler ise bir oda dolusu sakızı olanlar. *
John Locke'un dile getirdiği sorunsaldır. Renk,koku,tat ya da ses gibi izlenimlerin kendilerinde bulunan gerçek özellikleri yansıtmadığını,dışsal özelliklerin duyularımız üzerindeki etkisini yansıttığını savunur. Mesela ben ağacı yeşil görüyorum ama acaba yeşil mi? Bir hayvan da onu yeşil mi görüyor?
Yapmayın böyle şarkılar. Sıçmayın ağzıma. Daha hava kararmadı *mına koyim. Yine sarhoşum. Basıp gelsem diyorum. Çıksam karşına. Yeter dön artık desem. Ölüyorum oros*u çocuğu dön artık desem.
Nefes alamıyorum sensiz, geceleri uyuyamıyorum, sabaha uyanamıyorum, hala sen duruyorsun duvarlarımda, binlerce fotoğrafın duruyor, yıl oldu, dön artık desem. Bu s*ktiğimin yerinde, ben durmadan seni anlatıyorum yüzlerce kişiye, yalnız değilim, onlar bile özlüyorlar seni, yalvarıyorum dön desem. Yüzüne dokunsam. Sakallarını okşasam. Cennet bahçesi dudaklarından öpsem. Hadi hayatım, gel evimize gidelim desem.
Benim çocuğum olmayacak mı oğlum. Kız olursa benim adımı, erkek olursa senin adını koyamayacak mıyım. Kime yakınacağım ben romatizmalarım azdı diye. Kiminle taşınacağım yaşlanınca, hani o izmirdeki sahil kasabasına. Ben ne bok yiyeceğim sensiz.
Ben hala, karşıdan karşıya geçerken tutacak elini aramamak için dışarı bile çıkmıyorum oğlum. Sen, ne yapıyorsun bana. Yapma.
Gözünü seveyim yapma.
Küçük iskender'in bir eski sevgilinin ruh halini yansıtan sözleridir. (bkz: gel artık lan)