haberciyim
-151 (iyi gün dostu)
onuncu nesil yazar 16 takipçi 395.27 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    türkiye nin tutarlı bir dış politikasının olmaması

    1.
  1. levent bulut'a göre bir hakikat.

    Yazı şöyle:

    Geçtiğimiz hafta 24 Temmuz, Lozan antlaşmasının  97.yıl dönümüydü. Lozan ülkenin tapusunun kazanıldığı bir zafer mi? Yoksa güncellemesi gereken bir antlaşma mı?   Bir asıra yakın  zaman geçmesine rağmen tartışmalar gündemden düşmüyor.
    Peki ama neden?
    Gelin tane tane anlatalım.
    Öncelikle şunu söyleyeyim AK Parti iş başına gelene kadar Lozan'la ilgili bir sıkıntı yoktu. Ta ki  2016'da  "Lozan'ı bize zafer olarak yutturdular." demecine kadar.

    işte o günden bugüne her yıl yıldönümünde Lozan tartışılmaya başladı. Çok değil  sadece bir yıl sonra  devletin başı bu kez, "Lozan'da güncellemeye ihtiyaçlar var." diye konuştu.  Türkiye bu konuyu tartışırken, dönemin Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos  "Lozan Anlaşması'nın reform edilecek bir sözleşme olduğuna inanmıyoruz." diyerek yanıt verdi.
    ***
     
    Lozan'da anlaşılmayan incelikler bulunduğunu savunan Erdoğan ise örnek olarak Batı Trakya'daki Müslümanların baş müftülerini hâlâ seçemediğini belirterek, "Nasıl oluyor da Lozan Anlaşması'nın uygulamada olduğunu söylüyoruz. Demek ki Lozan uygulamada değil." diye yanıt vermişti.
    Aydın geçinip sorgulamayan, kayıtsız şartsız "evet efendicimler" 24 saat buldukları her ortam ve fırsatta "Lozan güncellenmeli"  ya da "uygulamada değil ki zaten" demeye başladı.

    işin gerçeği bu tartışmalar o günden bugüne hala sinirlerimi bozuyor.  Ama nasıl bozmasın? Bırakın cephede vatan için savaşmayı, ömrü hayatı boyunca 10 kitap okumamış, geçim savaşı vermemiş akademisyen, yazar, gazeteci partizanların, savaşlardan bitap düşmüş bir milletin, viran olmuş bir ülkenin, kuruluş tapusunu tartışması abes değil mi?
    ***
    Tamam, şunu belirteyim: O dönem R. T. Erdoğan'ın Müslümanların, Lozan'dan doğan hakları olan müftü seçememelerini dile getirmesi son derece doğruydu. Fakat Yunanistan'ın Ege Adaları'nı işgal edip silahlandırmasına neden hiç değinmedi? Anlam veremedim. Üstelik güncelleme derken neyi kastettiğini; hangi maddelerin, neden güncellemeye ihtiyacı olduğunu da söylemedi.
    ***
    Birçok partizan bülbül gibi  "Güncellemesi gerekir." diye ekranlarda boy gösterdi ama içeriğe dair bilgi vermediler. Merak ettiğim nokta şu:
    Eğer Batı Trakya'daki Müslümanlar, ortada bir uluslararası antlaşma olmasına rağmen müftülerini seçemiyorlarsa, "Güncelleyelim" denilen antlaşmaya ne yazacaklar?
    Müslümanlar müftülerini seçebilir mi?
    Öyleyse hâlihazırda zaten yazılmışı yok mu?
    Peki, bir anlaşmaya uyulmuyorsa nasıl güncellenebilir?
    "Türkiye olarak kıta sahanlığımızdan vazgeçiyoruz, işgal ettiğiniz Ege Adaları'nı da size veriyoruz." sözü karşılığında müftülük seçimleri yapılsın, diyemeyeceğimize göre...
    Eeee?...
    "Güncelleştirilmesi gerek." diyenlerin hangi maddeleri ve neyi kastettiklerini bilen var mı?
    ***
    Lozan'la ilgili bugüne kadar çok şey yazıldı, söylendi. AB'ye göre, Lozan'ın modası geçmiş. ABD'ye göre ise BOP ile değişecek. AKP'nin "Kürt açılımı" sırasında, meydanlarda mektubu okunan Öcalan'a göre ise, Lozan "Kürt sorunu" önünde en büyük engel ve güncellenmesi gerek.

    AKP'nin kongresinde "Seninle gurur duyuyoruz." denilen "kardeş" Barzani'ye göre ise, Lozan'dan beri devlet kuramıyorlar. Kimilerine göre de neymiş, Lozan'ın geçerliliği 2023'de sona eriyormuş. Sanki bedeli canla ödenen Lozan'da, ülkeyi, 100 yıllığına "kur-işlet-devret" ile satın aldık!
    ***
    Hadi her şeyi geçtik... iyi de kardeşim Türkiye antlaşmayı Birleşik Krallık, Fransa, italya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya ile imzaladı. Yunanistan'la baş başa verip neyi değiştire bileceksin? Olsa olsa sadece Lozan'da muallak kalan yerler var dediğiniz maddeler için farklı bir anlaşma yapabilirsiniz.
    ***
    Ülkeyi yönetenlerin ne yazık ki, tutarlı bir dış politikaları olmadığı gibi tutarlı bir devlet görüşleri de yok.
    Devlet adamları ve devlet kurumları bütün ihtimalleri düşünmek zorunda değil midir? Yeri geliyor "Lozan'ı bize zafer olarak yutturdular." yeri geliyor "Lozan bu ülkenin tapusudur." diyorlar.
    Maalesef Türk devleti, tarihinin hiçbir döneminde devlet geleneğinden, devlet ciddiyetinden bu kadar uzak kalmamış, Türk milleti ise bu kadar akıl tutulması yaşamamıştır.
     
    Kaynak: https://www.gunboyugazete...olitikamiz-yok-4576yy.htm
    2 ...
  2. 8 temmuz 2020 levent bulut köşe yazısı

    1.
  3. okunması gereken köşe yazısıdır.

    güçlü olmamız gereken bir coğrafyadayız. zayıf bir ülkeysen, vatan topraklarında, milletin birliği ve beraberliğinde gözü olan güçler harekete geçerler.

    bu güçler, fetö, pkk, ypg gibi kimi zaman maşa örgütleri kullanırken, kimi zaman da açıktan niyetlerini söyler ve gösterirler.
    mesela yunanistan cumhurbaşkanı katerina sakelaropulu'nun aydın ilimize bağlı eşek adası'nı ziyaret edip, "adanın fahri vatandaşı olma onuruna eriştiğim için teşekkür ederim, bu ada yunanistan'ın ayrılmaz parçasıdır, egemenlik haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz, ulusal topraklarımızı vermeyeceğiz." demesi gibi.
    ***
    daha önce yazmıştım tekrar değineyim; akp 2002'de iktidara geldikten sonra yunan idarecilerinin bu hadsiz sözleri arttı.
    hatta sözlerini eyleme dönüştürüp adaları işgal ettiler.
    türk milleti en zor döneminde bile bunları denize süpürmüşken, adalarımızı işgal edip nasıl ülkemizi tehdit edebiliyorlar dersiniz?
    yürek yediklerinden değil de türkiye'yi yönetenlerin, adaların işgaline ses çıkarmamasından cesaret buluyorlar.
    ***
    makarayı başa saralım.
    31 aralık 2008'de yunan genelkurmay başkanı ve kara kuvvetleri komutanı türk hava sahasını ihlal ederek aydın bulamaç adası'na helikopterle indi.
    6 ocak 2009'da ise yunanistan cumhurbaşkanı papulyas, aydın il sınırları içinde bulunan eşek adası'na gelerek yunan belediye başkanını ziyaret etti. bunlar olurken türkiye'yi yönetenler ise tsk'ya yönelik kumpas davalarını savunuyorlardı.

    o dönem atatürkçü subay ve paşalar tutuklanıyor, ülkeyi yönetenler fetö'nün özel görevli yargıç ve savcılarına methiyeler diziyorlardı.

    meselâ; o tutuklamaları yapan hâkim ve savcılara bütün türkiye'nin demokrasi adına büyük bir borcu olduğunu söyleyen dönemin başbakan yardımcısı bülent arınç, dava ile "türkiye bağırsaklarını temizliyor." derken, makaracı bakan "türkiye'dekileri hizaya soktuk." diye seviniyordu. yunanistan ise adalarımızın işgalini devam ediyordu.

    ab ise ilerleme raporuyla "türkiye'nin en kapsamlı darbe girişimi soruşturması" olarak nitelendirdiği ergenekon davası'na tam destek veriyordu. ne kadar tesadüf değil mi!

    yunanlar adalarımızda cirit atarken, bu olaylar serisi kamuoyundan gizlenerek örtbas edilmeye çalışılmış, genelkurmay başkanlığı kendi internet sitesinde duyurduğu hava sahası ihlalini sitesinden kaldırmak zorunda bırakılmıştı.
    ***
    zamanında yedi düvele meydan okuyorduk… şimdi ne hâle geldiğimizin farkında mısınız?

    şu yaşananlara bir bakın;
    askerinin başına çuval geçirildiğinde, ses çıkaramıyorsun.
    "çözümsüzlük çözüm değil; yes be annem" diyorsun, bir şeyi çözemiyorsun.
    ege adaların işgal ediliyor. sen lozan'ı kötülüyorsun.
    "beğenmiyorsanız 'sevr'i verelim." diyorlar.
    "lozan uygulanmıyor, bari güncelleyelim." diyorsun.
    suriye'deki türk toprağı süleyman şah'ı terörist tehdidi var diye alıp kaçıyorsun.
    burnumuzun dibinde "kardeş" dedikleri barzani, türkiye'ye rağmen, bağımsızlık referandumu yapıyor, engel olamıyorsun.

    yunan idareciler adalar için türkiye'ye posta koyarken, "keçilerin otladığı kaya parçaları için savaş mı çıkaralım." diyen yazarcığa "vatan toprağı kaya parçası değildir." diyemiyorsun.

    "türk milleti" yerine, kimliği belirsiz "bu millet" kavramını kullanıyorsun. "milliyetçiliği ayaklar altına aldık." diyor, sonra "yerli ve milliyiz." diye övünüyorsun.
    ülkece siyaset, ekonomi ve hukuk alanlarında dibe vururken, adam kayırmacada, torpille işe girmede, bizden olan, olmayan diye ayrım yapmada, kamplaşıp kutuplaşmada zirveye çıkıyorsun.

    böyle bir ülkenin caydırıcılığı, idarecilerinin sözlerinin inandırıcılığı olabilir mi?
    ***
    lafa geldi mi eskiyi yerden yere vuruyorlar.
    neymiş efendim; eskiden gaz ve yağ kuyruğu varmış...
    ama o zaman amerika'ya, "ülkemin tarlalarında yetişen haşhaştan sana ne kardeşim!" diye kafa tutan bir ülke vardı.
    kıbrıs'ta zulüm altında olan türkler için, dünyayı karşısına alıp çıkartma yapan bir türkiye vardı.

    sürekli eski yönetimleri, hatta ülkenin kurucularını bile kötülüyorlar. fakat; birleşmiş milletler'e üyelik için "şartlarımızı koyarız. biz müracaat etmeyiz. davet gelirse düşünürüz." diyebilen bir lider vardı.
    şimdi öyle mi peki?...
    ***
    sonuç itibariyle adaların işgali ve yunan idarecilerin küstah tehditleri somut bir gerçek. aynı şekilde "türk'üm" demekten imtina eden, "akp ile türk olmaktan kurtulduk." diye övünen zihniyetlerin iktidar olduğu ülkede adaları işgalden kurtarmak, bu hadsizlere kardak'taki gibi haddini bildirmeyi beklemek hayalden ibaret.
    bunu elin yunanı da biliyor elbet.
    ama bir de şu gerçek var ki, "türk'üm" diyen, türk gibi düşünüp türk gibi hareket edenler iktidara geldiğinde, işte o zaman işgal edilen adalara türk gelirse, turist gibi gelmeyecektir!..

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...ayalden-ibaret-4476yy.htm
    2 ...
  4. akp nin ülkeyi deneyip yanılarak yönetmesi

    1.
  5. bir türkiye gerçeği. levent bulut gündeme getirmiş.
    Yazı şöyle:

    iktidara geldikleri günden bu yana, ülkeyi deneme yanılma yönetimi ile yönetiyorlar. örneğin fetö konusunda...
    o zaman eleştirenleri, iktidarı uyaranları, kumpastan şikâyet edenleri din düşmanı, ergenekoncu, darbeci ilan ettiler.
    sonra ne oldu gördük; herkesten daha yüksek sesle fetö'yü de, kumpası da lanetlediler...
    deneme yanılma, demek ki iktidarın en büyük meziyeti (!)
    * * *
    terör çetesinden birkaç zibidiyi habur'dan türkiye'ye girerken engellemeyenler, çadır mahkemesi kurarak gelenlerin serbest kalmalarını sağlayanlar, ancak katılımların artması ve terör örgütünün siyasallaşmasıyla diyaloğu kesti.
    deneme yanılma demem, herhalde beyhude değil...

    tarımdan eğitime, ekonomiden sanayiye, sağlıktan yargıya her alanda "deneme yanılma" uygulamasına tanık olduk.
    tutarsız yönetim anlayışı da ister istemez mağdur insan sayımızı artırdı.
    * * *
    yığınla örnek vermek mümkün...
    çelişki yumağı halindeki bir siyasal irade; sorun çözmek yerine, sorun üretiyor.
    hepsini de her defasında vatandaşa, yeni ve hayatı kolaylaştıran kararlar diye sunuyor.
    dolasıyla sorun çözen değil, sorun üstüne sorun eklenen bir ülke yarattılar.
    tabi bu duruma sandıkta milletin bir cevabı olacaktır elbet!

    ***
    hepimiz sorgulamalıyız

    "müslümanların perişan olduğu ülkeler: filistin, afganistan, libya, ırak, yemen, suriye. müslümanların mutsuz olduğu ülkeler: cezayir, mısır, fas, tunus, iran, pakistan, özbekistan, türkistan, türkmenistan, azerbaycan, lübnan, suudi arabistan. müslümanların mutlu olduğu ülkeler: avustralya, kanada, ingiltere, fransa, italya, almanya, isviçre, amerika, norveç, hollanda, danimarka.
    yani müslümanlar, müslüman ülkelerin tümünde perişan veya mutsuz, müslüman olmayan ülkelerin tümünde mutlu ve keyifli.
    ***
    türkiye, müslüman dünyada bir istisna idi. neden? petrolü, parası olduğundan mı? hayır! tam aksine, petrol ve para, o mutsuz müslüman ülkelerin elinde. türkiye, atatürk ışığı ve cumhuriyet devrimlerinin getirdiği aydınlık ve akılcılık sayesinde farklı idi. batı bunu gördü. cumhuriyet'in ve atatürk devrimlerinin altını oyarak türkiye'yi bir istisna olmaktan çıkardı. şimdi türkiye'yi de en azından 'mutsuz' ülkeler arasına koymamız gerekiyor. böyle giderse bir süre sonra türkiye 'perişan' ülkeler listesine girecektir."
    ***
    yaşar nuri öztürk'ün din maskeli allah düşmanlığı şirk adlı kitabında yer alan bu satıları aslında hepimiz sorgulamalıyız. doğrunun yanında, zulme boyun eğmeyen, vicdanlı, duyarlı, kul hakkına önem veren, birbirini seven bir "millet" iken, ne oldu da bu hale geldik, getirildik diye ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor.
    ***
    osmanlı bile üç kıtada 15 bin cami yapmışken bizim ülkemizde 100 bine yakın cami var. bu kadar camiye ve imama rağmen ülkemizde etik, ve liyakat sorunu varsa bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...deneme-yanilma-4382yy.htm
    3 ...
  6. rulo şeklinde verilen üniversite diploması

    1.
  7. (bkz: Levent bulut)'un okunması gereken yazısı.

    Yazı şöyle:

    işsizlik düştü!!

    Fatih'te 4 kardeş “Dikkat siyanür var” notu bırakarak intihar etti.
    içlerinden sadece biri çalışıyordu. Onun da maaşı hacizliydi.

    ***

    Antalya'da eşini ve iki çocuğunu zehirleyen baba kendi canına kıydı.
    Geriye sayfalar dolusu borç bıraktı.

    ***

    Çok değil sadece bir hafta sonra bu kez Bakırköy'de borç batağına saplanmış bir baba, eşini ve çocuğunu öldürüp intihar etti.

    ***

    Hatırlarsınız bu olayları.
    Hâlâ hafızalardadır dramları.

    ***

    2019’da yaşanan ekonomik ve işsizlik temelli bu intihar vakaları sosyoekonomik durumu yüze çarparken, Türkiye  aynı yıl 163 ülkeli Küresel Barış Endeksi’nde 152. sıraya geriledi. Bu acı gerçekliğe rağmen   ülke idarecileri büyüyen ve gelişen ekonomiden dem vurup durdu.

    Ve bugün yine hâlâ aynı şeyleri söylüyorlar. Oysa dedikleri gibi büyüyor olsaydık, üretim ve istihdam artmaz mıydı?
    Huzurlu ve mutlu bir ülke olmaz mıydık?

    ***

    Şu olaylara bir bakın Allah aşkına;
    Çaldıkları 40 hayvanı satmaya çalıştılar.
    Eşi ve kızları evi terk etti.
    Alkol alıp evi ateşe verdi.
    Dolandırıcılar 22 sahte altın dişle yakalandı.
    Maden ocağından hırsızlık yapan 3 kişi tutuklandı.
    Kuyumcudan “tırnakçılık” yöntemiyle bilezik çaldılar.
    Eşini öldüren emekli astsubay, intihar etti.
    iş makinesi parçası çalan 2 şüpheliye gözaltı.
    Boşanma davası açan eşinin boğazını kesti.
    Koyunları çalabilmek için 8 köpeği zehirlediler.
    Bakın gazetelerin 3. sayfa haberleri böyle ekonomi temelli haberlerle dolu.

    ***

    Millet aç ve işsiz. Girin google’a dünyanın en huzurlu ülkeleri diye aratın. Hep ekonomisi iyi olanlar liste başındadır. Zira bir ülkenin ekonomisi ne kadar iyiyse, vatandaşının huzuru ve refahı da o kadar artar.

    Çünkü paran varsa cebinde, kafan rahattır. Borcun yoksa ya da borçlarını ödeyebilecek şekilde kazandığın bir işin varsa mutlusundur. Oysa şu an geçim derdinden, hayat pahalılığından tuzu kurular dışında yakınmayan kim var?

    ***

    Sadece 1-26 Ocak 2020 günleri arasında UYAP üzerinden 619 bin 771 yeni icra dosyası açılırken, icra dairelerinde 21 milyona yakın dosya bulunuyor.

    “Dünya bizi kıskanıyor”, “Başkanlık gelecek Türkiye şahlanacak” diyorlardı.
    Vatandaş borca battı, icralık dosya sayısı uçtu.
    Şimdi sanal icra daireleri açsak mı diye düşünüyorlar.

    ***

    Şu an ülkenin en büyük problemi işsizlik. Üretim yapmıyorlar, yeni fabrika ve iş yeri açmıyorlar, Üniversite mezunları vasıfsız iş bile bulamıyor ama işsizlik düştü diyorlar. Herhâlde yatıp yuvarlanacaksınız denilen millet bahçelerine gidenleri de işi var sayıyorlar.

    Ya da bakın herkesin bir işi var. Çalıştıracak adam bulamıyoruz, dercesine güreşçiyi bir kamu bankasının yönetim kuruluna atıyorlar.

    ***

    işin aslı, sen iş bulamazken belli bir zümreye yakın kişilere ve çocuklarına iş yağdırıyorlar. Bugün iktidara yakın olan birçok kişinin 2-3 işi var. Oysa devlet memurusun, geçinemiyorsun, emek vererek alın terinle pazarda limon satmak iste bakalım sattırıyorlar mı? 
    Bir iş bulup ek olarak 2-3 iş daha yapabilmek için belli bir partiye üye olmak gerekli galiba.

    ***

    Uzun lafın kısası “Çok okuyan arkadaşlar şimdi sefilleri oynuyor” ve “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir kural yok“ diyenlerin seçim üstüne seçim kazandığı ülkede,  üniversiteyi bitirdiğinde diplomayı rulo şeklinde verirler sana.

    Çünkü aldığın not ve derecen önemsizdir; tanıdığın ve torpilin olması yeterlidir. Gerekirse tek bir kişiyi tarif eden adrese teslim ilan açarlar.

    Bugün artık diploma, ehliyet ve liyakat hepsi boştur.
    Sadece yandaş olup biat edersen hoştur.
    Böyle bir ülkede okuduk, hâlen okuyoruz ama görülüyor ki boşa okumuşuz.

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...issizlik-dustu-4372yy.htm
    7 ...
  8. evde kaldık türkiye büyüdü biz kilo aldık

    1.
  9. ekonominin durumunu anlatan okunması gereken bir levent bulut yazısı.

    Yazı şöyle:
    Koronavirüs nedeniyle bütün dünya ekonomileri küçülürken, TÜiK'in açıkladığı rakamlarına göre Türkiye yüzde 4,5 büyüdü. Açıklanan verilere göre tüketim artarken, üretim azalmış.
    ***
    Görülüyor ki yine harcayarak büyümüşüz.
    Ve bu durum hiç sağlıklı değil.
    Çünkü istihdamsız büyüme dikine değil yatay büyümedir.
    Zira üreterek büyüseydik istihdam oluşurdu.
    Oysa şu dönem işsizlik her geçen gün daha da artıyor.
    ***
    Şöyle bir düşünün; insanın boy atarak büyümesi mi daha sağlıklı yoksa göbeklenerek büyümesi mi?
    Eğer boy atarak büyümezse insan, obez olur değil mi?
    Ve bu büyüme de kalp, şeker, damar ve benzerleri gibi birçok hastalığa davetiye çıkarır.
    işte Türkiye'nin ilk çeyrekteki ekonomi alanındaki büyümesi de boya değil göbeğe yansıyan büyüme gibi...
    Sürekli övünüyorlar ama işin aslı samanı, nohudu, eti, börülceyi bile ithal eden Türkiye yarattılar.
    ***
    Peki tüketerek nasıl büyüdük diyorsanız eğer yanıtlayım. Devlet para basıp kamu harcamalarına yüklenirken salgın muhabbetine millet kredi çekip marketlere koştu.
    Yani harcamaları, olmayan parayla borçlanarak yaptı.
    Var ki harcıyoruz gibi bir durum da yok ortada hani.
    E, bir de bunun geri ödemesi olacak şüphesiz
    Kısacası alım gücü her geçen gün düşen milletin borcu artarken Türkiye de boyuna değil enine büyüyor.
    ***
    Son açıklanan sektör destek kredilerine bile bu durum göze çarpıyor. Allah aşkına bakın: Konut, taşıt, sosyal hayat gibi hepsi  yine tüketime yönelik.  Üretime çiftçiye yönelik bir şey yok? Ama ne var? Tatile çıkmak isteyen vatandaşlara tatil kredisi var. Pes!
    ***
    Vatandaş sürekli tüketime teşvik edilirken, ekonomi milletin borçlanması ve para harcaması üzerine şekillenirken havuz medyada ise Avrupa'yı solladık manşetleri atılıyor. Keşke diyor insan. Bir Türk olarak ülkemin güçlü olmasını elbette isterim. Ama eğer ekonomi politikaları son 18 yıldaki gibi;  üretim ekonomisi yerine tüketim ekonomisi uygulayarak, fabrikalar yerine taş yığınları yaparak, işi ehline vermek yerine liyakatsiz atamalar yaparak, adamına uygun ihaleler açarak, özelleştirme adı altında ülkenin değerlerini satarak, bilime ve eğitime katkıda bulunmayarak devam ederse, "Avrupa'yı solladık" manşetleri sadece kâğıt üzerinde bir hayal olarak kalır.
    Bu yüzden önce yatay büyümeyi itiraf edelim, yanlışlarımızı bilelim ve kendimizi kandırmayalım.
    ***
    Ekonomide şu an en büyük risk dış borçlar. Türkiye'nin bu yıl çok ciddi bir dış borç ödemesi var. E diyeceksiniz ki bu borçlar daha önce yok muydu? Tabii ki vardı ama o zaman çok rahat yeni borçlanmalar yapabiliyordu.  Ekonomin çok iyi dendiği dönemde bile çarklar dışarıdan gelen borçlarla ve sıcak parayla dönüyordu.
    Hani IMF'ye borcu ödedik deyip duruyorlar ya. işte onu öderken yine borçlanıyorduk.
    Şöyle izah edeyim. Ay sonu geldiğinde, bir kartından çekip diğer kartına, ondan çekip diğer kartına yatırıp, en son yatırdığın kartla da faturalarını ödersin...
    Türkiye'nin yaptığı da buydu.
    Peki ne oldu?
    Şimdi mesele şu: Artık Türkiye bu borcu çevirecek parayı bulmak için zorlanıyor.
    Zira nasıl zorlanmasın?
    Yabancı yatırımcı gelmiyor, var olanlar yatırım yapmıyor. Özelleştirmelerden ve toplanan vergilerden gelen paralar betona gömülmüş. Tarımda kendi kendine yeten ülkeler arasındayken "paramız var ki alıyoruz" söylemiyle ithalata yönelmişsin. Üretim yapmamışsın. Böyle olunca kredi kuruluşları not yükseltmiyor. Borç bulmak zorlaşıyor. Üstüne bir de meydanlarda atar gider yapılınca yalnızlaşıyorsun.
    ***
    Siyasi ya da değil şimdi o paralar gelmeyince durumu görüyorsunuz.
    istihdam yok, her şeyin fiyatı artıyor, alım gücü geriliyor. Oysa tarafsız birçok ekonomist yanlışlıkları söylerken, ülkeyi yönetenler; uçan, şaha kalkan, rekor oranlarla büyüyen ekonominiz var diye övünüyordu.
    E ne diyelim: Bu büyük başarıda (!) emeği geçenleri tebrik edelim!

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...biz-kilo-aldik-4304yy.htm
    3 ...
  10. akp döneminde türkiye nin çağ atlaması

    1.
  11. levent bulut'un bugün köşesinde gündeme getirdiği durum.

    Yazı şöyle;

    Ülkemizde yanlışlar kadar doğrular da olmakta.
    Bugün artık çağ atlamış yeni bir Türkiye'de yaşıyoruz.
    Allah hayır etsin...
    Allah ıslah etsin...
    Allah korusun...
    Allah saklasın...
    Allah'ım sana şükürler olsun
    Allah yar ve yardımcımız olsun diyerek her işe başlanan ülkemde, artık;
    Yalan, talan, iftira, hırsızlık, rüşvet, adam kayırmaca, haksızlık, hukuksuzluk, gıybet, kamplaşma, kutuplaşma, iftira olmuyor...
    ***

    Haksızlık karşısında kimse "dilsiz şeytan" gibi susmuyor.
    Garip gurebanın, yetim ve öksüzlerin ve kimsesizlerin kimi olunuyor.
    ***
    Bitaraflar bertaraf edilip, yandaşlar ihya edilmiyor...
    Kaç çocuk yapılacağından kürtaja, sezaryenden, öğrenci evlerine kimsenin yaşamına karışılmıyor...
    ***

    "En azından alnı secdeye değiyor ya" denilmiyor.
    "Bakara makara" diyenlere büyükelçilik verilmiyor...
    ***

    Sel bastığında, dere taştığında, bina yıkıldığında, doğa sorumlu tutulmuyor. Göçük altında kalanlar için güzel öldüler denilmiyor.
    Atatürk'e açık gizli eleştiri altında hakaret edilmiyor.
    Facebook, twitter mivitter kapatılmıyor...
    ***

    Birbirleriyle ekmeğini paylaşan insanlar hangi partilisin diye sormuyor.
    Adamına göre muamele olmuyor.
    Çıkarım neredeyse oradayım denilmiyor.
    Takım tutar gibi parti tutulmuyor.
    Bilgiye itibar edilip cehalet dışlanıyor.
    Yüzde 99'unun Müslüman olduğu ülkemde ehliyet ve liyakate önem veriliyor.
    ***

    "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" hadisine riayet edilip marketlerden ihtiyacından fazlası alınmıyor...
    Kolonya, maske fiyatları yüzde 150 zamlanmıyor.

    Geçilmeyen köprünün, gidilmeyen hastanenin, kullanılmayan otoyolun parasını vatandaş ödemiyor.
    Darbe girişimi olduğunda vatandaşa sokağa çık denilmiyor. Deprem olduğunda milletten bağış beklenmiyor. Virüse karşı halkın kendi OHAL'ini ilan etmesi istenmiyor.
    Salgın yüzünden vatandaş para istemesin diye "bizde de yok" dercesine milletten para beklenmiyor.
    ***
    Tamam tamam...
    Hadi canım sen de deyip şaşırmayın
    Zira şaka yaptım...
    1 Nisaaaaann!
    ***
    Yukarıda acı gerçekler var. Değişti denilen Türkiye evet gerçekten değişti. Mazlumun yanında zulme boyun eğmeyen adaletli bir millet iken, güçlünün ve mağrurun yanında yer alan, bizden sizden diyerek partizanlaşan bir millete dönüştük. Ve bu partizanlık yüzünden iki yakamız bir araya gelmiyor...
    ---------------------------------------------------------------------
    Halk ne istiyor

    Korona ile yatıp korona ile kalkıyoruz... Virüs hızla yayılıyor. Devleti yönetenler ise peyderpey önlem alıyor.
    Aldıkları tedbirler hep bir eksik oluyor. Bu yüzden sosyal izolasyon yeterli değil... Bunu sokaktaki vatandaş, işe gidip gelmek zorunda olan asgari ücretli de görüyor. Ve bu yüzden sokağa çıkma yasağı istiyorlar. iktidar ise inatla çözüm yerine evde kal diye nasihat ediyor.
    ***
    Oysa en baştan yapılması gereken, virüs yayılmadan 2 haftalık bir sokağa çıkma yasağı olmalıydı. 9 yıldır Suriyelilere 40 milyar dolar para harcayan Türkiye; yediği, içtiği, giydiği, bindiği her şeyden vergisini aldığı vatandaşına 2 hafta bakamaz mıydı?

    Pek tabii bakabilirdi. Zira Suriyelilere bir 40 milyar dolar daha harcayacak "bu milletin bereketli bir kesesi olduğunu" bizzat devletin başı söyledi. Şimdi ise yine salgına karşı o "bereketli kese"ye başvurulup bağış isteniyor. Ne diyelim her şey ortada "Kanal istanbul" için para var ama millet için yok!..

    Edit kaynak: https://www.gunboyugazete...iye-cag-atladi-4033yy.htm
    11 ...
  12. 30 mart 2020 gazetelerin ortak manşetle çıkması

    1.
  13. türkiye nin romanya ya 1 milyon maske satması

    1.
  14. levent bulut'un duyurduğu olay. toplam 5 milyon maske daha satılacakmış.

    https://twitter.com/Leven...tatus/1242207402730061827
    2 ...
  15. 9 mart 2020 iyi partililerin istanbul yürüyüşü

    1.
  16. yeniçağ gazetesi yazarı murat ağırel'in tutuklanmasını protesto etmek amacıyla, iyi parti milletvekilleri ve tüm istanbul teşkilatlarının, yarın saat 13:00'te, yeniçağ gazetesi'nin yenibosna'daki binasına yapacağı yürüyüştür.

    kaynak: https://twitter.com/leven.../1236733857044537346?s=21
    0 ...
  17. hiçbir konuda ortak noktada buluşulamaması

    1.
  18. hayatımızda keşkeler olmasa

    1.
  19. levent bulut'un bugün köşesinde değindiği durum.

    Yazı şöyle:
    "garip gurebanın çocukları vatan için şehit olurlar. inanarak, mertçe, dövüşerek ölürler. karadeniz'in yemyeşil yaylaları, cennet gibi dereleri için. ege ve akdeniz'in inci gibi koyları için ölürler. ölürler ve öldürürler.
    *
    can alırlar, can verirler birlikte omuz omuza. acı olan şudur ki bu garipler ömürleri boyunca uğruna öldükleri cennet vatanın cennet köşelerinde bir hafta tatil yapacak parayı ve vakti bulamazlar. kiminin evi sıvasızdır, kimisi hasta anasını yaşatıp kardeşlerini okutmak için, çaresizlikten sınırlarda nöbet bekler. işte bir şeye ağlayacaksanız bu gariplere ağlayın, bu ana kuzularına ağlayın...
    *
    düşünenler için bunda kalpleri titretecek ibretler vardır. cennet vatanın cennet köşeleri rantçı yamyamlara peşkeş çekilirken fakirler bu toprak parçalarının bekası için ölür de, bacası zor tüten baba ocaklarına tabutla dönerler.
    *
    eğer hakkı ile düşünüp akıl ederseniz bundaki kıssa çok çok büyüktür öyle büyüktür ki niceleri taşıyamaz, kendini dağlara vurur ya da içine kapanır sizler gerçek hayatı gerçek vatan aşkının size edilen zulmün farkında değilsiniz... farkında olsanız o kalpleriniz yerinden fırlardı."
    *
    yukarıdaki satırlar idlib'de şehit düşen komando uzman çavuş tolga can yılmaz'a ait... 2018'de atatürk'ün bir fotoğrafını paylaşarak "açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içenlerdeniz paşam" ifadelerini kullanan yılmaz, ailenin tek çocuğuydu. samimi paylaşımlarını okuyup da etkilenmemek mümkün değil...
    *
    34 şehidimiz olduğu gün ocaklara ateş düştü.
    sosyal medyada ise taziye ve gün birlik olma günü mesajları vardı.
    kimi "askerimizin ne işi vardı orada?" diye sordu...
    kimi "bugün siyaset tartışmak olmaz" diye cevap verdi.
    böyle bir günde bile ayrıştık, kutuplaştık.
    fakat bu mesajlar içindeki bir şehit annesinin sözü vardı ki yaşanan acının büyüklüğü karşısında hiçbir sözün değerinin olmadığını gösterdi: "şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecek."
    *
    şu yaşananlara bakın allah aşkına: doğruya doğru diyen bir millet iken bir doğruda buluşamıyoruz artık.
    şehitlerimizin ardından sosyal medyada törenleri paylaşıp "hakkımız helâl olsun" demek dışında ne yapıyoruz?
    neden, nasıl, niçin diye sorgulayabiliyor muyuz?
    hayır!
    merak ediyorum... bizim mi şehitlerimizde hakkımız var yoksa onların mı bizde hakları var?
    *
    "ömürleri boyunca uğruna öldükleri cennet vatanın cennet köşelerinde bir hafta tatil yapacak parayı ve vakti bulamayanlar"ın hakkını kim, hangi idareci ödeyebilecek?
    bu vebalin altından nasıl kalkacaklar?
    *
    fark ediyorum da içimden hep ah, keşke diyorum...
    keşke kadına şiddet, taciz, tecavüz ve hayvan katliamlarına gösterdiğimiz tepkilerdeki gibi bir doğruda buluşabilsek...
    keşke herhangi bir partiyi tutarak değil; seçerek oy versek...
    keşke kimin söylediğine, kimin yaptığına bakmaktan ziyade, doğru mu yanlış mı diye düşünsek...
    keşke yanlışlar çok olsa da, bir doğrumuz olsa...
    *
    keşke "ırzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan / hey sıkılmaz ağlamazsan bari gülmekten utan." diyen millî şairimizin sözünü unutmasak...
    keşke, cahillik değil bilgi; torpil yerine liyakat erdem olsa.
    keşke, okusak, araştırsak...
    *
    keşke bu sizden, bu bizden ayırımı yapmasak...
    keşke her işe allah diye başlarken biraz olsun allah'tan utansak, korksak.
    keşke namuslular da, namussuzlar kadar cesur olsa.
    keşke bu yazdıklarım gerçekleşse ve keşke demek zorunda kalmadığımız bir ülkede yaşasak.
    keşke ah keşke...

    suriye politikasının iflas etmesi...
    +++++
    suriye'de ne işimiz var diyenlere reis, "bizi suriye halkı çağırdı..." demişti. işte o sığınmacılardan biri sınırı geçince; "sanki biz size gidip bizi kurtarın dedik..." diye konuştu.
    nankörlük mü dersiniz, ihanet mi dersiniz bilmem...
    ama iflas eden suriye politikasının tek kelimeyle özetidir bu.
    *
    hatalardan ders alınmıyor.
    yanlış politikada ısrar edecekleri aşikâr.
    keza atatürk'ün "ben size ölmeyi emrediyorum." sözünü hatırlatan reis, "şehitler tepesi boş kalmayacak." dedi.
    *
    oysa verdiği örnek ile günümüzdeki yaşananlar aynı değil.
    zira, atatürk vatan toprağında savaşırken ve cephedeyken, "ben size ölmeyi emrediyorum." demiş ve devamında "biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir." diye imanını ve inancını göstermişti.

    bu inancı ve imanı gören mehmetçik de, atatürk'ün peşinden gitmiş ve başarı böyle gelmiştir.
    *
    diyeceğim, o padişah gibi sarayda oturmamış; ülkenin bekasını kendine ya da bir partiye bağlamamıştır.
    atatürk'te "ben olmazsam olmaz" zihniyetinden eser yoktur.

    ve bunu ülkeyi işgalden kurtarıp cumhuriyeti kurduktan sonra "benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. fakat türkiye cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır." sözüyle ve yaptıklarıyla görebilirsiniz.
    başka söze gerek yok!..

    kaynak: https://www.gunboyugazete...eskeler-olmasa-3872yy.htm
    3 ...
  20. türkiye nin vizyon sorunu olması

    1.
  21. Bugün levent bulut'un köşesinde değindiği durum.
    Yazı şöyle:

    Yıl 2010. Yer Gaziantep... Reis şöyle konuştu:
    "Sevgili kardeşlerim...
    Zaman tünelinde geriye gidelim. Ne yaptılar? içeride sanal tehditler, dışarıda düşman ürettiler, endişelere maruz bıraktılar, milleti korkuttular.
    Ne dediler?
    Türkiye'nin üç tarafı denizle, dört tarafı düşmanla çevrili dediler.
    Biz ne yaptık?
    Onlar gibi ufuksuz değiliz.
    Vizyonsuz değiliz.
    Biz geldik, bu anlayışı yıktık.
    Esad kardeşimle oturduk...
    Mayınları temizledik.
    Vizeleri kaldırdık, kapılarımızı açtık.
    *
    Şimdi benim Gaziantepli kardeşim, istediği gibi Halep'e gidiyor, Şam'a gidiyor.
    Vizyonumuzun en canlı tanığı Gaziantep'tir."
    *
    işte Reis'in bahsettiği bu vizyonu ülkece Suriye'de, Irak'ta, Libya'daki meselelerde görüyoruz. Ülkenin itibarı hiçbir dönem bu kadar azalmamıştı. Bu vizyon sayesinde AKP öncesi soykırımı tanıyan ülke sayısı 11 iken 31'e yükseldi!
    Ama nasıl yükselmesin!?
     Ülkücü Şehit Mustafa Erol'un katili olduğu iddia edilen ve Ermenilere destek vererek Türk milletine soykırımcı iftirası tasarısını hazırlayan kişiyi (ismini yazarak köşemi kirletmek istemiyorum) Avusturya'ya Büyükelçi atarsan soykırım iddialarına karşı derdini layıkıyla anlatabilir misin?
    *
     Monşer diye küçümsedikleri diplomatların yerine bir yandan Türklüğün karşıtı bir şahsı, diğer yandan her gün her cuma bir tane ayet salladığını söyleyerek,"'Google'a gir, Kur'an'da atıyorum kardeşlik, Kur'an'da nankörlük Kur'an'da bilmem ne diye search yap hepsi çıkıyor. Oradan beğen bir tane salla gitsin" diyen şahsı Çekya'ya Büyükelçi atarsan bu ülkenin dışarıda bir ciddiyeti olabilir mi?
    *
    Olmuyor da zaten...
    Bu yüzden bir tivitle "Ekonomini mahvederim." diyerek papazı da isterler... Adalarını da işgal ederler...
    Gerektiğinde ise beyzbol sopası gösterirler...
    *
    Dışarıda böyleyken içerideyse bu vizyonu; tarımı bitirip samandan börülceye kadar her şeyi ithal ederek... Şeker fabrikalarını satıp dışardan şeker alarak... Liyakati ve ehliyeti önemsizleştirerek... Parlamenter sistemi kaldırarak gösterdiler.
    Parti basın bülteni gibi çıkan gazeteler ve gazetecilerle de her gün bu vizyonun dibine vuruyorlar.
    *
    Ve bu vizyonsuzluğa yıllar sonra AK Parti Genel Başkanı 31 Mart yerel seçimlerinde 11 maddelik manifestosunu açıklarken şöyle değinmişti:
    "Türkiye, uzun süre yönetimine hâkim olan vizyonsuz, öngörüsüz, kifayetsiz, umarsız hastalıklı zihniyetler elinde oyalanmıştır. Kabul etmek gerekir ki, kadim şehirlerimiz dahi bu hastalıktan kendini kurtaramamıştır."  
    E... Haklıydı.
    Zira vizyonsuzluk topluma da sirayet etmişti. Kitap okumak, film izlemek, empati yapmak, muhtaca yardım etmek yerine toplumun vizyonu partizanlık oldu.
    Kısacası hiçbir şey değilse de bu vizyon batıracak ülkeyi ama bunu bir türlü fark edemedik/edemiyoruz...
     
    ***
     
    Mekânı kendiniz seçin
    +++++
     
    Eğer arkadaşlarınızla buluşacak ve gideceğiniz mekânı bilmiyorsanız önceden bir araştırın.
    Zira hoş olmayan durumlarla karşılaşabilirsiniz...
    Nasıl mı? Anlatayım...
    Yoğun iş temposundan vakit kaldıkça ara sıra arkadaşlarla buluşuyoruz. Yine böyle bir gün buluşma kararında mekân seçimini Caner yaptı.
    O da Zincirlikuyu'daki AVM'de bir mekân seçti.
    *
    Buluşma saatinden çok önce gidince, aylak aylak dolaşmayayım mekâna geçip oturayım düşüncesi hasıl oldu.
    Mekâna gittim. Baktım kalabalık bir yer...
    Millet yer kapmaya falan çalışıyor.
    Bak iyi ki önden gelmişim, bizim için masa kapayım deyip fırladım.
    *
    Isıtıcılı bir masa vardı. Oraya yöneldim. Daha 4-5 arkadaş gelecek deyip en güzel masaya oturdum...
    Millet geliyor yer yok...
    Tur atıp gelelim diyorlar.
    Tüm masalar dolu.
    Ben ise 4 kişilik masada tek başıma telefonla oynuyorum...
    Kendimi Recep ivedik gibi hissettim.
    Utandım.
    *
    Bari bir şeyler yiyeyim istedim.
    işaret ettiğim garson gelince,
    "Big King alabilir miyim." dedim.
    O sırada elime bir kâğıt uzattı.
    Menüymüş.
    *
    ingilizce mi Fransızca mı söylüyor anlamadım, içindekileri saydı.
    Ama şunu anladım ki patates ve içecek dâhil değilmiş.
    *
    Neyse... Allah'tan yine de menüye bir göz atayım dedim...
    Bir baktım menülerin kenarında minnacık domuz resimleri var.
    "Bu ne ya!.. Mickey Mouse gibi domuz da sizin ambleminiz mi?" dedim.
    Garson kızcağız gülerek, "Hayır, o domuz eti var, demek" dedi.
    Gayriihtiyarî panikle "Allah belanızı vermesin sizin ya!.." cümleleri dilimden döküldüğünde garson kızın ağzı kulaklarındaydı.
    *
    Nihayet söylediğim menüden istersem domuz eti çıkarılabileceğini söylediler.
    Bir alt menüden söylesem zaruriymiş.
    Şunu tekrar belirteyim menü dediysem kuru hamburger.
    Sadece pizza gibi içindekiler değişiyor.
    Patates ve içecek ekstra tabii.
    Ama fiyatı sanki hepsi içinde varmış gibi...
    *
    Diyeceğim, eğer arkadaşlarınızla buluşacaksanız, benim gibi sürprizler yaşamamak için mekân seçimini ya siz yapın ya da gitmeden mutlaka araştırın. Yoksa para verip aç kalırsınız!

    Kaynak:https://www.gunboyugazete...iyenin-vizyonu-3831yy.htm
    5 ...
  22. diyanet in millete ekonomi dersi vermesi

    1.
  23. levent bulut'un bugün köşesinde eleştirdiği durum.

    Bulut'un eleştirileri şöyle:

    Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

    islâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumun dergisinde kısaca galiba şöyle demek istiyorlar;

    Fiyatlar pahalıysa, alım gücün düştüyse ekonomiyi suçlama...

    Zira sen işi bilmiyorsun...
    Zaten işsizsindir önce akşama kadar bekle.
    Sonra pazar toplanmaya başlayana kadar bütün pazarı gez.
    Böylece gözün gönlün doysun.

    Pazarcı, ürünler elde kalacak satamayacağım korkusu yaşamaya başladığında da bu korkusundan faydalan.
    Ve bu işi yaparken de sürekli aynı pazarcıdan al ki, elde kalan iyi malları sana, çürükleri başka bir din kardeşine kalsın.

    *
    Nasıl bir ülke olduk ya...
    Bir din kurumuna ait dergide ekonomi dersi veriyorlar.
    Üstelik verdikleri tavsiyeleri de geçersiz.
    Zira herkes akşam pazarına gitse zaten kimse ucuz alamaz, aksine rağbet olduğu için ederini ya da daha fazlasını vererek alır.
    Ama bunların olmasına şaşırmıyorum artık.
    Sorgulamayan, okumayan toplumlar için ne diyelim...

    Elemtere fiş kem gözlere şiş...

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...-ekonomi-dersi-3788yy.htm
    4 ...
  24. cennetten ev umarken cehenneme odun taşımak

    1.
  25. (bkz: levent bulut)'un bugün yazısında değindiği olay.

    yazı şöyle:

    girin google'a kur'an kursları taciz yazıp bakın lütfen...
    kaçak ya da diyanet'e bağlı kur'ân kurslarıyla ilgili çıkan haberleri mideniz kaldırırsa okuyun.
    benim kaldırmadı.
    bunlar basına yansıyanlar...
    bir de yansımayanları düşünün!...
    *
    işte bunlar haberlere yansırken kurslarda bir tuğlası olana cennette bir ev verileceğini söyleyen diyanet işleri başkanı ali erbaş türkiye'de 2 bine yakın yatılı kur'ân kursu olduğunu belirterek, "kur'ân kurslarımızın bulunduğu yerlere biz ne diyoruz biliyor musunuz? şeytandan korunmuş bölgeler" dedi.

    adam haklı... çocukların taciz edildiği, dövüldüğü, korkutulduğu yerlerde şeytanın olmasına ne gerek var? zira şeytanın gözü arkasında kalmıyordur bunları yapanlar sayesinde değil mi!
    *
    öyle garip bir ülke olduk ki, yanlışa yanlış doğruya doğru demeyi bıraktık.
    yukarıda anlatılan olaylar önceleri toplumun hemen her kesiminde infiale yol açardı.
    ilk hâdiseden sonra bir daha yaşanmasın diye çaba sarf edilirdi.
    şimdi ise…
    görmezden, duymazdan geliniyor.
    en çok alnı secdeye değenlerin ses çıkarması gerekirken susuyorlar.
    "aman ağzımızın tadı kaçmasın ali rıza bey" felsefesiyle başlarını kuma gömüyorlar.
    daha vahimi önemsizleştirmeye çalışıyorlar, yeni istismarlara kapı aralıyorlar.
    karaman'da 2012-2015 yılları arasında, 9-10 yaşlarında çok sayıda çocuğa tecavüz edildiği polis raporuyla belgelenmişti.
    dönemin aileden sorumlu bakanı çıktı, "buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz." dedi hiç umursamadan...
    *
    peki ya bu olaylar olurken millet dinini doğru düzgün öğrensin, sahte hocalara kanmasın diye bizzat atatürk tarafından kurulan diyanet ne yaptı?
    uzun zamandır israf, gösteriş, kibir, yolsuzluk, rüşvet gibi ayetlerle haram kılındığı kesin olan konulara değinmeyen diyanet "haram parayla alınmış halı ya da yapımında haram kazanç olan camide namaz kılmanın mahzuru olmadığını", "haram parayla hac olur mu?" sorusuna ise "pek uygun değildir, ama hac geçerli olur" fetvaları veriyordu.
    şimdi de "sigara haramdır" diyor.
    hadi diyelim ki kurslarda olan olaylar için açıklama yapmıyor da, bunlar yaşanmasın diye neden tedbir almıyor?
    *
    herhâlde tedbir olarak dua etmek yeterli diye düşünüyorlar. şunu belirteyim; erbaş'ın dediği gibi "allah'ın ismi zikredildiğinde şeytan oradan kaçar"
    amenna...
    allah'ın ismi şeytanı kaçırır...
    peki ya taciz ve dayağın olduğu yerlerdeki şeytanlaşmış insanlara ne yapacağız?
    onları çocuklardan uzak tutacak bir dua var mı acaba?
    varsa sürekli dua edelim...
    ha, bunlar için dua kâr etmiyorsa o zaman bunlara fırsat vermeyelim.
    *
    şüphesiz tüm kur'ân kursları böyle değil. sözüm taciz ve istismarların yaşandığı kurslara ve bunları sıkı bir denetime tabi tutmayan diyanet işleri başkanlığı'na...
    ve merak ediyorum; ülkemizde 100 bin cami varken, bu camilerde her sene 2-3 dönem kur'ân kursu açılıyorken, 2 bine yakın yatılı kur'ân kursuna neden ihtiyaç var?
    ben de küçükken yaz aylarında kur'ân kursuna giderdim. ama mahallemizde bulunan camide açılan yerlerdi bunlar.
    *
    özetle 2020 yılı bütçesi 11,5 milyar lira olan diyanet'in kaçak kurslara izin vermeyerek, bütün kur'ân kurslarını açık gizli denetlemelidir. zira en ufak bir ihmalde veballeri vardır. bu arada vatandaşın da bu konuda bilinçlenmesi şart.
    kur'ân kurslarında bir tuğla edinip, cennette bir ev verilecek diye beklerken, cehenneme bilmeden odun taşımamak gerek...

    kaynak: https://www.gunboyugazete...-yok-insan-var-3746yy.htm
    5 ...
  26. yunanların hadlerini aşması

    1.
  27. bu durumu bugün (bkz: levent bulut) köşesinde anlatmış. okunmalı, okutulmalıdır.

    YAZI ŞÖYLE:

    akp 2002'de iktidara geldikten sonra yunan idarecilerin örneğin, yunan genelkurmay başkanı evangelos apostolakis'in, "türkler kayalıklarımıza çıkarsa yerle bir ederiz. hükümetimiz de aynı görüştedir." açıklaması gibi sözleri ve tehditleri arttı. hatta bu sözlerini eyleme dönüştürüp adaları tek tek işgal ettiler. yetmedi yunan vekil alçakça, türk bayrağını yırttı. türk milleti en zor döneminde bile bunları denize süpürmüşken, adalarımızı işgal edip, bayrağımızı yırtıp, ülkemizi nasıl tehdit edebiliyorlar dersiniz?
    yürek yediklerinden değil de türkiye'yi yönetenlerin, ses çıkarmamasından cesaret buluyorlar.

    ***
    e haksızda değiller... ülkenin son 18 yılında şu yaşananlara bir bakın;

    askerinin başına çuval geçirildiğinde, ses çıkaramıyorsun.

    "çözümsüzlük çözüm değil; yes be annem" diyorsun, bir şeyi çözemiyorsun.

    ege adaların işgal ediliyor. sen tepki koyacağına lozan anlaşmasını kötülüyorsun.
    e sen böyle yapınca da adamlar dalga geçer gibi,
    "beğenmiyorsanız 'sevr'i verelim." diyorlar.
    bu kez "lozan uygulanmıyor, bari güncelleyelim." diyorsun.
    suriye'deki türk toprağı süleyman şah'ı terörist tehdidi var diye alıp kaçıyorsun.
    burnumuzun dibinde "kardeş" dedikleri barzani, türkiye'ye rağmen, bağımsızlık referandumu yapıyor, engel olamıyorsun.
    ***
    yunan idareciler adalar için türkiye'ye posta koyarken, "keçilerin otladığı kaya parçaları için savaş mı çıkaralım." diyen yazarcığa "vatan toprağı kaya parçası değildir." diyemiyorsun.

    "türk milleti" yerine, kimliği belirsiz "bu millet" kavramını kullanıyorsun. "milliyetçiliği ayaklar altına aldık." diyor, sonra "yerli ve milliyiz." diye övünüyorsun.
    ***
    ülkece siyaset, ekonomi ve hukuk alanlarında dibe vururken, adam kayırmacada, torpille işe girmede, bizden olan, olmayan diye ayrım yapmada, kamplaşıp kutuplaşmada zirveye çıkıyorsun.

    böyle bir ülkenin caydırıcılığı, idarecilerinin sözlerinin inandırıcılığı olabilir mi?
    olmuyor da…
    ***
    göz göre göre adaları tek tek işgal ederlerken türkiye ne yaptı derseniz anlatayım:
    31 aralık 2008'de yunan genelkurmay başkanı ve kara kuvvetleri komutanı türk hava sahasını ihlal ederek aydın bulamaç adası'na helikopterle indi. 6 ocak 2009'da yunanistan cumhurbaşkanı papulyas ise, aydın il sınırları içinde bulunan eşek adası'na gelerek yunan belediye başkanını ziyaret etti.

    o sırada türkiye'yi yönetenler ise tsk'ya yönelik kumpas davalarını savunuyorlardı. o dönem atatürkçü subay ve paşalar tutuklanıyor, ülkeyi yönetenler fetö'nün özel görevli yargıç ve savcılarına methiyeler diziyorlardı.
    ***
    meselâ; o tutuklamaları yapan hâkim ve savcılara bütün türkiye'nin demokrasi adına büyük bir borcu olduğunu söyleyen dönemin başbakan yardımcısı bülent arınç, dava ile "türkiye bağırsaklarını temizliyor." derken, makaracı bakan "türkiye'dekileri hizaya soktuk." diye seviniyordu.

    yunanistan ise adalarımızı işgalini sürdürüyor, ab de ilerleme raporuyla "türkiye'nin en kapsamlı darbe girişimi soruşturması" olarak nitelendirdiği ergenekon davası'na tam destek veriyordu.
    ne kadar tesadüf değil mi!
    ***
    yunanlar adalarımızda cirit atarken, bu olaylar serisi kamuoyundan gizlenerek örtbas edilmeye çalışılmış, genelkurmay başkanlığı kendi internet sitesinde duyurduğu hava sahası ihlalini sitesinden kaldırmak zorunda bırakılmıştı.

    ***

    zamanında yedi düvele meydan okuyorduk…
    şimdi ne hâle geldiğimizin farkında mısınız?

    ***

    lafa geldi mi eskiyi yerden yere vuruyorlar.

    neymiş efendim; eskiden gaz ve yağ kuyruğu varmış...

    ama o zaman amerika'ya, "ülkemin tarlalarında yetişen haşhaştan sana ne kardeşim!" diye kafa tutan bir ülke vardı.

    kıbrıs'ta zulüm altında olan türkler için, dünyayı karşısına alıp çıkartma yapan bir türkiye vardı.

    sürekli eski yönetimleri, hatta ülkenin kurucularını bile kötülüyorlar. fakat; birleşmiş milletler'e üyelik için "şartlarımızı koyarız. biz müracaat etmeyiz. davet gelirse düşünürüz." diyebilen bir lider vardı.

    şimdi öyle mi peki?...

    gündüz vakti ab'ye giriyoruz diye havai fişek patlattılar!

    bırak ab'yi, şangay beşlisi'ne bile giremedik.

    ***

    sonuç itibariyle adaların işgali ve yunanlı idarecilerin küstah tehditleri somut bir gerçek. aynı şekilde "türk'üm" demekten imtina eden, "akp ile türk olmaktan kurtulduk." diye övünen zihniyetlerin iktidar olduğu ülkede adaları işgalden kurtarmak, bu hadsizlere kardak'taki gibi haddini bildirmeyi beklemek hayalden ibaret.
    bunu elin yunanı da biliyor elbet.

    ama bir de şu gerçek var ki, "türk'üm" diyen, türk gibi düşünüp türk gibi hareket edenler iktidara geldiğinde, işgal edilen adalara türk gelirse, turist gibi gelmeyecektir!..

    kaynak: https://www.gunboyugazete...nerden-buluyor-3707yy.htm
    6 ...
  28. kanal istanbul tartışmalarının artık bayması

    1.
  29. su götürmez gerçek. levent bulut bu durumu bugün köşesinde şöyle anlatıyor:

    Türkiye'nin onca sorunu varken, günlerdir kamuoyunda Kanal istanbul tartışması yapılıyor. Zaten herkes bu konuyu tartıştığı için ben bu meseleye girmiyordum.

    Söylenenler hep aynı çünkü...

    Ama bir okurum defaatle "Sonuçta Kanal istanbul millete kalacak! Herkes eleştiriyor ama millete kalacak bir projeye neden karşı çıkılıyor?" sorusunu sorunca yazmam elzem oldu. Aynı düşüncelere sahip yüzbinlerin olduğundan eminim.

    *

    Şüphesiz her ülke yöneticisi kendinden sonrası için geleceğe bir eser bırakmak ister. Ama bu illa ki gereksiz ve çılgın bir proje olsun anlamına gelmez.

    Siyasîlerin böyle bir amacı varsa bu durumda öncelik, ülkenin durumu ve ihtiyacına göredir.

    *

    Şu an Türkiye'nin EYT, işsizlik ve pahalılık meselesi varken...

    Milyonlarca insan yarı aç yarı yok geçim kaygısı yaşarken...

    Petrol zengini Arapların yapay “Palmiye Adaları'”na özenircesine yapılacak bir projeye gerek yok!

    Üstelik bu proje için Ulaştırma Bakanlığı’nın 2018'de hazırladığı resmî sunuma göre 20 milyar dolar harcanacak...(Bugünkü kurla 118 milyar TL) Az para da değil hani!

    *

    Projeyi savunanlar diyor ki; "Bu kanal ile Montrö Sözleşmesi by-pass edillecek, gemiler bu kanaldan geçmeye zorlanacak ve ücret alınacak."

    Gel de gülme...

    Tam bir Deli Dumrul hikâyesi...

    Hani şu kuru bir çayın üstüne köprü yaptırıp geçenden 30 akçe geçmeyenden döve döve 40 akçe alan Deli Dumrul var ya…
    Aynen öyle.
    Bu durumu 2016'da dönemin Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan, Osmangazi Köprüsü'yle ilgili yaptığı açıklamada, geçenin de geçmeyenin de para ödeyeceğini söyleyerek açıkça itiraf etmişti. Sayın ahalimiz ise alkışlamıştı.

    *

    Dönelim konumuza. Maksat Boğaz’dan geçen gemilerden para almaksa eğer, Montrö Sözleşmesi'ne göre böyle bir hakkın var. Sözleşmeye göre; Türk boğazlarından geçen her gemi ton başına 0,17 gr altın karşılığı ücret ödemek zorunda. Ama sen bunu almıyor ya da alamıyorsun sonra vay efendim bir kanal yapalım gemileri oraya zorlayalım ve geçenden para alalım diyorsun. Daha önceki

    gün konuyla ilgili Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turan, “Yıllık 5 milyar dolar gelirimiz olacak.” dedi.

    Yersen...

    Hadi sen ülkende yol, köprü, hastane vs yapmak için vergi alıp da bunları kullandı diye kendi vatandaşından üste para alıyorsun…

    Fakat elin oğlu yer mi?

    Yemez...

    *

    Yine bazı kişiler projeyi savunurken Boğaz’da gemi geçişlerinin tehlike yarattığı bu kanal ile gemilerin güvenli geçişi olacağını söylüyor. Bakıyorum yapılacak kanalın genişliği 150 metre olacakmış. Boğazın Genişliği ise yer yer değişmekle birlikte en dar yeri, Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı arasında yaklaşık 698 metre...

    Kardeşim dev petrol tankerleri yolunu 17 km uzatma pahasına üstelik ücret ödeyerek niye bu dar kanaldan geçsin?!

    60-70 metrelik tankerler kimi yerde genişliği 3 bin 500 metreyi bulan boğazda risk olarak görürken yapacağın 150 metrelik dar kanalda nasıl tehlike arz etmeyecek?

    *

    Düşünelim lütfen bu projenin millete vereceği bir şey var mı? Hadi yapıldı bitti diyelim... Belki meraktan gidip görmek gezmek isteyeler dışında vatandaşa bir hayrı yok! Ama şurası kesin ki; memura, asgari ücretliye faydası olmayan bu proje, sadece yandaş müteahhit ve işadamlarına yarar sağlar...

    *

    Millete üretim bazında bir getirisi olmayacak kanalı inatla "yapacağız" diyorlar. Oysa kanal yerine fabrikalar açıp iş imkanı sağlanabilir...
    Hastaneler, okullar, yollar inşa edilebilir...
    Atama bekleyenlerin ataması yapılabilir....

    Öyle değil mi?

    Her şey ortadayken, mantıken olması gereken de buyken neden bu kadar ısrar ve inat ediliyor diye düşünüyorsanız eğer; cevabı Reis'in, "Bir olay olduğunda, kime yarar bu olay diye düşünülür." sözünde yatıyor.

    Şöyle bir bakalım: işsizlik, hayat pahalılığı, adalete güven kaybı ve Suriyeliler...

    Doğu Akdeniz'de petrol ve gaz arama meselesi…

    Amerika- iran krizi, idlib’den yeni bir göç dalgasının başlaması...
    Devrim yaptık denilen hastanelerde 15-20 gün sonraya randevu alınabilmesi gibi konular yerine Kanal istanbul günlerdir tartışılıyorsa eğer, bu sorunların konuşulmasını istemeyenler amaçlarına ulaşmıştır demek.

    https://www.gunboyugazete...di-yeter-artik-3604yy.htm
    2 ...
  30. sabancı nın temsa yı kredi ile geri alması

    1.
  31. levent bulut'un duyurduğu haber eğer gerçekse devletin simitçi almasından daha iyidir.

    https://twitter.com/Leven...tatus/1213877899788468224
    1 ...
  32. itibar hak ve adaletle olur

    1.
  33. levent bulut'un bugün yargının nasıl güvensizleştiğini anlattığı makalesinin adı.

    buyurun:

    ergenekon - balyoz gibi sun'î davalar, akp'li il ve ilçe belediyelerinde çalışan avukatların çoğunun yargı kadrosuna sokulduğu gibi iddialarla yargıya güven zedelenmişti. bu yüzden dünyada adalet için yürüyüş yapılan tek ülke biz olmuştuk.

    sözcü yazar ve yöneticilerine verilen ceza ile bu güven iyice çatırdadı ve dibe vurdu. şu an sokaktaki birine "yargıya güveniyor musun?" diye sorun, korkmadan gerçeği söylerse cevabı "hayır!" olacaktır.
    ***
    yargıya güven sadece sözcü yazarlarına verilen ceza ile yitirilmedi şüphesiz. peki bu hale nasıl geldik? gelin en baştan anlatalım:
    akp iktidara geldiğinde yetişmiş kadroları olmadığından yargıyla ilgili söylemleri güvensizlik üzerineydi. meselâ; "dokunulmazlıklar kaldırılsın." denildiğinde "ben bu yargıya güvenmiyorum." diyorlardı. aleyhlerine karar çıkarsa "bu karara uymuyorum saygı da duymuyorum.' şeklinde demeç veriyorlardı.

    sonra "menzilimiz aynı yolumuz farklı" dedikleri fetö'nün elemanları yargıyı hâkim oldular. aksayarak da olsa çalışan yargı bozulmaya; askeri sanık, teröristi tanık yapmaya, habur'da çadırda uygulanan seyyar yargıya dönüştü.

    yargıdaki bozulma ergenekon ve balyoz gibi davalarla sürerken ülkeyi yönetenlerin yargıya bakışı ve söylemi de değişti.
    ***
    atatürkçü subay ve paşalar tutuklanırken ülkeyi yönetenler fetö'nün özel görevli yargıç ve savcılarına methiyeler diziyordu. meselâ; o tutuklamaları yapan hâkim ve savcılara bütün türkiye'nin demokrasi adına büyük bir borcu olduğunu söyleyen dönemin başbakan yardımcısı bülent arınç, dava ile "türkiye bağırsaklarını temizliyor." diyordu.
    makaracı bakan "türkiye'dekileri hizaya soktuk." diye sevinirken, dönemin akp sözcüsüne göre "kurda merhamet etmek kuzuya zulüm etmekti."

    bunlar olurken ab'de boş durmuyordu. ilerleme raporuyla "türkiye'nin en kapsamlı darbe girişimi soruşturması" olarak nitelendirdiği ergenekon davası'na tam desteğini sürdürüyordu.
    ***
    sonra fetö'nün militanlaşmış yargı kadrosu akp'yi hedef aldı. 17/25 operasyonları ve 15 temmuz'un ardından yargı kadrosunun yarısı değişti. bu değişimi akp'li mahir ünal "yargıda, orduda, kamudaki fetö'cüler temizlendi. devletin içindeki şeytan çıktı." ifadeleriyle açıkladı.
    buna rağmen bağımsız yargı tartışmaları sürdü.

    ülke yöneticilerinin ve medyanın tutarsız söylemleri, tutuklanan ve serbest bırakılanların durumları bu münekaşaların tuzu biberi oldu.

    meselâ; "arkalarında cia var! gezi benzeri kalkışma planlıyorlardı!" gibi manşetlerin atıldığı, devletin başının da "onlar âdeta 15 temmuz'un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir." dediği büyükada'da tutuklananlar serbest bırakıldı. alman der spiegel dergisi, bu durumu eski almanya başbakanı schröder ile erdoğan arasındaki gizli pazarlığın sonucu olarak duyurdu.
    ***
    bu olayın ardından deniz yücel meselesi çıktı. benzer manşetler yücel içinde atılırken devletin başı "elimizde görüntüler, her şey var. bu tam bir ajan terörist." dedi. o da bırakılırken, almanya ile türkiye'nin pazarlık yapıp anlaştığı öne sürüldü.

    bu iki örnekte serbest bırakılanlara bir sözüm yok. gayet tabiî ki suçsuz oldukları mahkemede ortaya çıkabilir. ama benim anlatmak istediğim daha mahkeme sürerken türlü ithamlarda bulunulması. ardından birden bire serbest bırakılmaları ve bu tahliyelerin arkasından dile getirilen pazarlık iddiaları.
    ***
    gelelim papaza.
    misyonerlik faaliyetleri yürüttüğü öne sürülen papaz önce gözaltına alındı ve sınır dışı edilecekti. sonra, fetö'ye üye olmak suçlamasıyla tutuklandı. havuz medyası malum manşetleri döşedi.

    akabinde içeride ve dışarıda yargı kararlarının siyasî olduğu yönündeki iddialara destek verircesine "sizde de bir papaz var, verin bize." denildi. bir yandan bağımsız yargı iddiası, diğer yandan al papazı ver imamı söylemi. bir zaman sonra abd baskı yapmaya başladı ve papaz'ı açık açık istedi.

    reis de, "bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın." dedi. abd'de ise brunson'ın rehin olduğu yönünde yazılar çıktı. trump ile reis'in yaptıkları her görüşmede artık bu konu yer almaya başladı.

    diğer yandan türkiye'ye baskılar giderek arttı. iki akpli bakanın abd'deki mal varlıklarını donduruldu.
    ayrıca askerî ve malî konularda türkiye'ye yönelik baskılar yoğunlaştı. türkiye'de ise bozulan ekonomi ve tl'deki erime, bu baskılara bağlanarak, "ezana bayrağa saldırı" gibi nitelendirildi. yurdum insanı "iphone"larını kırdı.
    ***
    sonra ne olduysa söylemler değişmeye başladı. amerika'ya kafa tutarken, nazara mı geldik, göze mi geldik bilmiyorum önce ekonomideki bozukluk brunson kaynaklı değil denmeye başlandı.
    zaten öyle olsa sırf ekonomiyi bozdu diye serbest bırakmamak gerekti. neyse davanın savcısı da değişti, gizli tanıkların ifadeleri de.
    sonuç olarak papaz tahliye edildi.
    ***
    ülkeyi yönetenler sık sık "türkiye bir hukuk devletidir." demesine rağmen, bu olan bitenlerin hepsi türkiye'nin itibarını sarstı.
    zira itibar, sadece devleti yönetenlerin lüks araç ve gereçleriyle olmaz. bir devletin itibarı; ülkede uygulanan hukuk, demokrasi ve adaletiyle orantılıdır.

    itibardan kasıt lüks ve zengin bir hayat olsa, bugün ortadoğu ülkeleri en itibarlı devlet olurlardı.
    öyle değil mi?
    yeni yılın ülkemize huzur, mutluluk ve bereket getirmesi dileğiyle. mutlu yıllar dilerim...

    kaynak:https://www.gunboyugazete...-adaletle-olur-3536yy.htm
    1 ...
  34. insanların birbirine saygısını yitirmesi

    1.
  35. levent bulut'un köşesinde anlatığı durum.

    Yazı şöyle:

    O gün her zamanki gibi gazeteden çıktım, durağa gidiyorum. Bir müddet yürüdükten sonra arkamdan tanıdık bir ses yankılandı. Dönüp baktığımda uzun zamandır görmediğim bir dostumu karşımda gördüm.
    *
    Ne zaman telefonda konuşup bir gün buluşalım desek araya hep iş güç giriyor ve öyle kalıyordu. Bayağı bir zamandır da artık buluşalım demeyi kesmiştik.
    O an küçük çocuklar gibi sevindik.
    Sarmaş dolaş olduk.
    Ayaküstü hâl hatır sorduktan sonra dostum, ortak bir arkadaşımızın ofis açtığını ve oraya gideceğini söyleyerek "Gel beraber gidelim. Seni görünce o da çok sevinecek" dedi.
    *
    Bir an bile düşünmeden "tamam" dedim. Yürürken yol boyunca sevincimizi gizlemeyerek eskiyi yad ederken, iletişim çağında iletişimsizlikten dert yandık.
    *
    Eskiden mektupla haberleşilirken; şimdi telefon, WhatSapp gibi imkânlara rağmen haberleşilmiyor, diye söylendik. Bir müddet sonra ortak dostumuzun ofisine geldik. Yine bir sarmaş dolaş.
    Kahkahalar...
    Gülüşmeler...
    Ağzımız kulaklarda...
    *
    Bir zaman sonra arkadaş "Ne ikram edeyim?" diye sordu!
    Birlikte gittiğim dostum, "Kahve varsa, şekerli olabilir" dedi.
    - Kahve yok maalesef...
    Araya girerek, "O zaman çay alalım" dedim.
    - O da yok diye cevapladı.
    ister istemez duraksadık ve birbirimize baktık.
    *
    Hayır, dağın başında da değiliz. Ofis bir iş hanında.
    Hanın çaycısı da var.
    Sonuçta atla deve değil istenen…
    Altı üstü bir çay…
    Dayanamadım "Ne var peki?" dedim.
    "ice tea var. Ben çok severim" dedi ve küçük plastik bardaklara bize sormadan doldurmaya başladı.
    Konuşma aynı...
    Ses aynı...
    Geçmişte yaşananlar da aynı, ama şu anki davranışı kesinlikle eskisi gibi değil...
    *
    Bozuntuya vermedik, içtik. Sevmesem de ikramı geri çevirmedim. Bir müddet sonra ben müsaade istedim ve kalktım. En kısa zaman da tekrar görüşmek üzere sözleştik.
    *
    Yolda nasıl bir ülke hâline geldik, diye düşündüm.
    Eskiden evler salon, yatak odası, oturma odası ve misafir odası olarak 3+1 idi. Evin diğer odalarına gösterilmeyen ilgi misafir odasına gösterilir ve o odaya yalnızca misafir geldiğinde girilirdi.
    Hatırlıyorum o odada misafire ikram için sigaralık bile vardı. Babam içmiyor olmasına rağmen mutlaka o sigaralığı dolu tutardı.
    Oruçlu olduğumuzda eve gelen misafir niyetli değilse sebebini sorgulamaz, yemek yapılırdı. Misafir ise "Kesinlikle yemem sizinle iftarı beklerim" derdi...

    Karşılıklı "aaa, olmaz"larsa yemek yapılıp ikram edilene kadar sürerdi. Şimdi misafirin ne istediğinin bir önemi yok!
    *
    Evde Ülkü ile çay ve kahvede şeker kullanmıyoruz. Ama misafir için mutlaka bulunduruyoruz. Hatta yemeğe geliniyorsa içeceklerin envai çeşidini alıyoruz ki, isteyen sevdiğini içsin diye...
    Olması gereken de bu değil midir?
    *
    Şimdi bakıyorum bırakın ikramı insanımız misafiri yük görüyor.
    7/24 sayın hükümetimizin bakanları ve haysiyetli basınımız eskisinden daha zenginiz dese de -hadi diyelim- hayat pahalı, insanlarda para yok.
    Eee, peki eskiden var mıydı?
    Aslında bunun parayla da bir ilgisi yok. Zira beş çocuklu ve tek maaşlı bir memurun oğlu olarak biz meyveyi misafirden misafire görebiliyorduk.
    Misafir gelecekse borç harç ne yapıp eder mutlaka ikramlık meyve alınır, annem de kek ve poğaça türü şeyler yapardı. Biz isterdik ki misafir gelsin.
    *
    Şimdi insanımızın eski sıcaklığı da kalmadı. Adam inanmadığı fikirlere, inanmadığı siyasîlere oy verirken, çıkarım neredeyse oradayım diyor.
    Her şey yapay ve çıkar üstüne kurulu. Eskinin fazileti ve dürüstlüğü para etmiyor artık.
    *
    Milletçe biz olmak yerine 'ben'leştik. Bireyselleştikçe de bencilleştik. Birbirimize saygımızı kaybettik. Toplu taşıma kullanıyorsanız insanların birbirine nasıl davrandığını çok net görüyorsunuzdur.
    Metro ve metrobüste öyle saygısız kişiler var ki diyorsun ki: "Ben bunlar için mi diken üstünde oturup yazı yazmaya çalışıyorum."
    *
    Bazen diyorum ki: "Bırak bu işleri... Yazma. Ne gereği var... Durduk yere başını ağrıtıyorsun. Her ülke layıkıyla yönetilir."
    Ama sonra kendime "iyi de Türkiye'nin layıkı bu mu?" diye sorunca, işte o zaman gönlüm el vermiyor.
    *
    Ülkenin her alanında çürüme var...
    Taksiye biniyorsun üstüne vazife olmadan sohbetine dalıyor...
    Metroya biniyor, ama inemiyorsun.
    Zira inmeni beklemeden binenler seni tekrar metroya sokuyor.
    "Nerelisin?" yerine "Hangi partilisin?" diye soruluyor.
    Tevâzunun yerini riya ve gösteriş alıyor.
    Bir olayda haklı yerine "O bizden mi?" diye bakılıyor.
    Edep ve haya sadece birer kelime olarak kullanılıyor.
    *
    Şimdi soralım lütfen: Neden böyle oldu?
    Nasıl saygısız ve cehaletin erdem olduğu bir ülke hâline geldik?
    Misafirperver bir millet iken biz nerede ve nasıl bir yanlış yaptık diye düşünmemizin vakti gelmedi mi?

    kaynak: https://www.gunboyugazete...bir-ulke-olduk-3506yy.htm
    6 ...
  36. polisin basın kartını tanımaması

    12.
  37. yanlışı ısrarla savunanları gösteren yazı. yazık.
    0 ...
  38. 18 aralık 2019 levent bulut köşe yazısı

    1.
  39. okunması gereken yazıdır.

    Yazı şöyle:

    Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası’nın işletme hakkının 25 yıllığına yüzde 50 Türk, yüzde 50 Katar sermayeli bir ortaklığa devriyle ilgili tartışmalar sürüyor. Kılıçdaroğlu bu işlemle fabrikanın "peşkeş" çekildiğini ısrarla söylerken fabrika arazisindeki her türlü taşınmazın mülkiyetinin devlete ait olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan ise "Kaldı ki burada yapılan iş özelleştirme de değildir; işletme hakkının belli şartlar, belli süreler, belli kısıtlamalar karşılığında BMC’ye devredilmesidir." diyor.

    *

    Bir okurum Tank-Palet farikasıyla ilgili olarak, "Niye sesin çıkmıyor?" diye sorunca bu konuya tekrar değinmek istedim.

    Daha önce bu konu hakkında görüşlerimi şu şekilde ifade etmiştim:

    "Dünyada ilk ve tek, ne yaparsan yap sorumluluk alma modelinin başarılı bir şekilde uygulandığı ülkemizde, gün geçmiyor ki; ‘Faiz sebep enflasyon sonuçtur’ ya da OHAL ile anayasal bir hak olan grevi engellemek gibi, ekonomide tarihe geçecek yeni modeller sunmayalım.

    ***

    Artık alıştım daha da şaşırmam dememe rağmen, inanın şaşırtacak bir konu her zaman çıkıyor. Şimdi Türkiye olarak ekonomi bilimi ve yönetimine yeni bir model sunuyoruz. Bu ekonomik modele ‘Satmıyor işletmesini devrediyoruz’ modeli deniyor.

    Ben de bu modelden yola çıkarak köşemi devretmeye karar verdim!

    ***

    Bu ne kardeşim diyorsanız eğer hemen izah edeyim.

    Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Satılık değilim! Köşem de kalemim de satılık değil! Bu yazıdan sonra bunu iddia edecekler müfteridir. Sadece değişen dünya ve yeni ekonomi modellerine ayak uydurmaya çalışıyorum! Bu yüzden köşemin işletmesini devrediyorum!

    Şöyle ki;

    Köşemdeki mevcut durum korunacak. Yani adım ve resmim kalacak. Fakat içeriği devralan belirleyecek. Haftada bir ya da iki yazıyordum ya; artık şahıs, şirket, kurum, kuruluş, dernek vesaire kim devralacaksa mevcudun üstüne koyarak her gün yazı yazacak. 2 sütuna yazdığım köşemde devrettikten sonra isterse 3-4 sütuna çıkabilecek yazılar üretebilecek. Yani satma, köşemde adımın kalkması resmimin değişmesi kesinlikle söz konusu değil. Sadece belli alanların işletme devri var.

    ***

    Bunun karşılığında ben devrettiğimden bir şey alacak mıyım?

    Vallahi bilmiyorum!

    Fakat adam içerik üretecek, yerime yazacak, bir de utanmadan para isteyecek değilim herhalde.

    Ama şunu biliyorum. Bundan sonra ‘Ne olacak bu devlet, ne olacak bu millet!’ diye sıkıntı etmeyeceğim.

    Üstelik yazdıklarımdan dolayı başıma bir iş gelir mi diye de korkmayacağım.

    Devralan da kâr edecek.

    içeriği istediği gibi belirleyebileceği için, parti basın bültenini mi yayınlar, börtü böcek konularına mı girer, tamamen kendine kalmış bir şey.

    Şunu yine hatırlatayım; köşemin ya da kalemimin satılık olma gibi bir durumu yok; sadece devrediyorum. Defaten bunu iddia edecek olanlar müfteridir diyorum!"

    ***

    Şimdi uzun uzun tekrar yazmayacağım. Ama merak ediyorum: Madem burada satış yok... Madem mevcut tanklarımızın ve paletlerimizin tamiri ve bakımı olacak... Madem buraya 50 milyon dolar yatırım yapılacak ve içerideki bütün makineler yenilecek...

    Peki bu işler için ihale niye yapılmadı?

    ***

    ihale yapılsa ve duyurulsaydı belki farklı bir firma, bunların hepsini yapıp üstene 50 değil 150 milyon dolarlık yatırım yapacaktı!

    Öyle değil mi?

    Şimdi soruyorum neden ihale yapılmadı?

    Yok yapıldıysa ihale ilanı nerede?

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...k-ne-yasaniyor-3464yy.htm
    4 ...
  40. ince nin ismail küçükkaya dan özür dilememesi

    1.
  41. levent bulut'un bugün köşesinde gündeme getirdiği durum.

    Yazı şöyle:

    ahmet hakan köşesinde 'muharrem ince çileden çıktı' ara başlığıyla ince'nin şu sözlerine yer verdi:
    "iftiraya uğrayan benim, iftiraya uğramama neden olan kişi rahmi turan. genel başkan iftiraya uğrayana değil de iftiraya kaynaklık eden kişiye 'üzülme' diye haber gönderiyor. işte asıl buna üzüldüm. hem de çok üzüldüm. genel başkan bana 'biz muharrem bey'i biliriz. onun saray kapısına gideceğine ihtimal bile vermeyiz. söyleyin ona üzülmesin' diye haber göndermiyor. ama rahmi turan'a üzülmesin diye haber yolluyor. ben buna üzülmeyeyim de ne yapayım?"
    *
    iyi de insan hiç mi kendi yaptığı işlere bakmaz?!
    bakın ben hatırlatayım: 24 haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, herkes konuşurken kameralar önüne çıkmayan, nerede ne yaptığı belirsiz olan kimdi?
    ince değil miydi?
    seçimi kazansın diye canını dişine takıp çalışanlar ve oy veren herkes nerede olduğunu merak edip bir açıklama beklerken, kameralar karşısına geçmek yerine; "adam kazandı" mesajı atarak seçmenini üzmedi mi?
    *
    attığı mesajı haber olunca "bu dostça bir mesajdı. neden haber yaptın." diyerek kendisine gelen eleştirilere karşı ismail küçükkaya'yı hedef göstermedi mi? küçükkaya, sosyal medya üzerinden yapılan hakarete varan eleştirilere muhatap olurken, ince'nin vicdanı sızlamış, küçükkaya'dan özür dilemiş midir acaba?
    *
    hataları bir değil ki...
    devam edelim...
    bu olayların akabinde özrü kabahatinden büyük derler ya, sanki güvenilmez insanlarmış gibi "gazetecilerle dost olurken dikkatli olmak lâzım." diyerek, bu mesleğe gönül verenleri kırıp üzmedi mi?
    *
    bütün bu hatalara rağmen kılıçdaroğlu ne yaptı? "muharrem bey cumhurbaşkanlığı adaylığında yorucu bir çalışma gerçekleştirdi. zaman zaman eşi de bu yorucu çalışmaya katıldı." şeklinde açıkladığı yemeğe davete etti.
    *
    fakat ne oldu? seçim gecesi "adam kazandı" mesajını haber yapan küçükkaya'yı "ama o mesaj dostaneydi" sözleriyle eleştiren ince, aile ortamında yapılan bir yemeğin ardından çıkıp, "kılıçdaroğlu'ndan bana teklif gelmedi ama benden ona bir teklif gitti. yarış içinde olmayacağımı söyledim. kendisine onursal başkanlık teklif ettim. ben imza toplamayacağım, ama hayır derse örgüt kendisi çözecektir bu işi." diye açıklama yaptı.
    *
    peki soralım şimdi: bu açıklaması ayıp değil miydi?
    kılıçdaroğlu, aday göstermeyip meral akşener'i destekleyeceğiz deseydi ve chp'nin desteği olmasaydı ince milyonlarca oyu alabilir miydi?
    bağımsız aday olsaydı kaç oy alabilirdi?
    bütün bunlara rağmen teşekkürü, "onursal başkan ol. hayır dersen örgüt bunu çözer." diye tehdit oldu.
    *
    şimdi de çıkmış yeni dostu ahmet hakan üzerinden kılıçdaroğlu'na eleştirisini sürdürüyor ve "üzülme" desin diye bekliyor...vallahi pes!..

    ateş pahası

    bir gün kanunî sultan süleyman maiyetiyle ava çıkar. aniden başlayan şiddetli yağmur, kanuni ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır.
    ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek, "şu ateş bin altın eder." der.
    yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler.
    *
    ev sahibi konuklarının önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlar.
    sabah olunca borcunu soran sultana ise "bin bir altın." cevabını verir.
    bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise gecelik konaklamanın bir altın ama ateşe bin altın değeri kendilerinin biçtiğini söyler.
    kanuni adamı haklı bulur ve parayı verir.
    *
    işte "ateş pahası" deyimi, bu hâdise üzerine doğmuş. ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılıyor.
    geçen gün pazara gittiğimde hangi ürüne baksam söylediğim hep bu deyim olmuştu. sayın hükümetimiz "ekonomi çok iyi." diyor da, iyiyse bu fiyatlar neden ateş pahası?.. izah etseler de anlasak.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...iledi-mi-acaba-3418yy.htm
    2 ...
  42. bir erkeği ağlatan duygu

    1.
  43. kişiden kişiye değişen duygudur. ama en önemlisi babalık olsa gerek.
    Buyrun:
    https://www.gunboyugazete...k-bir-davranis-3377yy.htm
    2 ...
  44. bu ülkede özür bir erdem değil

    1.
  45. levent bulut'un bugün köşesinde dile getirdiği durum.

    Yazı şöyle:

    Adamın biri cehennemi geziyormuş. Cehennemde meslek dallarına göre ayrı ayrı kuyular varmış. Her kuyunun başında da zebanî duruyormuş. Kuyulardaki insanlar canla başla çıkmak için uğraşıyor birbirlerine destek veriyormuş. Tam biri çıkacakken zebanî görevini yapıyor adamın kafasına vurup onu tekrar aşağı atıyormuş. Adam her kuyunun başında bu manzarayı görerek gezerken bir de ne görsün, başında zebanîsi olmayan bir kuyu... Merakla sormuş:
    - Neden bu kuyunun başında kimse yok?
    Zebanî şu cevabı vermiş:
    - Bu kuyu gazetecilerin kuyusu, burada zebanîye gerek yok çünkü onlar içlerinden biri çıkacak olduğunda onu tutup aşağı çekerler.
    Kıskançlık ve haset pençesindeki Türk basınının durumunu bu fıkra ne kadar da güzel anlatıyor değil mi?
    *
    işte bu fıkraya örnek olaylar yaşıyoruz. Türkiye günlerdir Rahmi Turan'ın "Müthiş bir haber" başlıklı yazısını tartışıyor. Havuz medyası mal bulmuş Mağribî gibi sadece yazarı değil gazetesini de hedef alıyor.
    "Yazdığım yazının tüm sorumluluğu bana aittir" demesine "Medya saldırganları benimle hesaplaşsın" diye feryat etmesine rağmen eleştiriler azalmak yerine ayyuka çıktı.
    "Hata ettiğini" ve "hatalı olduğunu" kabullenen Turan, dünkü yazısında "Bunu bir 'trafik kazası' gibi kabul etmek gerekiyor. Kasıtlı olmadan, dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan bir hatadır bu!" dedi ve tek tek isim sayarak özür diledi.
    işe yarar mı? Sanmıyorum...
    *
    Hep söylemişimdir özür bu ülkede bir erdem değil diye.
    Kabahatli olacak, üstüne bir de pişkin olacaksın ki, gıpta edilip, bir yerlere gelesin. "Haydi kardeşim sen de... Özür tabiî ki bir erdem, sallama" diyorsanız eğer... Meclis erdemsiz vekillerle mi dolu diye sormak gerek?
    *
    Yani özür dilemekte keramet olsa; çiftçilerden, esnaftan, kumpas davalarının mağdurlarından, FETÖ'nün zarar verdiklerinden, aç kalanlardan, iş arayıp da bulamayanlardan, EYT'ye takılanlardan, asgari ücretle geçinmeye çalışanlardan sorumlu olanlar özür dilemekten bitap düşerlerdi.
    *
    Demem o ki zamanında FETÖ'ye övgü dizip yüzü kızarmadan bugün Rahmi Turan'ı eleştirenler için "özür" kâr etmez...
    istiyorlar ki Rahmi Turan istifa etsin. Ama sanmıyorum ki yönetim sırtlan sürülerinin arzusunu kabul etsin.
    *
    Gazeteciliğe heveslenen, gazetecilik okuyanlara sürekli tek tavsiyem; başka bir meslek seçmeleri...

    Tebessüm

    Fıkra ile başladık fıkralar ile bitirelim:
    Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememiş. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın her gün kendisiyle uğraşıyormuş.
    Nihayet, öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun, diye düşünmüş ve aklına güzel bir fikir gelmiş. Hemen yardımcısını çağırıp:
    - Pazar günü saat 10'da denizin üzerinden yürüyerek geçeceğimi bütün basına duyur, demiş.
    Pazar sabahı, denilen saatte, tüm basın mensupları toplanmış. Bakan gelmiş ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başlamış. Karşı kıyıya kadar da denizi yürüyerek geçmiş. Herkesin gözleri dehşetle açılmış. Fakat ertesi günü tüm gazetelerde başlık şuymuş:
    -Bakan yüzme bilmiyor!
    *
    Fıkra bu ya Büyük iskender, Sezar ve Napolyon, Stalin döneminde bir 1 Mayıs günü Moskova'nın Kızıl Meydanı'ndaki geçit törenini şeref tribününden izlemekteymişler.
    iskender tanklara bakarak, hayranlıkla mırıldanmış:
    - Bu savaş arabaları bende olsaydı, bütün dünyayı fethederdim.
    Sezar, füzelere takılmış:
    - Bu müthiş oklar bende olsaydı, tüm dünya ayaklarımın altında olurdu.
    O sırada Napolyon bütün bunlara ilgisiz, merakla Pravda ve Iskra gazetelerini inceliyormuş, hayıfla başını sallamış:
    - Bu medya bende olsaydı bütün dünyayı Rusya seferinin bir zafer olduğuna inandırabilirdim.

    Kaynak: https://www.gunboyugazete...ir-erdem-degil-3362yy.htm
    4 ...
  46. babacan a akp genel başkanlığı teklif edilecek

    1.
  47. bir iddia. levent bulut'un bugün köşesinde kaleme aldığı yazıda şöyle anlatılmaktadır:

    Yazı şöyle:
    Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ın kuracağı partilerle ilgili gelişmeler Ak Partili kadrolarca da takip ediliyor. Kulislerde de en çok merak edilip konuşulanlar ise iki partinin tüzüğü ve kurucular kurulu üyelerinin kimlerden oluşacağı.
    Ama görünen o ki AKP kurmaylarını en çok Abdullah Gül destekli Babacan'ın hareketi endişelendiriyor.
    Babacan'ın kuracağı partiye AK Parti içinden ilgi inkâr edilemez bir gerçek. Hatta bunu gören Erdoğan, yeni parti kurmama konusunda Babacan'la görüşmüş ama ikna edememiş, akabinde "Ümmeti parçalamaya hakkınız yok." sözleriyle eleştirmişti.
    *
    Aradan geçen süre içerisinde Erdoğan kurmaylarıyla partide bütünleşme çalışması başlattı. Fakat yine de istifalar oldu ve yeni parti büyük merak uyandırdı. işte bu yüzden Erdoğan'ın Babacan'la tekrar bir görüşme gerçekleştireceği hükümete yakın bir yazar tarafından gündeme getirildi.
    *
    Ben de bu iddianın peşine düştüm ve Ali Babacan'ın ekibinde yer alan bir siyasetçiye sordum. "Bir talep" olmadığını söyledi.
    “Peki ola ki görüşme oldu. Erdoğan, Babacan'ı ikna edebilir mi?” diye sorduğumda ise aynı siyasetçi şunları söyledi:
    "Ali Bey partileşme kararını bir gecede almadı. Ekonominin başından ayrılma sürecinden bu yana yaşananlar işi bu noktaya getirdi. Ali Bey ve birlikte hareket ettiği isimler parti içerisindeki olumsuzlukları dile getirdi ama kulaklar tıkandı. Artık yeni bir sayfa açmak gerektiği hasıl olduğu için partileşme çalışmaları başladı. Eğer bu görüşme gerçekleşirse Sayın Erdoğan, Ali Bey'in parti kurma konusunda kararlığını görmüş olur."
    *
    Bu görüşme iddiasını AK Parti kulislerinde de araştırdım. Kulislerde iki farklı görüş hâkim: Bir taraf görüşme iddiasının gündeme getirilmesinin AK Parti içerisinde bir panik havası olduğu izlenimi doğurduğunu savunuyor, diğer taraf ise Reis'in muhtemel görüşmede Babacan'ı ikna edeceğine inanıyor.
    *
    Görüşme gerçekleşirse 'Nasıl bir teklif olabilir diye.' sorduğum bir başka kaynağımdan ise "Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcılığı" teklifinde bulunabilir." cevabı geldi.
    Şaşırmadım; zira, daha önce ekonominin başına geç dediği adama Tarım ve Orman Bakanlığı teklif edecek değildi ya. Konuştuğum kişiye: “Albayrak faktörü var! Bu hamle damadının, dolasıyla kendisinin ekonomi politikalarının başarısız olduğun teyidi olmaz mı? Zaten her fırsatta Albayrak'ı başarılı bulduğunu belirtti. Şimdi bu durum bir tezat oluşturmaz mı?” dediğimde cevabı kısa ve net oldu:
    “Reis'in vardır bir bildiği.”
    *
    Ak parti böyleyken bir de MHP kulislerini yoklayayım dedim. Asıl bomba iddia buradaki kulislerden geldi. Sıkı durun... Babacan'a “Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanlığı Baş Yardımcılığı ve AK Parti Genel Başkanlığı” teklifi edilebileceği söyleniyor. Evet yanlış okumadınız Ak Parti Genel Başkanlığı...
    *
    Şunu belirteyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın devlet işlerinin yoğunluğu yüzünden partiye yeterince zaman ayıramadığı bir gerçek. Hatta güvendiği bir isme devredeceği, bu isminde Binali Yıldırım olacağı söyleniyordu. Ama düşününce bu iddia hiç de yabana atılır değil. Mevzubahis Ak Parti'nin bekasıysa pek tabiî bu teklif yapılabilir. Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş örnekleri de karşımızda duruyor.
    "Ayrılmayın. Parti içinde kalın yanlışları birlikte düzeltelim." denen Babacan'a “Buyur gel partinin başına geç.” denmemesi için hiçbir sebep yok. Hatta kabul etsin ya da etmesin Ak Parti için büyük menfaatler var...
    Şöyle ki; önce bu teklifin kabul edildiğini varsayalım... Böyle bir durumda AKP içinde yaşanan yaprak dökümü sona erer. Parti içinde konuşulan mental yorgunluk yerini heyecana bırakır. Ekonomide uygulanması gereken acı reçetenin sorumluluğu Babacan'a kalır. Damadın üstünden Erdoğan'ın ekonomi yönetimine yapılan eleştiriler de sona erer.
    *
    Yok eğer kabul etmezse, Reis bu defa "Bakın yanlışları birlikte düzeltelim dedik... Gel partinin başına geç dedik... Partiyi ona teslim etmek istedik... Ama gördünüz amacı yanlışları düzeltmek değil ki... Amacı ümmeti bölmek..." gibi sözleri meydanlarda sık sık dile getirir.
    Dikkat ederseniz Davutoğlu’na yapılan sert eleştiriler Babacan'a yapılmıyor. Ama bu şekilde safları sık tutmak adına bu sözler için fırsat doğar.
    *
    Bu arada Başbakanlık koltuğunu "Bir Ali değil, bin Ali feda olsun." diyerek bırakan, Erdoğan istediği için TBMM Başkanlığı'ndan istifa edip belediye başkanlığına aday olan Binali Yıldırım ne olur diye düşünüyorsanız, düşünmeyin. Onu düşünen zaten var.
    *
    Kulisler böyle. Bakalım zaman ne gösterecek... "Aklen ve kalben ayrışma yaşadığını" söyleyerek partisinden istifa eden Babacan'a böyle bir teklif yapılacak mı?
    Yapılırsa cevabı ne olacak?
    Yıldırım bu seferde AKP Genel başkanı mı olacak?
    Bütün bu sorular önümüzdeki günlerde cevap bulacak.

    kaynak: https://www.gunboyugazete...eklif-edilecek-3334yy.htm
    8 ...
  48. erdoğan parti içinde güç mü kaybediyor

    1.
  49. levent bulut'un bugün köşesinde sorduğu soru.

    Yüksek Seçim Kurulu'nun, oy çokluğuyla istanbul'da seçimlerin iptaline karar vermesinin ardından O dönem AK Parti istanbul Milletvekili MKYK üyesi olan Mustafa Yeneroğlu durumu Twitter hesabından eleştirmişti. AKP içinden bir vekilin bu eleştirisi şüphesiz çok dikkat çekmişti. Herkes uyarılacak diye beklerken, Yeneroğlu yanlış bulduğu olayları eleştirmeye devam etti. Örneğin; Güneş gazetesinin Hakkari'de 4 askerin şehit olduğu saldırıya ilişkin haberi için "Mutlu musun Ekrem" manşetiyle vermesine tepki göstermiş, "Bu manşeti atanları şiddetle kınıyor, aklı selime davet ediyorum. Ekrem imamoğlu ile siyaseten ayrı noktalarda olsak bile, şehitlerimiz karşısında sevinebileceğini düşünecek kadar insafsız ve izansız değilim. Bu dil saldırılara kapı aralamaktadır. Gazetecilik değildir. Yapmayın, yazık!" demişti.

    *

    Şunu belirteyim: Yeneroğlu'nu tanımam… Her hangi bir münasebetim de bulunmuyor… Ama olayları değerlendirirken vicdanlı davrandığı gerçek. Hemen hemen her partide rağbet gören, “partinin yanlışlarını görme, duyma, söyleme” ve liderin aldığı kararları, “evet efendim” “çok iyi düşünmüşsünüz efendim” diyerek onayla kuralına Yeneroğlu ikaz edilmesine rağmen, “Bildiğim doğruları söylemeye devam edeceğim” diyerek uymadı.

    istifa ederken de bu durumu, 2-3 yıldan beri parti içerisinde birçok huzursuzluklar yaşadığını, özellikle insan hakları ve demokrasi konusunda sıkıntı yaşadığını hem parti içinde hem de kamuoyuyla paylaştığını söyleyerek belirtti.

    *

    Ben işin başka bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Yeneroğlu istifaya neden zorlandı? Sadece MKYK üyeliğinden istifa ettirilip vekil olarak TBMM çalışmalarında AKP içinde devam edemez miydi? Pek tabi edebilirdi...

    Ama Erdoğan istemedi.

    Zira Yeneroğlu istifa ederken Reis partiden de “istifa et dedi.” diye bu duruma dikkat çekti.

    AKP içinden 2 yeni parti çıkmaya hazırlanırken bu olay parti için bir handikap olabilecekken neden istifaya zorlandı derseniz söyleyeyim: Çünkü Yeneroğlu konuştukça, "Enflasyon düştü deniyor. Ama sürekli zam geliyor. Zamları vatandaşa anlatamıyoruz" gibi sözlerle AKP içinde özellikle ekonomi alanında eleştiriler ayyuka çıkmıştı da ondan.

    *

    Bu eleştiriler TBMM'de yapılan oturumlarda partili vekillerin çalışmalarına da yansıyordu.

    Bu durumu da bizzat Erdoğan bir grup konuşmasında "Bu dönemde daha hassas olmamız lazım. Arkadaşların sizleri bahçelerden toplayıp gruba getirmemesi lazım. Bunu özel bir ricam olarak söylüyorum" sözleriyle belirtmişti. Ama işe yaramamış olacak ki bu eleştirisinden 2 hafta sonra yine partisinin grup toplantısında bu kez "Allah rızası için parlamento çalışmalarınızda karar yeter sayısı noktasında grubumuzu darda, zorda bırakmayın. Toplantı yeter sayısında grubumuzu darda, zorda bırakmayın. Önce toplantı yeter sayısı, karar sayısı, hep birlikte orada yer alacağız ki muhalefetin karşısında gülünç duruma düşmeyelim. Bunları yapmazsak aldığımız ücreti kendimize helal kılamayız." şeklide dile getirdi.

    *

    işte mesele de buydu.

    Erdoğan'ın ağzından çıkan her kelime kanunken, partisinin vekillerine bir şeyi iki kere söylemeye başlamıştı. Bunu söylerken de “rica etmiş” ve “Allah rıza için” demişti.

    Bunlardan dolayı Reis bizzat istifa istedi. Böylece parti içinde ufak tefek çıkan eleştirilere “Yanlışı affetmem, AKP hala güçlü… Görevinize vekilliğinize bakmam, gereğini yaparım.” demiş oldu. Eğer göz göre istifaya zorlanmasa AKP içinde var olan eleştirilerin özellikle ‘Damat’a olanların dozu iyice artacaktı. Hatta bu serzenişlerden yeni sistemde nasibini alacaktı. Düşünün; yeni sistemi getiren partinin vekilleri bile yeni sistemi istemiyor ve karşı çıkıyor! Nasıl bir tezat değil mi? Ya da başka bir ifade ile ne kadar “gülünç!” Erdoğan,

    “Muhalefete kendinizi güldürmeyin.” derken parti içindeki eleştirilerin önüne geçmeyi istifa ile sağladı. Şimdilik bu durum vekillere bir ayar vermiş gibi görünüyor. Ama Davutoğlu ve Babacan'ın partileri vücut bulduğunda bugün susanlar o zaman nasıl konuşacak? işte bunu da zaman gösterecek.

    https://www.gunboyugazete...-mu-kaybediyor-3272yy.htm
    3 ...
  50. türkiye nin romanya ya tramvay ihraç etmesi

    1.
  51. bunun adı nankörlüktür

    1.
  52. levent bulut'un bugünkü yazısının adı. cumhuriyet kutlamalarına izin verilmemesini eleştirmiştir.

    Yazı şöyle:

    MiLLÎ iradenin üzerine tek kişinin iradesini koyarsanız anayasayı çiğnemiş, demokrasiyi de rafa kaldırmış olursunuz...
    Buna izin verilirse sistem çöker.
    Bu uygulama, binanın en üstüne kaçak kat çıkmaya benzer...
    Sonuçta sıkıntı doğar, sorunların çözümü zorlaşır, toplumsal bakışlar değişir, siyaset de demokratik olmaktan çıkar...

    Bir ülkede demokrasi ya vardır ya yoktur...
    ilkeleri demokratik olmayan ve halkın bir kısmının alkışıyla demokratik gibi gösterilen şartlar, dayatılan sistemi destekleyenleri rahatsız etmez. Onlar her söylemlerinin ve eylemlerinin demokratik olduğunu inatla savunurlar. Bunu yaparken de yaşanan güne bakmazlar, yaşanmış ve geçmişte kalmış günleri ve kişileri didikleyip dururlar...
    Gelinen nokta, toplumu bütünüyle rahatsız eder...

    Peki bu yolu neden seçerler...
    Günümüzde ortaya çıkan gecekonduya benzer demokratik anlayışı savunacak durumda olmadıkları için seçerler... Bugünü atlatmak için düne yönelirler.
    Bolca hamaset yaparlar...
    Eskileri karalamak, yaşanmamışları yaşanmış gibi göstermek ve o günün siyasal aktörlerini yerin dibine sokarak prim yapmak isterler; bütün gayretleri bu yöndedir...
    Siyasal geçmişimizi bilmeyenler ve tarih okumayanlar da zevzeklerin uydurduklarına inanırlar.
    Aydınlar, savrulan yalanlara karşı bildikleriyle kalkan olacaklarına hiçbir değer ifade etmeyen pirinçten üretilmiş takdir ifade eden plaketleri almak ya da bir makam mevki uğruna pısarlar, sesiz kalmayı marifet sayarlar...

    Böyledir bu işler... Ülkeyi işgalden kurtarıp yeni bir ülke kuran, padişahın, tek adamın kulu olmayın diye de Cumhuriyeti armağan eden Atatürk ve arkadaşlarının kıymetini bilmek yerine nankörlük ederler.

    Buna son bir örnek Nevşehir'den. Nevşehir Valiliği, Cumhuriyet Bayramı yürüyüşüne 'Kamu Düzenini Bozacağı' iddiasıyla izin vermedi. Buyur buradan yak! Türkiye işgal edilse, işgal valiliği böyle bir karar alamazken, Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamak için yürüyüşe izin vermemek hangi mantıkla izah edilebilir?

    Bahaneleri; "kamu düzeni" ve "millî güvenlik"miş...
    Miş miş miş de muş muş muş da!...
     Valiliğin görevi nedir? Bulunduğu ilin genel idaresini ve güvenliğini sağlayacak her türlü imkânı sağlamak değil mi? Resmî törenlerde başkanlık yapmakla mükellefken diyor ki: "Kamu düzeni ve millî güvenlik  bakımından sakıncalı."
    Sen bu düzeni sağlayamıyorsan istifa edeceksin kardeşim. Demek ki sen görevini layıkıyla yapamıyorsun. Bulunduğun ilde adı Türkiye Cumhuriyeti olan devletin "Cumhuriyet Bayramı"nı huzur içinde kutlanmasını sağlayamıyorsan kutlamaları yasaklamak yerine, "Ben bu işi beceremedim," deyip istifa edeceksin. istifa da bir hizmettir.

    Millî bayramlar ülkenin çimentosu değil midir? Ortak değerlerimiz değil midir?
    Girin bakın Google'a. 3 ay önce Nevşehir'de yapılan 15 Temmuz kutlamaları ve etkinliklerinde neler yapılmış. Buraya yazmaya kalksam sütunlar dar gelecek, köşe yetmeyecek. Tamam 15 Temmuz da bayramımız ama 15 Temmuz'u 1 hafta öncesinden kutlamaya başlarken, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı kutlatmamak en hafif deyimiyle nankörlük değil de nedir?

    kaynak: https://www.gunboyugazete...-adi-nankorluk-3242yy.htm
    0 ...
  53. metrobüste yaşanan yoğunluğun sebebi

    17.
  54. trollerin savunmak için hakaret ettiği sebeplerdir.
    0 ...
  55. allah belanı versin trump

    2.
  56. trump'un yardakçıları tarafından eksilenen yazıdır.
    1 ...
  57. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük