biraz önce tesadüfen karşılaştığım ve beni hayretlere sürükleyen olay. bir dahi olduğumdan ve her sevimli dahi gibi küçük şeyleri unuttuğumdan şifremi yanlış girmiştim. sözlük adeta beni azarlıyormuş, adeta benim kürtçü bir aczmendi olduğumu biliyormuş gibi önüme bir kod sundu. ve onda maalesef "atam" yazıyordu, o kodu yazmak zorunda kaldım. ilk önce elim gitmedi ve inanın buraya girip bunu yazmak gibi bir amacım olmasaydı o kodu boykot eder (boykot etmek kürtçü reflekslerim arasında) ve sözlüğe giriş yapmazdım. neticesinde böyle bir propagandanın sözlükte kaç kişiyi mağdur ettiğini de bilmiyoruz, derhal bir şeylerin yapılması lazım. ben bu haberi buraya taşıyarak ilk adımı attım, sonraki adımları cesur arkadaşlarımızdan göreceğimiz günler yakındadır inşallah.
fenerbahçeli davranışı. gözler kapalı, kafa hafif yukarıda, "adam sen de" dermiş gibi. "tabii ki şampiyonluk, herhalde şampiyonluk, takımımın şampiyonluğu! işte benim hayatım bundan ibaret. tek başarısı tuttuğu takımın şampiyonluğu olan, kah demet akalın dinleyen, kah serdar ortaç çalarken büyük güneş gözlüklerimle sahilde güneşlenen biriyim" diye cevap veriyor.
dışarıda delicesine sevinen binlerce fenerbahçe taraftarın yanına gidip bu amaçsız kalabalığa bir de yakından bakmak istedim. kendisinden geçen ve uzaktan en sevdiği sanatçının demet akalın olduğu belli olan bir taraftarının yanına gittim, ilk önce onu "bürrrrşşş. yavaş oğlum, oğlum" diyerek okşadım. sakinleşince "ne yani şimdi bunlar" diyecek oldum ki "abi ben çok boş beleş bir insanım. hayattaki tek misyonum takımımın şampiyonluğunu görmekti, onu da tamamladım. şimdi ne yapacağımı bilemiyorum" diyerek omzuma çöktü, ağlıyordu. bunların geçeceğini söyleyip, yüzümdeki tiksintiyi göstermemeye çalıştım.
geçenlerde bahariye'ye doğru çıkarken içmekte olan gençlere gidip yönelttiğim soru. gidip çok sakin bir şekilde, tebessüm ederek bu soruyu sormama rağmen beni şeriatçılık, yobazlık ve islamcılıkla suçlayıp çok afedersiniz kalçama doğru bir tekme savurdular. yere düştükten sonra hiçbir şey demeyip uzaklaştım yanlarından.
yanıbaşımda birden namazını kılmaya başlayan arkadaşımı en komünist hislerimle baştan çıkarma sözüm. arkadaşım namazını yarıda kesip açtığım skol'un tadına bakarken yüzünü buruşturmuş ve benim iyi ki orada olduğumu söylemişti. öğrencilik yıllarımı özlüyorum.
"hobilerini sayar mısın?" sorusu karşısında islamın şartlarını zorunluluk olarak görmeyip bir hobi saymış olan samimi kişinin cümlesine girişi olabilir pekala bu. eğer bunu bir kadın söylerse onu derhal nikahıma alır, erkeği de kankitom bellerim. çok sevimli.
namazına ve kadrolaşmaya güvenen insan hareketi. dostlarım siz ne derseniz deyin ben bu sevimli arkadaşı yanıma alır ve ona büyük bir sorumluluk ve iyi bir maaş verirdim.
geçen gün mensubu bulunduğum cemaatimin bir hayli kederli olduğunu görmem neticesinde yaptığım hareket. herkes asık suratıyla namazını eda eylerken birden telefonumdan zer mircan'ı açtım ve titreyerek bir yılan gibi ilerleyerek halayımı icra ettim. o günün akşamında çocuklarımıza tatlı bir hikaye anlatacak olmanın mutluluğuyla ve yarın için sözleşerek ayrıldık.
geçen gün üniversite kapısı önünde dava arkadaşlarımla yine bir yeminimizin sonuna gelirken yaptığım eylem. her şey birdenbire gelişiverdi, o an ağlayarak yanımdaki arkadaşıma "neden? nedeeen?" diye sorduğumu hatırlıyorum. "sus ve tekbir getirmeye devam et" komutu sonrası kendimi toparlamaya çalıştım ve tekbire eşlik ettim.
bir cuma namazı esnasında cemaat olarak camiiye sığamayıp sokakta ibadet etmeye başlamadan önce dudaklarımdan dökülen söz. bazıları hak verdi, ama sonra huşu içerisinde namazımızı eda eyledik.
geçen gün yol üzerinde yavaş yavaş yürürken polis meselesini tartıştığım arkadaşımın feryadı. ona ilk önce neden polisi bu kadar savunduğunu, neden çok haksız olsalar dahi bu tutumundan hiç taviz vermediğini sordum. terlemeye, sürekli kekelemeye ve gözlerini kaçırmaya başladı. başka bir sebep olduğunu anlayıp daha çok üzerine gitmeye başladığım an bu sözü adeta sayıklarmış gibi söyledi. biraz duraksadıktan sonra ona homofobik olmadığımı söyledim ve cinsel arzusunun başkalarına karşı öfke oluşturmamasını, her durumda polisi savunmamasını ona tembihledim. yolumuza devam ettik.
iki oda bir salonluk, merkezi ısıtmalı ataköy'deki dairemde minik, sevimli salonumda bulunan tablo. altında güneş gözlüklü bir polis var, elinde silah ufuklara bakıyor. ne zaman salonuma otursam ve şöyle rahat rahat koltuğuma yayılsam duvarda bu çarpıyor gözüme ve bir huzursuzluk çöküyor istemeden. o gün bir şey yapmamış olduğumu hatırlayıp, derhal derin düşünceler arasına giriyor ve ne yapabileceğimi muhasebe ediyorum.
yüzyıllardır bitmeyen klişe. lenin de zamanında muzdaripmiş bundan, kazan üniversitesi'ndeki yıllarında lenin'in aktivistliğini gören arkadaşları "abi sonuçta ailesi onu oraya okumaya gönderiyor, haksız mıyım? ne gerek var böyle şöylere, buralar siyaset yapma yuvası mı?" diyerek tepkilerini koymuşlar. işte ta o dönemi de kapsayan, fransız devrimi'ne kadar uzanan bu klişe tabii ki bugün de geçerliliğini koruyor ve yolumuzu aydınlatıyor. he abi sen de haklısın he.
düşünmek eylemini çoktan geride bırakmış olan kişilerin, onyılların klişe dilini kullanarak öğrencilere bok attığı olaydır. devletin bir organının, halk üzerinde yarattığı tahakkümü savunanlar, polisin öğrencileri zor kullanarak, tartaklayarak, yumruklayarak okullarından çıkarılmasına göz yumanlar, bunu savunanlar en hafif tabirle adice bir davranış içerisinde olurlar. insanlık onuru diye bir şey vardı en son?
özellikle dünya klasiklerinden bir eser okumak istiyorsanız en başta dikkat edilecek husus yayınevi olmalıdır. bana göre dikkatsiz ve özensiz çevirileriyle kum saati ve bordo siyah yayınlarından özellikle kaçınılmalıdır. tamamen ekonomik düşüncelerle alınan kitaplar sizi klasiklerden soğutabilir. çok kötülemiş gibi olmayayım, bahsettiğim yayınevi bünyesinde çalışan arkadaşlarım olayı kişiselleştirmesinler. ya bak sorun sende değil yayınevinde anladın mı?
paraya kıyarak, klasiklerde bilhassa rus edebiyatında iletişim yayınları en doğru seçim olacaktır. (yerel kanalda reklam sunan samimiyetsiz sesi hatırladın mı? o tonlamayla konuşuyorum) dostoyevski ve tolstoy çevirilerinde ergin altay ve leyla soykut gibi usta çevirmenlerin verdiği emekleri hissederek ve gerçekten zevk alarak okumak o kitapları muhakkak daha değerli kılacaktır.
karışık bir durum. haliyle sevgilin kızacak "ama ben senin ateşli bir komünist olduğunu biliyor ve seninle marksizm için mücadele vereceğiz sanıyordum." diye üzülecek, bu durumda "tdh ve mustafa başkan bu ülkenin geleceği aşkım. tdh'nin bir fedaisi olmamdan utanıyor musun yoksa?" diye sorun. alacağınız cevaplar sizi hayrete düşürecek. ama birlikte tdh gençlik kollarına girmeyin, çok tiksinç olursunuz... ne tdh hiç olmayacak mı? hayır olamaz, olamaaaaaz.
(bkz: sanat sevicisi) pek sever bu aracı. türlü türlü sosyal paylaşım ağlarında, kur yaptıkları kızlara olur olmadık zamanlarda vurucu darbe olarak cemal süreya şiirleri atarlar.
eminim ki cemal süreya'nın kendisi masasında oturmuş şiirini yazarken "lan ben bu şiiri yazıyorum ama bu şiirimi kullanarak milletin sevgilisine, kardeşine kur yapmasınlar. adeta bir sinsi gibi, bir çakal gibi şiirlerimi bu amaçları için kullanmasınlar eşşoğulları?" diye kendi kendine düşünmemiştir, ki düşünseydi bu şiirleri yazmaktan vazgeçerdi eminim, o yüzden kendisine laf etmeyeceğim.
ali kırca arka kapak'ta her zamanki duygusal tonlamalarıyla kurduğu entelektüel cümleleri bir bir sıralıyordu bunun için. o an habis beyazların elinde inim inim inleyen mazlum siyah arkadaşlarımı bir vuvuzela için kırmakla hata yaptığımı düşündüm, ama sonra izlediğim ilk maçla hata yapmadığımı anladım. vuvuzela'yı sevmemenin anti-emperyalist kimliğe bir zeval getirmeyeceğini düşündüm, vuvuzela'yla yapılan devrime, başkaldırıya ben devrim demem arkadaş! tiksinirim o devrimden. tamam "afrika bir gün özgür olacak/ruanda somali cezayir fas'ta/açlık yoksulluk elbet son bulacak" ama önce o vuvuzela'yı bi kere indir.
atatürk hayranı ateşli anti-komünistlerin atatürk'ün emriyle yaptırılan anıtta bulunan komünist generalleri oradan çıkartarak karşısında şanlı bir mücadele vermeye başlayabilecekleri ideoloji.
bundan seneler önce lise birinci sınıf öğrencilerine okutulan, (bkz: kemal kara) tarafından hazırlanmış kitaptır. bahsolunan kitapta yazar, ermeni ve türk çeteler arasında geçen çatışmalarda son derece dramatik bir şekilde öldürülen atlardan bahsetmekten imtina etmeyerek araştırmacı ve detaycı özelliğiyle genç öğrencilerin derdine deva olmuştur. (ne tuhaftır ki yazar aynı başarıyı öldürülen ermeniler için gösterememiştir)
lan akşam akşam nereden denk geldim şu programa? deli oldum, küfredip durdum, anneme türkiye hakkında sosyolojik-kültürel-ekonomik saptamalarımı söyleyecek kadar sinire kestim, aklım gitti. ne iyi olurdu şu çocuk -kaan- bilal göregen çıktıktan sonra yanındakilere çaresiz gözlerle bakıp, onların finalde yarışacağını kastedip "siz siz" demeseydi dudağının ucuyla. şimdi bilal göregen'in ağzıyla yaptığı sesleri ve darbukayı dinliyor ve bununla iktifa ediyor durumda değil de iki eğlenceli dansı izliyor olurduk.
iki adam sohbet ediyor. uzun boylu ve başına kasket geçirmiş olanı 50-55 yaşlarında, ufak tefek olanı daha yaşlı. muhabbetleri dört-beş adım ötemde cereyan ediyor; ben de bu sırada otobüs beklemekteyim. ilk önce güncel konulardan, ordu meselesinden konuştular. sonra uzun boylu olanı "bu tayyip gibisi gelmedi gelmedi" dedi, buna cevaben kısa boylu olanı onu başıyla tasdikledi. "demokrasiyi o öğretecek bize!" diye kendini kaybetti sonra uzun boylu olanı. buraya kadar olanı komik geliyor elbette ama sonrasını da eklemek durumundayım. otobüsün gelmekte olduğunu görüp bu ikilinin olduğu yere doğru yavaş yavaş adımlar attım. bu sırada daha yaşlı gösteren kısa boylu adam tekel işçilerinden bahis açtı. "onlar altı ay önce..." diye giriş yapacak oldu ki bu kasketli adam "onlar orospu çocuğu, orospu çocuğu. yok yok orospu çocuğu onlar" diye adamın konuya giriş yapmasına müsaade etmeyerek birkaç kere kendinden emin tekrarladı bu cümleyi. bu yaşlı başlı adamın yanına gidip, "afedersiniz baylar istemeden kulak misafiri oldum ve sizsiniz orospu çocuğu." demedim, içimden "sensin orospu çocuğu. o orospu çocuğu sensin!" diye sayıklayarak otobüse bindim.