çoğunluğu türk dizi ve filmlerinde olmak üzere tüm dünyada yapılan olaydır. gerçek hayatta ilişki bittikten sonra yataktan kalkarken hiç bir insan üstünü başını örtme gayretinde değildir ancak ne hikmetse dizi veya filmde orasını burasını örter. bayanlar memeye kadar çarşaf, yorgan çeker erkek beline dolar buldugu şeyi. ünide ilk eve attıgım kızda böle birşey yapmıştı ona kızmıştım bana verdiği cevap ise ''-ya nebileyim işte filmlerde falan oluyo ya sanırım alışkanlık oldu'' artık görüşmüyoruz. bide bana sadece bir kişiyle oldum ama pişmanım demişti kendini ele verdi salak alışkanlık oldu diyerek.
iki gün önce evde iftar yemeği verdim. aradığım kişilere bunun bir pazar sürprizi iftarı olmadığını ve oruç tutmuyorlarsa gelmemelerini söyledim. nedir öyle amk, sanatçılar iftar veriyorlar, ortalık çin kerhanesi gibi oluyor. sanatçı dediğime bakmayın işte, adları sanatçı sadece. ulan bakıyorsun, bir tanesi bile oruç tutmuyor ibnelerin ama sofrada öyle çok acıktım tripleri falan havada uçuşuyor. sonra başına fesi geçiren türlü türlü maymunluklar yapıyor, alıyor darbukayı eline, ağzını bi karış açıp kameralara karşı anırıyor. hayır yani oruç tutmak zorunda değilsin, hiç kimse değil ama en azından tutuyorum ayağına yatma göt. bakıyorsun, bir de hurma ile açıyor tutmadığı orucunu, sanırsın hicrete katılmış zamanında. neyse, sofrayı hazırladım ufaktan. insanlar gelmeye başladılar. benim de kendi çapımda sanatçı dostlarım var tabi. kapıda durdum ve her gelene oruçlu musun diye sordum. bir tanesine güvenmedim ve fatihayı oku lan dedim. okudu. sonra maun suresini sordum, daaaat, sıçtı tabi ama o zaten zor bir sure olduğu için idare ettim götvereni.
vakit geldi, insanlar oruçlarını açtılar. güzel ve keyifli bir yemek oldu. ramazan eğlencesi yapmadık öyle sazlı sözlü, yemeğini yiyen siktir oldu gitti. o akşam içmemiştim. zaten bütün gün bir şey yiyip içmiyorsun ve o yemekten sonraki sigara bir büyük rakı etkisi yaratıyordu. ama sonra düşündüm, yarın nasıl olsa oruç tutmayacağım diye. doldurdum bir duble rakı, o gün yeterince sevap işlemiştim ve durumu dengelemem lazımdı. iyi biri değildim; hem de hiç
aysel teyzenin istediğini alamaması ve eli boş olması durumudur. çilek alcaz çilek alcaz diyen aysel teyzenin pazarda çileği bulamaması meloyu çilek diye yutturma çabasındayken oda olmadı bu yüzden ala ala babayı aldı.*
üniversiteyi bitirir bitirmez mhp beyoğlunda kongre ile yönetime geldik. iki liste yarıştık kongrede. kaybeden ekiple aramızda soğuk rüzgârlar esiyordu. edilmemesi gereken laflar ediliyor, asla yaşanmaması gereken olaylar yaşanıyordu.
gel zaman git zaman görevden alındık. kaybeden ekip atanıyordu yerimize. direndik. ilçeyi teslim etmiyorduk. yine söylenmemesi gerekenler söyleniyor, olmaması gerekenler oluyordu.
bizi sadece rahmetli alparslan türkeşin görevden alabileceğini beyan ediyorduk. ikinci, üçüncü isimleri umursamıyorduk bile. hangi akla hizmetse? ve bir akşam üstü alparslan türkeş imzalı belge ulaştırıldı tarafımıza. ilçeyi terk ediyorduk bütün kinimizle. kirletildiğimizi düşünüyor, intikam almak istiyorduk. aynı ilçede ortak hayatlar paylaştığımız ülkücülere hasım olacak kadar gözümüzü kan bürümüştü.
zeynepim doğdu o sıra. hidrosefali ve meningomiyosel hastalıkları ile geldi dünyaya. doğduğu gün on üç saat ameliyatta kaldı. ilk günden çile, ilk günden acı ile yazılmıştı kaderi. cerrahpaşa ikinci adresim olacaktı yaklaşık bir buçuk yıl. o ilk günün heyecanı ve telaşı ile bir o yana, bir bu yana koşuşturuyor, ailem, dost ve arkadaşlarım ile çaresizlik içinde bekleyip duruyorduk ameliyathanenin kapısında.
ameliyat devam ederken birkaç kişiyle dışarı çıkmış sigaralarımızı dertlendiriyorduk. o sıra yolun başından kalabalık bir grubun geldiğini fark ettim. tanıyordum gelenleri. hasım diye bellediğim ülküdaşlarımdı gelenler.
inanamıyordum, beklemiyordum, utanıyordum. tokalaşırken gözlerine bakamıyordum. her geçmiş olsun dileği tenimi acıtıyor, her allah şifa versin temennisi kalbimi sıkıştırıyordu. neler yapmıştım, neler söylemiştim bu insanlar için? düşünceler bedenimi kilitliyor, doğru dürüst cevap bile veremiyordum. bir musibet bin nasihatten evladır sözü zuhur ediyordu.
hükmün tamamı. kendimden utanıyordum.
o zor günler yaşanırken bir yandan da askere de gitmem gerekiyordu. bekaya kalmıştım. ameliyatlar son bulduğunda, zeynepimin ömür boyu sakat kalması engellenememiş, fakat ölümcül merhale atlatılmıştı çok şükür.
durumum göz önüne alınarak bakayadan çıkartıldım ve askere alındım. kuzey ırak sınır bölgesine düştüm.
bave tepenin, kopkinin karşısında ileri üs bölgesi tuttuğumuz günlerden bir gün tuzak 310 telsizden çağrı yapıyordu. tuzak 340 ivedi borsama uygun ol emrine anlaşıldı normal diyebilmiştim sadece. oysa hiçte normal değildi. bir gariplik vardı bu işte, hissediyordum.
bölükle aram patikadan yarım saatti. bölüğe indiğimde ne üsteğmen, ne teğmenler, ne astsubaylar yüzüme bakmıyor, moralleri bozuk önlerine bakıyordu. bölük komutanı metin yüzbaşı, asteğmenim başın sağ olsun dediğinde dünya dönmüyordu artık.
bıçak sırtı dağlardan yollamaya alıştığımız şehit haberlerine inat, kıraç toprağa geliyordu bu kez ölüm haberi.
bir an önce istanbula gelmem gerekiyordu. şırnakla aramda 4 saatlik yol vardı. konvoy yoktu ve havanın kararmasına bir-iki saatlik bir süre kalmıştı. bir korucu aracı ile düştüm yollara. şenobaya vardığımızda hava kararmıştı ve kontrol noktasında yol kapatılmıştı. gece hiçbir bir aracın yola çıkmasına müsaade edilmezdi o zamanlar. kontrol noktasının komutanı olan üsteğmene ne dediysem açtıramadım yolu. alay komutanına çıktım. alay komutanı misafirimiz olacaksın yolu yok diyordu.
acı ile karışık bir kin kaplamıştı tüm bedenimi. itirafçıların düğününde gelin almak için helikopter kaldıranlar, bırakın helikopter kaldırmayı, koruculardan ödünç aldığım keleş ve hususi araba ile geçişime dahi müsaade etmiyorlardı.
evi aradım cenazeyi ertesi gün öğlen değil ikindi namazında kaldırın demek için. oysa kara haber bana çok geç ulaşmıştı. telefonumuz yoktu, yatmaya yerimiz, döşeğimiz yoktu. aylardır dağlardaydık ve yerimiz tespit edilememişti. ve ben aradığımda zeynepim defnediliyordu.
ve istanbula vardığımda yine sevdiğim- nefret ettiğim(?) ülküdaşlarım bekliyordu beni. ailem, akrabam ve dostlarımla.
işte saygıdeğer okurlar, hayat hikâyemin bir kesitidir bu yazdıklarım. üç aşağı-beş yukarı.
nemi olmuştur o günden sonra?
o günden sonra hiçbir ülküdaşımla hasım olmamaya karar verdim. o gün ülkücünün nasıl bir servet, o gün ülkücülüğün nasıl bir nimet olduğuna iman ettim. ve o gün siyasetin güncel çekişmeleri uğruna, hiçbir ülküdaşımın namusuna, haysiyetine laf söylememeye yemin ettim. ülkücünün kanı haramdır ülkücüye.
ülkücünün namusunu, şerefini, haysiyetini; kendi namusu, haysiyeti, şerefi bilmeyen zat, ya toydur benim gibi, ya zor günü olmamıştır, ya da ne yalan söyleyeyim ülkücü değildir vesselam.
şu kongre hesaplarıyla ilgili yazılıp çizilenleri okudukça aklıma geldi yaşadıklarım.
haddime değil elbet ama, zor gününde yanında olacak ülküdaşındır. ülküdaşının gözünün içine bakabilecek yüzün olsun dostum.
bir kızın kız arkadaşlarından birine söylediği şeydir.
a: vesikalık vereyim manitan cüzdanında saklasın lazım neyin olur zor zamanda.
b: neden ? niye lazım olsun ki.
a: senin için gösterir ama elletmez diyolarda.
b: peki tamam.
a: sevgiline söyle akşam 8'den sonra bana gelsin.
b: neden ?
a: vericemde ona.
b: ha. neyi ?
a: fotoyou tabi şaşkın.
b: ohh bende bi an şey sanmıştım. tamam yollarım.
biliyorum aranızda küfür ettiği için demet akalını eleştirenler olucak ama kendine bak be insafsız 7/24 küfrediyosun sonra demete çok ayıp diyorsun.
üsteki yazı bir özeleştiridir.
van persi giderse onun on numaralı formasını ben istiyorum diyerek niyetini belli etmiş ve ben o hollandalı lavuktan daha iyiyim demektedir alttan alttan. çok yazık podolski çok...
&feature=related bu videoda ismail yk denen şahsın yan etkileri görülmektedir.
uyarı 1: lütfen küçük çocukları ekran başından uzaklaştırınız.
uyarı 2: video kezban içeriklidir.
kuş kafesine konulan gazetedir kuşların pisliği kolayca alınsın diye. bu gazeteye en iyi örnek zaman gazetesidir. çünkü kağıdı kalitelidir kolay kolay sulu dışkıları alta inmez. başka sebebi yok yani.