tarih: 3 kasım 2016
mekan: grcft'in evi (alsancak)
giriş: 10 TL (1 duble jack daniels, 1 şişe tuborg)
damsız gelmek yasak olup 5 çift ile sınırlıdır. eve anca 12 kişi sığar çünküsü. eğer daha kalabalık olursak gazi kadınlar bizi bekler.
izmir'de bulunan TEOS ANTiK kenti'nde 2200 yıllık kira sözleşmesi bulunmuş. acaba sahibinden mi yoksa emlakçıdan mı? kan emici emlakçılar o zamanda mı varmış ki?
alsancak, göztepe ile karşıyaka'nın arasında kalır. alsancak şehrin en popüler semtidir. alsancak'ta gördüğünüz insanların sadece %2 si Alsancak'ta yaşıyordur. (bkz: swh)
Ayrıca izmir alsancak adında bir şehir rehberi sitesi vardır.
Kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın giderek arttığı günümüzde bazı kadınlar çıkıp erkek egemen toplumların suratına adeta yumruk gibi öylesine darbeler indiriyor kibalyoz etkisi yaratıyor. Bu hikayelerden birini de bu sefer izmir Büyükşehir Belediyesi itfaiye Daire Başkanlığı’nda itfaiyeci olarak görev yapan kadınlar yazdı. Yıllardır ‘erkek işi’ olarak bilinen ya da o yönde toplumsal algı oluşturulan mesleklerdeki başarılarıyla ‘biz de buradayız’ diyen kadınlar yine bir ‘erkek işi’ne tabiri caizse damgalarını vurarak tüm ön yargıları yerle bir ettiler.
Kas gücü olarak erkeklerin bu mesleğe başlarken bir adım önde olduklarını kabul etseler de bu işin aslında sadece fiziksel kuvvete dayalı bir iş olmadığının, aynı zamanda teknik bir iş olduğunun farkındalar. Başarılı bir operasyon çıkartabilmek için iyi eğitim, tecrübe ve yeteneğin bir arada olması gerektiğini herkese kanıtlayan bu kadınlar, yangın sırasında onlara pek de güven duymayan ekip arkadaşlarının ön yargılarını bir bir yıkmayı başarmışlar.
Kıbrıs'daki iş yerimiz için maalesef Artı Kamera ve Alarm Sistemleri San. Tic. Ltd. Şti.ile tanıştık ve 6500 TL değerinde bir alım yaptık. Bu firma satış öncesinde vaat ettiği teknik desteği sağlamadı. Kamera sistemleri kuruldu kayıt cihazı aylarca kayıt yapmadı. Defalarca teknik destek istememize rağmen sorun çözülmedi. Firma yetkilsi M**** Bey'e defalarca ulaşmaya çalıştık. Telefon, e-mail, sms gibi bir çok yolu denedik ama her defasında süreci uzattı ilgilenmedi. Kurulum esnasında 2 adet hoperlerü fazla olduğu için kutularını bile açmadan iade ettik ve bunların bize geri ödemesini yapmadı. Teknik personelin ulaşımını karşıladık telefon görüşmelerimizde geri ödeme yapma sözü verdi ama ödeme yapmadı. 3 aydır sorunu iyi niyetle çözmeye çalışıyoruz 400 TL kadar alacağımız bir ödeme var alalım sorun bitsin diyoruz ama söz verilmesine rağmen firma 3 aydır hakkımız olan kullanılmamış hoparler paralarını ve ödeme sözü verdiği teknik personelin ulaşım parası 400 küsür TL'yi vermiyor. Defalarca mailler gönderdik aradık ve çeşitli bahanelerle oyalandık.
Daha önce yaptığımız şikayetleri kaldırdık karşılıklı konuşarak sorunsuz çözelim diye ama o kadar ciddiyetsiz bir firma ki iyi niyetimizi su istimal ettiler. Kameraları satana kadar ilgi alaka süperdi ama iş o fatura kesildikten sonra değişti. Sanki bedava ürün aldık hayatım boyunca böyle ciddiyetsiz sorumsuz verdiği sözü tutmayan 2 hoperler ve ulaşım parası üzerine yatacak kadar acizleşen bir firma görmedim. Yazıklar olsun sizden alış veriş yaptığımız o güne. Ayrıca birde kameralarını geri al dediğimizde o akdar ölü fiyat verdiler ki. Satana kadar ilgilen, sat bitsen ve çek gitsin boşver ilgilenme düşüncesinde yaklaşımla karşılaştık.
iliklerimizi titreten bir kış akşamında
Ansızın sevdim seni
Umrumda değildi yağmur altında ıslanmak
Zor değildi okunan her mısrada aramak seni
Boktan bir filmin en güzel fragmanıydın sen
Ve o kaldırımda yürürken ansızın gördüm seni
Yağmurda ıslanmak hiç bu denli sıcak gelmemişti
Alışamadığım ise,her simada aramak seni
Yaşamak günden güne anlamsızlaşıyor
Sıkıcılaştığından değil de
Başka kollarda,başka omuzlarda
Ve hatta başka dudaklarda izlemek seni
Seni izlemek,
sonbaharda hayata tutunmaya çalışan
Son nefeslerini alan yaprak gibi
Ölmek,öldürmek gibi.Seni sevmek gibi.
Sen,sen olmadın hiçbir zaman
Ya da ben seni tanıyamadım
Ama hakkında bildiğim tek bir şey var
Ilık bir bahar sabahında,ansızın sevdim seni
Velhasıl buradan bir ordu geçti lordum
Bir katliam çıktı ve ahanda tam burada aktı;
Oluk oluk aşk
Ve hala devam ediyor sanrılı bir kanama
Bir dünya takılıyor bisiklet pedalına
Dönüyor dönüyor dönüyor
iki bacak aramda takılı kalıyor
Kadınlığımın karıncalanması bir sansasyon yaratıyor
işte şimdi yalancı rahibe misyonuma
Bir bakmışım bacak aramdan akıyor bu sefer
Oluk oluk kan
Kadınlığımdan fışkırıyor şimdi bir sürü karınca
Bir sürü kez anne oluyorum
Bir sürü kez mutluluğu ağırlıyorum,
Acının sacında tav olmak üzere.
Parmak uçlarımdan damlayan sütlerle emziriyorum yavrularımı
Gezintiye çıkıyorlar bakir bedenimde hürce
Kirpiklerim ve saç diplerim dahil geziniyorlar
Bir kemanın içimi kıyan tellerinde ruhum karıncalanıyor bu vakit
Tabutum diyorum, işte bu kemanın ağacından olsun.
Anneliğimi yalnız başıma ölümle alay ederek kutluyorum
Sonsuzlanıyorum, iblis hayret içinde
Tanrı desen… O zaten dünya üzerindeki tüm küçük çocuklar.
Bir zerdali ağacına tosluyor bisiklet.
Çarpmanın etkisi ile avucumdan yuvarlanıp düşüyor
Erimiş, kokuşmuş ve karınca kadar kalmış çocukluğum
Dandik sprey boyalarla gökkuşağına boyanmış, bir kara kutuya dönüşüyorum
Baharın çocuk, yazın ergen, kışın bir yetişkin oluyorum
ihtiyarlığım her ayın onsekizinci gününe tekabül ediyor
Ve biliyorum gayet rasyonel;
Dokuzuncu ayda iki kat ihtiyarlamak
Ağzımda gevelediğim bir parça kağıdı kusuyorum
Beynimin en derinliklerindeki bilincime
Halüsinasyonlar beliriyor odamda
Bütün çiçekleri iblisin sidiği ile suluyorum
“Hangi günah gecesi bu aşka gebe kaldın lan?” diyor iblis
Hangi günah gecesi duygularım hunharca tecavüze uğradı bilmiyorum
Şekerli bir bulut düşüyor sonra parkelere
Tüm çocuklarım okula başlıyor.
Ekrandaki karıncaların da okula gideceğini umarak,
Televizyonun antenini düzeltiyorum.
Bir asit yağmuruna tutuluyor kadınlığım
Yumurtalıklarımda kalan son karıncaları da sağıyorum,
içeride kalanlar da işte asit yağmurunda faili meçhul cinayet
Falan. http://tipsychannel.com/k...tepesinin-bakire-leydisi/
Bir şehri şehir yapan içinde ki hatıralardır. Ne kadar uzaklaşsan da şehrinden bir gün geri geldiğinde gri duvaların üstünden atlar, kaldırımlardan iner gelir durur önünde. Bayramlarda çocukların gelen misafirleri kapıda karşılayıp harçlık beklemesi gibi durur. Bazı hatıralar harçlık alan çocuk gibi sevinç halini aldırır bazıları ise alamadığı harçlığın hüsranıyla başı öne eğdirir. Gelenlere anlatırsın nelerelerde ne hatıran var. Gidenler için ise bir sigara yakarsın. Gidenlerin sayısını sigara paketinde kalan sigaralarla anlarsın veya boşalan şişelerden. Ama kimi nereyi terk ederseniz edin asla hatıralarınızı terk edemezsiniz. 25 senemi bu şehirde geçirdim. Mahallemizin eski toprak fırını. Mahallenin tek bakkalı. Mahalle maçlarında parçaladığımız dizlerin sahibi toprak futbol sahası. ilk yediğim dayak ve ilk yumruk atmayı öğrendiğim okul bahçesi. ilk defa öpüşmeyi öğrendiğim mahallenin en kuytu köşesi. Evden çıkıp çarşıya gitmek için arşınladığım yollar. Mahallemden çıkarken sigaramı yaktığım köşe. Caminin karşısında ki fırında oturan amcanın ezanı beklemesi. Eski belediye binasının altında ki göbekli manav. Maraşlı dondurmacı. Tıraş olduğum berber. Çerezlerimi aldığım büfe. Biraları aldığım diğer büfe. Sahile inerken selam verdiğim esnaf abiler,amcalar. Çaylarımı gırla muhabbetle yudumladığımız vazgeçemediğimiz çay bahçesi. Büyük asırlık çınar ağacı. Biraları içtiğimiz sahilin en sonunda ki eski sandal...
Sonra terk ettiğim bu şehre geri geldiğimde sadece bu hatıralarım beynimin şehrinde kaldığını gördüm. 15 sene sonra gelip yıllarımı verdiğim şehir hiç tanıdık değildi. Ne gri duvalarda çocukluğum vardı ne de sokaklarda çocukluk seslerim. Sessizleşmişti tüm sokaklar. Bisiklete binen, mahalle maçları yapan, sek sek oynayan, ip atlayan, kaldırımlarda taso oynarak diz çürüten, saklambaç, kör ebe, simit, uzun eşek oynayan çocuklar yoktu. Karbonmonoksit kokan mahallem de bacalı evler yoktu. Ya eski toprak fırın? O da yoktu. Bakkal? O da yoktu. Gri duvarlı şehirde eskiden eser yoktu. Sokaklarda kimseler yoktu. Acaba herkes mi terk etmişti bu şehri? Yok canım eğer terk etselerdi bu koca koca ucuz balkonsuz binaları, Avmleri, otoparkları, süper ve hipermarketleri kim yapmıştı?
Eğer bir şehirde minarelerden uzun evler dikilmişse o şehir ölmüş demektir. Devlerin arasında korkusuzca kalan cüce olarak Camiler kalmıştı. Eminim ki açgözlü, paraya tapan, Avrosantrik düşüncelere sahip, zillet müteahhitler camileri de Avmlerin içine ya da otoparkların, heyula görüntüsü yaratan apartmanların altına veya üstüne yapmak istemişlerdi. Belki de modern bir camii yapmak istemişlerdir. Ama güçleri yetmemiş belli ki.
Sahil yoluna giderken apartmanların birinden bir çocuk çıktı. Çıktı ama ne sağına soluna baktı ne de önüne. Ezbere attığı adımlarıyla az ileride bulunan süpermarkete girdi elinde kocaman bir telefonla. Hey gidi apartmanda bilgisayar ve telefon başında büyüyen bir çocuk ne bilsin hayatı? Çocuğu bekledim biraz. Marketten çıkarken bile kafasını kaldırmıyordu. Elinde ki poşette ekmek ve süt vardı. Beni görmedi bile apartmana girmeden seslendim.
- Pişt ufaklık?
- Evet
- Saat kaç?
- 14:21
- Peki ekmek kaç para?
- ???
Çocuk sorduğum her sorunun cevabını verirken kafasını elindeki telefondan kaldırmadı. Ekmeğin kaç para olduğunu bilmeyen bir nesil yeşermişti bu şehirde. Oysa ki bir çocuk ekmeğin kaç para olduğunu bilirdi eskiden. Fırından çıkan sıcak ekmeğin kıytısını koparır eve varana kadar ekmeğin yarısını yerdi. Köyden gelen tereyağını arasına sürüp sürüp yerdi. Mahalle maçlarından döndüğünde salçalı ekmeğini yer biraz dinlenir tekrar toprak sahaya geri dönerdi. Şimdi o toprak sahaya kocaman bir Avm dikmişler. Orada yatan hatıraların üzerine.
Her zaman oturduğumuz çay bahçesini de yıkıp Fast-Food ürünleri satan bir dükkan açmışlardı. içerisinde hunharca insan vardı. En çok ta kilolu çocuklar doluşmuştu. Sonra asırlık çınar ağacını kesmişlerdi. Onun yerine yapay bir ağaç koymuşlardı. Ne gölge yapıyordu ne de yapraklarını döküyordu. Bir Eylül ayında yapraklarını gökmeyecekse ağaç ne anlamı kalırdı sonbaharların?
Sinirlenmiştim ve dudaklarımdan küfürleri boşaltırken bir sigara yaktım. O ara rüzgar esti ardından bir sayfa uçuştu son marka bir arabanın kapısına çarpıp durdu. Arabadan inen bir adam o sayfanın varlığından habersiz üstüne basıp Fast-Food dükkanına girdi. Arabanın yanına gidip yerde ki sayfayı aldım. Her iki yanında yazılar yazılıydı. Dudağımda sigaramla eskiden bira içtiğimiz köşeye yani şimdi ise boylu boyunca kafe olan sahile indim. Kafenin birine oturup çay söyledim. Çayım gelene kadar etrafı izledim. Masalarda muhabbetin yerini tık tık tık yazı sesleri, art arda gelen mesaj sesleri almıştı. Kimse kimseyle muhabbet etmiyordu ama birlikte oturup çay içmeye gelmişlerdi. Çayım geldikten sonra sayfayı okumaya başladım. Adamın üstüne bastığı yerde ayak izi çıkmıştı bazı harfleri çıkartmakta zorlansam da okudum. Bir yerden tanıdık gelmişti okuduklarım. Sigaramı söndürürken düşündüm biraz. Tatlı tatlı gölden esen rüzgarın etkisiyle bulmuştum. Bu sayfa Ömer Seyfettin'in Kaşağı adlı hikayesiydi. Çocukken ilk okuduğum hikayelerden birisiydi. Edebiyat aşığı bir adamdım. Kitaplığımda binlerce kitap vardı. Türk ve Dünya Edebiyatıyla doluydu. Şimdi ise ayaklar altında ezilmeye mahkum olmuştu edebiyat. Eski benliğini korumaya çalışmakta edebiyat. Ama kimse eskisi kadar okumuyor. Eskiden de çok kişi okumazdı. Lakin bu zamanlara göre oldukça çok okura sahipti. Kimse sahafçılara, kütüphaneler, kitapevlerinde zamanını harcamaya tenezzül etmiyor. Herkes cebinde taşıdığı insanlığı yok etmeye beyinleri küçültmeye başlayan telefonlardan vakit bulamıyordu. Ömer Seyfettin'in hikayeleriyle büyümeyen bir insanlık doğmuştu yeryüzünde. Artık gitme vaktim gelmişti. Çünkü yabancıydım doğduğum bu şehre. Birçok turistin içinde kaybolmaya başlamıştım. Sinirlendim bir yandan da. Bu şehri bu hale getirenlere bir kamyon küfür savurdum. Hey gidi naftalin kokan hatıralar eski sandıklarda saklılar. Ve bir yandan da sevindim aslında. Çünkü bu şehrin ben içindeyken değiştiğini görseydim sanırım kendimi öldürüp üzerime bir Avm diktirirdim.
+Kızım ya saçmala işte. Bak ne zamandır hoşlanıyorum ben o çocuktan sen biliyorsun gezeriz işte hep beraber ne var.
-iyi de hiçbiriyle konuşmuşluğum yok ki benim.
+Ya saf saf konuşma. Sanki benim çok var. Bak benim yakın bir arkadaşım var, çocukluk arkadaşım, bu onlarla aynı okula gidiyor arkadaşlar yani. Şimdi oraya gittiğimizde o da gelecek yanımıza sanki tesadüfmüş gibi takılırız.
-Boşuna dememişler arkadaş ayağı göt ayağı diye. Tamam zaten benim de başka yapacak bir şeyim yok fark etmez yani.
…
+Heh işte Eyüp de geldi.
…
Bazı şeyler kendiliğinden olmaz, araya üçüncü tekil şahısların girmesi gerekir. Ama o üçüncü tekil şahıslar birinci tekil şahıs olmadan da aradan çıkarılması gerekir. Boka sarmadan.
…
+Eyüp oğlum nereye getirdin lan sen bizi? Ne bu? Duman altı her yer, başımıza bela almayalım bak sonra.
O an ilk defa gülümserken gördüm onu, hani böyle hafif piçimsi gülüş vardır ya kadınlar deli olur, nedeni bilinmez hiç.
Sonrası kahkaha tufanı. Bütün arkadaş grubunun, ben de dahil, kahkahayı patlatmasıyla Sevinç hafif kızarmayla birlikte o da patlattı bi kahkaha. Bulaşıcıdır çünkü sevinçler, gülüşler, ama acılar öyle değil. Kimseyle paylaşamazsın hüznünü. Onun hüznü değil ki, nerden bilsin seninkini, hem niye bilsin? Onlara ne ki amk.
Oturma planı yapmadan çöktü herkes bir yerlere, Sevinç hariç, tabi durur mu?, çakal çöktü hemen çocuğun yanına onlar ayrı alem biz ayrı. Söyledi herkes biralarını. Biz de yeni tanışmanın verdiği bilinmezlikle başladık sohbete. N’aparsın, n’edersin den sonra sohbet kaybolmadı bu sefer o kalabalık, karanlık cümlelerde. Gözlerini senden kaçırmayan insandan korkmayacaksın çünkü biraz da olsa sende bir şeyler bulmuştur ya da ne bileyim dinliyordur en azından seni. Göz göze değecek arkadaş. Ben de bir şeyler bulduysam onda demek ki, o sordu ben cevapladım. Gözlerinin verdiği güvenle mal gibi anlattım her şeyi. Koymuşum başımı omzuna. Omuz önemli. Belki de en iyi şey. Hiç kimse koymaz başını başkasının omzuna kolay kolay bir nedeni yokken, ben hiç yapmadım en azından. En güzel cümleyi de kurmamışlar mı zaten, ‘Omzum acıdı yine, kime yasladın başını.’
Çok nadir anlar vardır. Hani belki beş, altı sene de bir denk gelen, bazen bir ömür gelmeyen. Bana on sekiz senede gelen. Hep ‘o’ an öyle kalsın dediğin, sonsuzluk bulunmadı mı daha amk diye sitem ettiğin. Değil dünya galaksi yok olsa sikinde olmadığı hani. Etrafındaki tüm o üçüncü çoğul kişilerin bir ‘hiç kimse’ zamirine dönüştüğü zamanlar.
Bizimkilerin bize bakıp ‘kıs kıs kıs’ gülüşmeleriyle birlikte dünyaya iniş yapmamız bir oldu. Sonrası boş, kalabalık muhabbet. Aklında cevaplanması gereken sorular varken kimse dinlemez kimseyi. Sonra o kimseler daha kimse olur, uzaklaştıkça uzaklaşır.
…
Bizim grup sohbet ededursun, Alper kendi aleminde takılmaya başlamıştı çoktan, biranın da verdiği sersemlikle. Bir başladı mı anlatmaya eski sevgilisini, yandığının resmidir. insanlar bence kelimeleri anlamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar. ‘Eski’ lan ‘eski’. Ne bunun anlamı? Kabullenmek mi istemiyorsun yani nedir. O an bira bardağını ovalarken içinden cin çıkıp bir dilek hakkının olduğunu söylese, ‘eski’nin anlamını ‘yeni’ olarak değiştirilmesini isteyecek kadar da saf ama. Sonra o da anladı saçmaladığını ki boş verin lan siz beni, büyük balık küçük balığı yutar dedi.
-Ben de ona ‘sekiz’e de bir şans ver’ dedim.
Anlamadı. Herkes kendi dilinde konuşuyordu anlaşılan o gece. Önemli olan da o dili anlayacak kişiyi bulabilmekte.
Gelen telefonla birlikte hepimizin önce afallayıp sonra koşturmaya başlaması bir oldu. Bir de otobüsü kaçırmayalım dedik gece gece. Sonrası aynı sıradanlık işte.