neredeyse her gün tecrübe ettiğimiz talihsiz durum. araştırmalara göre kısa boylu insanların öfkelenmeleri uzun boylu insanlara göre daha kısa sürede gerçekleşiyormuş. herhalde dolaşımın kısa sürede tamamlanması falan filan...
bir de işin psikolojik boyutu var. kısa insanlar ne yazık ki bunu bir haksızlık olarak gördüklerinden bu talihsizlik onları günden güne daha yarışmacı hale sokuyor. varlıklarını kanıtlayabilmek için daha da hırçınlaşıyorlar.
bir de nispeten uzun insanların daha şık görünmeleri, çirkinliklerini absorbe ettikleri göz önüne alındığında insanın çıldırası geliyor.
kısa boylu insanları motive edecek en güzel şeyse ortalama yaşam sürelerinin uzun boylu insanlara göre daha çok olması. ahaha, yaşasın!
ne yazık ki yurdum vatandaşıdır. gün içinde karşı karşıya gelen iki kişinin asla birbirine gülümsediğini görmedim. bir eshot şöförünün dediği gibi, sabah başlayan mesaimden itibaren, ilk aldığım yolcu da, son aldığım yolcu da sessizce kentkartını basar ve kendine yer aramaya başlar. bir kişi bile gülümsemez, bir kişi bile günaydın demez. yalnızca ritüel haline getirdikleri işlemleri hallederler ve köşelerine geçerler. kimi kulaklıktan müzik dinler, kimi telefonundan internete girerek zaman geçirme derdine girer. hepsi bu. durakta bir tane gülümseyen insan bulamazsınız, birbirlerinin yüzüne bakmazlar ve çok fazla negatif enerji yayarlar. bu yüzdendir ki her an, her bireyin hayatında yoğun bir stres vardır. trafikte de insanların birbirine bu denli tahammülsüz olmasının nedeni budur. daha sonra iş hayatına yansıyan bu somurtkanlık, akşam olunca da ev hayatında vücut bulur. o yüzdendir ki kimse ne sıcakkanlı olduğunu iddia etsin, ne misafirperver olduğunu.
30 gündür türkiye'de olan bir tayvanlı ile tanışma şansı elde ettim. insanların hatunlara karşı müthiş tavizkar olduğunu dile getirdi. trabzon'da gezi yapan bir japon oğlanla tanıştığını ve ona " sana da yardımcı olmak isteyen çok insan oluyor mu, arabalarına almak ve gideceğin yere götürmek gibi " diye sormuş çocuk net şekilde " bu güne kadar kimse yardımcı olmak istemedi ve hiç hiç hiç bu tür tekliflerle gelmediler "
yarın, haftanın ilk iş günü sokağa çıkın ve çevrenizi bir kez daha gözleyin. eğer bir tane bile sizi görünce gülen insan görüyorsanız şanslısınız. eğer deneyiminiz benimki gibi hep somurtkanlık üzerine kuruluysa üzgünüm, gerçekler ülkesine hoşgeldiniz.
dünya'nın birçok yerinde büyük projeler vardır ve bu projeler yüklenicilerine değil, o projenin olduğu ülkeye itibar kazandırır. kimse yükleniciyi bilmez, yükleniciyi araştıracak olan yalnızca aynısını yapmak / yaptırmak isteyenlerin işidir.
çok ciddi şirketler dışında kimsenin bilmediği yazılım stili herhalde, günlerce mobil uygulama yapacak birey aradık ama yok arkadaşım, neredesiniz ulen, illa elimize kitabı alıp, kütüphane kütüphane gezelim mi?
mahalle maçlarında çok çalım deneyen elemana söylenen laf. izmir'de çok kullanılırdı benim çocukluk zamanımda.
eleman uzaktan dener
- hagi misin amına koyayım?
lafı gelir ve başını öne eğip bir daha 2 metreyi geçmeyen paslarla oyuna devam ederdi.
tabi aksi de oluyordu.
eleman uzaktan topa vuruyor, bala göte gol oluyor ve bağırmaya başlıyor.
hagiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii...
o değil de ne hagiymiş lan, bütün bi gençliğe ilham olmuş. alex'de büyük futbolcudur mesela ama ne bileyim lan hagi ben çocukken çok konuşuluyordu, alex geldiğinde de biz büyümüştük zaten.
dünyası oldukça küçük olan modellerin başında gelir.
yav gençler, selçuk şahin'e laf atıyorsunuz ama onun kazandığı parayı 10 senede kazanamazsınız bla bla bla...
ulan selçuk şahin ne kazanıyor ki?
bu ülkedeki en iyi topçu ne kazanıyor yani?
kazansa da kaç sene kazanıyor? hele türkiye'de türk bir futbolcu anca 10 sene düzgün para kazanıyor. eğer ünlü değilse futbol hayatı bitince de inzivaya çekiliyor. ebru sanatına falan veriyor kendini. ne biriktirdiyse 10 senede kar kalıyor, gerisi hikaye.
ünlü olmaları tek artıları ama bu ülkenin ne zenginleri var hem ünlü hem de en kral futbolcunun bilmemkaç katı para kazanıyorlar.
hem de her daim aileleriyle mutlu mesut hayat yaşıyorlar.
nerede olmak istiyorlarsa orada oluyorlar
soğukta götleri donmuyor. sıcağın alnında koşturmuyorlar ayrıca. gerekirse para verip yanındaki elemanları sigara almaya falan gönderiyorlar.
e ama asgari ücret.
ulan bırak, hala asgari ücret diyorsun.
asgari ücrete göre hesap edersen herkes çok para kazanıyor anasını satayım. asgari ücret lan, adı üstünde.
özellikle getirisi yüksek müşterinin yanında, her ihtimale karşı ağzını kapalı tutma durumudur.
kısa süre önce atıldığım iş hayatında öğrendiğim ilk kural. kör cahil ama zengin iş adamlarının bol keseden senin görüşüne saldırmasına izin vermek farklı bir duygu imiş. aslında güzel yanı da var. gerçek zenginliğin ne olduğunu anlıyorsun ama bir yandan da kendinden şüpheleniyorsun, acaba kaypak mıyım diye...
ama çok fazla düşünmemek gerek. çünkü kahvehanelerinde bir sürü savaş yapılan, hükümet düşürülen, sonra yeni hükümet oluşturulan bir ülkede lafların pek öneminin olmadığını anlamak lazım. hatta mümkünse konuşanı desteklemek gerekir. insanlar kendinden olanı severler.
kara şehirdir. gri falan değildir. ulan biz izmir'de veledken her kapıyı tek tek çalar, paramızı şekerimizi toplardık. bugün kapı bir kere çaldı o da davulcu geldi. davulcu işini de oldum olası anlamıyorum zaten. daha dün para verdik her gün para mı olur? ramazan başı ve sonu olsa bir nebze de neden iki gün arka arkaya?
neyse ramazan bayramlarının eski neşesi kalmadı bıdı bıdıları ve kapitalist sistemin ( haha, hep kapitalist sisteme değdirmek istemişimdir ) dayadığı yüksek fiyatlar, canlanan ulaşım sektörünün öğrenci, fakir, zengin ayırmadan geçirmesi ve buna tepki olarak güzel izmir'e gitmemem neticesinde ankara'nın kurak topraklarında kaldım. sizi temin ederim ki buraya bayram falan gelmemiş. bir tane çocuk gelmez mi lan, gelse valla para verecektim. ilk gelene bi' 10 tl helalimdendi yani. bu arada, bugün de ankara'yı sevmediğimi cümle aleme duyurdum, rahat uyuyabilirim.
ders : elektromanyetik alan teorisi.
gozgozgoztepe'nin dersi 7. alışı. ( 2 yaz okulu 5 de dönem )
neyse her zaman olduğu gibi çalışmadan, belki sağdan soldan kopya bulurum ümidiyle girdim bütünleme sınavına.
ilk 5 dakika içerisinde birkaç kişi kopya çekmeye çalışıp hocaya yakalanınca, bölümün diğer hocalarıyla arası epey açık olan mert hoca " hocanız izin vermedi ama açın defter kitabı bakalım, herkes kendi notuna baksın ama "
ulan ilk başta şaka sandım.
hocam?
oğlum açın lan.
neyse bütün sınıf yumuldu notlarına.
çok geçmedi. henüz biot-savart sorusundaydım ki elemanın biri kağıdı vermek için hocanın masasına gitti.
- oğlum hepsini yaptın mı?
+ yok hocam, ben yapmak istemiyorum.
- oğlum sen geri zekalı mısın, otur şuraya.
hoca sinirlenmiştir ve devamını getirir.
- ya da çık git lan!
neyse eleman kağıdı verdi, dersin hocasının odasına doğru gidiyormuş. bunu da bize aynı zamanda gözlemcilik yapan hoca söylüyor.
gozgozgoztepe - hocam çağırayım mı geri
+ siktir et.
lan içime de kurt düştü, dedim lavuk gidip ispiyonlucak yine kalcaz.
dememe kalmadı bizim kral hoca
- hocanız geliyor, kaldırın notları.
hoca geldi.
- xxx hocam siz yorulmuşsunuzdur, ben bakayım siz dinlenin.
diyerek kral hocayı hiç hak etmediği bir duruma düşürmüştür.
tabi bütün sınıf sınavdan sonra elemanı aradı lakin ne hikmetse eleman kaçmış gitmiş.
şimdi buna mertlik diyecek geri zekalılar vardır.
bu elektromanyetik dersi öyle bir şey ki, herkes sayfalarca matematiksel işlemi ezberleyip geçiyor. 1 dönem önce vermiş adama aynı soruları sorsan 3 puan alamaz.
gel gelelim eleman kendi kendine triplere girdi ve onlarca insanın kaderini değiştirdi.
işte gençler, bu üniversite sınavlarının hiçbir işe yaramadığının kanıtı. sen bir adamın bakış açısını genişletmek yerine ona ezberci eğitimi dayarsan o da tekdüze düşünür.
şaşkınlıkla izlediğim erkektir. ulan kapılardan geçmez, tavandaki armatürlere çarpar bir de utanmadan güler. hiçbir zaman doğru düzgün bir eş bulamaz, genelinin sevgilisi 160 cm lik hatunlardır. neden acaba? daha uzun boyluyu hatunu mutlu edemeyeceklerini mi düşünürler ne?
erken yaşlanırlar.
çabuk kamburları çıkar.
bir yaştan sonra yürüme sorunu çekerler.
kavgada kaçma şansları yoktur.
kalıbına sürekli laf edilir.
birçok arabaya sığmamalarına rağmen hatchback araba tercih ederler. fred çakmaktaş gibi tavandan kafalarını çıkarırlar.
birçoğu kendine göre ayakkabı bulamazlar.
oysa 170 cm erkek öyle mi azizim?
biraz tip biraz para ile 30cm uzun gözükürsünüz ama sağlığınızdan bir şey kaybetmezsiniz.
dün yenimahalle ( 202 ) halk otobüsünü beklerken duyduğum replik.
3 kız kendi aralarında konuşuyordu benim de canım sıkıldı boş muhabbet dinleyim dedim.
1. kız - ne zaman evleniyorsunuz kız?
2. kız - gerçekten siz ne zaman evleniyorsunuz?
3. kız (evlenmesi beklenen kız) - yeaa ilk gönderimde askere gidecek gelince evleneceğiz işte. inş kpss yi kazanır temmuz'da...
yani oğlanın daha bir işi yok.
hayır evlenmek nedir abi?
örf, adet, kültür falan tamam da...
yapmayın gözünüzü seveyim.
sonra e kocamız bizi dövüyor.
hayır, erkeklerin kadınlara el kaldırması meşru değil, mertçe değil, adilce değil ama yapmayın etmeyin gençler. para olmayan evde huzur olmaz, özellikle günümüzde olmaz yani. sonra da ayrılık mayrılık...
önce az akıllı olun, evlilik öyle basit bir iş değildir. çoluk çocuk yapmak güzeldir ama adam gibi bakamayacaksan, şu ülkeye gram katkısı olmayacaksa yapma.
yav holiganizm kötü şeydir ama bu iş cesaret hapıyla bile olmaz be kardeşim.
fotoğrafta dayak yiyen arkadaş, ksk li arkadaşı foto çekilirken ağaca işeyen elemandır. formalı eleman kaçmaya çalışmış ama renkdaşlar yakalayıp formasını almışlar napacaklarsa... *
yapmayın gençler, göztepe'de güzelyalı da ve izmir'in bilumum yerlerinde denemeyin böyle şeyler.
her geçen gün izleyici kitlesini arttıran sanatçılardır. özellikle halka hitap edenleri, etraflarındaki kalabalıktan anlayabiliyorsunuz. son günlerde 3'lü bir grup var, ortada garip aleti çalan dayı görebildiğim kadarıyla hangover daki şişman oğlana benziyor. lakin yolu tıkıyorlar epey uğraşıyoruz. bir de uzun uzadıya izleyenler gerçekten garip insanlar.
lan bir de içimde kalmasın.
bazen gitar çalan bir oğlan,
şarkı söyleyen diğer oğlan
ve onların yanında sigara içen liseli kız görüyorum.
gerçekten merak ediyorum, bilen varsa söylesin o liseli kızın misyonu nedir? neden orada yani?
son iki senedir öğrenci olmanın verdiği kısır düşünceyle birlikte barındığım ev. şimdi hakkını yemeyim kışın çok soğuk olmaz, yazın da çok sıcak olmaz. yaz kış yorgan kullandırır lakin ne bileyim, insan camdan bakınca birkaç araba falan görsün istiyor. ben evden bakınca arabanın motorunun ne kadar ömrü kalmış anca onu görebiliyorum.
eryaman'da arkadaşlar var, ulan bi gidiyorum sanki ankara onların. böyle şey olmaz amına koyim. yine bize hüsran, bize yine hasret var.
günümüzde birçok insanın içine girdiği sektördür. reel sektörde ne satarsan sat bu kadar ilgi görmez. ama umut satarsan kral olursun. şundan alın ayda 50 kilo verin. şunu kullanın vücudunuzun ihtiyacı olan a-b-c-d-e-f-g-ğ-h-ı-i vitaminlerinin hepsini birden alın.
şunu alın sikiniz uzasın.
şunu alın göğüsleriniz büyüsün.
şunu alın saatlerce sevişin.
şunu alın şans getirsin. bitmeyen para, inmeyen yarağınız olsun.
hiçbir şey satamıyorsanız umut satın. özellikle hastalara... bir insan ne vakit hasta oluyor o zaman anlıyor bizim ne kadar dürüst insanlar olduğumuzu. müthişiz, en dürüst biziz, devam...
kendi yaptıklarını irdelemeyen bireyin zamanla içerisine düştüğü durumdur.
5 senedir gazi üniversitesinin sıradan bir bölümünde eğitim görmeye çalışıyorum. aslında eğitim gördüğüm yok, sadece kayıtlı bir öğrenciyim ve aidatlarımı ( harç ) zamanında yatırıyorum. borcuna sadık, okula çok uğramayan daha ziyade kendini iş güç sevdasına adamış bir öğrenci.
haliyle alttan ders sayısı epey fazla.
bugün geyiksever yapısı ile ün salmış, beni de hiçbir aldığım dersten bırakmamış bir hoca
sınav sırasında yanıma yaklaşıyor ve
- evlat sen bütün dersleri alttan alıyorsun galiba?
+ galiba.
- neden?
+ bölümü sevmiyorum.
- neden geldin?
+ bir bilsem hocam.
- bitirmeyi düşünüyor musun?
harbi lan, ben bitirmeyi düşünüyor muyum?
yoksa sigirli değnek gelecek, eğitim hayatımın üstüne dokunmatik ekrandan click mi atacak yani, nedir?
ve fark ettim ki her ne kadar önceliklerim farklı olursa olsun, sıradan bir sürü adamın bitirdiği bölümde benim 5. senem ve en yakın bitiriş tarihim seneye gelecek sene ilk dönem olarak gözüküyor. ki bu da bu dönem aldığım dersleri vermeme bağlı.
sonra eve geliyorum.
tek kişilik malikaneme...
ve diyorum ki " boşversene okulu, akşam içmiyor muyuz "
tiyatro ile en fazla seyirci bağı olan insana sürekli artistlik yapmaya çalışan, kendince entelektüel birey seviyesine erişmiş insandır. özellikle tiyatroya katılmış hatunlarda bu sihir çok sık görülmektedir. mına koduklarım sanki bir oyunla ayşen gruda oldular da bir havalara girmeler başladı. kaldı ki tiyatronun ehli olan insanlar gayet alçakgönüllük halk ile iç içe insanlardır.
tiyatroyu bu kadar önemli yapan ne homua koyim, bu kadar zor olsa milyon tane insan gösteri düzenleyebilir miydi?
geçelim bu işleri, sadece bilgisiz entelektüel olma yolunu bulmuşuz sistemin amına koyuyoruz. sahnede oyun sergilemek beceri işidir de demir dövmek nedir kardeşim? bir marangoz da bu bağlamda sanatçı değil midir, bunlar neden mütevazı hayatlar yaşıyorlar?
ne vakit tiyatroya ucundan bulaşmış bir insan görsem kesinlikle tahminimde yanılmam. kendini çok üstün görürler ve sıradan insanları hakir görmeye başlarlar. kimsiniz homua koyim siz?
az önce bir reklam gördüm de, araba kendi kendine park edebiliyormuş. yok ebesinin amı. muhtemelen gerçektir. otomatik vites gibi bu da araba sürmekte zorlanan bireyler için yapılmış belli ki... ulan bu beceriye sahip olmayan zaten sürmesin, ne gerek var yani?
araba sürmek çoğu zaman bir zevk işi değil mi? a dan b' ye gitmek için otobüs de kullanılamıyor mu? her bok otomatik olacaksa ne sikime araba alıyorsun kardeşim?
bir öğretmenlik öğrencisi olarak merak ettiğim sayıdır. üniversitelere her yıl giren öğrenci kadar topluluğun mezun olduğunu düşünürsek öğretmen ihtiyacının çok daha fazlasına tekabül edecektir. bu su götürmez bir gerçektir. bu gerçeği görmemek için kör olmak yeterli değildir, 3 maymun belki olabilir.
mezun olan arkadaşlarımın düştüğü boşluğun farkındayım, hatta derin üzüntülerini de yaşıyorum. lakin görünen köy de klavuz istemez. örneğin meslek öğretmenliği;
elektrik öğretmenliğini baz alalım
bu sene yapılacak atama 200 civarı. peki bu okullar 1 senede kaç kişiyi mezun ediyor?
7 üniversite var, ortalama 60 öğrenciden hesaplasan 420 öğretmen adayı yapar. yani ihtiyacın iki katından bile fazla. hadi diyelim bu 100 kişi öğretmenlik yapmayı düşünmüyor. kalır 120 açık. daha önceki yıllarda yetersiz atamalar yüzünden bekleyen aday sayısını da buna katınca sayı ihtiyacın çok daha fazlasına gidiyor. üniversiteye kadar insanlar çeşitli şeyleri öngörmelidirler. bir bölümü seçerken tek düşünce para ve rahatlık olursa işler sarpa sarar.
kendi arkadaşlarımdan örnek vereyim yine,
yolda görsem selam vermeyeceğim adam sırf ücreti kendince iyi diye öğretmenlik seçiyor. yani bir akıllı o.
meslek öğretmenleri normale göre daha iyi ücret alıyor. 2 bin tl ve üstü diyelim. adamın düşüncesi, sigortam yatar 1-2 ay tatil yaparım, 5 te çıkar giderim birkaç günüm boş olur falan filan... yani rahat yaşamak için öğretmen olmayı düşünen arkadaşlarım var. oysa öğretmenlik özveri mesleğidir. odun kırmıyorsun, insan yetiştiriyorsun. ama çevremde gördüğüm odur ki kendini geliştirememiş insanlar, düşük puanlar neticesinde bu ulvi görevi üstlenme yolundalar. ve bunların önündeki tek engel kpss'dir. oysa öğretmen için böyle bir sınavın olması son derece yanlıştır. bir gruba bildiğini anlatması için öğretmene konu verilmeli ve yetenekleri izlenmeli. asıl mesele ne derece öğretmen olacağıdır. iki cümle kuramayan ama kpss'ye it gibi çalışan arkadaşlarımı gördükçe gençliğin haline biraz daha üzülüyorum.
doğru düzgün öğretmen adaylarından özür diliyorum. lakin sistem böyle giderse onların hiçbir zaman yüzü gülmeyecektir. zaten sisteme itiraz edenler onlar, meyveyi toplayanlar kpss'den iyi puan alanlar.
bu konu hakkında objektif düşünebilmek için eğitim hayatınızda biraz geçmişe gitmeniz yeterlidir. benim 1 adet efsane öğretmenim oldu hepsi o, diğerleri hayatımda doğru düzgün değişmelere yol açamadı. oysa öğretmen dediğin, öğrenciye vizyon kazandırır. ama bunu önce kendi kazanır.
az önce fark ettiğim büyük yanlışlıktır. hacklink hakkında neler yazılmış diye bir bakayım dedim lakin o da ne, başlık ham bir moderator tarafından " ankara ego sitesindeki inanılmaz link " başlığına yönlendirilmiş.
evet, " ankara ego sitesindeki inanılmaz link " burada anlatılan olay bir hacklinktir, lakin hacklink başlığının oraya yönlendirilmesi son derece absürttür. hemen düzeltilmesi talebinde bulunuyorum. abuk sabuk işler yapma moderasyon!
bugün öğrendiğim kadarıyla gazi üniversitesi'nin bir politikasıdır.
cumartesi günü başlayan yoğun ağrılar nedeniyle önce hacettepe devlet hastanesine gittim. acil bölümde " sıra " olması ve ağrının her geçen dakika artması nedeniyle oradan da özel akay hastanesine geçtim. akay hastanesine girdiğim andan itibaren insan olduğumu tekrar hissettim diyebilirim. hemen tetkik için kan çiş falan ne gerekiyorsa alındı. ben apandisitten korkarken olay böbrek taşı çıktı. 1.7 cm lik bir taş kanala inmiş ve kanalı tıkamış.
neyse deli gibi ağrı kesicileri aldım ve evime geldim. doktor haftasonu olduğundan mütevellit cep ağrı kesicilerini de eksik etmedi. 2 ilacı alıp eve geldim ve haftasonunu geçirdim. pazartesi sağlam bir sınavım vardı ve hiç çalışamamıştım. çalışma niyetinde de değildim. internetten böbrek taşı hakkında birkaç şeye baktım ve bütün gün uyudum. bunu ilaçlara bağladım da asıl neden uyuzluğumdu.
pazartesi oldu, hemen akay a tekrar gittim ve tomografiye falan girdim. ardından 7 günlük raporu da çaktım. lakin okulun medikosuna gittiğimde başhekim odasının girişindeki kadın " özel hastaneden alnıan rapor onaylanmıyor " dedi.
- niye?
+ oradan herkes rapor alabiliyor da ondan
- öyle mi? peki aldığım ilaçlar, girdiğim tomografi, röntgen?
+ ne yazık böyle bir kararı var okulun.
- çok saçma.
tam odadan çıktım, gidiyordum.
aklıma müthiş bir fikir geldi.
ulan madem bunlar hasta olduğum halde raporumu kabul etmiyor ben de işi kılıfına uydururum dedim.
indim alt kata bir adet dahiliye sırası aldım.
çat pratisyen hekim için sıra verdiler. daldım içeri
anlattım durumu.
böyleyken böyle dedim, hastayım geberiyom, sınavım var.
doktor anlayışlı insanmış hemen verdi raporu.
çıktım üst kata kadın beni görünce şaşırdı.
al dedim onaylat bunu
şaka tabi
ben başhekimin odasına giriyorum dedim daldım içeri.
onaylattım.
sonra alt kata indim oradan da bir onay aldım.
o raporu da öğrenci işlerine götürdüm.
dilekçemi yazdım.