Düşmanlığın kaynağı yurdumuzun dışında, onu Türkiye’ye bin bir kalıba sokmak suretiyle sinsi sinsi yürütmeye çalışanlar ise içimizdedir. Kızılı, masonu, nurcusu, K*rtçüsü gibileri başta olmak üzere bunların çoğunu biliyorsunuz. Ancak, bunlarla birlikte bilmeniz gerekli bir grup daha vardır. En belirsiz ve sinsileri oldukları için, Türklük düşmanlığını en rahat yapabilen bu grup, son imparatorluğumuzun Türkiye Cumhuriyeti’ne en kötü mirası olan “imparatorluk artıkları” dır. Türkçü Gençlere / Nejdet Sançar
ironi, yaşamın ciddiyetten yoksun olduğunu gösteren bir iştir. ben, dünyayı hiçliğe dönüştürür çünkü ironi 'güç duyumu'nu ancak her şey yok olduğunda sağlar. ironik bakış, büyüklük sayıklamaları için bir kurnazlık. ben, yokluğunu teselli etmek için her şey olur. ironi hiçin acımasız bir hiç vizyonuna yükseldiğinde ciddiyeti yakalar. trajik, ironinin son safhasıdır. / gözyaşları ve azizler / cioran
'Bu sabah yalnızlığın kocaman elleri var. Bir hayalet gibi imge. Bir var 1 yok, biraz var biraz yok. Hiç bilinmiyor, hiç bilmiyor, hiçbir şeyi... Sorulara hep soru ile yanıt veriliyor. Belki de imgenin hiç olmadığı sonucuna varıyorum.
Bu yağmur bugün boşuna yağıyor. Yanıtsızlıklar ve anksiyete sadece yaşamın kuşatmasını güçlendiriyor. Oysa benim tek işim hayata karşı direnmek. Hiçliğin de bir ezgisi var, her rastlantının biraz zorunluluğu varsa. işaretler kayıp.
Sana çok kötü şeyler söyleyebilirim. Ama söylemeyeceğim. Anlamsızlığa anlam aramak haddim değil. Şu evrenin koskoca yasaları var, hepsinin amına koyayım... / Ziggurat Terbiyecisi / Rafet Arslan
Sermaye piyasası kurulu başkanlığına atanmıştır. 16 yıl bank Asya müdürlüğü yapmış bir adamı SPK başkanlığına atamak, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirtir. sizin vicdanınızı s*keyim.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1663215/+
Kamil Koç, Metro turizm'in en büyük rakibidir. Hani şu yolcu döven, kadın yolcuları taciz eden, iktidar yalakası Galip Öztürk'ün metrosunun en büyük rakibidir. iktidar yalakaları ve siyasal islamcılar tacizci metroyla yolculuğuna devam etsinler.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1660435/+
- Sen kimsin?
* Ben Ölüm’üm.
- Benim için mi geldin?
* Çok uzun süredir senin tarafındaydım.
- Biliyorum.
* Hazır mısın?
- Bedenim korkuyor, ama ben korkmuyorum. Bekle biraz.
* Herkes aynı şeyi söyler. AMA BEN ASLA DURMAM! / Yedinci Mühür - Ingmar Bergman
Belli olaylarda uzlaşımımızı açıklayan –yani ‘artı’ ile hepimizin toplamayı kastettiği veya hatta belli bir kişinin bunu kastettiği hiçbir nesnel olgu yoktur. Aksine, birbirimiz hakkında ‘artı’ ile toplamayı kastettiğimiz söyleme ruhsatımız, yalnızca genellikle uzlaştığımız şeklindeki kaba olgudan dolayı kendine destek olan ‘dil-oyunu’nun bir parçasıdır. … Çözüm bir kurala uyduğunu savunan her kişinin başkalarınca denetlenebileceği düşüncesine bağlıdır. Cemiyetteki diğerleri, kurala uyduğu farzedilen kişinin onların onayladıkları, kendi cevaplarıyla uzlaşan belli cevaplar verip vermediğini denetleyebilir.
Onların bunu denetleme şekli, genelde, dil oyununun ilkel bir parçasıdır. / Kripke
(Hikaye) ... 'nesillerdir kör oldukları için görme kavramını yitiren insanların olduğu bir ülkede sıkışıp, kalmış bir adamla ilgili. Adamımız sonunda aklını kaçırır.
"iyi de anlamıyor musunuz? Ben görebiliyorum.' yage mektupları / w.s. burroughs
"insan ortaya çıkar çıkmaz, çiçekler de ortaya çıktı." Bana kalırsa, çiçekler insandan çok daha önce vardı ve insanın gelişiyle hâlâ içinden çıkamadıkları bir şaşkınlığa gömüldüler... / Cioran
1829-1888 yılları arasında yaşamış, gerçek adı charles earl boles olan ingiltere doğumlu bir soyguncu. icraatlarını californiada gerçekleştirmiş abimizi özel kılan, yaptığı her soygundan sonra bir şiir bırakmasıdır.
'Nesnellik' denen öte-beriye zaten hiç ulaşamadığımız, ulaşamayacağımız gibi, tutsağı olduğumuz (sözümona) 'öznellik' de kendi elimizde değildir zaten -- ancak 'nesnel' bir biçimde 'öznel'izdir!
dadaist - sürrealist yazar.
1929 yılında intihar etmiş arıza bir beyin. istiridye kumsal'ındaki ayna adlı kitabı 2015 yılında kült neşriyat tarafından yayımlanmıştır.
'Oda ve duvar tutulacak gibi değiller. Hareket etmek lazım. Hangi sokaklardan kaçınılmalı bilemiyoruz artık; bildiğimiz için bildiğimiz sokaklardan mı, aynı sebepten dolayı bilmediklerimizden mi? Ayaklarımın bu kaldırımlara göre, bacaklarımın bu pantolonlara ve de sabrımın bu beklentiye göre yapılmadığından kuşkulanıyordum. Yüksek olaylar, alçak olaylar, cambazlıklar, rekorlar, nefes almaktır en zor olan. Bütün tutkular yüzeyseldir.
...
Küçülmek, körelmek -azar azar- nasıl bir sarhoşluktur.'
nietzsche'nin 'tanrı öldü' sözüne atıfta bulunarak yapılmış dadaist eylem.
9 Nisan 1950 Paskalya Günü’nde Michel Mourre, Serge Berna, Ghislain de Marbaix, Jean Rullier Notre-Dame Katedralinde düzenlenen ayine katılan on bin civarında insan tarafından linç edilmeyi göze alarak -ki Katedral Muhafızları tarafından öldürülmekten polisin tutuklamasıyla kurtulmuşlardır- gerçekleştirdikleri eylemde; rahip gibi giyinen, sahte rahip Mourre’un okuduğu vaaz:
Bugün bu kutsal Paskalya Günü’nde
burada
Paris’in Notre-Dame kilisesinin çatısı altında
evrensel Katolik Kilisesi’ni
Yaşama gücümüzü içi boş bir cennet hayaliyle ikiye ayırarak yok etmekle
Suçluyorum
Katolik Kilisesi’ni dolandırıcılıkla
Suçluyorum
Katolik Kilisesi’ni Batı’nın çürümüş bedeni üzerinde yayılan bir irine benzeyen köhne ahlakıyla dünyayı zehirlediği için
Suçluyorum
Samimiyetle itiraf ediyorum: Tanrı öldü.
Dualarınızın insana işkence eden o yavanlığının üzerine kusuyoruz
zira dualarınız bugüne kadar Avrupamızın savaş alanları üzerinde hiç eksik olmayan o isli dumanlardan başka bir şey olmadılar hiç
Gidin öyleyse, Tanrısı ölü bir dünyanın acıklı ve insanı pohpohlayan çöllerine
bu yeryüzü elleriniz boş o mübarek elleriniz bomboş kalacak
ve dua edemez hale gelecek şekilde değişene dek gidin
hadi gidin
Bugün, bu kutsal Paskalya Günü’nde
Burada Fransa’nın Notre-Dame kilisesinin çatısı altında
nihayet insan rahat bir nefes alarak yaşayabilsin diye isa-tanrının öldüğünü ilan ederiz.
oruç aruoba, wittgenstein'ın özel dilin olanaklılığı sorgulaması konusunda haklı olduğunu kanıtlarcasına başarılı yazıyor. hakkında epeyce şey söylenmiş, kişisel bir anıyla-acıyla katkıda bulunayım. bir zamanlar kız arkadaşım, doğum günümde aruoba'nın 'ile' kitabını hediye etmişti. okurken dikkatini çeken cümlelerin altını çizip bana geri ver, ben de aynı şeyi yapıp sana geri vereceğim, demişti. okuyanlar bilir, 'ile' bir anlamda ilişki defteridir. şimdi o kız yok ve kitap başucumda 'o' nun altını çizdiği cümlelerle bir acı olarak duruyor.
oruç aruoba – ile’ (den)
biliyor musun, kalemimi sen açtın- -
- hayır, bilmiyorsun: –gitmiştin.
hani,birgün, benim için bir kolonya almıştın, ya:
eyüp sabri tuncer(miş); dükkana girip bir karışım yaptırmışsın:
lavanta ağırlıklı- başka bir şeyler de katmış tezgahtar. (benim boyuna rebul kullanmama tepkin mi vardı, bilmiyorum.) adam, ”bu bin kat iyidir” demiş – öyle dedin, bana verirken. (belki, yalnızca, benim kokumu bana getirmek – onun, senin getirdiğin bir koku olmasını – istemiştin — o sırada kavrayamamıştım bunu.) karışım bana fazlaca ‘tatlı’ ve ‘keskin’ gelmişti; kullanmamıştım onu – sen de, biraz küsmüş, ama birşey demeden koymuştun şişeyi bir kenara.
sonra, gittin.
ben de, uzun bir süre, birşey yazamadım; kalemim, masanın üstünde, kış güneşi altında, durdu. kurumuş. mürekkebin uçuşkan yanı yitince, uç ile hazne arasında kalan çökücü madde, katılaşmış, geçişi tıkamış; haznenin mürekkep çekme mekanizması işlemez olmuş.
bunun üzerine, aseton falan gibi bir inceltici gerektiğine karar verip; ama bu türden sıvıların (tiner?), yılların lastik haznesine zarar verebileceğini de düşünerek, mahalledeki eczacıya danıştım. kadın, aseton’un ‘reaksiyona girebileceği’ kuşkumu haklı bularak, ‘kolonya deneseniz?’ dedi.
birden kafamda ‘çaktı’ : kalemimi, benim için aldığın o kolonyayla, sen açacaktın–
hemen eve gittim, işe giriştim: şişeyi bulup çıkardım, kolonyayı, yavaş yavaş, uçtan içeri, hazneye damlattım – başarılı oldu: geçiş açıldı; mekanizma çalıştı; hokkadan mürekkep çekti; hazne doldu. kalemim yazıyordu yeniden – ucu da, kokuluydu. sen kokuyordu.
artık, her yazdığımda, hep öyle, kokuyor–
sonradan, hokkaya da koydum biraz, mürekkep eklerken – ne olur, ne olmaz…
bir rüya gördüm ben de -başkaları gibi-
ve hiçbir şeye varmadı sonu, yani
öylece duruyorum şimdi
ayaklarım yere dayalı
ve göğe bakıyorum -
hissederek üzerimdeki giysileri,
kunduralarımın içindeki bedenimin ağırlığını,
şapkamın kenarını, burnumdan girip çıkan
havayı - ve rüya görmemeye karar veriyorum artık.
27 Mart 1955 doğumlu amerikalı yazar-filozof. modern düşüncede kötülük kitabında lizbon depremi ve auschwitz toplama kampı örnekleri üzerinden, kötülük problemini doğal ve ahlaki kötülük olarak ikiye ayırarak inceliyor.