devlet kurmak için asgari şartlar arazi parçası, insan topluluğu, hukuki ve sosyal teşkilatlanmadır.
Kürtlerin uzun yıllardır yaşadıkları bir coğrafya var.
Karışık da olsa belli bir topluluk olarak insan ve dil faktörü de var.
Ama teşkilatlanma konusuna gelince kürtler'in teşkilatlanma geleneği kültürlerinde yok.
kürtlerde büyüğe biat etme kültürü var.
Bu da ağalara beylere itaat nedeniyle tarih boyunca uzunca yıllar gelişme göstermedi.
Tarih boyunca ara ara buna yeltenen kürt liderler çıksa da coğrafi şartlar, kürt halkının geleneksel yapısı, civar devletlerin güçlü etkileri gibi nedenlerle bir devletleşme süreci geçirmediler.
Bunun yerine osmanlı zamanında nispeten özerk bir yönetimle beyler ve ağalar tarafından yüzyıllar boyu yönetildiler.
Bu yüzden yeni bir devlet kurma ihtiyacı hissetmediler.
Türkiye kürtleri için sorun cumhuriyet ile gelen yeni bu özerkliği yürüten toprak ağalarını ve beylerin özerk yönetimlerini tanımaması ve bu unsurları baskı altına alması ile oluştu.
Bu gün ise durum biraz daha farklı. Kürtler devlet kurma konusunda gayet istekli görünüyorlar. Teknolojinin gelişmesi coğrafi şartları çok etkiledi. Eskiden çevresinde olup bitenlerden bihaber kürtler dünyaya açıldı, milliyetçilikleri günden güne gelişti. Buna ek olarak ulaşım şartlarının nispeten iyileşmesi birbirine uzak olan kürtler'in iletişime geçmesini kolaylaştırdı. Belli bir okmuş kürt aydının çıkması ve bu konuda yaptıkları çalışmalar da devletleşme konusunda jğrtlere büyük destek verdi. Teşkilatlanma hakkında artık öğrendikleri bir çok konu var. Ama çok eksikleri de var tabi. Yetişmiş bürokrat gibi. Bunlara ek olarak dünyayı yöneten lider ülkelerin de desteklerini arkalarına aldılar ve görünürde oldukça yol kaydettiler. Yakın bir gelecekte sürpriz yaratmaları kuvvetle muhtemel.
Lakin Kişisel görüşüm kürtlerin kendi devletlerini kurmaları kendi yıkımları olacağı yönünde...
insanların bireyselleşemediği memleketimizde özellikle kadınların yerlerine kararları ailelerinin verdiği durumlardan biri de diyebiliriz.
Hanım kızımız üniversite okumuş olsa da sevdiğinin peşinden gidebilecek cesareti, özgüveni kendinde bulamamış.
Kararı da ailesine verdirmiş.
Ailesi de muhtemelen arada olan yerel kültür farklarını düşünüp, ilerideki yıllarda kızlarının mutsuz olacağını düşünerek kürt genci istememiş olabilir. Tabi buna kendi çevrelerinde yaşayacakları yerel baskı ve alaylar ile kürt antipatisi de etkili olmuş olabilir. Varsayımlar varsayımlar... Bir sürü sebep olabilir. Ailenin takdiridir tabi. Size ne ilgilendiriyor derlerse kimsenin diyecek bir lafı olmaz tabi.
Ama madem muassır medeniyetlerin seviyesine ulaşmak ve onları geçmek bizim elzem görevlerimizden diyoruz;
o halde bireyselleşebilmek ardından da eğer gerçekten inandığın bir değer varsa veya sevdiğin bir durum olay, kişi varsa peşinden gidebilecek özgüveni ve dirayeti kendinde bulabilmek de gerekiyor...
iletişim kurmayan insan başarılı olamaz.
Şöyle düşün yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkum olan ve normal bir insan gibi konuşamayan ünlü bilim insanı Stephen Hawking bizlerle iletişim kuramasaydı bilim insanı olabilir miydi?
iletişim olmadan insan ilişkileri olmaz.
Toplumların farklılaşmasında, farklılığı oluşturan etkenlerin oluşumunun temelinde coğrafyanın etkisi söz konusu.
Beslenme ihtiyacını karşılayan insanın ikinci ihtiyaç olarak güvenlik ihtiyacı çıkar.
Bunu da barınma ile barındığı ve yaşadığı yerleri güvene alma, doğaya ve vahşi hayvanlara karşı koruma önlemleri alarak yapar.
Hepimizin malumu ki Doğu Karadeniz'in coğrafi şartları vahşi hayvanların insanların yaşam alanlarında dolaşmalarına son derece müsait. Evinizin bahçesinde dolaşırken, fındık toplarken, çay toplarken karşılaşabilirsiniz vahşi hayvanlarla.
Benim başımdan da geçti böyle bir olay çeşme başından su doldurmaya giderken iki kurt yolumu kesti. O dakikadan sonra anladım ki Karadeniz insanı için özellikle kırsalda belinde bir silah taşımak kendini güvene almak demek.
Tabi günümüzde şehirleşmenin yoğunlaştığı şehir merkezlerinde bu ihtiyaç artık yerini kültürel aktarıma bırakmış olsa da kırsalda isteseniz de istemeseniz de bir ihtiyaç.
--spoiler--
isviçre merkezli iGenea şirketinin yaptığı araştırmaya göre, Avrupada yaşayan halklar arasında genetik anlamda en karışık ve en az safkan olan topluluk Türkiye halkı...
Türkiyede safkan Türk tartışması yaratacak araştırma için Avrupanın dört bir yanından DNA örnekleri toplayan ve bunlar üzerinde analizler yapan bilim adamları Türkiyede yaşayan Türklerin sekiz farklı etnik gruba ait genleri taşıdığını belirledi. Çalışmada Avrupada safkan olmaya en yakın halkın ise Ruslar olduğu ortaya çıktı. Aryan ırk için ikinci Dünya Savaşını çıkaran Almanların genetik yapısında ise sadece yüzde 25 Cermen genleri bulunduğu ve hatta genlerinin yüzde 10luk bir kısmının da Yahudi ırkından geldiği belirlendi. iGenea yetkililerinin araştırmanın en büyük sürprizi olarak açıkladığı Türkiye sonuçlarına göre Türkiyede yaşayan insanların genetik yapısı incelendiğinde sekiz farklı etnik gruba ait izler bulunuyor. Avrupa ve Türkiyenin çevresindeki bölgede bu kadar karmaşık bir genetiğe sahip olan başka bir millet daha yok. Türklerin taşıdığı genler ise şöyle:
1) Türk
2) Berberi
3) Hellenik
4) Cermen
5) Slav
6) Arap
7) Yahudi
8) ilirya
--spoiler--
Devamını da başka bir araştırmacı olan jean Poul Roux'un Türklerin Tarihi adlı kitabında iddia ettiği önerme ile getirelim. *
--spoiler--
"Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur."
"Türkler dışardan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastlantısal her kavimle karıştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır. Yeryüzünde saf ırk olmadığını biliyoruz. Ama bu konuda daha ileri gitmek ve Türklerin saf ırk olmadıklarını söylemek zorundayız. Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur. Dolayısıyla kendi içinde bir Türk ırkından söz edemeyiz."
"Türklerin damarlarında, eski Türk kanından, elmacık kemiklerini çıkık ve gözlerini çekik yapan o kandan daha çok yabancı, Moğol, Çinli, iranlı, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı kanı akmaktadır."
Şimdi biraz da eğri oturup doğruyu konuşalım ve bölge bölge insanımızın genel yerleşim tipine bakalım.
Akdeniz: Adana ve çevresi ermeni, arap unsurları, yörük dediğimiz türkmenler 93 sonrası oluşan göçler ile kürt nüfusu var, Mersin-Antalya tarafları ise yoğunlukla Türkmenlerin ve yerleşik hayata geçmiş yörüklerin çoğunlukta olduğu söylenebilir.
Ege: Türkleşmiş Rumlar ki genelde Hristyanlığı bırakıp adları müslüman olan ama yaşam tarzı daha çok ateist olan insanlarımız, boşnak, arnavut, bulgar, pomak, slav asıllı göçmen veya mübadil kökenli vatandaşlarımız, iç kesimlerinde Türkmenler Son zamanlarda iç göç nedeni ile özellikle kıyı kesimlere Alevi Türkmenler Kürt ve arap asıllı insanlarımız bulunuyor.
karadeniz: kıyı kesimlerin büyük çoğunluğu müslüman rumlardan oluşan , gürcü , laz ve bunlara oranla az sayıda çepni/türkmen unsuru(bayburt-giresun) iç bölgelerinde ise Mübadiller ve Türkmenler var.
iç Anadolu: Ağırlıklı olarak Türkmenlerin bulunduğu bölgemiz. Buna ek olarak Moğol ve Timur'un istilalarında bu topraklara yerleşen Moğollar, Kara Tatarlar ve diğer Türkmen boyları da bu bölgede yerleşmişler soyları da bu bölgede günümüze dek devam etmiş.
Marmara: trakyada çok az sayıda yerleşmiş yörük dışında slav-bulgar, balkan göçmeni ve çingene ağırlıklıdır. istanbul kozmopolit bir yapıdadır.kocaeli, sakarya , bursa gibi yerlerde manav ve balkan muhacirleri
güneydoğu: kürt ağırlıklı olarak , kısmen müslümanlaşmış ermeni ve az sayıda yerleşik türkmen unsurları ile Mardin taraflarında Araplar ve Süryaniler görülür.
doğu anadolu: erzurum ve çevresinde selçukluyla birlikte yerleşen türkmenler yoğunluktadır. kars ve civarında terekeme/karapapaklar görülür. ancak bu bölgede yoğun olarak müslümanlaşmış ermeniler, kürtler ve zazalar da bulunur.
Ayrıntıya inecek olursak eski Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel Türkiye'de 42 çeşit milleti sayabiliyorum demiştir. Bunların bir kısmı köken olarak Türk olsa da Türk ırkının dışında da unsurlar anadolu topraklarında yaşamakta halen.
Şimdi gelelim Türkler diğer milletlere karşı safsatasına. Bu ülkede 42 çeşit millet yaşarken Türklerin bu şekilde bir paranoyaya girmeleri bence mantıksızlıktır. Ancak ve ancak ucuz hamaset politikaları yapan siyasilerin öngörüsüz politikalarının eseri bir söylemin sloganınından başka bir şey olamaz. Irkların bile saflığının sorgulandığı, işlerin DNA'larla yürütüldüğü bir dünyada bu gibi söylemler ancak zırva olabilir.
Olaya başka açıdan bakarsak ise olaya şöyle bir söylem mantıklı olabilir. Türkiyelilik üst kavramında birleşip herkes Türkiye'ye karşı propagandası yapılabilir. Ki günümüzde geçerli olan Türkiye politikası da bu şekilde işliyor. Paralelciler, Faiz lobisi vs gibi söylemler ile tüm dünyanın bize karşı duruş sergilediği izlenimi veriliyor.
Oysa ki Globalleşen dünyada Türkiye de bir pazardan ibaret. Kimsenin karşı durduğu veya yanında olduğu yok. Devletlerin çıkarları günümüzde mal alıp satma üzerine. Bu yüzden böyle içi boş söylemler yerini yeni politika ve siyasetlere bırakmalı. Türkiye dünya siyasi haritasında var olmak istiyorsa tabi.
Nereden baksan tutarsız nereden baksan ahmakça olan bir önerme.
Dünya ekonomik sistemleri gelişiminden bihaber troll sıçmığı da diyebiliriz tabi.
Kadın nedir?
Erkek nedir?
ilişki nedir?
Ekonomi nedir?
Sorularını bu fikri benimseyen kişiye sorsanız size cevap olarak ancak saçmalayabilir.
Dünyanın hangi çağlarda ne tip üretim biçimleri geçirip evrildiğinden bihaber olup günümüz dünyasında kadının toplumsal yaşamdaki yerini bilmeyen biri ile tartışma sürecine girme mantıksızlığı ise ayrı bir tartışma konusu tabi.
Buna verilebilecek cevaplardan biri günümüzde popüler cevap olan yav he he
...ve o sırada gözleri yaşlı Beethoven arkasını dönüp hüngür hüngür ağlayan Mozart'a dönerek biz deha değiliz gelecekte Serdar diye biri çıkıp tahtımızı sallayacak ve deha olacak dedi...
Tanım: insanların sadece yüzleri ile gülmediklerini hatırlatan önerme.
Bu söz insana her beylik söz gibi önce pek bir anlamlı geliyor.
Sonrasında ise yaşam deden tiyatro oyununun karşımıza çıkardığı durumlarda bunu uygulamanın aslında ne denli zor olduğunu düşündürüyor.
Şimdi düşünelim karşınıza çıkan bir kendisini uyanık zanneden geri kalan herkesi enayi olarak gören insanımsı yaratıklara mı koruyacaksınız efendiliğinizi yoksa muhatap olmak zorunda kaldığınız cahillere mi?
Hayatı pembe gözlükleri ile takip eden akıllı telefonun yapay zekası kulannanından daha akıllı olan moda delisi tiki tiplere mi yoksa elalemin karısına kızına hallenen sapık düşünceli mahlukatlara karşı mı efendi kalacaksınız?
Hayat tiyatrosunun bizlere sunduğu arttırmakta zrlanmayacağınız bu gibi tiplerin hepsine ve her zaman kabadayılık yapıp efendi olmak hiç de kolay bir kabadayılık değil. Özellikle de her yiğidin harcı değil...
insan sürüsünü manipüle etme amaçlı kurulan medya organlarından tam da beklenen davranışlar bütünüdür.
Haber muhabirlerinden ve servislerden gelen bir çok haber içinden etliye sütlüye dokunmayanlarını seçip halka haber diye yutturuan haber editörlerini bu işin sorumlusu olarak görmek gerekir.
Ekmek parası diyerek insanların haber alma özgürlüğünü belirli çevrelerin amaçlarına hizmet etmek amacıyla veren bu editörler ve ekiplerini tarih bir gün ortaya çıkaracak elbet.
Ama arada olan bu günlerde yaşayan aklını sağlıklı şekilde kullanabilen ancak elinde gücü olmayan bu yüzden de günden bu ülkede ve sonrasında dünyada yaşamaktan nefret eder hale gelen aydın insanlara olacak.
Yazık...
işsiz kalan genç mühendislerin hülyalarının ne denli yaratıcı olabileceğine şahit olduğumuz bir önerme.
Allah bizi mühendislerin eline düşürmesin.
Örnek verecek olursak:
Öncelikle kavramların genel geçer tanımlarına bakmak lazım.*
madde: kütlesi ve hacmi olan her şey.
düşünce: Kavramaları biçimlendirdirirken ploblemlerin çözümlerinde sebeplerde ve kararlar vermede meşgul olmak gibi düşünce bilginin beyinsel işletiminin ortaya çıkmasıdır. Düşünce biliş psikolojisinin bir parçası olan bir yüksek biliş işlevi ve düşünce sürecinin analizidir.
materyalizm: her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori olan hiçbir metafiziksel kavram kabul etmeyen felsefi kuramıdır.
idealizm: tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim. Var olan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin var olmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
Şimdi bu genel geçer tanımlardan yola çıkarak varsayımlarda bulunursak ve maddeyi, çevreyi ve evreni anladığımız düşünceyi ortaya çıkarabilen somut bir irade olarak ele alırsak; madde olmadan düşünce olmaz. Bu yüzden üst düzeyde bir düşüncenin var olabilmesinin ön şartının madde olması gerekir. Sonuç olarak da düşünce maddeden doğmuştur diyebiliriz.
Bir de ters açıdan bakalım olaya. Düşünceyi üst düzey insan yeteneklerini kullanarak çevremizi ve evreni anlamlandırarark ürettikleri olarak kabullenirsek insan maddeyi değil maddeden yansıyanları algılayabilir. Bu durumda madde olmaksızın düşüncelerimizin ortaya çıkardığı yansımalar var iken düşüncenin maddeye bağımlılığı kalmaz. Akabinde madde olarak kabul ettiğimiz her şey aslında düşünce olur ki madde tanımını yeniden yapmak gerekir burada. Yeni tanımlamada da düşüncelerimizin var olabilmesi için yine düşüncelere ihtiyaç olacağından maddenin bildiğimiz anlamda madde veya düşünce olmasına gerek kalmaz. Şöyle ki bu yeni yaptığımız tanımlama ile olaya bakış açımız boyut değiştireceğinden her şeyin düşünce olduğu bakışı her şeyin madde olduğu bakışından farklı değildir.
Sonuç olarak bu fikirlerin karşılaştığı bir ortamda boyut değiştirmeden gerçeğin ne olduğunu bilemeyeceğimiz için her iki seçenek de doğru olabilir. Bakış açınıza bağlı yani.
Özet: tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı? Cevap: Belli değil.