itaat etmeyi sevenin elleri yukarı, kafası yere, kalbi de bencilliğiyle sadece kendine bakar. bazılarının sessiz kalması için gaddarların en büyük sermayesidir o güzel gökyüzü.
sevgililer günü sevgilimin olduğu döneme denk geldiyse eğer, müthiş birkaç konuşmayla kız arkadaşa bu işin çok saçma ve para tuzağı olduğunu anlatıp, normal zamanlarda hediye alarak ve bunun sadece bir meta olduğunu anlatmaya çalışarak hiçbir bok başaramıyoruz. çoğu aptal kız bu yüzden bırakıp gider bile. ama yine de bu işin sömürü olduğunu anlatmaya çalışın yine de, belki anlar. çünkü türk kızları biraz zeki. son yıllarda baya kitap filan okuyolar. dizi izlemiyorlar. tiyatroya gidiyolar. facebook nedir bilmezler. hepsi de çok güzeldir.
adamlar lafı gediğine koyuyor sürekli. ama sadece bir kaç videosu türkçe altyazılı. ingilizce bilenler için aynı isimli full videolar youtube da mevcut.
bu laf gününün 3 saatini falan burada geçirenler içindir. gerçi bu onların seçimi de olabilir. ama bu sadece sözlük değil sözlük, twitter, facebook üçlüsüsün bir sonucudur. haklıyım sonuna kadar.her şeye muhalefet olup da, bu böyle olmamalı şu şöyle olmalı diyorsanız birazcık da kitap okuyun. bu kaostan ancak böyle çıkılır. facebookta 18 saat harcayarak değil. bir saat harcamak bile mallıktır. yapmayın.
mfö den hep yaşın 19 da ki en anlamlı cümle. ölücez bir gün. bundan en fazla 60 sene sonra yokuz. ve en güzel zamanlar karşılıklı oyunlarla mahvedilmekte. sevmeyi unutturan şeylere tapılmakta. ama sevginin olmadığı yerde varlığımız gücümüz kadar değil mi. bırakalım her şeyi koşalım birbirimize. bence.
arkadaşlarım.ben staj yapmaya moskova ya gittim. erasmusla hollandaya gittim. tatil için bir ay atina ya gittim. hiç param yoktu. biriktirip kaçtım burdan. ordaki çocuklar (çocuklar derken 28 yaşına kadar kapsamakta) hiç birşeyle ilgilenmeden hayatlarını yaşıyorlar hepsi. işçi olanda, cebinde parası olanda her daim sevişmekte. her daim hayatını yaşamakta.geziyolar tüm dünyayı. azcık parayla bizimde yapabileceğimiz şeyleri bizden daha zor durumlarda yapıyolar. türk gençliğinin bir çoğu paraya kitlenmiş durumda. param yoksa evde otururum derdinde. saçma. çıkın dışarı. bırakın siyaseti, dizileri, facebooku, twitteri, zenginlerin götünü yalayan dizilerde oynayan zengin züppelerini bırakın. ortalama 70 sene sonra yokuz biz. tanrı da yok dünya da. sen yoksan dünya var mı? sorarım sana. bırakın komplekslerinizi. bırakın para hırsını. en azından çıkın sokaklara. hayat sokakalrda her daim. siktir edin. yaşayın. benim kaçmama az kaldı. sizde kaçın bu herşeyi parayla ölçen milletten. kaçın tek çare bu. kaçalım. parayı sevmeyin. birbirinizi sevin .sevişin. bitecek bu anlar. ne yapalım...
yakıcı güneşin, beynimin kullanmadığım tarafını erittiği günlerden birinde, yine yatağımdan irkilerek uyandım.beynimin, kullandığım tarafının sıcaklığı, dış sıcaklığı dengeleyecek kadar başarılı bir ısı yaymaktaydı. beynimin sağ tarafında sinir hücreleri ahenkle dans ederken, sol tarafında sanki cenaze töreni düzenlenirdi. evet. ben bir solaktım. ama topa iki ayağımla da vuramazdım hiç. gerçi vurup vuramayacağımı da bilmiyordum. 2 metrelik boyumla sadece basketbol oynamak gelmişti aklıma.her gün saatlerce sokmaya çalışırdım o deliğe topu. amaçsızca oynardım. hiç maç yapmazdım, sadece tek başıma oynayarak rahatlardım. hiç yenildiğim olmadı bu yüzden. tabi ki bu yaklaşık onbeş sene önce tek başıma yaptığım bir şeydi. şimdi topa hangi ayağımla daha iyi vurduğumu biliyorum. çünkü kavga ederken yere düşürdüğüm her adama sağ ayağımla vururdum.ağzından kanlar gelene kadar, ben ayak başparmağımda ki bir kaç çatlakla eve dönerdim.ve yine, çatlağın bu kez sol bileğimde olduğu bir gece, tek başıma yaşadığım, sessizliğin doruklarına bayrak diktiğim, kırmızı boyalı duvarlarına yeşil gözlerimle baktığım evdeydim. evimdeydim.
yanlışlıkla uyudum bu gece.üç günde bir tekrarlanan bir yanlışlık bu. monoton yanlışlık.uyuduğumu, uyandığımda farkettiğim uykumu sonlandırdım.vücudumda ki 2 litre sıvıyı kaybetmiştim sanki yine. saat sabahın 9 olmuştu.birbirini takip eden dört saat boyunca farkında olmadığım halin derinliklerinde dolaştım ve uykumla üç gün sonra aynı yanlışlığın kapıyı çaldığı zaman buluşmak üzere vedalaştım.
gözlerimi tam olarak aralayıp, dün gece olanları, içeri vuran güneş ışınlarını takip ederken bir kez daha hatırlamaya çalıştım. dışardan içeri sızan ışık hüzmesinin bir kısmı sol ayak baş parmağımın soluna vururken, kalan bölümü masanın üzerinde duran 9mm liğin tetiğini nişan almıştı.dün gece yine konuşturmuştum bi kaç kez masanın üzerindeki bir bölümü ışıktan parlayan makineyi. gözlerimi açmamın sekizinci saniyesinde silahı kullandığımı tam olarak hatırladım. bu sekiz saniyeyi takip eden dört saniye içinde ise giderek azalan tedirginlik hissini daha da az hissettim.
yataktan yavaşça doğrulurken sol elimdeki hasarı tamamen unuttum ve beynimin sağ tarafına ışık hızında bir ileti yolladım. dün gece dişlerinin yarısını midesine yolladığım adamın benden daha kötü durumda olduğunu hatırlamak acımı unutturdu. yataktan kalktığımda vücudumun ıslak olduğunu, yarım açılmış pencereden içeri sızan rüzgarın vücudumu yalamasıyla farkettim.her geçen gün daha fazla terliyordum. gitmeliydim artık bu şehirden. uyuşturucu ve kadınların satıldığı, erkeklerinse kadınların vajinasına kokain döküp çektiği şehir her geçen gün daha fazla ısınıyordu sanki. her geçen gün yeni bir enerji patlaması dengeleri bozmaya yetiyordu. ve ben artık başedemiyordum tüm pisliklerle. sevişmek bile istemiyordum artık. ayrılmalıydım bu şehirden.sıcak artık iyice damarlarıma işledi. damarlarım yeterli genleşmeyi sağlayamazsa yakında tüm damarlarım kılcal damara dönüşecekti ve ben bir sürüngen olarak devam edecktim hayata.dayanamıyordum artık. gitmeliydim. gitmeliyim.fakat nereye gideceğimi bilmiyordum. tabi ki çok sıcak olmayacaktı. çok soğukta olmamalıydı. dört mevsim, on iki ay yaşanmalıydı gideceğim şehirde. deniz olmalıydı. her çeşit insan olmalıydı. burada ki gibi sadece kazandıkları milyonları kadınlara ve uyuşturucuya harcamaya gelen şuursuz pezevenkler de olmalıydı, açlıktan çöpteki ekmeği alıp yiyende.en dengesiz yeri bulmalıydım dünyanın üzerinde,en dibinden başlayıp çözmeliydim problemleri. kahraman olmak gibi bir niyetim yoktu. adalette dağıtmak istemiyordum. sadece öldürerek rahatlayacağım şehirde, öldürdüğüm kişiden kurtulanların doğru orantılı bir şekilde çoğalmasını istemiyordum.birini öldürdüğümde onlarca kişi kurtulmalıydı. düzene koşarak ulaşmalıydım . artık yürümeyi bırakıp koşmalıydım bende.
kitaplıktan naitonal geographic dergisinin bir sayısının, hediye verdiği dünya haritasıyla basketbol topumu kapladım. top kusursuz ovallikte olduğu için kutuplardan yeterince baskın gözükmese de ekvatordan şişmanlatmıştım dünyayı. gözlerimle yapabiliyordum bunu. topu masanın üzerine koyarken, silahımı aldım. tek mermim kalmıştı dün geceden. her sabaha bir duble viski bıraktığım gibi bir de mermi bırakırdım silahımda. son bir fondip yapıp intihar edeceğim zamanı bir türlü kestiremiyordum çünkü.
masaya koyduğum pürüzsüz dünyaya tek bir atış yapacaktım. önce dünyayı tek bir hareketle, gözlerim kapalıyken orta parmağımın üzerinde döndürecek ve sonra masaya koyacaktım. yeterli uzaklığa, yani ülkeleri seçemediğim uzaklığa kadar yürüyüp tek bir el ateş edecektim. üzerinde oturduğum sandalyeden kalktım. dünyayı avuçlarımın arasına aldım. i̇stediğim hıza ulaştırdıktan sonra atmosferin dışında bir noktaya yerleştirdim. az sonra hiç beklemediği bir anda meraklı birgöktaşı bir tarafından girip diğer tarafından çıkacaktı. ve göktaşının dünyaya ilk değdiği nokta bundan sonra havasını soluyacağım ülke ve en kalabalık şehri olacaktı. önceden hesapladığım 8 adımı geri geri yürüdükten sonra gözlerim açtım ve güneşin ısıttığı tetiği çektim. artık tetik soğuk dünya sıcaktı. kalan son duble viskimi içtim. kendimi vurmasam da gideceğim şehri şimdiden yok etmiştim bile. viski bu anı kutlamak içindi.
dünyaya iyice yaklaştım ve merminin ilk yok ettiği şehri bulmaya çalıştım. daha önce hiç gitmemiştim fakat hem asyanın da hem avrupanın üzerine serpilmişti bu şehir.en dengesiz yeri vurduğumu o an anlamıştım zaten. i̇ki kıtanın düğüm noktası. acıların sonsuz olduğu şehir. i̇stanbu
facebook da falan sürekli söz paylaşıp, beğenen olunca kendi yazmış gibi sevinen tüm gerizekalılar. hiç bi bok değilsiniz. önce açıp bi kaç kitap okuyun. sonra kendi fikirlerinizi yazın. ikinci el yaşamayı bırakın. çok ezik duruyosunuz. çok. embesil sürüsü. evrimleşin azcık. şu an sinirlendim.
kafanın içinde bişey var. hissediyorsun tüm hücrelerinde, tüm damarlarında. akan bişey var aşağı doğru, tekrar yukarı çıkmadan. istençsiz yerçekiminin sayesinde kendinden geçiyorsun bir süre sonra. şu an yoksun. boşaldın yeryüzüne, tarihin en büyük savaşlarında öldürücü darbenin yapıldığı son demlerin imparatora verdiği yavşakça hazzın bir benzeri var üzerinde. sen, hiç büyütemediğin, hiç eğitemediğin bir orduya hükmettin birkaç saniye. ve öldürdün tüm sıcaklığıyla bedenlerini. yerçekimi onlarıda çekti aşağı. belki de dünya ölecek bir çok piçten kurtuldu kısa vadede. ne olacak peki bundan sonra. bilinemez. tek cevap ölen çocuklarının cümlelerinde gizliydi. mahvettin tüm cümleleri. mahvettin tüm güzellikleri. belkide mutlu ettin. bilinemez. sen de bilemezsin. çünkü cazibeye karşı geldin sen. bak nasılda dinliyorsun beni. sen varsın artık.
herkesin derdi tek başınalığa ulaşamamak. yalnızlığa hapsolmak. halbuki kimse düşünmez hayatın yalnızlığını. hep kendimizi düşündüğümüz anlarda. bu bile idrakın en anlaşılabilir müessesidir. anlayanlara..çünkü hayat maliyetlerini kurtarmayan bir iştir.
farkediyorum sürekli. hep aynı şeyler. bi çok kez çok şey yaşadım. izmir de okudum. her ortama girdim. yurtdışına çıktım.istanbulda yaşadım. her boku yedim. tek bir gün var ki ertesi günün farklı olsun, o gün senin olmadığın gündür.
etrafınıza biraz dikkatli bakarsanız görürsünüz. nerde bi sadece aşkla, karamsarlıkla, pesimist olmakla kafayı bozmuş biri varsa orda hiç bi bok yoktur. kızlarda daha da belirgindir. dikkatli bakın göreceksiniz.
bi çok konuda herşeyi bok ettiğimiz gibi futbolda da sıçıp sıvamakta üstümüze yoktur. bugün de gördük ki bizden hiç bi konuda hiç bi bok olmayacak. bi de türkün gücü türkün müthiş zekası diye başlıklar açıyolar. artık iyice aşağılık kompleksi. iyice utanmazlık. önce kafaları değiştirin. sonra bişeyleri değiştirin. bok içindeyiz.
arkadaşlarımla yaptığımız istatistiğe göre rocker girl diye tabir ettiğimiz siyah ruj, siyah oje, siyah sürmeyle kendini yeniden yaratan, yenilikçi, ilerici, entelektüel (kendilerini öyle gördükleri de istatistiğimizin bir sonucudur)kızlarımızın cinsel ilişki şeklidir çoğunlukla. biraz da aykırılar ya ondan heralde. çok aykırılar. rocker kızlar çok bozdular. çok aygırlar.
tek göstergesi olmasa bile medeniyetin seviyesiyle alakalı olan durumdur. istanbulda bile elli cm yükseklikte kaldırımlar var. medeniyet buralara uğramadı daha. eline telefon kucağına laptop alan türk genci de kendini gelişmiş sanmaya devam etsin. o telefonu sokucaklar bi tarafına haberin yok.