david suchet'in, agatha christie'nin beyninden fırlayıp kamera karşısına geçmişçesine hayat verdiği ufak tefek, belçikalı, takıntılı ve yumurta kafalı dedektif.
şu yazılanları okuyup da çocuk gibi mutlu olan beşinci nesil yazar. o kadar destek ruh yani.. ne biliym.. aaağğğ.. * ) cidden cümle kuramadım ama, cümleye de çok gerek olmaz bazen; yalnız olmadığını bilmek gibi pozitif bi cümlesizlik hali. milyonlarca cümle yazmışım gibi kabul edin, eksik olmayın...
amerikalı, ingiliz, japon icat ettiklerini gururla anlatırken türk'ün o icatları nasıl her üç saniyede bir (yine türklere) sattığını şebek gibi sırıtarak "gururla" anlattığı son reklamı utanç vericidir.
aşkı yakalamaya çalışırken, hayatımda ilk defa, bir ilişkimde, "aşk"ı geçtim sözlük. daha ötesindeki o "sakin" evrene dokundum bugün. bir ömür mutluluk için gereken "o şey"e dokundum. çook güzelmiş ama. aşkın hiddeti yokmuş onda. aşkın kırılganlığı yokmuş. aşkın her-an-bitebilir'liği yokmuş. aşkın başını-alıp-gitme'leri yokmuş. korkuları yokmuş. ağlamaları yokmuş. kavgaları yokmuş.
dokundum ama anlamadım. yarın anlarım da belki; bilemem.
ama "sıfır"ın çok güzel bi sayı olduğunu söyleyebilirim..
işim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne haltedeceğimi bilemem.
ülkemde hep dillendirilen "ulan bi de japonlara bakın, ne kadar da kültürlerine bağlılar, demek ki neymiş? kültürüne bağlı kalarak gelişebiliyor muşsun" önermesinin ne derece kof ve gerçeklikten uzak olduğunu romanlarıyla başarılı bir şekilde ortaya koyan yazar.
murakami'yi okuduğunuzda yoz bir toplumun mide bulandırıcı; aynı zamanda da üzücü iğrençliğini beş duyunuzla birden duyumsarsınız.
daha beteri kalabalık dolmuşta ya da otobüste bozukluk düşürmektir. senler arasında çatışma yaşarsın:
1. sen = olum elli kuruş da elli kuruştur, buradaki insanları bidaha ne zaman görürsün ki zaten? eğil al anasını satıym! eğil yaa! kolay kazanılmıyo o kuruşlar! hadi bakiym, hop! şimdi eğiliyosun..
2. sen = yok olum dur.. köşedeki kız bakıyo mu ya? vallahi bakıyo! hasstr.. saçtık bissürü paraları da ama. aha baktı! aq yüzüme ifade veremiyorum yaa!
1. sen = baksa nolcak ki, en fazla bakıcak, sevgilin olmiycak yani. eğil al lan, giden gider yani, öküzlük yapma.
2. sen = ya dur sürükliyim iyice ayağımın altına sonra çaktırmadan.. çok biliyosun. belki sevgilim oldu! eee.. çok şeker bişeymiş bu yaa.
1. sen = bildiğin malsın öküz, karıya kıza para yedirebilitem var diyosun yani, helal olsun sana!
2. sen = ya ne diyosun sen be!! sktir git! tamam.. aee. aa.. alırım ya para ne yaa!
kız indikten sonra...
1. ve 2. senler = 80 kuruş düşürmüşüm ya, az da değilmiş, iyi ki bi cesaret eğilip topladım aq. kimi tanıyorum ki zaten burda? kaldı ki cesaret örneği dimi? jackass gibi bi durum oluştu iç dünyamda. mutluyum ben evet..
17 şubat 2011 günkü hezimette ikinci yarı oyuna girmiş ve yaşayan ölülerin günü modeli sahada gezinmiş portekiz'e yakışmayan portekizli (soz konusu maç için söylüyorum).
iber yarımadasından gelen diğerlerine bi bak, guti'ye bak, quaresma'ya bak, oldu mu şimdi böyle?
+ ya her şekilde sahip çıkarım ben sana merak etme..
- ?? neden sahip çıkıyomuşsun ki bana, ben çıkabilirim kendime gayet de.
+ aşığım ya sana
- ee?
+ aşık olduğum için böyle bişey işte, koltuğumun altında ol sen hep
- oldu, sen nerede olcaksın o ara?
+ hangi ara?
- ben koltuğunun altındayım ya, sen neredesin?
+ seninleyim
- ok.
+ ya niye böyle yaaaa
- ne niye böyle?
+ eskiden ne güzelmiş ya kızlar safmış fln, aşık bile olunmuyo şimdi size bee...
ânı sabitleyen araçtır.
ama çok da başarılı sabitleyemez
titreyen bi gözyaşı damlası
titremeye devam eder mesela o "sabit" karede
veya gergin bir dudak
gerilmeye devam ediyordur
ama en beteri
güzelliğin büyümesidir fotoğrafta
hele ki bakılan aşık olunan ise
aşıkının gözlerini
her bakışta daha çok deler
çok acımasız olur
geçen her saniye
gözler daha bi güzelleşir
yanaklar daha bi güzelleşir
kollar bile
güzelleşir
ve ânın birinde
olduğu gibi yutar bakan zavallıyı
kendine köle yapar
geçmişe
ve geleceğe dönüşür
yani fotoğrafın ânı olduğu gibi sabitlediği
yalandır
kafasına göre takılır...
ölüm bilinçliydi
gözlerine bakarak onu yenemezdi
ki o ölümün arabıydı
mücadele etseydi
yenerdi şüphesiz
o yüzden
sırf o yüzden
savunmasız yakalandı
mücade edebileceği bir ring sunamadı ona ölüm
bi kanser olarak gelemedi mesela
o kadar korktu
ama yine de
ölüm
ölümdü
geldi ve aldı
gözleri kapalı
burnunda kan
hiperaktif mutluluk şekerlemesi
yakıştı ama ona bu duruş
ölümü korkutmak
istemese de
elini çabuk tutturmak
kaç kişiye nasip olur?
not: trollüğün dahi insanlığın asgari müşterekleri doğrultusunda bir edebi vardır; troll müsveddelerini bu doğrultuya davet ediyorum.
vefat etmiş bir insan hesabını artık allah'a vermek durumundadır. bunu hangi ortamda olursa olsun (sözlük, gazete vb.) sorgulayan insan bunun hesabını ileride yine allah'a verir çünkü vefat eden insan doğmuş bulunan söz hakkını kullanamamaktadır o şahsa karşı.
ölenin söz hakkını allah kullanır zamanı geldiğinde...
not: ölmesini beklediğim en son üç beş insandan bir tanesiydi defne joy. rahmet diliyorum...
dün izlediğim bölümünün "hava durumu" kısmında garip ve yakıştıramadığım bir tavırla karşılaştığım zaytungvari program.
mevzubahis kısımda hava durumu sunucusu "burç kayması" konusu üzerinden bölgelere girdi ve bölge bölge türkiye'yi gezmeye başladı. her üzerinde durduğu bölgede burç sembolleri haritada o bölge üzerinde gözüktü; örneğin "marmara bölgesi'nde koçlar oğlak oldu, iç anadolu'da aslanlar yengeç oldu ve karizmaları sıfır oldu" minvalinde şeyler söyledi.
güneydoğu bölgesine gelince de "o burç bu burca, şu burç bu burca, o da buna dönüştü ama sonuç olarak hepsi birden yılan burcuna dönüştü tarzında skandal bir cümle ile bitirdi.
altına doldurmuş bir bebekten ince ince tüten ve geç fark edilen; fark edildiğinde de ciddi tiksinti veren bok kokusu gibi ince ve derin bir ırkçılık koktu bu tavır. bebeğin altını açtığımız zaman ise "koynumuzda beslediğimiz pis yılanlar, bölücüler, hedi hödü höyt"lerle karşılaşacağımızdan eminim; o yüzden açmamayı yeğliyorum ve başlarda beğenerek izlediğim bu programı, bir bölgeyi komple "yılan" burcuna çevirdiği için kınamakla yetiniyorum.
not: ama bebek altına doldurdukça bezi ağırlaşır; yürüyemez hale gelir. değiştirilmesi gerekir...
"parti ajanı" takma adlı bir şahsın yazdığı, "bir davetin anatomisi" başlığıyla cadde ekinin üçüncü sayfasında yayınlanan "köşe" (sayfanın yarısını kaplıyor nerdeyse) yazısı bu ciddiyette köklü bir gazeteye yakışmayacak sayıda dilbilgisi ve yazım hatalarıyla doludur:
- ... milletin "ah bizim partiye de boy gösterse" dediği isimler... ("partiye" değil "partide" olacak...)
- barmen hesap uzatırsa tüm tadı tuzu kaçar. şayet, geliş sebebi bellidir:... ("tüm tadı tuzu" ilginç bir kullanım. ama olay o değil. "şayet, geliş sebebi bellidir" ne anlama gelmektedir??)
- mekanda bulunma sebebi genellikle zorunludur. ("zorunlu sebep"?? "genellikle zorunluluktan orada bulunur." gibi birşey daha kabul edilebilir olurdu.)
- elinde içkisi (eğleniyor)muş gibi yapsa da... (parantez kullanımı yanlış. bu tarz bir kullanımda, parantez içindeki kelimeyi kaldırdığımızda geri kalanların kusursuz bir cümle oluşturması gerekir. bu bağlamda "elinde içkisi muş gibi yapsa da" geride boynu bükük kalıyor. "muş gibi" yerine "van gibi" de yazılabilir o halde; ki bir mahsuru olmaz.)
- ... eğlencesine geleni de vardır, 'rica' niyetine geleni de. (bu cümlede, şahsın "rica sonucu" mu oraya geldiği yoksa "bir şey rica etme niyetiyle" mi geldiği anlaşılamıyor.
- ... taksinin arka koltuğunda elini tutabileceğim bir el varsa... (yazar bir "elin eli"ni tutmak istiyor?)
- ... bu diyarlarda işler böyle.. ("bu diyarda işler böyle" daha doğru bir kullanım olur.)
--spoiler--
bunlar ilk göze çarpanlar. derinlemesine incelenirse düşük cümleler ve dil bilgisi sorunları iyiden iyiye kendini gösterecektir; buz dağının alt kısmı şeklindeki "dil kullanım becerisi" yoksunluğu şeklinde.
şayet bu yazı bir lise öğrencisi tarafından yazılmışsa mazur görülebilir (ki mümkündür, yazar ismini kullanmamıştır) ama o zaman dahi böyle üçüncü sayfada kocaman sütun işgal ettirilmez. yazı editör tarafından "canım benim ileride iyi bir yazar olacaksın, mesafe katediyosun, yazmaya devam!" şeklinde güdüleyici bir cümle eşliğinde geri gönderilir. (lise çağında muhteşem türkçe kullanan öykü yazarları ve şairlerin bulunduğunu da ayrıca belirtmeliyim.)
ha yayınlayacaksan da editöryal incelemeden geçirip düzeltirsin; öyle yayınlarsın.
bu haliyle bu yazı okurlara yapılmış büyük bir hakarettir.
böyle bir hakaretle, bu derece köklü bir gazetede karşılaşmak ise hem dehşet verici; hem komiktir. (bkz: grotesk)