Kitapları tartıp ona göre fiyat çıkarıyorlar. Kargo şirketi aranıp kilosu ne kadar diye sorulursa ya da internet sitelerine bakılırsa belki bu şekilde hesaplanması daha kolay olur.
Epistulae morales ad lucilium, ing. Moral letters to lucilium. Türkçeye ise, ahlaki mektuplar olarak çevrilmiştir. Seneca'nın (seneca the younger) sicilya'daki dostu lucilius'la birbirlerine yazdıkları mektuplar koleksiyonudur ve tam 124 adet mektuptan ve 22 kitaptan oluşur.
Dostluk üzerine belki de gelmiş geçmiş en güzel ayrıntıları bulabileceğimiz nadide mektuplar bunlar. Sadece dostluk değil: bilgelik, mutluluk, kişinin içsel dünyası gibi insan doğasına ait birçok konu üzerine yazmışlardır. Ayrıca bu mektuplarda sürekli olarak, hayatın kısalığına ve zamanın geçici doğasına atıfta bulunurlar.
Şimdi senaca'nın, dostluk üzerine, lucilius'a yazdığı üçüncü mektuptan güzel bir alıntı zamanı:
Mektup 3: seneca lucilius'unu selamlar. (...) Kendine güvendiğin kadar güvenmediğin bir insanı dost sayıyorsan, çok yanılıyorsun ve gerçek dostluğun gücünü yeteri kadar anlamamışsın demektir. Sen dostunla her şeyi incele, tartış ama önce şu konuyu tartış: Dostluk kurulmadan önce bir karara varmak gerekir. Dostluk kurulduktan sonra güvenmelidir artık ona. Bir insanı bir kanıya vardıktan sonra sevecek yerde sevdikten sonra bir karara varmak isteyenler işi tersinden tuttukları için, her şeyi altüst ederler. Bir kimseyi dost edineyim mi edinmeyeyim mi diye uzun uzun düşün. Baktın ki hoşuna gidiyor, olağanca varlığını aç dostuna. Onunla, kendinle konuşur gibi cesaretle konuş. Sen de öyle bir hayat sür ki, bu yaşamda yalnız kendini açtığın sırların düşmanına bile açabileceğin sırlar olsun. Ama genellikle saklanması adet olmuş kimi olaylar da olabileceği için sen dostlunla bütün endişelerini, düşüncelerini paylaş. Bir insanı güvenilir sayarsan, güvenilir yaparsın. Çünkü kimi insanlar, aldatılmaktan korktukları için, aldatmayı öğretirler insana. Kuşku duymakla, suç işleme hakkını tanırlar ona. Neden dostumun yanında kimi sözleri söylemekten kaçınacakmışım? Neden onunla birlikteyken, kendimi bir bütün hissetmeyecekmişim? insanlar vardır yalnız dostlara söylenmesi gereken şeyleri herkesin önünde ulu orta anlatırlar, söylemek için yanıp tutuldukları her şeyi, önlerine geçenlerin kulağına boşaltırlar. Buna karşın öyle insanlar da vardır ki, en çok sevdiklerine bile açılmaktan korkarlar ve ellerinden gelse kendilerine bile güvenmeyeceklerdir. Bütün sırlarını yüreklerinin en derinine gömerler. ikisini de yapmamalı. Çünkü ikisi de hatadır: hem herkese inanmak, hem de hiçkimseye inanmamak.. Şu iki tür insan da ayıplanmalı bence: hem hep endişe içinde yaşayanlar hem de hep bir vurdumduymazlık içinde olanlar. Hay-huydan oluşan bir insanın çalışması bir çalışma değil, huzursuz bir ruhun çırpınışlarıdır. Her davranışı bir baş belası saydığı için ötekinin davranışı da bir huzur değildir; bir çöküntü, bir bitkinliktir. işte bu yüzden şu düşünceyi iyice yerleştirelim zihnimize: kimileri öylesine gizli öylesine kuytu yerlere saklanmışlardır ki, aydınlık olan her şeyi bulanık sayarlar. Bu iki hali uyumsatmalı birbiriyle. Rahatlık içinde olanın iş yapması, iş yapanın da dinlenmesi gerekir. Doğaya akıl sor, sana diyecek ki: benim gecem de var, gündüzüm de. Sağlıkla kal.
//Son.
Bana kalırsa dünyada insanın tek serveti iyi bir aile ve kişinin kendisine edindiği belki bir belki de birkaç dosttan başka bir şey değildir. Herkesin mekanına uğrayan kişiler yalnızca birer misafir olabilirler, ancak güzel bir gönülde yerli olmanın değeri çok ayrıdır. benden başka bir 'ben'in tecrübesi çok azımızın yaşayabildiği nadir güzelliklerden biri.. Bizlere, hepimizin böyle dostlara sahip olmasını ama en önemlisi de böyle bir dost olabilmesini temenni ediyorum.
Bu sanıldığının aksine yalnızca türk'lerin(cahil kesiminin) değil, cahil olan tüm insanların yaptığı şeydir. Örneğin şu los angeles'ta bulunan ünlü caddelerden birinde insanlarla ropörtaj yapmışlar, şunu soruyorlar, "amerika k.kore'ye savaş açmalı mi?". Millet, evet açsın k.korelilere yerini göstermeliyiz falan diye sallıyor tabi. Sonrasında dünya hatırası verip, peki k.kore nerede? Dedikleri anda inanın, avustralya kıtasını gösterenini gördüm.. cehalet laneti sardı mı insanı, kişi en çok bilenin kendisi olduğunu zanneder. Yani bu lanet tek bir milletin üstünde dolaşmıyor.
Edit: böyle başlıklar neden benim başıma kalıyor arkadaş ya. Bir daha hiçbir başlığa ikinci entryi girmeyeceğim.
Hindistan'nın 2020 başarı sıralamasına göre dokuzuncu en iyi devlet üniversitesi. Üniversite, çoğu kaynakta hindistan'ın "yeryüzü cenneti" olarak geçen pune şehrinde bulunmaktadır.
Tabi ben bu entryi neden giriyorum dersiniz? 2 gün önce bu üniversitenin bir yüksek lisans programından kabul aldım da o yüzden.
Ayrıca sorularınız varsa kabul almak, hint üniversiteleri hakkında vs. çekinmeyiniz.
Ancak ne yazık ki ben mayıs 2020 ayında hindistan'daki başka bir üniversiteden (bkz: nalanda university) master için kabul almış olduğumdan bu üniversiteyi reddetme durumundayım. Ya da belli olmaz, paramı geri alabilirsem neden olmasın.
Artık tam patlama noktasına gelip, ipin ucunu bırakıyorum olan olsun demektir. Garip bir şekilde bu zihniyete girdikten sonra her şey sırasıyla istediğim şekilde gerçekleşmeye başladı. gerçekten garip.
Benim şu sıralar habire karşılaştığım bir durum var ve bu beni aşırı rahatsız ediyor. Mesela bugün peşpeşe 3 adet toplu taşıma aracı kullandım, bunlar: minibüs, otobüs ve marmaray. Bu üçünde de günün öğle saatlerinde bulundum ve dolayısıyla çokça çocuklu ebeveynlerle karşı karşıya kaldım. Bir de garip bir şekilde çocukların yanına düştüm, her taşıma aracında yanıma çocuk ve ailesi oturdu. Şimdi diyeceğim şey şu; ben bu çocuk denen ve birkaç birey tarafından yetiştirilen canlılardan mütevellit gün içersinde yaşama şevkimi kaybettim. Yani enerjim, keyfim sömürülmekle birlikte yanına bir de baş ağrısı verdiler. Hayır biz çocukken yanımızdaki birini rahatsız ettiğimiz vakit annelerimiz falan kızardı. Zaten küçükken toplu taşıma araçlarında yaptığım tek rahatsızlık verici olay, otobüsün camından dışarıdaki tabelaları seslice okumaktı. Onu da zaten, sus;yapma denildiğinden birkaç dakikaya bırakırdık.
Minibüsteki çocuk, tabletinden sesini sonuna kadar açmış, saçma sapan sesleri olan bir savaş oyun oynayarak başımı şişirdi. Otobüsteki çocuk, anlamsız bir şekilde elindeki su şişesinin kapağını açtı, elini şişedeki suyla yıkadı. Evet ayakkabılarım bez olduğundan da koltukların yanında bulunan kalorifere ayaklarımı dayamak durumunda kaldım. Marmaraydaki çocuğun zaten ağlamadığı bir dakikası olmadı.
Ben de seviyorum çocukları ve neşelerini ancak bu farklı bir olay. Ne yazık ki çocuklukta yapılan şey çocuklukta kalmıyor; yetişkin birer birey olunduğunda tüm bu huylar kılıf değiştiriyor ancak özü kalıyor. Dolayısıyla çocuklarınızı yetiştirirken lütfen, "çocuktur yapar ya ne olacak" demeyin. inanın şu gittikçe kalabalıklaşan toplumumuzda çocuğun dahil davranışları çok önemli. Bu kadar.
Bağlılık, nesnesi ne olursa olsun kişinin başına her türlü felaketi açması bakımından kaçınılması gereken bir duygu. Bir kore filminde, "bağlanma, öldürme isteğini doğurur." repliği geçmişti. Bunun ne anlama geldiğini, kendimi ve çevremi gözlemlediğimde gördüm. Bağlılıkta, o şeyin yokluğundan veya o şeye gelebilecek zarar sonucu ortaya çıkan büyük bir nefret duygusu-öldürme isteği var. Bağlandığın şeyi seversin ve aynı zamanda ondan nefret edersin. Bağlandığın şeyi seversin, bu yüzden onu elinden almaya çalışan kişiden nefret edersin. Bunun yanında bağlanma duygusu insana acı da verir, bir şeye bağlanmanın tehlikesini düşünmesek bile onda bizi rahatsız eden şeyler vardır. Dolayısıyla bağlandığınız şeye duyduğumuz nefret de bundan gelir. Bağlandığın şeyin seni yaşatırken, aslında aynı zamanda öldüren bir şey olduğunu farkedemezsin ancak hissedersin.
Tüm bunların dahilinde bir şeylere bağımlı olmadan yaşayacağımız gerçeği de var. Suya, ekmeğe, oksijene bağımlıyız. Paraya, teknolojiye, birilerine bağımlıyız. Allaha, tanrıya, buddhaya bağımlıyız. Sevgiye bağımlıyız. Bağımlılık insan hayatında yaşamın devamlılığını simgeliyor gibi.
Edit: başlık bana kalmış.
Sansho the bailiff, 1954.
Yönetmeni Kenji Mizoguchi olan eski bir Japon filmi.
imdb: 8,2
insanların güvenilmez oluşu, din adamlarının insan kaçakçılarıyla iş birliği yapması, siyaset yoluyla mahvolmuş halkı ve kölelik gibi konuları ele alan felsefi film.
"Merhamet duygusu olmayan biri artık insan değildir."
"Herkesin yaşamaya hakkı vardır."
"Kendine karşı sert olsan da başkalarına merhametli davranmalısın."
"Hayat bir işkence değil mi?" https://galeri.uludagsozluk.com/r/1567258/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1567259/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1567260/+
Sam Harris tarafından 2010'da yayımlanmış kitap.
Ahlakın Coğrafyası: bilim, insani değerleri nasıl belirler?
Sam harris ahlakın coğrafyasında bilimin ahlaki sorunlara cevap verebileceğini tartışıyor, ayrıca bu tartışmasından yola çıkarak çoğu bilim-insanı ve düşünür, bilimin ahlaki değerleri belirleme konusunda başarılı olabileceğini düşünmekte.
"Bilimin, ahlak konusunda söyleyecek hiçbir sözü olmadığı şeklindeki korkunç söylenceyi savunanlardan birisi de bendim. Şaşırtıcı olan, ahlakın coğrafyası: bilim insani değerleri nasıl belirler? Düşüncemi tümüyle değiştirdi."
Richard dawkins
(bkz: sam harris)
Ayhan bıçak, istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi felsefe bölümünde lisans eğitimi aldı. Kendisinin Aristoteles ve Platon'un toplum ve tarih anlayışları üzerine çalışmaları mevcut. 2007 yılında profesörlük ünvanı aldı, şu an istanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde, tarih felsefesi, siyaset felsefesi ve Türk düşüncesi konularında dersler vermekte ve bu alanlarda çalışmalarını devam ettirmektedir.
Yine kendisinin şu aralar tarih metafiziği: ya da kendilik bilinci adlı eserini okumaktayım. Kitabın önsözünden bir alıntı: "tarih metafiziği ya da kendilik bilinci başlıklı çalışmada kendilik bilincinin bilgeliklerde ve tarih metafiziklerinde nasıl değerlendirileceği incelenecektir. Ayrıca günümüz açısından kendilik bilincinin yeniden temellendirilmesi denenmektedir."
Kendisini iyi bir hocadır, seminerlerine denk geldiğim zaman kendimi şanslı hissediyorum.
For my parents, Japon müzik grubu olan Mono'nun 2012'de çıkardığı efsanevi albüm.
Tür: post-rock
Kendisini dinleyenleri, 55 dakika 20 saniyelik içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Öyle mükemmel ki.
Neyse, Albümde bulunan müzikler:
Legend
Nostalgia
Dream Odyssey
Unseen harbor
A quiet place (together we go)
(bkz: mono)
Çıplak ada / the naked island / hadaka no shima
1960 Japon yapımı, sözsüz film. Japonya'da küçük bir adada yaşayan iki çocuklu bir ailenin hayatı. Hergün adalarına su taşımaları, büyük çocuklarını kayıkla okullarına bırakıp sonra yeniden kayıkla eve getirmeleri.. Böylece bir ailenin sıradan günlerini yine hoş bir müzik eşliğinde sessizce anlatmak. Film hakkında anlatacak çok şey var ancak spoiler olayı olmasın, değerli bir film olduğu en azından bilinsin.
"Çıplak Ada, yönetmenin tabiriyle, doğaya karşı karıncalar gibi çalışan ve mücadele eden insanları perdeye aktaran 'sinemasal bir şiir'dir."
Yönetmen: Kaneto Shindô
Film afişi ve Filmden birkaç kesit: https://galeri.uludagsozluk.com/r/1524947/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1524948/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1524949/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1524950/+