Asma bitkisinde ben düşme evresidir. Fransızca véraison kelimesinden ingilizceye geçmiştir. Bitkilerde olgunlaşma evresinin başlangıcı olarak kabuledilir. Yeşil renkteki meyvelerin renklenmesi ve tanelerde şeker birikimi artar.
kırsal toplum ve çiftçiyi, kent toplumları ve ücretli işçilerden üstün gören bir siyasi görüş. çiftçiliği toplumsal değerleri şekillendiren bir yaşam biçimi olarak görür.
tom waits in 1980 yılında çıkan aynı isimli albümüdür.
ayrıca açılış parçası ve sözleri de şöyledir;
liar liar with your pants on fire, white spades hangin' on the telephone
wire, gamblers reevaluate along the dotted line, you'll never recognize
yourself on heartattack and vine.
doctor lawyer beggar man thief, philly joe remarkable looks on in disbelief,
if you want a taste of madness, you'll have to wait in line, you'll probably
see someone you know on heartattack and vine.
boney's high on china white, shorty found a punk, don't you know there ain't
no devil, there's just god when he's drunk, well this stuff will probably kill
you, let's do another line, what you say you meet me down on heartattack and
vine.
see that little jersey girl in the see-through top, with the peddle pushers
sucking on a soda pop, well i bet she's still a virgin but it's only twenty-
five 'til nine, you can see a million of 'em on heartattack and vine.
better off in iowa against your scrambled eggs, than crawling down cahuenga
on a broken pair of legs, you'll find your ignorance is blissful every goddamn
time, your're waitin' for the rtd on heartattack and vine.
ilk olarak 1897 yılında George Stanton and Charles Kingold tarafından ingiltere de kurulmuş ezoterik örgüttür. zaman içerisinde pek çok kere isim - görünüm değiştirerek günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
ismi; Ebân, Nesebi; Ebân b. Said b. el-Âs b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy el-Kuraşî.
Ebân, müslüman olmadan önce Rasûlüllah (sav)'a muhalif olanların başındaydı. Bununla beraber bu yeni din ve Rasûlüllah (sav)'ın peygamberliği hakkında da araştırma yapıyordu. Ebân, Kureyş'in ileri gelen tüccarlarından biri idi.
Hz. Ebanın Ecnadin Savaşına katıldığı ve bu muharebede şehit edildiği rivayet edilmektedir.
Babası Abdülmuttalib'in vefatında, Hz. Hamza'nın şehit edildiğinde ve Resul-i Ekrem'in vefatlarında yazdıkları mersiyeler meşhurdur. Rasûllüllah efendimizin vefatındaki mersiyesinde demiştir ki:
Ebû Akıl Abdurrahmân b. Abdillâh b. Salebe el-Belevî (ö. 12/633)
Kudâa kabilesinin Belî koluna mensuptur. Dedesinin babasına nisbetle Abdurrahman b. Seyhân (Beyhân, Beycân) diye de anılır. islâmiyetten önce Abdüluzzâ olan adını Hz. Peygamber Abdurrahman olarak değiştirdi ve daha sonra Adüvvül-evsân (put düşmanı) lakabıyla tanındı. Bedir, Uhud ve diğer gazvelerde bulundu. Okuma yazma bildiği de rivayet edilen Ebû Akıl, yalancı peygamber Müseylimetülkezzâba karşı yapılan Yemâme savaşlarında şehid düştü.
Ebu Ali Muhammed'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Huzistan'a bağlı Cübba kasabasında ve 849-850 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Soy itibariyle Hazreti Osman'ın (ra) kölelerinden olan Ebran'a dayandığı nakledilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren ilim öğrenmeye başlamış, Basra'da Mu'tezile'nin önde gelenlerinden biri olan Ebu Yakub Yusuf bin Abdullah'tan kelâm dersleri almıştır.
tatu grubunun bir şarkısıdır. anlamı 100 e kadar say dır.
He said I'm tired
He won't be brought back
You're counting up to 100
You are dreaming of falling asleep
You're counting up to 100
100 random names
And you should sleep and don't think about him
And you should sleep and don't think about him
And you should sleep and don't think about him
Your boat is empty
near the alien coasts/ banks
You're counting up to 100
100 snows at a dawn
This theme/ subject is simple
You know what you shold do
You shold just count up to 100, and forget
You shold just count up to 100, and forget
You shold just count up to 100, and forget
FOR-E-VER
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
4 5 6 7 8 ......
100 sleepless nights
In the labyrinths of love
100 random keys
But only zeroes as the result
100 friends, 100 enemies
100 melted icerocks
Be forgetting about him. 101, 101
Be forgetting about him, forgetting forever
Be forgetting about him, forgetting forever
FOR-E-VER.
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
59, 60, 61, 62 .....
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up to 100
So count, count, count up
1992 senesinde roma da hayata veda eden italyan aktör.
salo o le 120 giornate di sodoma da il presidente rolu ile akıllara kazınmıştır. Pier Paolo Pasolini bir röportajında film çekilmeden önce, yapımcıların, aldo nun bu rol için uygun olup olmadığı yönünde endişeleri olduğunu söylemiştir. aldo nun ise sırf şu fotosu bile filmin özeti niteliğindedir.
-''Lachrymology'nin mucidi ve büyük üstadına göre; astrolojideki tarihsel bir hata sebebiyle tüm insanlar yanlış burç isimleri altında doğmaktadır. bazı şanssız insanlar bu hatanın farkına varır ve ömürlerinin kalanını gazetelerde yayınlanan günlük burç yorumlarını düzeltmeye çalışarak geçirir. geri kalan çoğunluk ise hiç bir şeyin farkına varmaz ve kendileri için ön görülen hayatları yaşarlar.''-
the book of credo quia absordum s.314
***
aynanın karşısında durmuş yavaşça elini yüzünde gezdirdi. en tanıdığı yerde, cildinin üzerinde.
''kimim ben.''
kaçacak yer yok düşmek için yetiştirildiği bu tuzakta, en güvendiği yerde, derisinin içinde hapis.
epiderme, derma, hipoderma.
***
banyo kapısına vuran cılız yumruk sesi ile irkildi.
''baba hadi,'' dedi sabırsız ses ''çabuk ol, çişim var.''
adam kendine geldi. traş olması gereken zamanda hiç bir şey yapmamış ayna karşısında oylanıyordu. okul sabahları banyoyu meşgul etmemeliydi. uzanıp kapıyı açtı. karşısında korktuğu manzara ile karşılaştı. karısı ve küçük kızı elleri bellerinde beklemekten sıkılmış mutsuz bir ifade ile kapı önünde dikiliyordu. sanki birbirlerini taklit ediyor gibi duruyorlardı ama hangisi orjinal hangisi taklit söylemek imkansızdı.
''servise geç kalacak,'' dedi eşi.
aslında bu tabloya hiçte yabancı değildi. çocukluğuna döndü. okuldan eve gelmiş, annesi kapıda karşılamış, onunda elleri belinde. öğretmeninden ya da komşulardan şikayet gelmiş. yine uslu bir çocuk olmayı başaramamış. annesini hayal kırıklığına uğratmış. aynı yüz ifadesi.
yeterince oyalanmıştı, daha fazla yıldırımları üzerine çekmeden banyodan çıkı. küçük hanıma yol verdi.
babalar ve kızları arasında özel bir bağ olduğunu çok duymuştu ama kızı dünyaya gelmeden bunu bilemezdi. hemşireler onu ilk kez kucağına verdiklerinde bir tarafını inciltecek diye çok korkmuştu. avuçlarının arasında bir hayat. usul usul nefes alışına hayret etmişti. ama asıl bağ kızı konuşmaya başladığında kurulmuştu. boynuna sarılıp 'babacım' dedi mi, hele yüzüne öpücükler kondurmaya başladı mı babasına yaptıramayacağı şey yoktu. adam kızının isteklerini yerine getirmekten büyük keyif alırdı. adeta mest olurdu. sonuçta ne için çalışıyordu ki. şimdilik bebekler ya da kokulu silgiler ile idare ediyordu ama yeni kıyafetler ve ojeler ufukta gözükmeye başlamıştı.
daha fazla banyo kapısı önünde beklemekten vazgeçip, giyinmek için yatak odasına yöneldi. sakalları sık değildi. bir günlük sakalı kimsenin gözüne batmazdı hem günlerden de cumaydı. cuma demek hafta sonu tatili arifesi demekti. tüm beyaz yakalı ofislerde yarı tatil havasında geçerdi.
ceketinin giyip giyip mutfağa geçti. o kravatı ile uğraşırken küçük hanım banyodan çıkmıştı. sütünü içerken annesinden son talimatları alıyordu;
''serviste çok yaramazlık yapma, öğretmenlerini dikkatli dinle.''
babasının yanaklarından öpüp güle güle derken;
''tenefüste koşup terleme.''
ayakkabılarını giyip kapıdan çıkarken babasına öpücük yollayıp el salladı. annesi devam ediyordu;
''arkadaşlarına tekme attığını bir daha duymak istemiyorum.''
***
bir kaç parça bir şeyler atıştırmak için kahvaltı masasına oturdu. biraz peynir azıcıkta tereyağı. kahvaltı ile arası hiç bir zaman iyi olmamıştı. soğumuş çayını bir dikişte bitirdi. saatine baktı, geç kalmak istemiyorsa yola koyulması gerekiyordu. paltosunu giyerken yumurcağı okul servisine teslim eden eşi geri döndü. kapıda kocası ile karşılaşınca;
''bir şey yemeden mi gidiyorsun,'' dedi.
yuvayı dişi kuş yaparmış, karısı da ailesi hakkında her konuda söz sahibi olmak istiyor hatta en ufak detayı kontrol etmek istiyordu.
''mavi gömleğin ile o kravatını takma, kaç kere söyledim.''
ayakkabılarını giymeye çalışırken;
''akşama geç kalma, biliyorsun annenlerdeyiz,'' dedi karısı.
adam başını kaldırıp şaşkınlıkla baktı.
''unuttun mu yoksa şaşkın, bugün senin doğum günün. annede yemeğe davetliyiz,'' dedi ve yanağından öpüp yolcu etti kocasını.
üniversitede tanışmışlardı. sınıf arkadaşıydılar. çok ihtiraslı ya da inişleri - çıkışları olan bir ilişkileri olmamıştı. gayet sıradan. fazla bir şey aramıyorlardı, dolayısıyla birbirlerine yetmişlerdi. evlilikte sıradan bir neticeydi. giriş, gelişme, sonuç. tanışmış, bir kaç sene flört etmiş, mezuniyet sonrası iş bulunca da evlenmişlerdi.
apartmandan çıkıp şirketinin ona tahsis ettiği orta sınıf kiralık otomobile bindi ve her sabahki yoluna koyuldu.
çalışkan ve ağzı laf yapan bir genç olarak iş bulması sorun olmamıştı. üniversiteden mezun olduktan bir süre sonra uluslararası bir şirkette ufak bir pozisyonda işe başlamıştı. hiç zorlanmamıştı. ona göre işsizlik sorunu yoktu, bulduğu işi beğenmeme sorunu vardı. evlilikten sonra karı - koca birlikte çalışıp borçlarının büyük bir kısmını ödemişlerdi. sıra yuvalarını taçlandırmaya gelmişti. kızları dünyaya gelince karısı çalışmayı bırakmıştı. tüm maddi sorumluluk aile reisindeydi. artık tam bir çekirdek aile olmuşlardı.
alt - orta sınıf bir çekirdek aile.
sımsıcak, içerisindeki tüm eşyaların olduğundan daha pahalı göründüğü bir yuva.
***
ofiste sıradan bir gündü. çalışanların çoğu internette geziniyor ve meşgul gözükmeye çalışıyordu. öğle yemeğinden sonra annesi aradı;
''akşam bendesiniz unutma,'' dedi ve yaptığı yemekleri sıralamaya başladı.
iki kardeştiler. ablası ve o. bir kaç sene önce babası vefat edince annesi evlatlarını üzerine daha bir düşer olmuştu. oğluyla daha fazla ilgilenirdi, ne de olsa soyadlarını sürdürecek olan oydu. mezuniyetinde hiç o kadar mutlu görmemişti annesini. gururla gözleri dolmuştu. halen havalar soğudumu telefon açıp 'sıkı giyinmesini, ayaklarını üşütmemesini' tembihlerdi. karısı bozulurdu ama adam ses edemezdi. kaç yaşına gelirse gelsin annesinin karşısında çocuktu ne de olsa.
''akşam geç kalma,'' diye son uyarısını da yapıp kapatmıştı telefonu.
eğer, insanların halen kocaman apartmanların balkonlarında tavuk beslediği ya da gecekondu ve plazaların kapı komşusu olduğu bir şehirde yaşıyorsanız. yani, azametini içinde barındırdığı başı boş insan kütlelerinden alan 'motropol' denen koca bir şehirde ikamet ediyorsanız. burada 'nerelisin' sorusu aslında 'baban nereli' demekti. anne - babanız ya da dedeleriniz bir yerlerden göç edip gelmişlerdir bu şehire. can korkusu, geçim derdi... kökleriniz burada değildir ve ömrünüz boyunca bunun kaygısını hissedersiniz.
karısı da kendisi de şehirdeki yerli azınlıktan değildi. dedeleri yıllar önce göç edip gelmişlerdi. adam ailesinin bu şehirdeki 3. kuşağını temsil ediyordu. dedesi ve babası uzun yıllar mavi yakalı olarak çalışıp didinmiş, dişlerinden tırnaklarından arttırarak hayatta bir yerlere gelmişlerdi.
rahmetli babası öyle diyordu; 'hayatta bir yere gelmek.' ayrıca; 'ne olursa olsun okuyacaksın' da demişti babası.
oğlunun üniversiteden mezuniyetini görünce içi rahat etmişti. aileyi bir üst basamağa taşımayı başarmışlardı. gözü arkada kalmayacaktı.
adamın mücadelesi ise yeni başlıyor sayılırdı. hayatta ileri gitmiyorsanız geri gidiyorsunuz demekti. o da babasından devir aldığı meşaleyi bir üst basamağa taşımak için dikkatli ve doğru adımları atmalıydı. ve birazda şansa ihtiyacı vardı. eğer önlerindeki 50 yıl büyük bir savaş ya da ekonomik bir buhran olmazsa, çocukları ve onların çocukları okuyup bir üniversiteden mezun olabilirse, kendisi değil ama torunları gerçek bir orta - sınıf olabilecekti. adam değil, babasıydı bunları söyleyen.
'paradan bahsetmiyorum evlat,' derdi babası. 'bahsettiğim şey kültür.'
iş yerindeki sıradan bir cuma gününün ardından çalışanlar hafta sonu planlarına doğru birer ikişer ofisi terk etmeye başlamıştı.
annesinin evi yakın sayılırdı. yola koyuldu.
***
zile basması ve kapının açılması bir oldu. kapıda annesi ve karısı karşıladı. ufaklık salonda yaşıtları ile kudurmak ile meşguldü. karısı, okul sonrası kızlarını alıp, hazırlıklara yardımcı olmak için direk gelmişti annesine.
eşi ve annesi oldukça iyi anlaşırlardı aslında. ama konu birisinin biricik evladı ötekisinin sevgili kocası olunca araların da ki soğuk savaşı hissetmemek mümkün değildi. ilk önce eşinin dik bakışlar altında annesine sarıldı. sonra annesinin gözetimi altında karısını yanaklarından öptü. sonra görmeyi beklediği yüzleri teker teker selamlayıp sarıldı.
ablası ve kocası ve bir kaç yakın akraba ve çocukları.
hep birlikte yemek yiyip günlük yüzeysel sohbetler ettiler. iş - güç, spor, siyaset...
***
yemekten sonra ortaya annesinin kendi elleriyle yaptığı pasta ortaya çıktı. mumları yerleştirip yaktıktan sonra sıra fotoğraf çekilmeye geldi. herkes masanın etrafına toplandı. zaman ayarlı fotoğraf makinesinin karşısında doğum günü protokolüne göre dizildiler.
ortada pasta, hemen arkasında sandalye de oturan doğum günü çocuğu, kucağında, yani en torpilli yerde, biricik kızı, yanaklarını şişirmiş mumlara üflemek için sabırsızlıkla bekliyordu. sol tarafında annesi sağ tarafında karısı ellerini adamın omuzuna koymuş, mal sahibi edasıyla gülümsüyorlardı. haklı gurur yüzlerinden okunuyordu. ablası ve diğer eş - dost yakınlık derecelerine göre yerleşti.
fotoğraf makinesi son 5 saniyeyi belli eden ikazını yaptı.
5, 4, 3, 2, flaş patlamadan önce salondan, çocukların açık unuttuğu televizyondan son günlerde sıkça dönen traş bıçağı reklamının belli belirsiz sesi geldi;
''yüzün seni sen yapar, dünyaya kim olduğunu gösterir''
adamın aklına sabah ayna karşısında oyalanması ve günlük traşını olmadığı geldi, hafifçe gülümseyip istemsiz olarak elini yüzüne götürdü.
''kimim ben.''
ve o anda enişte bey'in 'peyniir' diye yaptığı espri eşliğinde flaş patladı. kimi gözü kapalı kimi 'peyniir' diyerek gülümserken çıktı. yumurcak azimle pastayı üflüyordu. adam ise yanağını kaşırken çıkmıştı. etrafında erkeği adam yapan 3 kadın ile birlikte.
insanın kaderi bilinmez değildi. alimlere göre 'çevresi' insanın kaderiydi.
''kimim ben'' diye sordu yine kendine. sonra anladı ve gülümsedi.
well, jesus will be here
be here soon
hes gonna cover us up with leaves
with a blanket from the moon
with a promise and a vow
and a lullaby for my brow
jesus gonna be here
be here soon
well im just gonna wait here
i dont have to shout
i have no reason and
i have no doubt
im gonna get myself
unfurled from this mortal coiled up world
because jesus gonna be here
be here soon
i got to keep my eyes open
so i can see my lord
im gonna watch the horizon
for a brand new ford
i can hear him rolling on down the lane
i said hollywood be thy name
jesus gonna be
gonna be here soon
well ive been faithful
and ive been so good
except for drinking
but he new that i would
im gonna leave this place better
than the way i found it was
and jesus gonna be here
be here soon