criterion collection'ın yönetmenleri ve oyuncuları buyur edip film seçtirdiği dolabı bildiğin soyan adam. tek de gelmemiş, yanında polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski de getirmiş. birçoğunun "aman görmemişlik yapmayalım efendi gibi alıp bir kaç tane, evimize gidelim" dediği yerde, herkesin yapmak istediğini yaptı adam çantayla girip "topla topla topla" modunda kuyumcu soyguncusu gibi girdi çıktı 5 dakikada.
fenerbahçe ile berabere kalmayı zafer gören ezik kaleci. tribünlere hareketler falan. berabere kalmışsın lan allah'ın eziği, insanda biraz utanma olur.
kadın, sadece erkekte dış görünüşe bakmaz. her şeyde imaja ve dış görünüşe bakar. kadın şekilcidir.
araba alacağı zaman, arabanın özelliklerine, kullanışlılığına falan bakmaz; rengine, şekline, markasına bakar. cep telefonu için de, en basit bir ayakkabı için de bu böyledir.
kendisinin anakin skywalker olduğu yıllara aittir. artık uzun zamandır karanlık tarafa geçmiş ve lord vader olmuştur. jedi messi'nin de, o padawan yuvası la masia'nın da götüne koyayım. peşindeyiz reyiz.
bu adamın bomboş pozisyonlarda kaleye vurabilecekken asist yapmasının sebebi ortaya çıktı; adam sadece futbolda değil hayatın her alanında asist bağımlısı. "vermek güzeldir" diyenlerden. harbi adammış.
melankolik mafya filmi. muadili filmlerin aksine epik değil de lirik. sevmeyenleri anlarım, çünkü çok farklı. ama seven de çok sever, arada kalınılacak bir film olduğunu düşünmüyorum. ben ikinci gruptanım şahsen. züper bir film.
hakkında çok iyi konuşulmayan üniversite. ikinci üniversitem olacak bu sene itibarı ile. istanbul üniversitesinden de beter mi zaman gösterecek. bölümünden bölümüne değişir bunlar gerçi ama sinema-tv bölümü için de çok güzel şeyler duyamadık daha.
lise son sınıfta üniversiteye hazırlık kapsamında kayıt için dershane ararken sen tut yanlışlıkla git tersaneye kayıt ol. bir sene boyunca millet okul-dershane arasında mekik dokurken ben okul-tersane arasında dokudum. başlarda çok garipsedim, hiç de düşündüğüm gibi bir hazırlık dönemi geçirmiyordum, üstüne üstlük netlerimde de gözle görülür bir artış olmuyordu. eve üstüm başım kir pas içinde geliyordum. haziran ayında bu emeklerimin karşını alacağımı düşündüğümden, yorgun da olsam huzurluydum. ama gel gör ki haziran geldiğinde sınavda sıçtım sıvadım. ertesi hafta tersaneye gittim ve ustabaşına sınavın berbat geçtiğini, en büyük payın da onlarda olduğunu söyledim. "ne sınavı lan" dedi, "e üniversite!" dedim. "oğlum bizim ne suçumuz var, çalışsaydın" dedi, iyi de dedim dershane faktörü önemli, ben okulda falan üzerime düşeni yaptım, geriye bir tek dershane kalıyor. "oğlum manyak mısın ? burası tershane, tersane" dedi. o an yaşadığım şoku anlatamam. birkaç dakika içinde de bütün parçalar yerine oturdu. oturdu oturmasına ama sınavı kazanamadığımla kaldım. ben de tersanedeki işime devam ettim. 6 yıldır buradayım, şaka maka işimde iyi ilerledim. aylık 4.000 liraya yakın bir para kazanıyorum. üniversite okusaydım yüksek lisansıydı stajıydı mıtajıydı derken bu parayı kazanmam kim bilir kaç yıl alırdı. iyi oldu iyi.
oldboy'la geniş kitlelere adını duyuran güney kore'li yönetmen Chan-wook Park'ın 2000 yılında, oldboy'da üç sene önce gösterime giren mükemmel filmi. oldboy çok fazla dikkat çekmiş, amiyane tabirle, daha bir piyasadır buna göre, fakat ben bir kıyaslama yapacak olsam kesinlikle bunu seçerim. sadece finali, bir dolu filmi önünde diz çöktürmeye yeter.
her saniyede değişen 24 kare fotoğraflardan oluşuyor ya film, sonunda saniyelerce ekranda kalan o fotoğraf, saniyede 24 kere değil, 24 milyon kere tokatlıyor adamı.
benim gibi güney kore - kuzey kore çatışmasına adeta bir mualla teyze edasıyla yaklaşan, " çoh üzülüyom ben bu çocukların haline... aynı milletten, aynı kandan insanlar kanlı bıçaklı düşman..." diyenlere daha bir sert, daha bir örseleyici.
ve son olarak, az sayıda güney kore filmi seyretmiş olmama rağmen izlediğim filmlerin yüzde yetmişinde karşıma çıkan ve hepsinde yardıran kang-ho song'u da kendi nezdimde sadece kore çapında değil, dünya çapında, 100 okka taşaklı bir oyuncu ilan ediyorum.
çok farklı tipte oyuncular olduğundan karşılaştırmanın çok doğru olmadığı ikili. sonuçta ösys sonuçları daha geriden oyun kuran tipte bir futbolcu, ama kendi mevkilerinde ikisi de takıma çok katkı sağlar.
henüz az, ama öz filmler çekmiş 1969 doğumlu güney koreli yönetmen. bütün filmleri çok kalitedir fakat salinui chueok -ki memories of murder adıyla da bilinir- bana göre daha iyisini yapana kadar yönetmenin başyapıtı.
"sight and sound" dergisinin bazı önemli yönetmenlere sorduğu, en sevdiği 10 filmi şöyle sıralamış kendisi:
sevdiği filmlerden the housemaid ve a city of sadness'ı henüz izlmedim ama bu listeyi yapmış adam onları yazdıysa mutlaka izlemek lazım.
cure, inanılmaz pis bir atmosferi olan japon gerilim filmi. öyle klasik ucuz korku filmleri gibi değil, psikopat bir seri katili ve peşindeki polisin hikayesini anlatıyor. zodiac da kendi filmi memories of murder'la olan benzerlikleri yüzünden listede olması şaşırtmayan filmlerden. tabii ikisi de gerçek olaylardan alınan, birbirinden esinlenmeyen filmler. zaten kendi filmini zodiac'tan önce çekti.
joon-ho bong'un yakın zamanda vizyona girecek filmi. kore dışında da başarılı olacağı kesin bu yetenekli adamın. filmin dili ingilizce olduğundan sağlam birkaç oscar adaylığı hatta ödül beklenebilir. "doğmamış çocuğa don biçilir mi ?" derseniz, filmi joon-ho bong çekiyorsa biçilir.
insan falan değildir. yanlış teşhis, kaza falan yoktur ortada. bilerek, isteyerek bir genci ölüme yollamıştır. bu olay gerçek anlamda bir hukuk devletinde olsa idi o doktorun amına koyarlardı. ama burası türkiye, bu ülkenin sağlık bakanı, eylemcilere yardım eden gönüllü doktorları tehdit ediyor. bu doktor hakkında işlem yapılmasını beklemek hayalcilik olur. ama ben allah'a ve adaletine inanıyorum, onun değirmeni yavaş döner ama ince öğütür. gencecik bir çocuğun kanı elinde bu doktora cezasını orada veya burada verecektir.
salinui chueok'la göynümün en bir deniz manzaralı yerine taht kurmuş koreli yönetmen joon-ho bong'un 2006 yapımı canavar filmi.
şehirdeki nehire karışan kimyasal atıklar yüzünden mutasyon geçiren bir canlı ; büyür, büyür ve şehirde terör estirir. konu kısaca bu.
bu tip filmlerin klişelerini yıkması, nev'i şahsına münhasır bir akışının olması falan daha önce milyon kere söylendiği kadar var. farklı yani. izleyin, izletin.
wong kar wai'nin güzel kadrolu hoş filmi. ben çok hastası olmadım bu filmin, ama mutlaka çok beğenenler olmuştur. onlara şiddetle chungking express 'i tavsiye ediyorum. film, yönetmenin ana vatanında *, ana dilinde çekildiğinden uzak doğu filmlerine ve diline aşina olmayanlara başta garip gelebilir ama beğenileceğini garanti ederim.
"en aptalca" dalgınlık demek kendime haksızlık olur, daha aptalcalarını da yaptım mutlaka ama şimdi aklıma gelen bu oldu ;
bir filmini beğendiğim bir yönetmenin, başka bir filmini edinip, onu izlemek için kurulduğum ekranın başında yine o ilk beğendiğim filmi açmışım. ilk kare geldiğinde :
" bu adamın da bütün filmleri böyle mi başlıyor lan ? tamam ilki güzeldi de kendini bu kadar tekrar etmesi iyi değil " gibi düşüncelerle aptallığın sınırlarını zorlarken, ikinci kare geldi de aynı filmi izlediğime uyanabildim.
filmi sonuna kadar izleyip " vay amk, adam aynı filmi farklı isimle çekip millete yeni filimim diye kakalamış " diye ekran başından kalkmadığım için mutluyum.
gazla freni karıştırmaması yeterli olan kadın sürücüdür. daha onu yapamayan bir dolu kadın ehliyet sahibi ve tavuk gibi insan eziyor kaldırımlarda. kimse kusura bakmasın, kesinlikle seksist bir insan değilim hiçbir zaman da olmadım. kadınlara, kadın haklarına saygım sonsuz. hepsi başımızın tacı ; anamız, eşimiz, bacımız... fakat şu araba kullanma işinde ehliyet alma koşulları ağırlaştırılmalı. herkes için tabii ama, bu kadınların gazla freni karıştıranlarını eler en azından. parkı etmeyi falan geçtim.