hayatımın büyük çoğunluğunda sen vardın be Yusuf. sürekli mezarına gidip dua etmek zoruma gitmiyor ama burada olmaman çok zoruma gidiyor.
ben ölümleri kabulleniyorum ama artık kadere inanmıyorum. kader olsaydı ve iyi bir şey olsaydı iki çocuğunu öylece bırakıp gitmezdin...
Yusuf oğlum bana baba sürekli ağlıyorsun neden artık ağlarsan seninle konuşmayacağım diyor...
Yusuf çok yalnız kaldım çok çaresiz kaldım...
Yusuf gittiğinden beri artık Allah'a inanmıyorum...
bu kadar acı fazla bir Yusuf hani lan hep beraberdik düşünce birbirimizi kaldırırdık...
niye bu kadar yalnız bıraktın beni çaresiz bıraktın beni zayıf bıraktın beni..
bugün çocuklarına karne hediyelerini gönderdim merak etme onlar her zaman gözümün önünde olmasa da bir eksikleri var mı yok mu bir şekilde öğreneceğim öğrenirim de bırakmam merak etme.
kaderi neden inanmıyorum biliyor musun eğer Kader olsaydı zaten sen ölmezdin Kader olsaydı Allah olsaydı iki çocuğunu biri 8 biri 5 yaşında bırakmazdın Allah da buna izin vermezdi zaten...
Yusuf nereye kadar bilmiyorum ama yokluğuna alışamıyorum galiba böyle gidecek...
eğer oradaysan ya benim sesimi artık duy ya da artık bir daha hiç ama hiç ses etme.
ben çok dürüst ve gerçekten efendi bir evlilik yaşadım... mutsuzum mutsuzdum ama hep olmam gerektiği gibi davrandım çocuklarım için sustum ve sabrettim....
ama artık gerçekten nokta dediğim zamanlardan birindeyim yeter artık diyorum yeter artık sevilmediğim Yeter artık değer görmediğim....
ya gel çek al beni buradan ya da artık hiç gelme artık seni de beklemekten vazgeçtim...
dile kolay 10 yılın sonunda anladım ki ben sevgisi tüketilmiş ve sadece evlatları için yaşayan bir adammışım. karım beni aslında düşündüğüm kadar değil hiç sevmiyor. bir insan kocasının giydiği çoraptan, kullandığı parfüme kadar her şeyi eleştirir mi?
birileri şimdi der, seni önemsiyor ki sana bunları söylüyor diye. hayır! olay bu değil, olay bi insanı nedensizce olduğu gibi sevmektir. neden ya neden katlanmak bu kadar eleştiriye? neden sürekli sabah günaydın hayatım deyip öpmeye çalışıp en küçük bir tepki almamak? neden ya bu kadar sevgi açlığı? ben artık katlanamıyorum....
ben artık çok ama çok mutsuzum... sevgimin, öz verimin en küçük değerini almıyorum. bıktım gerçekten bıktım....
Bütün yaralarımı hayali bir labirente götürüyorum, onları orada oyalıyorum kaybolmaları için. Umudum tekrar kırılıyor ama yaralarım hâlâ o labirentte. Bense şu an sonbaharda oyalanan bir yaprak gibiyim, umudu-umudumu ıslak tutmak için.
Meltemsiz bir yaz sabahı yanımda uzanan esmer bir bedenin neşesine gözümü açıyorum. Biraz daha sokuluyorum yanına, sırtını okşuyorum ve sonra kalkıyoruz, beraber bir duş alıyoruz hızlıca. Evden çıkıyoruz ve üç ay gönlümde, kalbimde, ağzımda dolanacak bir cümle beni buluyor: Amında oyalanmak istiyorum, amında oyalanmak istiyorum, amında oyalanmak istiyorum. Yaklaşık üç ay dilimin etrafında, çemberimde dönüyor bu cümleler ve o an normlar dünyasında kayıp bir çocuk olduğumu ve girdiğim her normun çıkmaz bir sokak olduğunu fark ediyorum. Bense hâlâ hayatıma giren kadınlarla, non-binary’lerle, bir amın neşesiyle oyalanmak istiyorum; sanki o kayıp çocuğu ve çıkmaz sokakları unutmak-oyalamak için. Biraz korkuyorum ama beni terk etmeyen arzum bana güç veriyor. Toplumun ve devletin değersizleştirmeye çalıştığı trans oluşum ve arzum kendini bir salyangoz gibi hissediyor; sürekli bedenleri ıslak tutan, iz bırakan ve kabuğunda sonsuzcasına ıslanarak dönen, lezbiyen bir salyangoz. Bu bir arzu meselesi; bu yaşayış, bu oyalanış, bir meydan okuyuş… Çünkü bu oyalanma eylemi toplum ve devletin bana biçtiği her şeyi oyalıyor, yok ediyor.
“Amında oyalanmak istiyorum,
kayıp bir çocuk gibi,
çıkmaz bir sokakta,
Bir salyangozun yeryüzünden kendini çekişi
ve sonsuzcasına kabuğunda ıslanarak dönüşü gibi…”
istasyonuma yeni arzular hızlıca girip çıkarken, bir yaz akşamı kendimi dans ederken buluyorum; tam da korkum yalnızlığımı kalabalıklaştırmışken ve beni dansa davet eden beden göğsüme çiçek gibi sızarken. Umursamıyorum; sadece renklerle, ışıklarla dans ediyorum kalbi yağmurda hızlı atan bir kaldırım gibi, onun karşısında. Ertesi sabah uyanıyorum onun “galaksisinde”, üzerimde gül kurusu kimono var. Dudaklarım onun dudakları kokuyor, boynumda dolanan onun saçları, parmakları parmaklarımda… Bense kayıp bir kadınım onun amında. Hâlâ ağzımda bir ses: Amında oyalanmak istiyorum. Dışarı çıkmayan bir ses kendini bana hatırlatıyor tekrar ve kalkmadan yataktan onun amında oyalanıyorum, o da benim sudan ve arzudan bedenimi keşfediyor; orgazm çığlıklarımız odayı, salonu, mutfağı, koridorları, sokağı keşfederken. Üç gün sonra kendi istasyonuma, evime dönüyorum; pedallıyorum bisikletimle beton yeryüzünü; ben pedallayan bir kızım, ben neşeli bir kızım, ben ıslatan bir kızım, ben kayıp bir kızım… Bir an duruyorum birkaç ağaca sarılıyorum ve trans varoluşuma, bana biçilen değersizliği oyalıyorum. Avuçlarımı bir süre ağaçlara sürtüyorum, onları avuçlarımda topladığımı hissediyorum ve sonradan bir ses “avuçlarında ağaçlar var” diyecek bana… Kozmos’a neşe dileklerimle şükranımı sunuyorum ve artık kendi evimdeyim. Bir süre sonra içime huzursuzluklar doluşuyor, çocukluğumdan gençliğime bedenimde kendini inşa eden sevgisizlik, sevgime meydan okuyor. Sevgimse göz yaşlarımı ele geçiriyor ve yüzümde şefkatli bir keşfe çıkıyor, içimdeyse güçlü bir ses: Amında oyalanmak istiyorum diyor, sessizce bağırıyor. Sudan bedenime biraz alkol karıştırıyorum; güzel bir akşam, güzel bir pub’dayım, arzuluyum, karışığım. Oturduğum masanın ilerisinde benim gibi kıvırcık saçlı bir kadın görüyorum. Yanıma geliyor, beraber içiyoruz, gönlüm ısınıyor. Ellerimi bacaklarına götürüyor, şefkatle okşuyorum onu içimdeki sesle. Şalını boynuma doluyor. Ertesi sabah doğum günümün yaklaştığını hissediyorum ve bu sefer içimdeki sese bir şarkı eşlik ediyor. Ezra Furman’dan I Wanna Be Your Girlfriend*… Tekrar tekrar dinliyorum.
“Sadece
amında oyalanmak istiyorum,
korkum yalnızlığımı kalabalıklaştırmışken
ve çiçekler göğsüme intikal etmişken…”
Rüyamda sürekli gülümseyen bir kadın, doğum günümü kutlamam için beni motive ediyor ama ben onun amında oyalanmak istiyorum, ağaçlarda oyalandığım gibi... Doğum günümü kutluyorum içimdeki haykıran sesle, birkaç saat sonra eyleme dönüşecek olan o sesle. Birkaç gün sonra tekrar onun “galaksisindeyim”, içim denizin içi gibi: Dalgalı, sert, huzursuz. içimdeki sesin feryat ettiğini duyuyorum. Oturuyorum kanepeye, derin derin nefes alıyorum: Orgazm nefesleri gibi. O akşam karanlığın kuruduğunu, umudun ışıltısını kaybettiğini hissediyorum. Gözlerimdeki göz yaşlarını bu sefer durduruyorum. Elime bilgisayarı alıyorum ve başlıyorum yazmaya: Amında oyalanmak istiyorum.
Bütün yaralarımı hayali bir labirente götürüyorum, onları orada oyalıyorum kaybolmaları için. Umudum tekrar kırılıyor ama yaralarım hâlâ o labirentte. Bense şu an sonbaharda oyalanan bir yaprak gibiyim, umudu-umudumu ıslak tutmak için. Artık içimde, amında oyalanmak istiyorum diye bir ses yok. Artık o, önümdeki bilgisayarda güzel bir şiir, bambaşka bir çiçek. Onun içimde yarattığı boşluk günlerce beni ağlatıyor, bir yas sürecine giriyorum ve oyalandığım o ilk esmer beden tekrar beni karşılıyor, içimde o sesi uyandıran beden. Bir çember tamamladığımı hissediyorum, kara, sıcak ve çokça derin.
Amında Oyalanmak istiyorum şiirimden sadece küçük alıntılarla.
cem yılmaz'ın 10 bin dolarlık nafaka davası için söylediği cümle. Bence haklı, kadın adamı sağılacak inek gibi görüyor. evlilik bazı kadınlar için resmen kariyer hedefi oluyor. yasa koyucuların buna bir çözüm bulması lazım. Cem yılmaz da olsa eski karısına ömür boyu bakmak zorunda mı?
büyük haksızlıktır. sonuçta haklı veya haksız sahada kaç tane adama yumruk attı.
TFF'nin resmi internet sitesinden yapılan açıklama :
***
FENERBAHÇE A.Ş. sporcusu BRIGHT OSAYI SAMUEL hakkında, 17.03.2024 tarihinde oynanan TRABZONSPOR A.Ş.-FENERBAHÇE A.Ş. Trendyol Süper Lig müsabakasında, rakip takım taraftarlarıyla kavga eylemi nedeniyle Kurulumuza sevk yapılmış ise de; isnat olunan disiplin ihlalinin unsurları oluşmadığından CEZA TAYiNiNE YER OLMADIĞINA,(oyçokluğu)