geceleri televizyon beni uyutur kısık ses kurulu saat geriye doğru sayar. bu hafta böyle olmadı. çünkü genç bakış vardı. izmir'de çok kimsenin bilmediği gediz üniversitesi'nde barış süreci tartışılıyordu gençler tarafından. ki bu tercih tartışılır. ege'ye girmeyen genç bakış en azından akm'yi tercih edebilirdi ama öyle olmadı. neyse ne mi gördük koca bir sığır sürüsü. sorduğu sorulardan, verdiği sandığı 'kapak' yanııtlardan kocaman bir sığır sürüsü 20 yaşında insan devletin öneminden bahsediyor mesela ki kendisinin devletle kurduğu en ciddi ilişki ziraat'ten burs çekmek. bu o üniversitenin bir problemi değil gerçi 10 yıldır kurtlar vadisi ve lise tarih öğretmeninden aldığı eğitim, ama denk geldi genç bakış'a yine şaşırtmadı mübarek.
şems suresi'ni müziğe döktüğü için hakkında iran devleti tarafında mahkumiyet kararı bulunan sanatçı. sesi, kendi, mücadelesi övgüye değer. iran'ın son dönem golshifteh farahani ve taraneh alidoosti'den sonra önemli bir kaybı.
erkeklerin aldatmasını 'bir kerelik canım', 'gönlü kaymıştır' diye yorumlayan sığırların bunu şerefsizlik, fahişelikle suçlamaları. hayır fahişe deniyor ki bu zaten başlı başına cinsiyetçi söylem bir de kalkmış 'kıçındaki çıbanı' burada çıkartmaya çalışıyor. aldatmış eee.. aldatmak ne ki? tamam ya pardon o senin malın, kadın bir de tabii tapacak sana
sünnilerin rahatlıkla alevilerin inançları üzerinde net tahlilerde bulunabildiğini gördüğümüz tartışma. devletin 30'larda bu yana alevilik ve aleviler üzerindeki tahakküm çabalarına bir bakmak gerekiyor önce bunu anlayabilmek için tabii
kürt hareketinin iradesi ve kararlılığı vardır evet. bunun yanında şunu düşünmekteyim eklemek yapmak açısında. rum, ermeni ve roman kimliklerini ele alalım. rumlara yapılanlar ortada, hatta 1924 yangınında kendi oturdukları mülkleri yakmakla itham edilen rumlar. izmir yangınının ''sorumlusu'' rumlar. daha sonra 6-7 eylül tabii bu da devletimize göre rum provakasyonu. bunları geçiniz. bu iki olayda da rumlar ülkelerinden sürülmüş, yerlerinden edilmiştir. bunun yanında mübadele dönemleri var karşılıklı geçişler vs. rumları halledildi bir şekilde. ermeniler gelecek olursak 1915 kıyamı var ortada yüz binlerce ermeni öldürüldü, asimile edildi. milyonluk nüfustan 50 bin ermeni kaldı. ah pardon tabii bu da ermenilerin düşmanlığı, ik yüzlülüğünden oldu pardon... romanları sadece bir eğlence imgesine dönüştürdük, algıladık onları da çözdük. geriye kalan bir tek kürtler aldı. kürtler üzerinde de çeşitli projelerimiz oldu tabii ulus-devlet, dersim, çeşitli ayaklanmalar, türkçe kampanyaları vs. sözün özü kürtlerin meseleye dair iradesi önemlidir ben sadece araya ek yapmak istedim.
ölümünün 6. yılında halen kendisi hakkında cahilce konuşulduğu günleri yaşıyoruz. sevgilisi rakel'in dediği gibi biz hala''bu karanlığı'' sorgulayamadık, bu da bizim ayıbımız olsun, sen huzurla uyu abi, ahparig
kadın diyor ki; istaklal mahkemeleri kurulmadı mı? aldığı cevap: ama aydınlanma, bir daha soruyor; şapka devrimi sizce ilginç, komik değil mi? aldığı cevap: ama aydınlanma, türk tarih tezini, dil teorisini soruyor aldığı cevap yine aydınlanma. ayrıca ayşe hür hiç de akp yanlısı vs. değildir. yazılarına daha ayrıntılı bakılırsa bu kolaylıkla anlaşılabilir. kadın o dokunulmaz ilan edilen alanlara giriyor, rahatsız ediyor tüm mesele bu. yoksa şapka devrimi hiç komik değil.
çok komik bir parti. syntagma meydanı'nda yılda kaç kere tur atıyor merak ediyorum... merak ettiğim bir diğer hususta bu tur atmalarında gerek parti kortejlerinde gerek pame'de bir eksilme yok. kitleyi nasıl koruyorlar ilginç. anarşistlere provakatör diyen bu parti son seçimlerde kaybettiği oyları da syriza'yı eleştirerek görmezden gelineceğini sanıyor bu da komik...
iktidarın gözü'nden;
- ''amerikan sineması; şu gevelenen laf!'' diyen astruc'ün sözünden yola çıkarak ''marksist tarihçi; şu gevelenen laf!'' denebilir.
- aşağı yukarı. zaten tartışma da marx'ın tanımladığı ve kodladığı bu genel düşünce alanının içinde başlar. marksizmin değil, komünistolojinin oyun kurallarıyla; yani komünist partiler tarafından tanımlanmış ve yine bu partiler tarafından marksist kabul edilmek üzere marx'ın nasıl kullanılması gerektiğini belirten kurallarla hareket ettikleri için kendilerini Marksist ilan edenlerle yapılan bir tartışma bu.
jill stein isminin arka plana atıldığı için yok saydığım başlık. ne veriyorlarsa onu alıyorsunuz..aynı türkiye gibisiniz, ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorsunuz
açlık grevi yapanların talepleri kabul edersin ya da etmezsin, desteklersin ya da desteklemezsin. bunlar kişinin kendi tasarrufunda. ancak 56 gündür süren bu eylemi 'ölsünler, beter olsunlar' şeklinde açıklamaya çalışmak bir tasarruf değil durduğumuz noktayı bize gösterir. mesela sen ya da ben hangimiz inandığımız bir mesele üstüne böyle bir cesareti gösterebiliriz? ayrıca kişinin tamamen kendi iradesinde açlık grevine girmesi ve bir 'şiddet' uygulamaması kimleri neden bu kadar rahatsız ediyor. yoksa devlet sen kendini öldüremezsin bu iş bizim görevimizdir mi demek istiyor? Ya da bu, iktidarın,sistemin beden üzerindeki politikalarına karşı bir direnç gösterdiği mi için mi bu kadar görmezden geliniyor?
işin espri yanı bir yana gazetecilik açısından sorunlu bir başlık. eğer artık başlıklar şakalar, komiklikler üzerinden atılıyor ve internet yayıncılığı alınacak bir fazla ''tık'' üzerinden yürüyorsa (ki öyle yürüyor) onu bilemem.
başlıklar o kadar dağınık ki nitelikli bir içerik oluşturmak zor. aklıma gelenleri burada yazacağım. 1. savaş konusunda ne kadar bilgi sahibiyiz? 2. savaşın doğuracağı sorunlara yönelik bir çözüm üretebiliyor muyuz? ve daha birçok soru... şimdi 1071 ve sonrasında (hedef 2071'e ithafen) içerisinde olduğumuz bütün savaş hikayelerini masalsı bir şekilde dinledik, bize bir masal anlatıldı çünkü. biz çok güçlüydük, cesurduk, korkmazdık vs... bu tarihe inanmamızı istediler. kimimiz inandık kimimiz sorguladık. rasyonel bir değerlendirme yapmadık, mantıktan yoksun diyalektik düşünceden uzak tutulduk (dikkat kategori geliyor) bir vardık ancak bunun toplumsal bir çözümlemesini yapamadık. savaş konusundaki bilgimizde dökülen kana eşitlendi. çözüm üretebiliyor muyuz? bu ülkedeki savaşa bir çözüm diyebildik mi? ( bu savaş değil, terörist saldırganlıktır diyen gelsin tartışalım) buna yönelik insani bir duruş sergileyebildik mi? hakikaten biz dik durabildik mi? bunlara cevap veremiyorsak ya da buna cevap verecek bir gücümüz yoksa gidelim 3 saat mi sürer 30 saat mi 30 ay mı sürer gidelim, ya da siz gidin görün gelin bizlere de anlatırsınız.
gazetenin sadece üçüncü sayısını almadım. üç günlük bir okur olarak diyebileceğim son sayıda kimi mizanpaj sorunlarını düzeltmişler (gazetecilik mezunuyuz. bu kadar teknik yorum yapma hakkını görüyorum) mizanpaj önemli mi bak posta yüzbinler satıyor diyenlere onun yanlış bir örnek olduğunu da ekliyorumç konumuza dönelim; gazete çıkmadan önce düşündüğüm şekilde yayın yapıyorlar. şahsen sol bir gazetenin işçi eylemliliklerine gömülmesi, sendikal mücadele ile ilgili haberlerle sayfalarının doldurulmasına karşıyım. sol bir yayının meseleye daha geniş bir perspektiften bakması gerekiyordu. bunu kısmi olarak başardıklarını düşünüyorum (ilerleyen sayılarda ne olur bilinmez). tkp ile çok sayıda oldukça uzlaşamadığım nokta var ama ben bu gazete ulusalcıdır demem, gazete üzerinden bu tarz siyasi tartışmalara girmem ama kitle iletişim araçlarınının insanlar üzerindeki tahakkümüne karşı çıkan birisi olarak diyebilirim ki burada beni tek rahatsız eden nokta bazı dizilere verdikleri reklam. sol bir gazete reklam veriyor bunda rahatsızlık duyulacak ne yan var diyene de bu yapının yeniden üretimine katkıda bulunduğunu söylerim... yolları açık olsun, umarım başarılı bir yayıncılık olur
''nasıl oluyor da gördüğümüz herşeyi o yaratabilmişken keyfince bir insan yaratamamıştır? ama diyeceksiniz bana, böyle yaratılmış olsaydı insanın hiç değeri olur muydu?...sizin tanrı'ya ilişkin kuruntunuz herhangi birşeyi aydınlatabiliyor mu? Bunu bana kanıtlayamayacağınıza bahse girerim. maddenin iç yetileri hakkında yanıldığımı varsayalım, önümde en azından bir güçlük vardır. siz tanrı'nızı bana sunarak ne yapıyorsunuz? önüme bir güçlük daha çıkarmış oluyorsunuz. anlamadığım birşey yüzünden, daha az anlayacağım birşeyi kabul etmemi benden nasıl isteyebilirsiniz?'' diyebilmiştir
aygün'e yöneltilen tepki batı cephesinde birşeylerin değişmediğini bizlere gösteriyor. aygün'ün açıklamaları kimleri rahatsız etti? muhafazakarları ve ulusalcı kanatı bir anda ortak paydada buluşturuverdi. demek ki ortak bir düşman tanımımız var. demek ki gerektiğinde şamil tayyar'ın dilinden konuşabiliyor ona hak verilebiliyormuş. bu klasik bir devlet söylemidir. hüseyin aygün yıllardır kürt hareketinden eleştiriler almasının nedenlerinden biri bölgeyi zaza ve kürt olarak ayrımlaştırmakta olması ve kürt siyasi hareketini eleştirmesidir. bütün bunların yanında serbest bırakıldıktan konuşması son derece anlamlıdır. kimilerinin beklediği provokatif-milliyetçi dili kullanmamış insani bir duruş sergilemiştir. bu kadar tepki almasının nedeni de budur. (not: dersim'in adı dersim'dir.bunu bilmeyenler mustafa kemal'in dönem yazılarına, konuşmalarına, aktarılanlara bir baksın. belki o zaman kabul edebilirler)