1920'li yılların zorlu koşullarında, istanbul Hükümeti ve işgalci devletlere karşı azimle mücadele eden, yaralanan, şehit olan insanları hiçe sayarak yarım yamalak tarih bilgisiyle Ulusal Bağımsızlık Mücadelesini "savaşılmış gibi" ithamının altına sığdırmaya çalışan yazar arkadaşı esefle kınıyorum.
Beyefendiyi 3-4 senedir sosyal mecralarda takip ederdim. Önceden instagram canlı yayınları açar, çeşitli tartışmalar yapardı. Bugünlerde çoğumuzun twitter akışına düşen "H. Nihal Atsız düşmanlığı" o zamanlardan gelmektedir.
Beyefendiye göre H. Nihal Atsız "Bölücü, Atatürk ve cumhuriyet düşmanıdır." iddialarını devamlı surette canlı yayınlarında ve twitlerinde beyan etmektedir. Tartışma üslubundan ve konuyu ele alış biçiminden anlaşıldığı kadarıyla kendisinin metodolojik araştırma kabiliyeti yok. Tarihi olgu ve olay değerlendirmesinin nasıl yapılacağını bilmiyor. 1930-40'lı yılların dünyasını 2023 yılının şartlarından, bugünün birikimiyle değerlendirip anakronizme düşüyor. Bu yetmiyormuş gibi kendisi gibi düşünmeyen, konuyu bilimsel metotlar çerçevesinde ele alıp, açıklama yapmaya çalışan insanları da cehalet, yobazlık, bölücülükle suçluyor. En iyi ihtimalle engelliyor. Yani kendi görüşlerinin haricinde görüş duymaya tahammül edemiyor. Hayatında birkaç satırdan fazla H. Nihal Atsız okuduğunu zannetmiyorum.
Ben burada H. Nihal Atsız hakkında ayrıntılı açıklamalar yapmayacağım ama kendisi okur ve talep ederse seve seve sohbet eder, görüşlerimi anlatır, tartışırım.
2023 Genel Seçimleri için iYi Parti'den Milletvekili Aday Adayı oldu ve nihai aday listesine giremedi. Seçimlerden kısa süre sonra Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile bir fotoğraf paylaşarak, Parti Genel Başkan Danışmanlığı vazifesine getirildiğini beyan eden bir tweet paylaştığını gördüm. Benim açımdan şaşırtıcı bir görevlendirmeydi. Evet bazı noktalarda görüşlerin farklı olması kabul edilebilir. Ancak Kaleli'nin kullandığı üslup ve ağır ithamların; Özdağ ve parti tabanında nasıl kabul göreceğini merak etmiştim. Aynı gün içerisinde beyefendi görevden ayrıldığını ilan eden kibar bir mesaj yayınladı. Şimdilerde tweetlerinde Zafer Partisi'ni itham etmeye başlamış. Partinin ırkçı olduğunu, bölücü olduğunu, kapatılması gerektiğini filan söylüyor. 1.5 ay içerisinde yaşanan bu 180° perspektif değişiminin sebebini kendisine nasıl açıklıyor merak ediyorum.
Bu meselenin haricinde, sosyal medya üzerinde Ali Türkşen, Erlik, Godirikli Dombay, Ümit Faruk Yenici gibi belirli bir kitleye hitap eden insanlarla da çeşitli polemiklere girmiştir.
Umuyorum en kısa zamanda, severek ve başarıyla sürdürdüğü resim, müzik, sinema işleriyle iştigal etmeye devam eder ve bizler de kendisini yine keyifle takip ederiz.
Osmanlı toplumunda yaşayan, bir dönem geleneksel eğitim alan, hatta modern eğitimde dahi dini itikadi dersler gören Mustafa Kemal Atatürk'ün içkinin haram olduğunu bildiğini keşfetmiş arkadaş
7.62 mm çapında,4.250 gram ağırlığında 102 cm uzunluğunda; barut gazının sıkışması geri tepmesi,icra yayının geri itmesi prensibiyle çalışan;tek ve seri ateş edebilen; hava ile soğuyan askerin en temel muharebe silahıdır.
Efendim Osmanlı Hanedanına mensup kadınların (Hükümdar kızları) deneyimli veya gelecek vadeden paşalarla evlendirilmesi bir gelenekti. Bu evlilikler zaman zaman sultan henüz küçük yaşlardayken gerçekleşirdi. Düğünün bütün prosedürleri tam olarak yerine getirilir ve nikah resmen kıyılırdı. Ancak burada bir istisna var ki söz konusu sultan evlendirildiği paşanın evine gönderilmezdi. Bulu çağına girene kadar haremde kalır evlenmeden önceki hayatını sürdürürdü. Bulu çağına girdikten sonra ise eğer paşa hayattaysa onun konağına gönderilirdi.
Bütün bunlardan anlayacağınız üzere bu evlilikler birtakım siyasi ilişkileri geliştirmek için gerçekleştirilmekteydi.
Tarihten hesap sormadan, tarihi yargılamadan önce tarihi anlamayı denerseniz çok daha sağlıklı sonuçlara ulaşırsınız.
Canavar gibi telefonu 2000 TL'ye alabilecekken lüks telefon almamalıyız diye romantik hayallerin peşinde koşan sevgili yazarımıza buradan seslenmek istiyorum.
Efendim bakınız bugün içinde bulunduğumuz çağ muhtemelen gelecekte tarihçiler tarafından "iletişim Çağı", "Uzay Çağı", "Teknoloji Çağı" gibi bir isimle anılacaktır. Dolayısıyla şartlarından hepimizin etkilendiği insanlığın hızla geliştiği bir çağda iletişim araçları lüks olarak sınıflandırılamaz. ihtiyaç olarak adlandırılan bir meta tüketiciye en makul imkanlarla sunulmalı ve tercih kendisine bırakılmalıdır. Bu işler ben ayfon sevmem şayomi severim, ayfon pahalı gidin ucuzunu bulun gibi temelsiz argümanlarla çözülemez.
Herkesin kabul ettiği bir gerçek var ki (ideologlar hariç) bir ekonomik krizin içindeyiz. Böylesine bir durumda sabretmesi beklenen halka temel ihtiyaçlarından vazgeç ve benim istediğim gibi yaşa demek yerine kardeşim bu ekonomik krizin sebebi nedir diye sormak çözüme kavuşmak için daha başarılı bir yol olacaktır.
ikincisi bu topraklarda sadece 30 yaş üstü kesimi barındırmak istemek gibi komik bir ifadeye cevap vermek bile istemiyorum. Yenilikten korkmayın, farklı sesler gelişimi getirir bunu hatırlamakta fayda var. Selametle...
Herkesin bildiği meşhur iltica talebini "Halife-i Müselmaniyye" sıfatıyla imzalamıştır. Evet ortada hükmedebileceği bir devlet kalmadığının farkındaydı, sadece ruhani önderliğinin (o da sembolik biçimde) geçerli olduğunu biliyordu.
Yahu bu insanlar ne yiyor, ne içiyor çok merak ediyorum. Böyle bir başlık açıp, bu iddiayı desteklemek akıl tutulmasıdır, ciddi bir kafa karışıklığıdır.
Böyle bir arkadaşım var hayatımda. Kendisi karşı cinsim. ilgi alanlarımız, yaşam stilimiz, hayat görüşümüz, insanlara karşı tavrımız hemen hemen aynıyız. Sohbet edecek çok şeyimiz olmasına ve sohbet ederken bundan çok keyif alıyor olmamıza rağmen, son saydığım özelliğimiz yüzünden garip bir hal alıyoruz. Ben insan ilişkilerini soğuk, güvenli adımlarla yürüten birisiyken o da bu şekilde. Dolayısıyla aramızda zaman zaman olduğunu düşündüğüm çekim, diğer tarafın geri tepmesiyle sona eriyor ve her şey başa sarıyor. Bu durum bana ruh eşi teriminin anlamını uzun uzun sorgulatıyor. Sorum şu: Ruh eşin sana en çok benzeyen midir yoksa ruhunun en iyi dans edebileceği kişi midir?
1)Öğrenciler sadece puanı yettiği için bu bölüme geliyor.
2)Bu bölümde akademik kariyer çok kolay yapılıyor.
Sırayla cevap verelim.
Öncelikle belki haklısınız, sadece puanı yettiği için şans eseri bu bölüme gelmiş insanlar mevcut. Ancak bu bölüme gelmeden önce belirli bir entelektüel seviyeye tırmanmış, okuyan, sorgulayan, gelişime açık öğrenciler de azımsanmayacak sayıda. Bu bölüme bilerek, isteyerek tüm tercihlerini tarih bölümü yazarak doldurmuş insanlar da mevcut.
Akademik kariyer çok kolay yapılmıyor arkadaşlar. Bilimsel ölçütler dışında tarih için sahip olmanız gereken yeteneklerden bahsetmem gerekirse; Kaynak dil ve yabancı diller öğrenmeniz gerekiyor. interdisipliner akademik çalışmalar yürütebilmek için tarih dışında en az 1 alanda daha uzmanlaşmanız gerekiyor. Bunlar dışında her bilim dalında olduğu gibi dur-durak bilmeden çalısmanız gerekiyor. Gazete arşivleri, kütüphaneleri evinizden çok görmeniz gerekiyor. Hiçbir alanda bilim yata yata yapılmaz.
Osmanlı imparatorluğu, Ortaçağ'da kurulmuş, 30 Ekim 1918'de fiilen, 1 Kasım 1922'de tarihteki ömrünü tamamlamış büyük bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti hiç şüphesiz onun devamı ve bayrak taşıyıcısıdır. Bakın bizim kökü cumhuriyetten eski kurumlarımız var. Sayıştay, TSK,Jandarma, ve daha bir çok kurum Osmanlı mirasıdır. Bunun yanında birçok idari gelenek de Osmanlı tecrübesiyle cumhuriyete aktarılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı imparatorluğu birbirine zıt, çarpışan devletler değildi.
Şimdi gelelim Osmanlı Torunu olduğunu iddia edenlere. Arkadaşlar Osmanlı evet büyük bir devletti, çağının süper gücü idi. (15.-16.17.yy dönemi) Bence Osmanlı Torunuyum demek bir problem değil. Ama bunu ideolojilerini beslemek için söyleyen herkes büyük bir hataya düşüyor. Osmanlı torunu tanımlamasının arkasına sığınıp cumhuriyet düşmanlığı yapmak gerçekten temelsiz ve saçma bir durum. Üstte yazdıklarımdan da bunu açıklar mahiyette.
Bunlar her konuyu gidip araştırmamızı söylerler. Kendisi her mesele üzerine doktora yaptığı için bizlerin iddialarının onun için pek değeri yoktur. Gördüğünüz yerde kaçınız efendim.
I. Dünya Savaşı'nı konu alan bu oyun ilk çıktığı zamanda ülkemizde nispeten tepki ile karşılanmıştı. Oyunun Osmanlı coğrafyasında geçen görevlerini yapmak "ecdada ihanet" hissi uyandırmıştı. Özellikle de yakın tarihimizin en önemli zaferlerinden birisi olan Çanakkale Savaşlarını düşmanın gözünden oynamak oyundan alınan zevki önemli ölçüde azaltmıştı.
Şunu özellikle belirtmem gerekiyor ki; oyun,film,roman vb. Kurgular mutlaka ait oldukları, ortaya çıktıkları, tarafı oldukları ülkelerin,birliklerin resmi görüşlerinin propagandalarını yaparlar. Her kurgu ortaya çıktığı yerden mutlaka beslenir. Dolayısıyla Battlefield 1 oynamakla, yabancı yapımı Çanakkale Savaşı konulu film arasında bir fark yoktur, olmamalıdır.
Milli hassasiyetlerimiz gereği bu oyununun oynanması gerektiğini söyleyenler vardı. Bizler görmezden gelmesi Avrupalı bir oyun şirketinin Çanakkale Savaşı'nı,Arap isyanlarını konu alan bir oyun yaptığı gerçegini değiştirmiyor. Buradaki asıl önemli problem biz neden böyle bir oyun yapıp, tarihi vakaları popüler kültüre aynı düzlemde aktaramıyoruz olmalıdır. Benzer kalitede oyun çeşitliliğini ve perspektifi arttıracak ürünler ortaya koymak yerine görmezden gelmek bana çok basit bir kaçış gibi geliyor.
1920'li/30'lu yıllar ile milenyumu karşılaştırma hatasına düşmüş saçma bir argüman. 2020 Yılından geriye bakıp "aa ne kadar geri kalmışlar" diye konuşmanın mantıksızlığı apaçık ortada değil mi ben mi yanlış düşünüyorum. 1910'dan 1922'ye kadar bilfiil savaş meydanlarında can vermiş, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğmuş bir devletin ilk derdi uçak yapmak olabilir mi? Hangi teknikle yapılacaktı, uçağı yaptın kim pazarlayacaktı, yedek parçasını kim üretecekti, reklamını kim yapacaktı, özel girişimle yapılacaksa krediyi hangi banka sağlayacaktı. Yetişmiş eleman mı vardı memlekette. Laf ola beri gele peh...
Memleketteki parmakla gösterilen ortaçağ tarihçilerinden birisidir. Lisans eğitimini istanbul Üniversitesi'nde, lisansüstü eğitimini Fransa'da tamamlamıştır. Gayet sade ve nezih bir insandır. Birçok Fransızca kaynak eseri dilimize tercüme etmiş ve literatüre kazandırmıştır.
Gelenekçiliği bırakmamasıdır. Dünyada burjuva devrimleri gerçekleşirken, tüccarlar toplumsal statüsünde gözle görülür bir ilerleme kaydedilirken bu topraklarda tüccarlığın ismi dahi duyulmak istenmezdi. Yönetim mekanizması üretim ve dağıtım gibi bütün iktisadi unsurları sıkı bir kontrol altında tutuyordu. Dolayısıyla kimse daha çok çalışıp daha çok kazanamıyordu. işin ilginci Osmanlılar bu sistemi sonsuza kadar sürdürmediklerinde yıkılacaklarına inanıyordu. Tarih gerçekten garip.
Orduya yıllarını verdikten sonra yeni mezun subaya komutanım demek zorundalarmış, yazıkmış gibi saçmalıklara konu edilen bir rütbe. Yahu birincisi, birisine komutanım demek hiç de kötü bir şey değil, sivilde bir tekniker, üniversite mezunu bir mühendise nasıl şefim demekte zorlanmıyorsa astsubaylar da üstlerine komutanım demekte zorlanmıyorlar. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı.
Amerikadan kastedilen, Amerika Birleşik Devletleri olmalı. Osmanlı imparatorluğu döneminin ABD'si değildi, ABD ise bugünün Osmanlısı değil. Her ikisidd farklı dinamiklerle ortaya çıkmış, birbirinden farklı sistemler üzerinde yükselen farklı devletler.