masumduk bu yıllar. sakızı bakkaldan alırdık, atardık ağzımıza sonra kağıdına göz ucuyla bakar ve umarsızca yere atardık. okurduk kağıdın üstünde yazanı da, önemsemezdik. çünkü yaşamamıştık henüz bazı duyguları. dedim ya, masumduk. geçen gün markete gittiğimde rastladım bu sakızlara. bir kaç saniye baktım ve aldım bir iki tane. bi tanesini cebime attıktan sonra diğerini ufak bir çocuğun sevinciyle açmaya başladım. kağıdı okudum.
aşk...
love is...
... her zaman yağmurla güneşin bir arada olmasıdır.
... for always no matter comes rain of shine.
dediği gibi, yağmurla güneşin bir arada olmasıydı aşk. zorlu dünyada yumuşak bir dokunuştu aşk. ya da bazen düşündüğümüzden daha yakın olmaktı aşk...
biz ne bir arada olabildik ne birbirimize yumuşak bir dokunuşta bulunabildik ne de daha yakın olabildik. çünkü masumiyetimizi kaybetmiştik...
hayatta hep ani kararlar almak istemiştim. bugün bunu başardım sanırım. 15 saatlik mesafedeki bir şehre sadece gidiş bileti aldım yola koyuldum. pek sıradışı gelmeyebilir pek çoğumuza ama benim gibi düz, normal, standart insanlar için bir çılgınlık. her neyse artık..
otobüs terminalleri çoğumuzun hayatında önemli yere sahiptir. orada her şehirden insanı görmek mümkündür. bilmiyorum ama bana hep soğuk gelmiştir terminaller. gerek yerlerdeki taşları, gerek o "sayın yolcularımız" diye başlayan bayan ses kaydı, gerekse insanların o an ki psikolojik durumları. tuhaf bir havası var yani benim gözümde, her çeşit ayrılık görmek mümkün..
saate baktım, son 10 dakika otobüsün kalkmasına. etrafı seyre durdum bende. minik bir kız çocuğu gördüm annesiyle beraber. sarıya kaçan saçlarını kırmızı bir bereyle kapatmıştı. yüzünde şaşkın ve bir o kadar da masum bir ifadeyle leblebi yiyordu. bir ara gözlerini bana çevirdi. dudağımın sol kenarını kaldırarak güldüm ona karşı, o sadece baktı.
nedense o minik kız çocuğu bana seni hatırlattı. küçük elleriyle leblebi şekerini yiyişi, başını bir sağa bir sola çevirerek bakması, yaşı gereği yüzündeki masum ifade ve kırmızı montu ile tıpkı sana benziyordu. bana benzeyen tek yanı, elinden leblebi şekerini düşürüp kaybetmesiydi. ve o kız çocuğu gibi yakalayamadım masumiyeti hiç bir zaman...
son 5 dakika.. insanlar daha bir telaşlı. bazı otobüslerde terminale yanaşıyor. valizleri taşımak için elinde el arabasıyla yolcuların inmesini bekleyen işçiler görüyorum. hepsine teker teker baktığımda, sanki hayattan başka bir beklentileri yok gibi. tüm umutları yitirilmiş sanki zamanında. o kabullenmiş ifade bedenlerindeki her bir hücreye işlemiş gibi. içlerinden biri müşterisini buluyor. o an da düşündüğü tek şey terminalin dışındaki taksi durağına kadar taşıyacağı yük ve karşılığında alacağı 10 lira. hayat bu kadar basit aslında çok düşünmeye gerek yok..
ve otobüs kalkıyor. sanırım uzaklaşmak benim ve herkes için iyi olacak.
hoşçakal izmir. özlemeye değer bişeyler bulursam eğer ki, geri gelirim belki...
bu başlığı okuyan bayan sözlük yazarlarından " hadi ordan " lafını duyar gibiyim ama öyle değildir çoğu zaman.
değişik evreler vardır mesela. kızlar ilk bir hafta çok üzülürler erkekse tam tersi. ilk başta kızlar kendileri için hayatın sonu zannederler fakat bi süre sonra geçer. erkekler ise ilk başta rahatladım diye düşünür ama sonra pişmanlık ve yalnızlık tavan yapar. hele ki çok seven bir erkek bi takım sebepler nedeniyle ayrılmak zorunda kalırsa hayatının sonuna kadar unutamaz. tabi suçun kimde olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
bir erkeği sinir eden bir durumdur. ulan mesaja 1 saat sonra cevap verilir mi?
örnek olarak;
e: napıyosun
k: iyi sen?(1 saat sonra)
e: iyiyim bende akşam napıyosun?(hemen)
k: bilmiyorum(2 saat sonra)
e: amk(error error)
dedesi, onlarla birlikte kalıyordu. o kadar yaşlıydı ki, cildi erezyona uğramış bir tarla misali çatlaklarla doluydu. içeri girdiğimizde, arkadaşımın kendisine selam vermediği için onu azarladı. oysa ki selam vermişti. unutmuş olmalı. sonra ufak bi sohbete giriştim dedeyle. bir anlattığını bir daha anlatıyor, yemek yediğini unutuyor, arkadaşımı oğlu zannedip yanına çağırıyordu. göz altı torbaları yer çekimine boyun eğmişti. unutmadığı tek şey, eşiyle tanıştığı ve öldüğü gündü. sanırım aşk böyle bişey...
yolu aydınlatan ışıkların altında yürüyorum. kulağımda soft doom metal tınısı. bi sokak köpeği titreyerek dolaşıyor kaldırımlarda, bir adam görüyorum elinde bir şarap şişesi, öylece denize bakıyor. kıyıyla bütünleşmiş, o bile yosun tutmuş gibi. yanımdan yavaşça geçen arabanın içinde ufak bir çocuk somurtarak bana bakıyor. aldırmıyorum. bi sevgili görüyorum. marketten çıkıyorlar. ellerinde torbalar ve içinde aburcuburlar. onlara bakıyorum ve kafamı çeviriyorum. kendi yalnızlığımda kaybolurken, acısına aldırmadan yoluma devam ediyorum...