geber marla singer
136 (şirin baba)
altıncı nesil silik 0 takipçi 2.30 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    karanlık odadaki adam

    1.
  1. bu adamı 21. yüzyıl yarattı. adamımızı, bu ülkenin "arkanı döndüğün anda çizerler" koşuşturması ve burnu havada insanlardan hiç göremediği sevgisizlik yarattı. uzun kuyruklarda hep önüne geçtiler. sınav kağıdı hocaları tarafından hep düşürüldü ve bu yüzden güzel not beklediği sınava bir daha girmek durumunda kaldı ve bu kez sıçış bir not aldı. "baba dışarı çıkıp yaşayayım mi?" sorusu babası tarafından hep, "durbakalımhelesende" şeklinde geri püskürtüldü. aç olduğunda tok olduğuna, aşık olduğunda takıntılı olduğuna, yazmak istediğinde her şeyi gözünde büyüttüğüne inandırmak istediler onu.

    ve o karanlık bir odada şimdi. bütün gününü dört duvarın içinde geçiriyor. kapının açık olmasına tahammül edemiyor! evde yalnız olsa bile kapıyı hep kilitliyor. kapının açık olmasına tahammülü yok. perdeler gündüzleri dahil hep kapalı. masasının üzerindeki küçük lambadan başka bir ışığa ihtiyacı yok. yaşamak için de fazla bir şeye ihtiyacı yok: sessizliğe ihtiyacı var onun. ince duvarlardan ötürü yan daireden gelen konuşma seslerini duymamak için gece gündüz müzik dinliyor. müziksiz tek bir saniyeye bile tahammülü yok, sessizlik olunca düşünmeye başlıyor ve bu çok korkutucu oluyor. bazen beethoven'dan 9 nolu senfoniyi dinleyerek senfoninin koro bölümünde masturbasyon yaptığı bile oluyor ama bunu neden yapıyor kendisi de bilmiyor, içinde hiçbir sevgi ya da ümit yok. bazen üst kattan bir fülüt sesi gelince müziği daha da çok açıyor.

    cep telefonun bataryası bittiğinde telefon günlerce kapalı kalıyor, aklına telefon gelmiyor, kimse aramaz onu. duvarlarına resimler asıyor bazen, bu resimlere kolaj şekli vererek bunlardan sadece kendisinin anlayabileceği özel mesajlar ve manalar çıkarıyor. odanın dışarısını bok götüyor evin içini, ama karanlık odadaki her şeyin bir yeri var: bazı kutuların içine geçmişten notlar, kağıtlar kartlar oyuncaklar yığmış, canı gibi değer veriyor onlara, fakat her şey geçmişte kalmış, o kutuların içine koyacak güzel bir şey yıllardır bulamıyor artık.

    odanın içi sigara dumanından nefes darlığı çekiyor. karanlık odadaki adam sigarasız kaldığında panik geçiriyor. fantastik ve bilim kurgusal şeylerle oldukça yakından ilgileniyor, çünkü o hayali şeyler onu bu dünyadan alıp hak ettiğini düşündüğü gerçek yuvasına götürüyor ve kafka, albert camus, antonin artaud, murat gülsoy, hayalet gemi, küçük iskender gibi şeyler okuyarak kafasındaki rahatsızlığa ve fazla abarttığı birey olma sevdasına ve ışık görmek sıkıntısına iyi gelecek bir şey arıyor. hiçbir şey iyi gelmiyor ona. öyle bir durumda ki, günümüz müziğini bile dinleyemiyor, sürekli geçmişe, ot kokulu yumuşak sesli 70lere dönüp ordan seçiyor dinleyeceğini.

    ama 70lerde yaşamış olmayı dileyemecek kadar da sıkışmış bir durumda. karanlık odadaki adam internet olmadan 5 dakika var olamayacak bir durumda artık. hiç umursamadığı bir ülkenin haberlerini nedense düzenle okuyor. evinden çıkmayı sevmediği için asla gidemeyeceği ülkelerin resimlerine bakıp iç geçiriyor. 4chan'in sitesine girdiğinde huzur buluyor! 4chandeki pislik içini rahatlatıyor, deviantarta girdiğinde insanların sürekli kedi patisi convers ayakkabı çeken gerizekalılar olduğunu söyleyip dışarıda bir hayatın olmadığına kendini ikna ederek rahatlıyor, "dışarıda benim gibisi yok" diyor, "yalnız kalmak en iyisi". sözlüğe yazıyor bazen, okyanusun ortasında batan bir gemi imdat diye bağırıyor sözlüğe yazdığı yazılarda. rahatlayamıyor, metallica'dan one çalarken darknesslı bölüm geldiğinde olasılıkla gözlerine gözyaşları hücum ediyor.

    bu adamı kimse kurtaramaz. insanca yaşamayı reddetmiş birisi karanlık odadaki adam. geleneklerimize, adetlerimize sabah uyanınca günaydın demeye hiç inanmıyor. o kadar içine kapanık ki, sarhoş olamadıkça insanlarla konuşamıyor bile. kafkanın böceği bile ondan daha iyi bir durumdaydı ama o galiba kafkaya yabancılaşmayı bu kadar ayağı düşürdüğü için çok kızıyor olmalı.

    karanlık odadaki adam hiç gelmeyecek bir mucizeyi bekliyor. çabuk sinirleniyor, "kapaaaat kapıyı!" diye bağırıyor odasının kapısını açanlara. odasında hiçbir saat yok, olanların da pilini sökmüş zamanın sesini duymaya tahammülü yok. aynada kendisiyle karşılaşmaktan özellikle kaçınıyor. sağ çekmecesinin içi boş sigara kutuları, sol çekmecesinin içi ise şeyler ile dolu.

    karanlık odadaki adam bütün dünyadan yalıtılmış bir şekilde internetin başında zevke gelen, okuduğu kitaplardan aslında hiç olmamış gizemli anlamlar çıkaran, insanlar tarafından anlaşılacağı bir günün geleceğine inanırken hergün konuşmasını biraz daha unutan, dergilerden bulduğu sevgililerinin resimlerine ancak en aşağılık 3. sınıf bir porno sitesinin en mide bulandırıcı bölümündeki fantazilerini uygulayan bir adam. eğer gerçekten istemiş olsaydı, sınıfının en çalışkanı, arkadaşları arasında en çok sevileni, en harika sanatsal üretimi sergileyebileceği ve gerçekten yapmak isteseydi bir sevgili bulabileceğini düşünüyor. çok aldanıyor. onun içinde küf vardı, pas var.

    o orada bir yerlerde. karanlığın içinde hoplayıp zıplarken biriktirdiği küçük anı kırıntılarını dev aynasında görüyor.

    o orada bir yerlerde. onu belki de tanrı bile kurtaramaz artık. kendisi, kurtarılacak bir durumda görmüyor kendisini zaten.

    gözlerinin önüne bir perde inmiş, karanlık odadaki adam bir bakıma bomboş bir sinema salonunda tek başına oturmuş harika bir film izlediğine yeminler ediyor.

    belki de o odada gerçekten mutlu bir şekilde tek başına ölüp gidecek, "eğer dışarı çıkmış olsaydım herkesden iyi yaşardım ama canım istemedi ki.. değmezdi dışarı çıkmaya" sözleriyle..

    (meraklısına not: hayır bu ben değilim. en azından bu kadar abartı manyak değilim, yuh)
    5 ...
  2. yazıda saklanan hiçlik

    1.
  3. görmesi, fark etmesi vakit alıyor, fakat yazıda en çok hiçlik saklanır, vakti geldiğinde kedinin kumunu değiştirmeyi unutmamak gibi bunu da unutmamak lazım geliyor.. bütün sanatların var olma sebebinde yer alan 'boşluğu ve değersizliği örtme' endişesinden fazlasıyla nasiplenmiştir edebiyat. insanın yalnız kaldığı her dakikada, her konuşmada, her suskunlukta, her kırılan yeminde ve her yaşlanışında yokluk yer alır; eğlenenler, gülenler, dans edenler neyi anlatır bu muallaktadır fakat, bazılarının 3000 sayfa boyunca anlattığı tek bir şey vardır; hiçlik.

    ki en çok onlar göçüp gitmek istemiştir.

    bulmacadaki gizli resim hiçlik. 100.000. geleneksel pazartesi beyin ölümü gerçekleşirken, anlatacak bir şeyiniz kalmadığını alttan alta sezinliyorken ve deliliğin bile artık basite indirgendiğini fark etmişken, bütün yazıların, kelime oyunlarının bağırdığı tek bir şey vardır; hiçlik hiçlik..

    ama hiçlik manasızlık demek değildir!

    bizim bildiğimiz anlamdaysa, mana hiç var olmamıştı bile olasılıkla, dervişlerin bütün o yüce sözleri içimizi rahatlatması için ortaya atılmış kıçtan uydurma şeyler değil miydi? hangisi gerçek anlamda gaybın kapılarını açabilmişti bizlere? ve bilenlerin hatırladığı kitaptaki gibi, yeniden soruyorum; kış gelince parktaki kuğular nereye gidiyordu?

    "yazmak buna değiyor mu?" diye sormuştu değerli birisi.. bir yazı ne kadar iyiyse, yazar da o kadar yorgun ve yenik ayrılır yazdığı topraklardan. bunda bir gariplik yok; iyi bir yazı yazarını öldürür. "bu takasa var mısın?" diye sormuştu, "yazmak buna değiyor mu?" yemin ediyorum ki, hiçlik olduğu sürece bu takasa değiyordu, çünkü her seferinde daha içten ölüyorum. bağırırken, kahvem dilimi yakarken, gece yatağımdan aklıma gelen bir şeyi not almak için kalkmak durumunda kaldığımda ve yabancılaşırken, başkalaşırken ve kendi sınırlarıma dayanmışken yazmak her şeye değiyor,

    yaza yaza her şeyini yitiren birisinin sonunda bütünüyle özgür kalabilmesi için çırpınıyor evren. sevişmek için soyunduğunda çıplak kalamıyor yazım, çünkü hüzün var üzerinde, asla çıplak kalamıyor, hüzün var dedim ya, hiçliğin silah arkadaşı.

    elimi nereye çarpsam ama, diğerlerinde sadece hüznün robot resimleri.. ilk kim görmüş belli değil, bütün ilanlarda robot resmi asılı hüznün. onların onların onların!....

    bugün yeni bir oyuna davet ediyorum kelimeleri ve içimdeki bütün garip gülüşleri! oyunun adı, "kim daha garip?" olsun.. kazananın ellerine kekikle terbiye edilmiş süpersonik nanoteknoloji harikası minimalist bulut taneleri dökülsün.

    yol yeniden bitti; kedinin kumunu değiştirmeyi unutmayın!
    11 ...
  4. tren garı

    3.
  5. ayrılıktır büyütür, sidik kokusunun bastırdığı dumanın altında ise "yabancılaşmadır" göbek adı.

    bugün değil ama zamanın hiç olmayacak, hiç çekilmeyecek bir noktasında sen de ordaydın, bense köşede sigara içip öylesine laf olsun diye veya sadece birisi bunu yapmalı, ne olursa olsun birisi bunu devam ettirmeli diye 'yere bakarak dertlenen' eflatun atkılı kişiydim, fark etmedin beni.

    edebiyat, tren garında büyüyen koca bir dünyaymış, yolda aklına gelenlermiş.. geçtik artık bunları di mi? bütün melankoliyi yitirdik. hiçbir şey yaşayamadığını ve hiçbir şey de olmayacağını düşünürken haklıydın, şiir yazılacak zamanlar da geçti, eskiden olsa ama, taşardık, hatırlıyorsun di mi, ne çok taşar, ne çok düşünür, ne çok sancır ve ne çok severdik..

    tren garı artık sadece boş bir suskunluk, "paslanmış metal kokusunun arasından siyah beyaz bir fotoğraf gibi insan yüzleri düşüyordu" diye betimlemelerde bulunmayacağım, neyini anlatayim, ikimiz de ordaydık ya, gördük işte, bir şey olmadı, hiç kimse gelmedi ve ayrılabilinecek hiç kimse kalmamıştı bile.

    lafı biraz uzattım, rol yapmayalım, ikimizin de hayatını anlatmaya kalksak bile bu kadar satır etmez, bu kadar satıra değmez.. ama sadece, bir gece yarısı evinden kaçarak tren garında istanbul'a gidecek ilk treni beklerken oracıkta ölüp kalan rus yazarın davasını devam ettirecek hemen hemen hiç kimse kalmadı, bunu bil istedim, bunu bağırmak için geldim.

    her şey daha önce yaşanmıştı ve yeniden yaşanacak, uykuya yattığında, baygın düşündüğünde hepsi yeniden yaşanacak; hiçbir şeyin değişmemesinin sıkıntısı daha da büyüyecek ve ben orada beklemeye devam edeceğim.

    son tren de gardan ayrılana dek. bütün yaslar ve yağmalar için oturup bekleyeceğim.
    4 ...
  6. kaşınmak

    16.
  7. belasını aramak, huzursuz olmak manasına gelen. ve diyelim ki; günlerdir kaşınır, biriktirdikleri kaşınır, unuttukları kaşınır, konuşamayacakları kaşınır, sıkıldıkları kaşınır.

    bir hastalık ve veba ve tifo... kaşıyacak daha sonrasında hiç şeyleri.
    0 ...
  8. biz büyüdük ve kirlendi dünya

    43.
  9. bir dakika için romantizmden çıkmamız gerekiyor şimdi. hiç hoşuma gitmiyor sisli dünyanın şiirsel anlatımından çıkmak, kendimi çıplak gibi hissediyorum, ama daha ileriye bir adım atacaksak bir dakika için yüzü asık ve akademik ağızlı çok övülen realist insanlar gibi büyük ve tuhaf konuşalım biraz.

    güzel sözlerle büyüttüler bizleri. güzel kızım, yakışıklı oğlum benim diyerek delirttiler, kandırdılar bizi. ağlarsak meme verilir sandırdılar, bu yüzden bütün erkekler ağlıyor şimdi; kızları ise güçlü ve içine kapanık olmaya alıştırdılar, bu yüzdendir ki bütün kadınlar güç şimdi. "oyyy amann ne cicisin sen öyle oyyy" diyerek çocuk ağızla konuştular bizimle, "abu gubi dudi" diyerek küçük burunlarımızı sıktılar, yanaklarımızdan ısırdılar, annelerimiz kışın sokakta oynamamıza izin vermedi; bu yüzden gerçek soğuğu ve kara karın ağırlığını yüreklerimizde hiç bilemedik.

    dünya hiçbir zaman kirli olmadı, dünya hiçbir zaman iyilik dolu da olmadı. dünyanın her zaman içi geçmişti, dünya çok güzel giysiler giyen ve yeri geldiğinde bir şarkı patlatan ağzı bozuk bir alkolikti, sıkıntıdan içiyordu, çok güzel ve çok çirkin olduğu için içiyordu. saman yolunun sol şeridinde ne de güzel içi bayılmıştı, anlatacak ne çok güzel şey vardı; intikam vardı, kaos vardı, kızıl yapraklar ve belediye park havuzlarında yüzen ölü sinekler..

    ama bize gerçeği anlatmadılar, bizi gerçeklerle büyütmediler.. neye saldıracağımızı şaşırmamıza neden oldular. kimden şüphe edeceğimizi bilemez yaptılar, üstelik bize o yalanları palavraları sıkan ailelerimizi candan can bilip sevmeye devam da ettik.. ne kendimizi bilmezlik ama!

    dünya.. o hiç kirli değildi ki. hiç kirlenmedi.
    avlananları ve avlanmış kan kokan leşleriyle çok güzeldi. sonra midemiz kaldıramadı kustuk. kusmuklardan koca koca kitaplar yazdık, sonra onları okuyan diğer insanlar da kustu.
    4 ...
  10. keşke

    82.
  11. her şey sona erdiğinde bütün konuşmalardan ve yapılanlardan ve yapılamayanlardan geriye kalacak olan tek içleniş.

    ne kadar çok keşke diyorsan, o kadar çok kendini bileklerine çekersin ama en çok sessiz sessiz iç geçirenlerdir, keşkelerini kendinde saklayarak kendi içindeki vadilerde hiç susmamacasına tekrar tekrar keşkeler büyütenlerdir benliğinin katili.

    keşke bu yazı derdimize derman olabilseydi.
    keşke bu yazıda anlatılamayanı anlatabilseydim.
    keşke bu yazı bütün yaralarını örtebilseydi. keşke bu yazıyı okurken gülebilseydin. keşke bu yazıyı okurken kendini kaybedip hiç düşünmediğin şeyleri düşünebilseydin.

    keşke bu yazıyı yazarken ölebilseydim. evreni birbirine katabilseydim. bir rüzgar koparabilseydim.

    bir aşk değil, keşkeyiz altı üstü. hep sandırılan keşkeler hayatımız.

    keşke bir fırtınanın tam ortasına düşebilseydik şimdi. üstümüz başımız bulut tanesi..
    4 ...
  12. kadınlar ne ister

    87.
  13. ülke ve coğrafya değişince, bu sorunun yanıtı da değişir. hangi coğrafyadaki kadından bahsettiğimiz önce açığa kavuşmalı bence. fransadaki bi kadından bahsediyorsak, o kadın olasılıkla sanat yapmak, bohem bir hayatın zevklerini çıkarmak şanzalizede kahve içmek, kahve içerken de aşık olmak ister, sanıyorum aşağı yukarı.. türkiyedeki bir kadın ise özgürlük ister, kocasından dayak yememek ister, sevgilisiyle sokakta el ele tutuştuğunda beyin amcıklaması yaşayan bi doktor tarafından kurşuna tutulmamak ister..

    kadının da erkeğin de istediği özde aynıdır: ikisi de bu hayattan zevk almak ister.. diğer neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığını, düşüncelerini ve tutumlarını ve davranışlarını ise bütünüyle doğduğu coğrafya, şehir ve ülke ve kapı komşusu belirler.
    3 ...
  14. © 2025 uludağ sözlük