sen! bu başlığı okudun, lakin aklında hiçbir şey canlanmadı. ya da çat pat bir şey düşündün falan, ama olmadı. açıklayayım; şimdi bir örnek vereyim, ismini barış kabul edelim, tarih dersindesin ve hoca paris barış konferansından bahsediyor. işte budur anlatmak istediğim, o hocanın gayriihtiyari ismini sarfetmesi ile bakışların sana çevrilmesi, birtakım espriler yapılmasıdır a dostlar. şöyle ki;
- bu konferansta barış tam olarak sağlanmıştır.
+ oo barış sağlamışlar seni
+ barış anlayalım
+ barış dedi hoca hoho
- mınıskezyim.
aga bitin artık bence, yani sonuçta hiçbirimiz isimlerimizi özel getirtmiyoruz(isim getirtmek) hepimizin gün içerisinde kullandığımız kelimelerden isimleri olabilir. bu doğal! şaşırmayın artık lütfen, bakmayın da. kanıksayın falan, ne bileyim.
beni her zaman hüzünlere sevk etmiştir bu bölge. oysa onun da hakkı değil mi temizlenmek, tozlardan arınmak. bir çoğumuzun çocukluğunda yer etmiştir muhtemelen, sileceğin her indiğinde o bölgenin silinmesi umudu. aynı zamanda köpek balıklarının üstündeki şeye* benzer kendisi.
not: başlık hazırlanırken dokuz doğurulmuştur. bilginize.
edit: "evdeki silecekle rahatlıkla silinebilecek bölgedir" esprisini bir arkadaşım ayırttı az önce. yapılmazsa memnun kalırım.
ajdar, bir kült. son yıllarda sanat dünyamıza düşmüş bir meteor adeta. bu düşüş o kadar şiddetli gerçekleştiki, süreklilik konusunda biraz eksik kaldı. çok üzüldük, ajdar bizi bırakma*.
gelelim bu değerli! sanatçımızın ülkemize getirdiklerine. şarkılarında adeta analizimizi yapıyor kendileri, gizli bir felsefi görüşü olduğunu kanısındayım. ben çözdüm ama kendisini, çok zor oldu ama başardım. muz gibiyim muz, nane nane bunların bir anlamı olmalı.
(bkz: çikita muz) muz cumhuriyeti demeye çalışıyorsun, anlıyorum seni ajdar. pek haksız da değilsin aslında.
(bkz: nane nane) o kadar çok ki bizde nane, saymakla bitmez, fiyuu.
(bkz: alırım senden tüm yetkimi) bu da abd'den geliyor. alırım senden tüm yetkimi akp, akıllı ol.
(bkz: kon kon) kona kona bir hal olduk zaten, tasvirin çok hoş ajdar. dubai şeyhleri, arap kralları, bilmem kimin mollaları. kon kon.
çözdüm seni ajdar, çözdüm. bu entryi okuduysan bana ulaş, sana yardımım dokunabilir.*
ayıp filmlerde gördüğümüz şaplak darbelerine özenen bireylerin neden olduğu olaydır. şap şap diye vurulan meme giderek büzüşür, boynunu eğer, hayata küser. bu da yer çekimi için müthiş bir fırsattır, değerlendirir. memenin dikliğini kaybetmesi olayının aslı budur.
gerçekten isteyince oluyormuş, gerçekten. 4 saniye boyunca kendinizi sadece memeye odaklayıp, çift elle spiral hareketler yaparak sıvazlamanız gerekiyor. inanç çok önemli ama. uri geller'in yalancısıyım.
sol frame'in zenginleşmesi açısından en azından bir kere denenmesi gereken hadise. böyle bir şey olursa benim tutacağım göbek deliğimin içinde biriken kumaşlardır. öyle ya, ne tutacağduk başka?
euro 2008 turnuvasında sakatlıklarla ve cezalarla boğuşan milli takımımıza hem futbol hem de gaz alanında destek olması açısından gerçekleşmesi gereken olay. kendisi güzide şarkılarıyla bir avuç kalmış millilerimizi eğlendirebilir, gerekirse de çıkar takır takır futbolunu oynar. faydalı olabilir, dikkat.
bu önerinin dikkate alınmasını istiyorum, yetkililer kulak verin!
inanılmaz dudaklardır. angelina jolie falan halt yesin, hangi silikon o dudakları bu hale getirdi şaşırmamak elde değil. insanın sevişesi gelmiyor değil yani. ehm şey.. adamlar yapmış.
starbucks'ta kahve içme erdemine ulaşmış sofistike bünyelerin yaşaması muhtemel bir olaydır. sonuçta ismail yk denen arkadaşımız da bu takım mekanların içine girer veya önünden geçer. halkın içerisinde bulunmuşluğu vardır yani. böyle bir durumda karşılaştığınızda yapmanız gereken tek şey sakin olmaktır. çünkü gelip geçicidir. gözlerinizi kapatıp beşe kadar saydığınızda ortadan kaybolacaktır. buna programlanmıştır çünkü kendisi. dikkat edin arkadaşlar, o her yerde.
iyiye delalet değildir. en azından bize böyle öğretildi.
ajdar.. o kitleleri peşinden sürükleyen, kendine taktığı hiperstar lakabıyla milyonlarca vatandaşımızın kalbine seslenen bir fenomen. "kolay iş değil hocu, kolay iş değil" dedi alihan, az önce yaptığımız telefon görüşmesinde. "bu adamın yakaladığı popülariteyi senelerdir elde edemedim ben, zaten onu dövmemin bir sebebi de buydu aslında" diye deam etti. bir an içim sızladı, bu olmamalıydı. alihan bu hiperstarın altında ezilmemeliydi. suçlu aradım, bulamadım. ajdar adeta elime aldığım küçük kartopunun tarafımca yerde yuvarlanmasıyla oluştuğu devasa kardan adama benziyordu. ajdar buydu, ve giderek büyüyordu.
bilinçaltım vardı benim, kimseye gösteremediğim. laplace'ın şeytanına özenen bir sol lobum vardı. ve bunları engelleyen evcil acılarım. ajdar bilinçaltıma giderek işliyordu ve ben bunu engelleyemediğim için kendime bir yandan kızıyor, bir yandan da kaçınılmaz sona doğru yaklaştığımı fark ediyordum. hayatımı ele geçirmeye çalışan bu "virüs"e karşı koyamamak başta ben olmak üzere etrafımdakileri çok üzüyordu. çaresizlik, kötüydü.
uyuyorum, yapıyorum bunu. dün akşam da yaptım. olacaklardan habersiz bir şekilde yaptım. gözlerimi kapatmam ve uykuya dalmam arasında geçen 7 dakika 34 saniyelik süre içerisinde aklımda, alihan'ın ajdar üzerindeki fiziksel darbeleri, ajdar'ın çikita muz şarkısı ve birtakım hatun siluetleri geldi. ancak bilinçaltımın bunların bir sentezini yapacağını nerden bilebilirdim? bilemedim. artık zaman gelmişti. o yanımdaydı. yakındı.
gerçek gibiydi, ajdar bilgisayar masamın önünde oturmuş öylece bana bakıyordu, sanki gerçekti, kalksam dokunacak gibiydim. kalkmadım, bunu göze alamadım çünkü ajdar benim için bir tabuydu, bir simgeydi o. varlığına bile kendimi inandıramıdığım bir cyborgdu. karşımdaydı, bir an için ağzını açtı, bir şey söyleyecek gibi oldu, söylemedi. "sen" dedim, sen "o"sun. umarsız bakışları beni giderek yaralamaya başlamıştı, bir şeyler yapmalıydı. o haşin, o hiperaktif aynı zamanda hiperstar bu adamın artık varlığını hissettirmesi gerekiyordu diye düşündüm, rüyamda. "ben" dedi kesik kesik, "ben aslında yokum ve artık beni dert etmeni istemiyorum" dedi. o an başımdan kaynar sular döküldü. "o" gerçekten yok muydu? yoksa "o" hayallerimde yarattığım bir kahraman mıydı? bunun gibi zilyon tane soru beynimi kurcalamaya başladı. tam o sırada nereden geldiğini başlarda anlayamadığım bir ses duydum "ajdar ismail yk'ya ne dedieeaağğ", "ajdar ne cevab verdieeaağğ" tarzı bir şeydi. sanki gerçeğe yaklaşıyordum, gözlerim o derin tünelden çıktı ve açıldı. uyanmıştım ve karşımdaki televizyonda bir magazin programı dönüyordu. sevindim.
sevincimi yastığımla paylaştım, sarıldım, ajdar niyetine. bir an için ajdar'ın olmadığı bir dünyaya yelken açtığımı düşünsem de hala var olduğunu öğrenince kendimi müthiş bir ruh hali içerisinde buldum. ne olur bırakma bizi ajdar! sensiz bu dünyanın bir anlamı yok.
tamam silikondu, tavırlardı falan kırık halleri yok değil ama ya bunların hepsi bir oyunsa? adamın ya her şeyi rolse? olur mu olur. adam çıkarıp sallıyormuş falan hatuna, dünya hali. hiç belli olmaz.
ismail yk.. bir ekol, bir düşünce adamı, bir devrimin lideri. türkiye müzik tarihinin tozlu sayfalarına adını metalik harflerle yazdırmış biyonik adam. bir neslin elinden tutmuş, kulaklarına lavaboaç olmuş, zaman zaman duygulandırıp, zaman zaman da coşturmuş egzantirik bünye. lütfen saygı duyalım bu adama.
bu adam seviyor, evet. duyguları var ve bu duygular ona sadece "şarkı sözü" olarak değil, birtakım fiziksel etkileşimler olarak da geri dönebiliyor. biliyorum, ilgileniyor adam. o da kızların elinden tutuyor, sevişiyor falan. bunlardan yoksun değil, öyle göründüğüne bakmayın. ismail yk o sadece kliplerde dönen spastik görünümlü fenomen değil. en azından bundan ibaret değil, öyle umuyorum lan!
neyse efendim, geçen gün bir kız arkadaşla oturuyoruz yine. koyu bir sohbetin en demli yerindeyiz, söylediği bir söz ile sarsıldım. oturduğum sandalyeden yerle 78 derecelik bir açı yapacak kadar eğildim. sonra toparladım kendimi. tamı tamına şunu demişti; "keşke bir kere ismail yk'yı görüp onunla öpüşebilsem". başımdan kaynar sular döküldü, hayata küstüm. neden bu kadar içerledim biliyor musunuz? biliyorsanız hemen söyleyin yoksa ben söylüyorum; bu kız bana vermedi! bu aşamadan sonra bir eziklik hissettim, mukayase ettim kendimi, hayata küstüm tekrar.
diyeceğim o ki; ismail yk ile çıkan kızın psikolojisi diye bir şey yoktur. bildiğimiz gibi her aşkta elbet beyin işlevselliğini azaltır. duygular mantığa baskın hale gelir, bu doğaldır. ancak bahsettiğimiz "sanatçı"mızla birtakım ilişkilerde bulunan hatun kişilerin beyin fonksiyonlarında bir sıfırlanma, bir debdebe, bir funeral durum yaşaması kaçınılmazdır. biter, gider. çöker.
var böyle bir şey. 6 paragraflık muazzam bir entry girseniz de o iki yancümlecikten oluşan kıytırık tanımı yapmazsanız o entryi unutun. gerçekten. o yüzden gerilin entry girmeden önce. tanımınızı yapın keyfinize bakın.
aslında bu başlığın türevi bir başka başlıkta incelenmiş; (bkz: otobuste soganlı döner yiyen insan). ancak yeteri kadar üzerine gidilmediğine kanaat getirdim ve bu insanların derinine inilmesi gerektiğini düşündüm. evet.
şimdi bu adamlar yaşıyor bi' kere. bir yerlerde, bir köşede uyuyup, ertesi gün de uyanıyorlar. çoğu da çalışıyor, insan içine de karışıyor yani. onlar da basıyor otobuste birinin ayaklarına, sonra özür diliyor. aynı bizim gibi. ancak bazıları var ki bunların aralarında, diğerlerine hiç benzemiyor. omuz atıyor, arkasını dönüyor. ayağına basıyor, geri basıyor. böyle şeyler.
o adam bugun bizimleydi, aramızdaydı. elindeki emar görüntüleme merkezi ve bilimum sağlık karnesi türevi evraklarından çıkardım ki; sabah erkenden kalkmış, bir şekilde hastaneye gitmiş, sonra mr çekilmeye gönderilmiş falan. tahlilim bu yönde. yorulmuş belli, yılların getirdiği yorgunluk suratındaki çizgilere baskı uyguladıkça, daha çok doluyordu alnındaki gözenekler terle. tükenmişliği belliydi. apaçıktı ki, açtı.
her zamanki gibi okulumdan çıkıp eminönünden otobüsüme bindim bugun de. farklıı bi' şey yapmadım yani. kız arkadaşım falan da yok, aşırı yakışıklı olsam da. ray-ban gözlüklerim de cabası, neyim lan ben. neyse, saraçhane taraflarına geldik. duraktan bir yolcu akını oldu 34 numaralı otobusume. durun yavaş yapmayın diyemeden bindi hepsi, çok içerledim. ama bir adam vardı ki; bir elinde sayısız poşet diğer elinde yarım kalmış bir pide arasına dizilmiş tavuk döner. belli ki beklemekten sıkılmış ve acıkmış da. ama lanet otobus işte, hep bu zamanlarda gelir ya, adeti. ön taraftaki karşılıklı koltuklar da oturan şahsımın karşısına geldi oturdu. poşetine koyar dedim döneri, koymadı. yemeye devam etti. bütün otobüsü tavuk döner kokuttu hımpfh! canım istedi söyleyemedim. herkesin canı istedi, söyleyemedi. bıyıklarının arasında kalan tavuk parçalarına bile özendim, söyleyemedim. öğrenciydim, zamanım yoktu, acıkmıştım. poşetinden bir pide tavuk döner daha çıkardı sonra, inanamadım. bu olayı sözlükle paylaşmaya da o an karar verdim. onu da yedi bıyıklı adam ve yine bıyıklarında tavuk parçaları birikti ve ben onlara yine heves ettim. yaralandım.
bu insanlar aramızda arkadaşlar, bir dahakine ben de rakı sofrası kurmayı planlıyorum otobüse. sonra gelip onu da yazacağım. çok eğlenceli, tavsiye ederim.
edit: sen kesin o adamsın. aferin devam et böyle. yarın ben ısmarlayacağım sana.
lost izleyip sıkılan insandır.*
alıp karşıma konuşmak istediğim adamdır. birkaç küfür savurup, aklını almaya yelteneceğim, hatta burun deliklerine yanan kibrit çöpünü sokacağımdır.
edit: şaka yapıyorum lan! izlemiyorsan izleme, çok da..
var böyle bir şey bi' kere. sıkılıyoruz sabahları(okul iş falan yoksa) evimizde oturmak mecburiyetindeysek. ama illa ki imdadımıza yetişecek bir şeyler oluyor. canlarını yediğim kadın programları.. petek dinçözüyle, seda sayanıyla, inci ertuğruluyla* çok tatlı onlar. boş zaman doldurgacı, time killer, duygu sömürücü, boş insanlar bunlar aslında. canlarım.
lost'un soundtracklerinden. charlie'nin asılı bulunduktan sonra yaşama döndüğü sahnede çalmıştı. bir de boone öldüğünde duymuştum. ruh dinlendirici, cool bi' müzik. tavsiye edilir. youtube link veremiyoruz, malum.