münzevi olmak için toplumdan uzakta bir yerde kendi başına yaşamak yeterlidir. bilge, filozof, akıllı filan olmak gerekmez. istiyorsan git bir ıssız adada gerçek bir angut gibi takıl bütün gün, toplumdan uzaksan, "münzevi" kelimesinin tanımına uyuyorsun.
rastgele bir sözlüğe girip kendi hakkında yazılanları okusa öyle güzel sırıtır ki, insan omurgasına kadar ürperir. ankara halkını 10 sene dönere doyuracak kadar tazminat var adama sözlüklerin birçoğunda.
çeliktepe cengizhan lisesi de muhteşemdir. aslında şöyle söylenebilir, genellikle kişi (birinci tekil şahıs) hangi lisede okuduysa, onun beyanında o en iyisi olacaktır. sonra bir şekilde bunun üzerinden sidik yarışı da yapılır. üniversitede de, şehirlerde de, takımlarda da var bu. araba markasında da var, hmm bilgisayar işlemcisi markasında da. her şeyden sidik yarışı çıkıyor, hey yavrum be!
bunun esası "11. prens" değil, "11 prens" olarak öngörülmüştür. neticesinde de tutmuş bir öngörüdür, a milli takımın 2002 dünya kupası'ndaki ilk 11'ini işaret eder.
bunlarda sensörün açısı farklı farklı oluyor, ondan sıkıntı yaşıyordur insanlar. 120 derecesi var, 180 derecesi 360 derecesi var. var oğlu var. 360 derecelik olanlar, sen daha apartmana girmeye karar verdiğinde yanıyorlar, öyle diyeyim.
bir sortiyi üç dört yerden kontrol etmek de mümkündür vavienle, ama onun için farklı bir anahtar takıyorlar, ona göre hat çekiyorlar filan. komitatöre ve düz anahtara göre daha pahalıca olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? bence yok.
yapıda bitiş malzemesi olarak sıkça kullanabileceğin bir şey. bir tek yapı deyip de geçme, bunun daha çatal bıçağı mobilyası, alet edevatı bilmem nesi var. her yerde kullanılıyor bu meret. ama sen daha varsa yoksa o faşist bu ateist, o türk bu kürt. o hooo, oh? hani paslanmaz çelik? al buyur.
çok fazla mil biriktirmek lazım, zor iş o yüzden. boyut değiştirmeli, wormhole'lu, hiperuzaylı işler çünkü epey mil yakar. buradan ay bile anasının nikahi kilometre.
mesela benim bizzat içerisinde bulunduğum bir hal ve durum. şöyle oluyor, taa cro magnon adamından beri türk olan bir ailenin hiç bozulmadan, karışmadan gelmiş bir koluna üye oluyorsunuz. o şekilde oluyor. absürd derecede türk oluyorsunuz yani, aşırı.
bugün kafatasımı ölçsen, omurgayı kırıp içine baksan "yebgu han tebig oldı" yazısı çıkıyor. bu derece bir durumdan bahsediyorum.
doğru mudur yalan mıdır bilmem, doğru olmasına çok ihtimal vermiyorum. ama esas bu iddianın hızla ortaya çıkardığı refleks çok eğlenceli. gün bitene kadar toplam kaç kişi "benimki de çift ama kürt değilim, en aşırı derecede türk olan benim" diye kendisini kendince "aklamaya" çalışacak, neşeli bir merak içerisindeyim.
bu hesaba göre bir camiye aşağı yukarı yarım imam düşüyor. demek ki memleketteki imam sayısını iki katına çıkarmak lazım, veya cami sayısını yarıya indirmek lazım. diyanetin matematikçi istihdam etmesi gerek yatırım yaparken danışmak üzere.
yine bir bilgi eksikliği örneği ile karşı karşıyayız sevgili seyirciler.
abdullah öcalan'ın milletvekili olma ihtimali, bir salyangozun süper kupayı kazanma ihtimaline denktir yaklaşık olarak. neden diyecek olursan, nedeni şu: kendisi terör örgütü lideri olmaktan suçu sabit görülen, ve bilmemkaç defa idama mahkum olmuş bir suçlu. kanunen suçlu yani, mahkumiyeti kesinleşmiş adamın.
dtp'li o diğer kadın ise, "tutuklu yargılanma süreci" içerisindeyken seçildikten sonra dokunulmazlık kazandı. bu nedenle şu anda davası askıda, dokunulmazlığı kalktığı zaman da sürecek. dava sonucuna göre mahkum da olabilir, beraat de edebilir o zaman geldiğinde.
mesele şu: biri mahkum, kanunen suçlu. suçu sabit. diğeri zanlı. yargılanıyor. suçlu olup olmadığı kanunen sabit değil henüz.
eveeet. bir yayınımızın daha sonuna geldik.
bugünkü bölümde, "kanunen suçu sabit görülmüş ve hakkında cezai karar alınmış olan kişi" anlamına gelen "mahkum" ile, "yargısı tamamlanmamış ve suçlu olup olmadığı kanun nezdinde henüz belirli olmayan kişi" anlamına gelen "zanlı" arasındaki farkı öğrendik. esenlikler dileriz.
suç "insanlar ne düşünür" diye tanımlanmayacağı için, suçtur demenin anlamsız olduğu bir beyanattır.
bir şeyin suç olması için, o şeyin ilgili kanunda suç olarak tanımlanması gerekir.
anayasanın ilk 3 maddesinin değiştirilmesini, (teklif bile değil) "temenni" etmenin suç olması için, "teklif (temenni) edilmesi suçtur, yaptırımı da şu şu maddeyle düzenlenmiştir" denmesi beklenir. hele ki bu kadar her şeyi kapsayan bir anayasada. eğer ki anayasanın bir yerinde, "bunların teklifi ve temennisi ve bunların ifadesi suçtur" diye bir madde varsa, evet suçtur beyanat. eğer yoksa suç değildir. keyfimden değil yani, kanunla alakalı.
temenniden ibaret, böyle bir şeyi söylemek de suç değil ayrıca. anayasa'yı protesto etmek veya eleştirmek de suç değil. "başkenti ankara'dır, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez" mealinde bir şey var anayasa'da, doğrudur, ama orada tekliften kasıt "kanun teklifi" oluyor.
yani ben karşı markete gittiğimde "ibrahim abi bizim beşiktaş başkent olsa güzel olma mı?" dersem en fazla geyik yapmış oluyorum. o öyle bir teklif değil yani.
kaldı ki, kanun hükmü olarak teklif etmeye kalkarsan da suç değil, sadece direkt geçersiz oluyor o teklif. oylamaya açılamıyor filan sanırım. öyle bir şey.
ingiliz parlamento sıralarının sağındaki gelenekçiler ve solundaki yenilikçilerle alakalı bir tarihsel etimolojik hadise.
hatta enteresan trivial bilgi bak, ingiliz parlamentosunun bu sağ ve sol sıraları arasında da 2 kılıç boyu mesafe vardır, bunlar meclis halindeyken oturdukları yerde birbirini dürtmesin diye.
bunlar londra flarmoni orkestrası'nda çalarken, oranın aşırı ciddiyeti ve trt tipi sıkıcı hal ve durumuna daha fazla dayanamayarak, fraklarını papyonlarını fırlatıp oradan ayrılan, kendi orkestralarını kuran bir grup müzisyendir.
bir sürü insanla ortak iş yapmış, pek güzel çalışmalara imza atmışlardır. jethro tull ile yaptıkları, jethro tull'ın parçalarının senfonik yorumlarından mürekkep albüm mesela, oldukça cillopsudur.
bunun dışında, amatör bestecilerin işlerini de çaldıkları bir okasyon olmuştu sanırsam. öyle bir kayıt da vardı bende ama, taa kaset dönemi, bir sürünüz bebekti o zamanlar.
neyse. bunlar böyle güzel insanlardır. ve eğer yeterince iyi çocuklar olursak, belki bir gün ormanda dolaşırken onların köyünü görebiliriz.
sırp prensi yanoş yerde ölü numarası yaparken, bir anda ayağa fırlamış ve karşı yönden gelerek savaş meydanını gezmekte olan padişah üçüncü murat yönetimindeki alman panzerine yandan çarpmıştır.
bunun neticesinde dünya korkunç bir savaşa sürüklenmiştir.
altına hücum döneminde adam olmuştur tamamen. ondan evveli işe yaramaz toprak parçası olarak bakılıyor. ruslar da altına hücumdan hemen önce satmışlar, bir esnaf olarak zararlı çıkmışlar kanaatindeyim.
öhmm.. bu artık iç mimarinin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiş bir numara. alçıpanla veya mdf ile yapılan yüzeyler veya eğrilerin ucunda bir yerinde uygulanıyor, bir kalıpla. ama bunu böyle tarif edemem size çizmeden. onu öyle yapalım, bir ara çizip maillerim size.
ama maliyeti arttırır onu da belirteyim, alçıcının çekeceği fiyatı etkiler yani.
bir de "yeşil alçıpan" olarak adlandırılan bir çeşide sahiptir. bunu da ıslak hacimlerin duvarları için düşünebilirsiniz, su-nem dayanımı daha iyidir beyaz alçıpana göre. yine de üzerine seramik karoyla filan bitiş yapmanız, hepimiz açısından daha iyi olur.
might and magic 6'da, yamyam ve kertenkele adam diyarı. öyle bir körfez ki, içindeki hemen herkes it kopuk. bir kapı çalsan, bir kap su bir parça ekmek istesen adamın yüzüne tükürürler, öyle söyleyeyim. ama bu adam onuncu level üzeri bir partiyle dolaşıyorsa, kırar geçirirsin acımadan ortalığı işte. ders olsun bu da onlara. namussuzlar.