Adliyedeyiz. Savcının karşısına cikartilana kadar kelepçeli idi. Şu anda ifadesi devam ediyor. inci sözlük te yazılan bir yazıdan dolayı site sahibinin göz altına alinmasi sadece bu ülkede görülecek bir olaydı. Görüldü..
bira donar mı demeyin, denedim donuyor. Alüminyum şişe yapmışlar 125. yıl şerefine. buzluğa atıyorsunuz, 5 dakikada buz gibi oluyor. biraz uzun süre kalınca, bardağa koyduğunuz anda buz tuttuğunu görüyorsunuz. buz gibi bira benzetmesini bildiğin gerçekleştirmişler.
o değil de, 125 yıl, dile kolay. hep var olsunlar.
t24'den leyla alp'in yazdığı "Elinizde büyüyen çocukları mezara koymak ne demek siz bilmezsiniz" başlıklı yazısı.
Siz bilmezsiniz… Birlikte cenazeye gittiğimiz insanların cenazesine gittik biz...
Birlikte slogan attığımız insanlar için slogan attık.
Adaşının, yaşıtının fotoğrafını taşıyan gencin fotoğrafını başka bir gencin elinde gördüğümüzde kalbimizin nasıl orta yerinden ayrıldığını siz bilmezsiniz.
9 yaşında bir çocuğun “avukat olmak istiyorum” diyen videosunu izlerken gözümüzün nasıl karardığını siz bilmezsiniz. 9 yaşındaki öğrencinize mektup yazmak zorunda kalmak ne demek siz bilmezsiniz. 9 yaşındaki başka çocukların yakasına 9 yaşında ölü bir çocuğun fotoğrafını takmak ne demek siz bilmezsiniz…
Arkadaşlarınızla cenazede karşılaşmak ne demek siz bilmezsiniz. Kucaklaştığınızda gözyaşını onun omzuna bırakmak nedir siz bilmezsiniz.
Bir insanın elini sıkıca tutup göğe bakmak nedir bilmezsiniz...
Konuşmadan anlaşmak, gözyaşı dökmeden ağlaşmak ne demek siz bilmezsiniz…
Haykırmak, göğü yırtmak isterken yutkunmak ne demek siz bilmezsiniz…
Elinizde büyüyen çocukları mezara koymak ne demek siz bilmezsiniz…
Parçalanmış et kokusu ne demek siz bilmezsiniz…
Duman ne siz bilmezsiniz… Battaniye ne? Adli Tıp neresi? Negatif kan ihtiyacı ne demek siz bilmezsiniz. Haber alamamak ne demek siz bilmezsiniz?
Açılmayan, açılamayan telefonların kulaklarımıza nasıl çığlık olarak geldiğini siz bilmezsiniz…
“iyi misin?” sorusunun bazen ve genellikle çoğunlukla “yaşıyor musun?” demek olduğunu siz bilemezsiniz.
“Ben iyiyim” sözünün “keşke öleydim” demek olduğunu siz bilmezsiniz.
Yanınızdakinin gözlerine bile bakamamayı, susarak oturmayı, susup ağlamayı siz bilmezsiniz.
“Hayat devam ediyor” diyen insanlara “haklısın” deyip içine içine ölmeyi siz bilmezsiniz.
Her yasal ve meşru eyleme giderken arkadaşlarınıza “dikkat et” uyarısı yapmanın ne demek olduğunu siz bilmezsiniz…
Saatler boyu cenaze aramak ne demek siz bilmezsiniz. Sevdiğinizin cenazesini bulduğunuza sevinmek ne demek siz bilmezsiniz.
Evladından haber alamayan, cenazesini bulamayan insanların yanından utanarak cenaze çıkarmak ne demek siz bilmezsiniz.
Siz bilmezsiniz… Hiç tanımadığımız ölü insanların anneleri evlatlarına sarılır gibi sarılıyor bize, siz bilmezsiniz.
Evladını yitirmiş anne kokusunu siz bilmezsiniz.
Analar evlatlarına değil bize sarıldıkları için utanıyoruz, siz bilmezsiniz. Onlar bizim yüzümüzde evlatlarının yüzünü ararken yaşamak ne kadar ağır geliyor siz bilmezsiniz.
“Ağrıma gidiyor” sözünün ne kadar büyük bir anlamı var siz bilmezsiniz. “Ağrıma gidiyor” diyememeyi, dediğinde böğüre böğüre ağlamayı siz bilmezsiniz.
Siz bilmezsiniz hiç tanımadığımız insanlar için gözyaşı döküyoruz biz. Öldürüldükleri için artık hiç tanıyamayacağımız insanların tabutlarını taşıyoruz.
Neden öldüğümüzü, ne kadar haklı ve masum olduğumuzu anlatmaya çalışırken ölüyoruz biz…
Siz bizim gözyaşımızı anlayamazsınız çünkü neden ağladığımızı aslında hiç sormadınız, umursamadınız. Siz ağlattınız…
Şimdi “hepimizin acısı” deyip acımızla oynamayın. Şimdi “biz de üzüldük” demeyin. Oradaki “de” ayırmıyor bizi sadece. Siz bizim için asla üzülmezsiniz. Ölülerimiz buna tanıktır. Parça parça edilen bedenler buna tanıktır… Anaların gözündeki yas tanıktır…
Siz bizim yasımızı da, acımızı da anlamaz umursamazsınız…
Siz acı nedir bilmezsiniz…
2014 Kasım'ı. Gelirini Kobanê'li ailelere götüreceğimiz kermes açmıştık, Yüksel caddesinde. ismail ağbi'de bizimleydi. içtiği bir bardak çay için bile bağış kutusuna para atar, 'çayı biz demliyor, biz satıyor olabiliriz. Ama bu çay aslında bizim değil, ücretini vermemiz lazım' derdi.
inşaat iş sendikasını kurmuştuk, üye olmamız için inşaat alanında faaliyet gösteren bir şirkette çalışmamız, sigortamızın oradan yatması gerekiyordu. Bir tanıdığım HSYK binasının tadilat işlerinin ihalesi almış, işe başlamıştı. Onlar işçi arıyordu zaten, biz de sendikaya üye olabilmek için sigorta yapacak bir şirket. Bulmuştuk...
Beraber gider, taş taşır, duvar yıkar, pislik çıkarır, harç karardık.
Beli ağrırdı ismail ağbi'nin. Ömrü boyunca yediği coplardan belki de. Ben ona kıyamaz, "ya bi dur ihtiyar. zaten belin de ağrıyor" deyip ağır olan işleri yapmaya çalışırdım, o da beni kardeşi görür, küçük bilir, kıyamazdı. Bir şekilde el atardı ağır olan işe...
Ömrümde hilti mi kullandım ben, ne bileyim. Yorulduğunu görünce aldım elinden. Ömrüm boyunca kullanmadım ama artistliğimden de taviz vermeden yaparım dedim. Daracık bir yer, zemin beton. beton zemini kırıp aynı seviyeye getirmeye çalışıyoruz.
Bana hiltiyi verdikten sonra da uyardı, "döndürme aparatı var, onu çevirme" dedi. "Dönerken daha kolay kırar ama sert bir yere gelirse, takılır ucu dönmediği için makine döner ve elini kırabilir". "Ya ağbi sen beni çocuk mu sanıyorsun, geç otur bir yere" dedim.
Neyse başladım ben çalışmaya. Yollarda falan görmüşsünüzdür, ucunda sivri bir demir olan alet. Yukarıdan bastırıyorsunuz, çelik uç yukarı aşağı hareket ediyor ve zemini kırıyor. Kırıyor ama çok yavaş. Tez canlıyım ben, daha hızlı olsun istedim. ismail ağbinin çevirme dediği aparatı çevirdim. Böylece makine hem yukarı aşağı çalışıyor, hem de dönüyor. Sahiden de daha hızlı kırıyordu. 5-10 dakika çalıştım, iyi gidiyordu her şey. Sonra ne olduğunu anlamadım bile, uç dönmedi makine döndü. Elim kaldı arada, nasıl bir acı. Ahhhh diyebildim sadece.
Yetişti ismail ağbi, O pislik dolu, daracık yerden çıkardı beni. Bir yandan söyleniyor ama hala kızmaya kıyamıyor. Ben sana demedim mi çevirme diye vs. Buz kesti elim, morarmaya başladı Nasıl telaş oldu. Toz ağzına girmesin diye yüzünü kapattığı bir bez vardı, onunla sardı elimi, hastaneye gittik. Unutamam o yardım etmeye çalışan, ve kendini sorumlu tutan halini...
Suruç'a gittik, kalabalıktık. Hepimizi kontrol etmeye çalışan, sürekli ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini söyleyen, o sahiplenen hali gözümün önünde.
Sonra...
Sonrasını boş verin... Oldu hiç olmaması gereken, ama bir şekilde engelleyemediğim bir şeyler.
O beni affetti aslında ama ben kendimi affedemedim hiç. 10 aydır hiç görüşmedik,
Sonra bir haber işte, "ismail Kızılçay Ölümsüzdür."
Olmasaydı sonumuz böyle..
Unutamayacağım iki cümlesi vardır ismail ağbinin, birincisi 'çayı biz demliyor, biz satıyor olabiliriz. Ama bu çay aslında bizim değil, ücretini vermemiz lazım" dır.
ikincisi ise, sendikamıza maaşlarını alamadıkları için başvuran işçilere söylediği;
"inanıyorum, size inanıyorum" sözüdür.
ismail ağbi hep işçiye, emekçiye inanırdı. inanmayı senle öğrendik biz.
inanıyorum ismail ağbi, ölümsüzlüğüne inanıyorum. Affettiğini de biliyorum ama, sen yine affet... Üzerine yıldızlar yağsın...
#ttnetpişmanlıktır hashtag'i ile twitter'dan da devam eden kampanya. ttnet kullanıcılarının yaşadıkları problemleri, isyanları anlattıkları kampanya. güldürürken düşündüren cinsten.
ttnet pişmanlıktır çünkü; ayın 15'inden sonra ofise gitmek bile istemiyorum. adil kullanım kotası zamazingosundan ötürü zaten yerlerde olan bağlantı hızı, iyice hız olmaktan çıkıyor. youtube'dan çıkış yapabilmek için 30 saniye beklemem gerek, çıkışa tıkladıktan sonra.
ben yıllar önce boşanmıştım kendilerinden. ama iş yerinde mecbur katlanıyorum...
askerlik yaptığım zamanlarda yaşadığım saçma sapan bir olayı anlatacağım sırada aklıma gelen, o yazıyı yazmaktan vazgeçmeme sebep olan, suruç'taki katliamda hayatını kaybeden gencecik insan. "öldürme sanatı"nı reddeden, aynı zamanda vegan olan bir koca yürek.
senin reddettiğin askerliği ben yaptım. o yüzden beni en çok sen affet iki gözüm, en çok sen affet...
arkadaşlar çük kadar olan tarih bilginizle birbirinizi kırıyorsunuz. gelin ben size meselenin özünü, esasında kime kızmanız gerektiğini anlatayım.
mimar sinan'ın türk olmadığı, devşirme yöntemi ile yetiştiği tarihi bir gerçek zaten. ekstra bir şey bulmuş değilsiniz yani, 'gerçeği' deyu başlık açarak. fakat arada unuttuğumuz bir şey var; herkes birbirine giydirmeye çalışıyor.
yahu osmanlı'cı bir adam değilim, onları savunmak da hayatım boyunca isteyeceğim son şey ama durum bu, osmanlı bunu dert etmiyordu ki. osmanlı zaten ırka dayalı yönetimi olan bir devlet de değildi. osmanlı onlarca, belki yüzlerce etnik unsurun bir arada yaşadığını günümüz amerikası gibi bir devletti.
ama gelin görün ki, yurdumuzu düşmanlardan ışın kılıcıyla kurtaran, tek başına 2 milyar düşmanı egeden akdenize döken, ordusuna savaşmayı değil ölmeyi emreden atatürk, ilk cumhurbaşkanı olduğu devletin adını 'türkiye' koyuyor. türkiye demek, zaten başlı başına diğer etnik unusurları dışlamak demektir. yine söylüyorum, osmanlıcı falan değilim. ama osmanlı daha kapsayıcı bir devletken türkiye bir anda sadece türklerin oldu. ermenilere, rumlara, kürtlere, pomaklara, çingenelere, adigelere neler yapıldığını anlatmayacağım şimdi, zaten biliyorsunuz ama inanmıyorsunuz işte.
her neyse konuya gelelim, bilir misin afet inan diye bir kadın var, yüceler yücesi atatürk'ümüzün manevi kızı olmasının yanı sıra aynı zamanda da türk tarih kurumunun kurucusudur. işte onun başında olduğu bir ekip, (ki atatürk'ün de onayı ile) yurdun birçok yerinde kafa tası ölçümleri yapıyorlar. binlerce inanın kafatası ölçülüyor ve türk olup olmadığı anlaşılmaya çalışılıyor. bunun yanı sıra mezarlar açılıp cesetlerin bile kafatasını ölçüyorlar. işte o cesetlerden biri de mimar sinan'a aittir.
mimar sinan'ın kafa tası mezardan alınıp ölçülüyor. daha sonra da biz ölçtük mimar sinan türktür diye rapor hazırlıyorlar. ama gelin görün ki, mimar sinan'ın kafa tası o gün bugündür kayıp.
isteyenlere o günlere ait onlarca fotoğraf belge gösterebilirim. şu anda buraya eklemek ile uğraşamayacağım.
ama konumuz gereği yazmak zorunda hissettim kendimi.
mimar sinan türk değil evet, tıpkı yüzde doksanınız gibi. ama osmanlı bunu hiç önemsemedi, kendi tebaası kabul etti. ne zaman ki, adı bile sadece bir ırkı temsil eden bir ülke kuruldu, işte o gün insanların etnik kökeni mesele oldu. etnik katliamlar yaptı bu zihniyet, kültürel soykırım yaptı. bin yıl bir arada yaşayıp bir kez olsun birbirinin etnik kökenini merak etmeyen insanlar, bir anda etnik kimliklerinden ötürü birbirlerinden nefret eder oldular. türk olanlar tabi ki arkalarındaki devlet gücü ile bir adım önde yer aldılar.
demem o ki, birine kızacaksak eğer, hakkında koruma kanunu olduğu için eleştirmeye bile korktuğumuz atatürk'e kızmalıyız. ama mevcut kanundan ötürü kızamıyoruz çünkü o en büyük türk. yaşa atatürk...
hayvansal hiçbir ürünü yeyip içmedikleri gibi, hayvanların sömürülmesine sebep olan hiçbir ürünü de kullanmazlar. deri, yün, hayvanların denek olarak kullanıldığı kozmetik ürünleri vs.
"törklörö sövöşçö özöllöklörö.." duyan da türklerin bilime yönelmelerini engelliyorlar sanacak. komplo teorisini öptüklerim...
kendini entel, elit sanan versiyonları uludağ sözlükte gırla. sadece öğretmen maaşıyla alakalı başlıklara bakmak bile sayılarını anlamak için yeterli bunların.
öğretmen maaşını eleştirir, yaz tatillerinde haksız maaş aldıklarını her fırsatta "atom parçalamayı mümkün kılmış" bir edayla anlatırken, tek işi -cuma günleri hariç- bomboş olan camilerde ezan okumak olan imamlara seslerini çıkarmazlar.
aynı çomarlar, kaçak saray için, milyonluk makam araçları için;
"devletimizin ne kadar güçlü, ne kadar büyük olduğunu bütün dünya anlamış oluyor bu sayede" diyor ama bütün büyük devletlerin; gücün ve gelişmişliğin temeline insan haklarını, demokrasiyi koyduklarını görmüyorlar. tabi bu çomarlar yüzlerini batıya dönmek yerine, götlerini orta doğuya, arap yarımadasına çevirdikleri için, gelişmişlikten anladıkları o. din kardeşi oldukları araplar da, altın kaplama klozetlerde sıçıp, gümüş kaplamalı arabalarla geziyorlar. kabe manzaralı otellerin kral dairelerinde 14-15 yaşındaki kızlara tecavüz etmek onların için gelişmişlik düzeyi, güç göstergesi.
bu çomarlar, 'ağğh parti eğitimi parasız yağğhtı' derler. "yahu ne parasızı, ikinci öğretim ücretleri hala ebesinin nikahı kadar, örgün eğitimde de hala alınıyor, ufak bir indirim var sadece' dediğimiz ise, 'ee eskiden daha mı eyiydi. en azından indirimli' derler. parasız eğitim istiyoruz dedikleri için hala tutuklu olan 10'larca öğrenciden de habersiz üstelik.
özetle, sayıları azımsanmayacak kadar fazla bunların. bunlar umudun düşmanı, dilimin düşmanı, insanın, kadının, doğanın, kuşun, böceğin düşmanı. bunlar cehaletin savunucuları.
akdeniz açıklarında, çocuğunu boğulmasın diye suyun üstünde tutmaya çalışan suriye'li kadının başını photoshopla kapatmak bunlar için daha önemli, o kadının yaşadığı dramdan. https://galeri.uludagsozluk.com/r/825954/+
bunlar içimizde, kemiriyorlar beynimizi. bu kraldan çok kralcı çomarların nesli tükendiğinde, bu topraklara bahar gelecek. toprak kokusunu duyacağız en nihayetinde...
sözlüğün kazandırdığı az sayıdaki güzel insanlardan biri. ne kadar yakınsak birbirimize, her yerde karşılaşabiliyoruz. bir de aşkta yüzü hiç gülmüyor, zannedersem en sonunda bağa kalacak. ha ha ha...
Çok afedersiniz; bir Ermeni arkadaşımdan aktarıyorum;
.
" TC, askeri, savcısı ve milletiyle, Ermeniler için infaz kurumu gibi çalıştı yüz yıldır. Kaç Ermeniyiz bilen var mı? Yaşama koşullarımızı, uğradığımız ayrımları, devletin bakanlarına kadar duyduğumuz binlerce aşağılayıcı sözü? Hala eşitlik türküleri söyleyen, bizi Türk milletinin bir parçası olarak gören iyimser arkadaşlar bilsinler ki, uyruğumuzda yazan TR ibaresi yüz yıldır bizi korumaya yetmedi.
O çok sevdiğiniz Kemalizminiz de, cumhuriyetiniz de kurtaramadı bizi; hoşgörü dininiz islam da. Hala buradaysak; bu topraklar, sizin gelmenizden çok önceden beri yaşadığımız vatanımız olduğu için.
Mecburiyetten kardeşim mecburiyetten. Ne sevgiden, ne gönül bağından vatandaşlığımız.
Daha dün Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya'dan iskan ettirilen, türk olduğu bile şüpheli vatandaşlarımız ağızlarını ayıra ayıra "ya sev ya terk et" dediler.
"Kimin vatanından kimi kovuyorsun" diyemedik. Diyenlerimiz katledildi, yargılandı. Aramızdaki ilişkiyi iyi belirleyelim;
yine güzel, yine alternatif ve yine aynı aksiliklerle geçen festivaldir. hadi geçen sene ilkti, aksilikler oldu eyvallah da, hiç mi ders almadınız arkadaş? tuvaletler aynı rezaletteydi yine. yemek desen km'lerce kuyruk ve pos cihazları yok. çünkü biz üzerimizde hep para taşımak zorundayız.
ayrıca hiç mi birinizin aklıma gelmedi, veganlar? yalancıktan bi vejetaryen sandviç yetti yani öyle mi? açlıktan başıma ağrılar girdi, allahtan birileri karpuz satmayı akıl etmişti. ne kadar ilginç ya, insanlar sömürülmesin, ölmesin, barış olsun derken ölmüş-öldürülmüş bedenler ile karın doyurmaya çalışmamız.
"bana ilginç geliyor, özgürlüğü için savaşamayan insanların aşktan bahsetmesi" demişti bir arkadaşım, yıllar evvel. bu da aynen o kadar ilginç geliyor...
ayrıca kardeş türküler'in bir tane bile halay söylemeden gitmiş olması, tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. ki bence tertip komitesinin işiydi bu, zira bizim bildiğimiz kardeş türküler bir yerde şarkı söyleyecekse halayla bitirir. tek bir tane şarkı söyleyecekse o da halay olur. ilginç bir şekilde festival boyunca hiç halay söylenmedi. alternatif sahnedeki bir grup çok kısa bir şeyler söyledi o kadar.
sadece dumanı dinlemek için gelen ergen güruha ise hiçbir şey demiyorum zaten.
özetle, umarım seneye bu çok basit hallolacak aksilikleri tamamlarlar.
yıllar sonra birçok eski arkadaşımla karşılaşma şansı verdiği için, artı bir puan verdim, hadi yine iyisiniz.
"senin ellerine vurulan kelepçe; benim yüreğime, benim beynime, benim boğazıma vurulur, nefes alamam... seni dört duvar arasına alan sistem, beni o duvarların altına gömer, hareket edemem..."
kardeş gibi terimini kullandığımız insanlar, kardeş değil, adı üstünde kardeş gibidirler. sever, önemser, değer verir onun için endişelenirsiniz. ama kardeş, dünyanın bütün coğrafyalarında, dünyanın bütün dillerinde aynı anlama gelir. aynı mutluluğu hissettirir, aynı acıyı çektirir.
mektubunu aldım bugün, kaç dakika boyunca açamadım. nasıl bir heyecan, anlatamam. ben ömrümde böyle bir şey görmedim... benim küçük kardeşim, bir ayda mı büyüdün bu kadar? senin doğduğun yıllarda da abim hep kayıptı, polisler basardı evi, sürekli bir tedirginlik hali. ben şivan perwer'in kasetlerini gömerdim, evin karşısındaki küçük tepeye. dergiler vardı, okuduktan sonra muhakkak sobada yakılan.
abim gider gelmezdi, babamı annemi alırlardı göz altına günlerce bırakmazlardı, ablamı gözümün önünde dövmüştü bir polis, sadece ikimiz vardık ablamla, gücüm yetmemişti korumaya. ablam, abim, babam neredeyse ailemden herkes bir şekilde benzer şeyler yaşadı, hepsinde canım yandı, sen belki de onlara göre en iyi durumda olansın ama ben neden seni bu kadar dert ediyorum? neden içim içimi yiyor, neden elimden bir şey gelmediği için her gün kendime küfür ediyorum biliyor musun? çünkü sen en küçüğümüzsün. çünkü abi ile kardeş arasında da fark varmış, ben bunu seninle öğrendim...
sen çok büyümüşsün kardeşim, bir ayda mı büyüdün bu kadar? sen bizim küçük, korunmaya, kollanmaya ihtiyacı olan kardeşimizsin. sen hata yapan, biz hataları bir şekilde kapatan, kapatması gerekenleriz. şimdi neden sana yardım edemiyorum, seni neden gelip oradan alamıyorum diye çıldırıyordum. üzülüyordur, korkuyordur, ağlıyordur, belki kötü davranıyorlardır diye endişe edip, ben ağlarken, sen öyle güçlü durmayı nereden öğrendin?
ben sana yazdığım mektupta, mektubu okuyacaklarını bildiğim için her harfi ayrı ayrı düşünüp, özenle yazarken, sen orada korkmadan, çekinmeden nasıl yazdın, korkmadığını? oyunlarını bozacağınızı, onların karşısında diz çökmeyeceğinizi?
hayatım boyunca bu kadar gurur duyduğum bir an daha olmadı. senin güçlü olduğunu, her şeyin farkında olduğunu, direndiğini ve direneceğini görmek bana nasıl nefes aldırdı bilemezdin. sonra oturup kendime kızdım, "bir aydır kendini boşuna paralamışsın" diye.
kardeşim; sen hep korumam kollamam gereken biriydin benim hayatımda, artık bir de gurur duymam gereken birisin. bana bu onuru, bana bu gururu yaşattığın için çok sağ ol, çok var ol. çok diren; çünkü direnmeden, bedel ödenmeden hiçbir şey kazanılmıyor. biz beraber kazanacağımızı da göreceğiz seninle, herkes özgürken...
belki ben de eve dönerim tekrar, sen yine benim kıyafetlerimi gidersin izin bile almadan. ben belki yine içten içe gıcık olurum kıyafetlerimi giydiğin için ama, sana yine hiç belli etmem, olsun sana daha çok yakışmış derim.
özledim kardeşim, ama mektubun kokunu getirdi bana. hala özlüyorum ama daha mutluyum artık. sen de mutlu ol, vuslat artık daha yakın zira...
entry silmek, nik değiştirmek gibi özelliklerden haberi olmayan öküzlerin, "ilk entrysini 2015 de girmiş, nasıl yazar, nasıl mod diye bok atması nasıl komik oluyor anlatamam. zall parayla sattı diyenler bile var, sizin ben hayal gücünüzü sikeyim...
bir yazar, teknik konular ondan sorular. reklamdan da iyi anlar ayrıca. keşke biraz futboldan da anlasaydı da, halı sahada perişan olmasaydı.. severim...
--spoiler--
selam arkadaşlar. öncelikle başlığın orjinali, malzeme nickli moderatörün kadın yazarları kandırması olacaktı ama karakter sınırlandırmasından dolayı kısaltmak zorunda kaldım.
--spoiler--
malzeme nickini kullanan moderatörün kadın yazarları kandırması ve bu olayların artık gün yüzüne çıkması olayıdır. bakınız çok ilginç, bu adamın yaptığı bütün duyuralar hep "x yazarının (ulan x diye yazar var. böyle örnek de veremeyeceğiz artık) y isimli kitabı çıkmıştır" gibi. neden başkası değil de malzeme? çünkü kitap çıkarmaya meyilli, hevesli kadın yazarları kandırması bu sayede daha kolay.
kadın yazarlara "size kitap çıkartacağım, sizi meşhur yapacağım" diye yürüyor. hatta işi ileri götürüp, "benim yayın evim var" bile diyor. kitap çıkarmak konusunda kendilerine yardım edileceğini sanan kadın yazarlarımız da bir şekilde malzeme tarafından kandırılmış oluyorlar.
ben görevimi yapıp bütün kadın yazarları malzeme konusunda uyarıyorum. kitap çıkarma yalanına inanmayın sakın. hatta mümkünse hiç muhatap bile olmayın.
bokunda boncuk bulmuşların; 'yha bu zaten vardı ki, bayadır var. epeydir var. çok uzun süredir var. hep vardı' gibi saçma sapan yorumlar yapmasına sebep olan butondur. bayadır sik vardı! cumartesi günü eklendi ama çalışmıyordu, birçok fonksiyonu sıkıntılıydı. kaldı ki konulur konulmaz da duyurusu mu yapılsaydı aha koyduk diye. 2-3 gün denemişler belli ki. çalıştığını anlayınca da duyusurunu yaptılar. hepsi bu.
serkan'ı hiç sevmem fakat, ayar bunun neresinde? ayrıca aylar öncesinde kendisine verdiğim ayar mevcut zaten. zall su, serkan bira içerken ben geleneklerimizi, örf ve adetlerimizi yaşatıp rakı içtim. bence seninkinden daha büyük ayar olmuş.
uludağ sözlük reklamlarından biri. normalde zall kişisi para kazanmasın diye hiçbir reklama tıklamam ama buna tıkladım ve kaydımı da tamamladım. 50 liralık ücret ödedim ben ama 25 yaş altı için 30 liraymış. bir de kit vereceklermiş bakalım. sanırım sadece bir tişört olsa gerek, bahsettikleri kit.
10 km koşu için ideal bir mesafe bence. amacım birinci olmak. bkz: sporcu qızlar eqlesin...