evet mehmetçiklerimiz her zaman olduğu gibi yardımını esirgememişdir van halkına. lakin mükemmel ve gayet insancıl olarak nitelendirilen ve bu günlerde müge anlı'nın dediklerini faşistlik ilan edenler, doğruluk payını vermeyenler aşağıdaki haberde olayın ne durumda olduğunu görebilirler.
bu ülke için canını feda edenleri gördüğümüz zaman yüreğimiz dağlanır, gözyaşlarına boğuluruz. yıkılırız.
şehit olmadan önce hiç aklımıza gelmeyen bu onurlu vatan evladı, canımız şehidimizin ailesinin bulunduğu durum ortadadır.
babasını kaybetmiş, bir tek anacığıyla 2 engelli kardeşini geride bırakarak vatani görevini yapan ve hainler tarafından şehit edilen birol elmas'a vefa borcunu bir şekilde ödeme zorunluluğumuz vardır.
bu zorunluluğu yerine getirmek üzere moderasyondaki arkadaşlarımız uludağ sözlüğün beşinci yıl zirvesini organize edebildikleri gibi, derme çatma bir barakada yaşayan şehidmizin annesi ve kardeşleri için de bir yardım kampanyası düzenlemeleri elbette mümkündür.
öncelikle bir hesap açılmalı ve yazar arkadaşlarımızın aracılığıyla da buraya aktarılanlar şehit anamıza ulaştırılmalıdır. bunu uludağ sözlük başarabilir.
yaşadığım duygulara tercüman olmuş bir insan, eli öpülesi.
ve ondan önce feryadı figan eden biri 2.nci dakikada yürekten konuşmakta. söyledikleri çok manidar ve türk milletinin karakteristik özelliğini -asıl ve olması gereken özelliğini- yansıtmakta.
--spoiler--
ihtiyarlaşmayız.. ihtiyarlandıkça gençleşiriz. yoruldukça dinleniriz, yorulmayız. bizim imanımız var.. allahımız var.. peygamberimiz var.. kitabımız kuran-ı kerim var. biz korkmayız.. biz bitmeyiz.. imansızlar..
bunu dünya bilsin, hainler duysun. kirli siyasetin kirli yöneticilerine sesleniyorum buardan. şimdiye kadar ateş düştüğü yeri yakar dediler. bu ateş düştüğü yerde kalmamalı, hepimizin ocağında yanmalı, hepimizin bacasında tütmeli..
-saolun siz de saolun. benim bu konuştuklarımı hiçbirisini kesmeyeceksiniz. aynen televizyonda neyse çıkacak. o 36 tane mi kaç tane mi bilmiyorum, o şerefsiz milletvekillerinin aldığı bu devletten maaş zehir zıkkım olsun, haram olsun.. allah bana bir imkan devlet bana bir imkan verirse onları da gidip meclisde taramak istiyorum. meclisde onları da taramak istiyorum, öldürmek istiyorum. haram olsun diyorum bu milletin bu devletin bu türkiye cumhuriyetinin parası o 36 milletvekiline haram olsun diyorum.. haram.. zehir zıkkım olsun..
yoksa benim bebelerim kurban olsun bu vatana. ama onlara zehir zıkkım olsun bu devletin maaşı bu milletin parası. benim diyeceğim bu ben başka birşey demiyorum. onlara zehir zıkkım olsun.
--spoiler--
duşumu aldım. en sevdiğim pantolonumu ve mavi kazağımı giydim. telefonumun bataryasının dolması için taktığım prizden çıkardım. ucuz ama güzel kokan parfümümü sıktım boynuma. hazırdım artık evden çıkmak için. arkadaşım beklemeyi sevmezdi hiç.
aşağıya doğru bastırdım ve araladım kapıyı.. gözlerim kararmaya başladı. sendeledim. yüz üstü yere kapaklandım. kalp kriziydi sanırım. o an aldığım nefesin son nefes olacağını tahmin bile edemezdim. hayat doluydum halbuki.
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
bu hak tüm koşullarıyla tüm kurallarıyla serap eser'de saklıdır. binlerce serap eser açılsın sözlükte, binlerce serap eser girilsin. bunlar yapılsın. unutulmasın hiçbir zaman. aramaya inananlar serap yazsın, sol frame de binlerce başlık çıksın onunla ilgili. yapılsın ki bir daha bu aczi yaşamak zorunda bırakılmayalım şerefsizlere inat.
öldün mü be kuzucuğum?
yitip gittin mi sen de bir hiç uğruna?
kader be abi! her insan ölümle yüzleşecek. her nefis ölümü tadacaktır yazar ya hani zincirlikuyu mezarlığındaki giriş kapısının üstünde. işte ondan geldik ona gidiyoruz be abi. allah rahmet eylesin.
inanılmaz bir uğultu var. rüzgarın uğultusu değil bu. bundan eminim. bu uğultu ölülerin, serap gibi zamansız gidenlerin, suçsuz insanların, dağda gezinen 19 yaşında 20 yaşında bedenlerini kalleş kurşuna teslim etmiş, hain mayınlarda parçalanmış suçsuz insanların yavrucukların uğultuları bunlar.
o otobüste cehennemi yaşadın serap eser. diri diri yandın. o an nasıl bir surat ifadenin olduğunu, nasıl bir duyguyla vücudunun kaplandığını hayal ediyorum ve dayanamıyorum serap... ağlıyorum.
ruh halin mahşere hazırlık içerisinde ve sonra her şeyin biteceğini bilir gibi. bedenin nefsin ise hiç bu kadar ölmek istmemiştir eminim. sevmediğin yemekleri sevecektin, üzdüğün arkadaşına özür dileyecektin daha. ama sen haykırdın değil mi?
'kurtulmalıyım buradan.. allahım ne olur canımı alma'
yaşayacaktım ben. daha üniversiteye gidecektim. doktor olacaktım ya allahım. bunun için dua ediyordum ya sana. hani kızım olacaktı, meral olacaktı sonra adı. beraber lunaparka gidecektik, küçükken babamın beni götürdüğü lunaparka..
emeklemesini izleyecektim. yürümesini görecektim. emzirecektim ben daha bebeğimi.
yaradan hiçbir insanın kaderine acılar içinde kalsın, diri diri yansın, eziyet içinde işkence içinde ölsün diye bir son yazmamıştır. bunu yapan yaradan değil. bu kader değil. bu insan. bu şerefsizlik.
--spoiler--
BiR KOMANDO ASTSUBAYI' NIN KALEMiNDEN;
.17 Temmuz 2011 Pazar, 12:38 tarihinde ......ili kırsalında "dur ihtarı"na teröristlerin
ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada güvenliki görevlisi şehit oldu.
Ya da
......ilinde devriye görevini yerine getiren
..aracına açılan ateş sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ya da
......ili kırsalında teröristlerce döşenen
mayının patlaması sonucu.asker yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay
kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdüğünüz her yere siner.
Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.
Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.
Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız.
Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.
Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.
Çünkü...
Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.
Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.
Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.
işte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. işte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.
Sonra!..
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda... Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter.
Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.
Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız.
Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında 'mayın' kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.
Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. işte her şey o anda başlar.
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız.
Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden
ve yine...
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, 'fazla bir şey yok, sadece küçük bir
yara' gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar
kafanızın içinde 'neden ben, neden ben, neden ben ?'
Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde
geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her akşam
yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!
Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi
havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.
Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, 'koçlar gibi satanları' görürsünüz. .
Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz.
Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini
görürsünüz.
Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.
Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara 'bayrak' diyenleri görürsünüz, 'uçaklarını çek', 'valiyi çek' diyen başkanları
ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.
Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece 'ben bir şey yapmadım' demelerinin esas kabul edilip, 'suçsuz' sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.
Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her
sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında.
Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza,o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız:
'Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı,hep
gözümüzün önünde miydi yoksa?'diye sorarsınız kendinize.
Onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi?
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza': VATAN,
SANA CANIM FEDA'
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.
Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır
yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz; '...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!' haberi aslında o kadar da kısa değildir.
Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna 'şehit' deyip Türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, 'ne için?' dendiğinde 'vatan için' diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir.
Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,
sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup 'aydınca' sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?
Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye 'siz' diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
'Siz' kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
'Siz' de bilin ki biz asla unutmayacağız.
'VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN'
VATAN SiZE MiNETTARDIR...
"meslektaşım yazıya dökerken kaleminin mürekkebi bile ağlamış ne diyim kii bileğine sağlık anlayana.
--spoiler--
steve jobs'un ölürken bile ticari zekasını konuşturduğu teknolojik ürün. dokunmatik mezar taşı ve hologramik meşe ağacından tabut ürünün diğer dikkat çekici özelliklerinden. sabırsızlıkla bekliyoruz.
ben buldum mantık hatalarıdır. yıllarca göz önünde bir filmdir ama kimse sesini soluğunu çıkarmamıştır. çünkü filmin büyüsü kaçar demi lan?
birincisi; isme bakın. geleceğe dönüş diyor. lan gelecek ileri zaman yani yaşanmamış yaşanılacak zaman değil midir? şimdi sorarım size, geleceğe insan dönebilir mi? hayır. ancak geleceğe gidebilir. filmin ismi olmamış. geleceğe gidiş olabilirdi ancak.
ikincisi; geçmişe döndükleri film de ismi yine değiştirmemişler. adı üstünde 1800 lü yıllara dönüyorlar. yani geçmişe. ee o zaman geçmişe dönüş niye değil de geleceğe dönüş hala filmin ismi. hataya bak. olacak iş değil.
üçüncüsü; öyle bir araba yok. ancak o arabadan taksi olurdu. tarih ayarını yaptıkları alet de taksimetre olurdu. binince gözümüz ona takılır ve her atlayan kuruş da gerilirdik. ancak bu işe yarar.
ümit yaşar oğuzcan klasiği bir şiir. aşk adama yazdırıyormuş o zaman. bu zaman ise aşk ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış. çıkmıyor hücresinden.
oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem uçun boynu bükük
yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
sonrası... iyilik güzellik...