göğsünden ormanlar fışkıran, koltuk altındaki kılları kuaföre gidip fön çektirebilecek seviyelere kadar uzatan, bacağı kıldan görünmeyen erkektir.
türk kızının kaşı bıyığı diye sayıklayıp durur, şişman gözlüklü sivilceli ve asosyal bile olsa elf gibi kız ister.
oldu canım berke de pelinsudan ayrılsın istiyosun değil mi?
boyu değil işlevi diye teselli aramaya sebebiyet veren durumdur.
yazıktır tabi sonuçta allah onu da öyle yaratımış napalım?
ama boyuna posuna bakmadan kate upton adriana lima eva green diye sayıkladıktan sonra, 175 cm'i aşan dişi görünce kürek gibi eli var bebek mezarı gibi ayakkabı giyiyodur hahaha demek nasıl bir çelişkidir?
anladık kedi gibi ulaşamadığın ciğere mundar diyorsun.
bari sonra da türk kızları pigme deme. sen anca pigmelere yetişebiliyosun zaten neyin derdindesin ey türk abazanı?
uzun boylu, incecik elf gibi sebastian balımın türk erkeğine örnek gösterilesi vücududur.
hadi kas yapıp bir jason mamoa olamıyorsunuz anladık bari yağlı yağlı gezmeyin.
göt göbek bağlayıp türk kası dedikten sonra türk kızının bıyığını çekiştirmeye devam edeceğine git bir kılını tüyünü temizle kardeşim.
bek sebastianıma hem yakışıklı hem güzel. sesi desen o da harika. şimdi sebastian dururken adriana sana mı bakar allasen?
artık adriana limaya bakıp otuzbir çekmekten helak olmuş, bizim gibi harika türk kızlarına kezban diyen ama ter kokusunu bütün mahallenin duyduğu türk erkeğine yapılan çağrıdır.
lütfen spor yapın, boyunuzu uzatın(her anlamda) , daha geç boşalın, kıllarınızı alın, üçgen vücut ve sixpack iyidir bunu unutmayın.
biz zavallı kadınların orgazm olamaması, eline mahkum kalmasına sebep veren durum.
üç öğün mastürbasyon yapıp çalıya çırpıya sürmekten helak olduk artık.
sonra da kızlar niye bize vermiyor? niye iskandinav diye sayıklıyor?
anadolu civarındaki kızların yalnız ve güzel olmasına sebep vermiş durumdur. etrafına bir bakıyosun bir tane yakışıklı, karizmatik, zeka seviyesi 100ün üstünde adam yok.
varsa yoksa koltuk altı kıllarını uzatıp ören, duş alacağına sözlüğe girip türk kızına hakaret eden pis pis kokan öküzler.
beni çok üzen durum. günlerdir bakınıp duruyorum. yazılanlara çizilenlere sözlük erkeği hep asosyal hep abazan.
galiba çok tipsiz oldukları için buralarda takılıyorlar, internette nasılsa görünmüyoruz belki karı kız düşer diye.
ama entrylere baksan entry değil, zeka seviyesine baksan eksilere doğru gidiyor.
şimdi ben bunlara ne diyeyim?
hayal kırıklığımın boyutlarını tarif edemiyorum.
laçkalaşmayı trollük yapmak zannetmektir.
kendince laik taklidi yapan liboşların açtığı başlıkların kokusunun millerce öteden alınabilmesi sonucu düştükleri komik durumdur. bak hbbia'ya morganize'ye gecmis zaman'a biraz ders al.
açtığın başlığın altına kaç kişi ciddiye alıp savunma yapıyor?
sıfırdan daha az.
demek ki neymiş?
trollükle laçkalığı birbirine karıştırmamak lazımmış. gençler eğleniyo muyuz? hayır.
edit: aynı zamanda yüzsüz olmakmış. kelime esprisini de anlayamamakmış.
rus yönetmen Andrei Zvyagintsev'in ikinci filmi. sürgün anlamına gelmektedir. aşağıdaki yazı oldukça uzun bir kritik olup, filmi izleyenler için bile ağır spoiler içermektedir.
--spoiler--
filmin isminin sürgün olması oldukça ironik. sebebi anlaşılmayan bir şekilde ıssız kırsallara sürgün edilen bu aile sadece şehirden değil, birbirlerinden de uzaklarda sürgündedir çünkü. yan yana otururken bile kilometrelerce uzaklardadır her birey birbirinden.
teknik açıdan incelenildiğinde;
görüntüler tek bir el kamerasıyla çekilmiş izlenimi verilmeye çalışılmış.
ve aşırı gerçekçi bu yüzden rahatsız edici bir film. mesela üstü açık arabada giderken arabanın ön tarafında oturan biri çekmiş gibi kamera titriyor seyirci de o arabadaymış gibi oluyor.
sonra kamera kaydırılmış sürekli ,daha gerçekçi olsun diye bir sahneden diğerine geçerken alanı görme açımız korunmuş. bu da tek bir kameraman elinde kamerasıyla oradan oraya yürümüş, o sırada çekim durdurulmuş ve kameraman yerini alınca yeniden başlatılmış gibi. hani daha amatörce ve daha düşük bütçeli gibi dursun diye özellikle uğraşılmış.
evin içinin sürekli birkaç pencere ardından çekilmesi de kendinizi bir ailenin doğal yaşamını gözetleyen bir röntgenci gibi hissetmenizi sağlıyor.
mekanlar yalnızlık hissini çoğaltsın diye bomboş seçilmiş
hiç bir toplu kullanım alanı veya eğlence mekanı kullanılmamış. hep bomboş bozkırlar.
ölü gibi insanları ve yalın bir yalnızlık hissini vurgulayan sahneler seçilmiş.
ve mekanla zaman duygusu azaltılmış. ailenin komşularının evinin bile ne yönde olduğunu kestirmemiz zor.
veya filmin kaçlı yıllarda geçtiğini anlamak zorlaştırılmış.olay çevreden soyutlanıp direk karakterlere odaklanmış.
önceden kuruduğu söylenen ama filmin sonlarında şırıl şırıl aktığını bütün ovayı suya buladığını gördüğümüz küçük dere ve şarkı söyleyen tarla ırgatları baş kahramanımız alex'in yaralarının iyileşmesine ve hayatın devam ettiğine bir canlanmaya işaret etmek istese de filmin genel dram havasıyla bağlantı kurulamayıp havada kalmış.
2,5 saat süren her film gibi gereksiz uzatıldığı düşünülse ve sıkılmamak sabır gerektirse de sizden çaldığı saatlerin hakkını veren bir film.
birtakım zekice detaylar var.
1)
filmin başında ve sonunda araba bir yolda gidiyor ve o yolun ilerisinde iki iniş 3 yokuş var. en sonuncusu en uzun olan yokuş.
filmin sonunda aynı yolu tersten görüyoruz araba ters istikamette gidince bu kez yine 2 iniş 3 çıkış görüyoruz ve yine bize en uzak kalan yokuş en uzunu. oysa en başta biz burayı iniş olarak görmüştük ve arabadan tamamı görünmediği için kısalığını uzunluğunu kestirememiştik. oysa aynı yolu ters istikametten bir kez daha görünce simetrik bir şekilde bir çukura inildiğini bir ufak tepe daha aşıldığını ve aynı uzunlukta bir yoldan yeniden çıkıldığını görüyoruz.
peki buna neden bu kadar takıldım? çünkü bu iniş çıkışlar filmin gidişatı ve senaryosuyla paralel. senaryoyu baştan sona izleyince de üzücü veya sevindirici olması gereken olaylar anlatılış tarzına göre simetrik gidiyor.
mesela kadının bu çocuk senin değil demesi başta üzücü kırıcı agresifçe tepki verilen bir olayken sonra anlıyoruz ki kadın aslında 3. çocuklarına hamile ama kendisi kocasına yabancılaşmaktan ötürü mutsuz oysa verdiği haber normal şartlar altında sevindirici bir haber. yani çıkışlarla inişler filmin başından ve sonundan bakıldığında yer değiştiriyor.
2)
film kendisinden spoilerlı. o olaylar olmadan önce olup bitene dair ufak ipuçları veriliyor. bu da gerçekçiliği arttırıyor. gerçek hayatta da birisi bize bir şeyi söylemeden önce çoğunlukla davranışlarından bu durumu sezebiliyoruz.
mesela küçük kızın kendisine tavşancık denilmesini istememesi gibi basit bir olayın akabininde veranın ağlaması hemen duygusal bir döneminde olduğunu anlamamızı sağlıyor. ve bu sahneyle, akşam verandaya çıkıp sandalyeye oturduğunda elbisenin altında bacaklarını iki yana açarak rahat edecek şekilde oturduğu sahneyi birleştirince hamile olduğunu direk anlayabiliyoruz.
3)
ailenin birbirine yabancı ve soğuk insanlar olması filmdeki manzaraların boşluğu ve gri gökyüzüyle bile destekleniyor. herkesin duygusallığını hissedebiliyorsun. ama kimse birbirine çaktırmıyor. küçük kız hariç.
o henüz bu ortama adapte olamamış ve sevindiğinde üzüldüğünde annesine veya babasına bunu aktarıyor. oysa karı koca arasında kilometrelerce mesafe var. yan yana olduklarında bile.
herkes sakin ve robotsu davranıyor.
ölü gibi insanlar bunlar. aile içi iletişimsizlik diz boyu. aslında günümüz aileleriyle kıyaslanınca beraber epey vakit geçiren harika bir aile gibi görünüyor ama dediğim gibi yan yana durdukları anlarda pek bir şey paylaşmıyorlar o mesafeli tavırları soğukluğu seyirci hissedebiliyor.
gelelim senaryoya ve olanlara.
hani aldatan kadın hep kocam ilgisizdi diye bahane eder ya. bu filmin yarısına kadar hep böyle düşünüp kadının kocası biraz soğuk davrandı diye bahane edip robertla birlikte olduğunu sandım. zaten böyle düşünmememiz istenmiş.
bakış açımız hep tek taraflı oldu ilk yarıda.
adamın her ne kadar sert mizaçlı olsa da merhametli davrandığını sakin ve soğuk ama en azından insancıl olduğunu düşündük.
kararsızlığına öldürsem mi affetsem mi ikileminde kalmasına üzüldük.
sonra bir güzel ters köşe edildik.
o tarz bir kelime oyununu, 'bu çocuk senin değil' lafının 'çocukları ve beni eşyalar gibi sahipleniyor ama bu çocuk bizim değil.
biz ona sahip değiliz' şeklinde düzeltilebileceğini hiç düşünmezdim. açıkçası burada biraz film bilmediğim bir dilde olduğundan altyazının azizliğine uğramış da olabilirim. çünkü vera çocuktan ilk bahsettiğinde altyazıda o cümle 'bu çocuk senden değil.' olarak görünüyordu. eminim rusçada senin değil veya bizim değil dediğinde sonradan öğrendiğimiz o 'çocuğu sahiplenip kendisi gibi yetiştirmemesi gerek ' cümlesine bağlanabilir ama türkçe düşününce bu kelime oyunu biraz kafa karıştırıcı oluyor.
buradaki cümle ve bunu öğrendiğinde alexin hiç bir şey sormadan çekip gitmesi, karısıyla her zamanki gibi iletişim kurmaktan çekinip yanlış anlaması bütün gidişatı etkileyen bir kırılma noktası.
-seninle konuşmamız gerek.
-ama ben senle konuşmaya korkuyorum.
-ben de korkuyorum fakat konuşmamız gerek.
işte bu diyalog filmi özetliyor.birbirleriyle muhabbet edemeyen bir şekilde diyalog kuramayan çiftin dramı. ruh hallerini bile birbirlerine anlatamıyorlar sadece 'korkuyorum' diye geçiştirilmiş. oysa korkuyor musun? çekiniyor musun? kendini ifade edemediğin için yanlış mı anlaşılıyorsun? bunların bir açıklığa kavuşturulması gerekirken. alexin yine verayı dinlememesi 'sen hep yabancıydın' cümlesine yine ne zırvalıyosun şeklinde tepki gösterip dinlemeden susturması zaten bunlardan adam olmaz hiç değişmeyecekler dememe sebep oldu.
işin en ilginç yanı bu luzey komşumuz olan milleti bize çok uzak bir kültürün ürünü zannetsek de,
ataerkilliği, pasif ve hizaya getirilmiş bir karakterin sadece üstüne biçilen rolü oynamasını, kendisine ait belirgin bir karakteri başarıları olmayan sadece çocukları üzerinden övgü toplaması beklenen annelik rolünü üstlenmiş kadının çırpınışları aynı bizdeki gibi.
kişilerin zaman geçtikçe hem toplumsal normlara ayak uydurup hem kendileri olarak var olmaya çabalayan en büyük buhranları kendi kendileriyle olan karakterler olması aynı bizdeki gibi.
doğu toplumlarında görülen , bireyleri köşeye sıkıştırıp ahlak yargılarını benimsetmiş toplumsalcılığın aslında kişileri daha sosyal ve aktif değil daha edilgen kılması ve yalnızlaştırması olayına bu filmde de şahit oluyoruz.izlerken kendi çevresindeki ailelerden birini değil de rus bir aileyi betimlediğine inanası gelmiyor insanın.
kadın erkek ilişkileri ve iletişim hataları bire bir bizdeki gibi.
zaten fazla da konuşmayan bir kadın var orada içine kapanık, kendisiyle çatışan hayatından memnun olmayan. ama arasıra ağzını açtığında da sanki saatlerce dırdır etmiş gibi susturuluyor .
sonra yaşadığı buhran ve yabancılaşma, sadece çocukları için var olmaya dönüşüyor. her anne gibi intihar etmek için bir sebep olmasa da intihar etmemek için tek sebebi çocuklar.
ve oğlu kir'in de kocası gibi olacağı gerçeği onu üzüyor.
çocukların birlikte kaldıkları gece incilden okudukları sevgiye dair sözler sanırım filmde anlatılmak istenen her şeyin özeti.
insanın ne ile mutlu ne ile mutsuz olduğuna, kendi kendisini yargılamasına, iyi ve kötü kavramlarının evrensel mi kişisel mi olduğuna cevap aranmış.
arabada alex ile mark arasında geçen diyalogta duyduğumuz 'affetmek istiyorsan affet çünkü doğru olan bu. öldürmek istiyorsan öldür . çünkü doğru olan bu.' cümlesine bakılırsa doğru olan yanlış olan ; insanı iyi veya kötü yapan ahlak yargıları tamamen bireysel.
sen kendi kendinle çelişmiyorsan sorun yok.
'evlatlarım ölmedi sadece onların var olmadığı fikrine kendimi alıştırdım.' buyrunuz en somut doğru veya yanlışlar bile sizin onları kabullenip kabullenmemenize göre değişiyor. yani hem bilgi felsefesinin hem ahlak felsefesinin sorularına bireysel varoluşçu bir bakış açısıyla cevap verilmiş.
film en son yarım saatinde anlatılan ikinci bakış açısının gereksiz olduğu eleştirisini alır çoğu zaman.
bu durum da aslında seyirciye bağlı olan subjektif bir şey.
eğer ki seyirci bir olay olup bittikten sonra kimin haklı kimin haksız neyin doğru neyin yanlış olduğunun önemi olmadığını geçmişe dair doğruların bir öneminin kalmadığını düşünüp hayata 'olan oldu biten bitti siz neyin davasını görüyosunuz hala?' şeklinde yaklaşıyorsa son yarım saat gereksiz bir flashbackler sürüsü gibi görünüyor.
seyirci yiğit ölmüş olsa bile hakkının verilmesini isteyen ve geçmişe ait gizlerin bilinmesinin kişinin tepkisini ve doğal olarak geleceği şekillendirdiğini düşünüyorsa bu kez filmin vera'nın gözünden anlatılan o son yarım saati bu seyirci için filmin olmazsa olmazı en can alıcı noktası oluyor.
bu filme en uygun olduğunu düşündüğüm soundtrackse metallica'nın unforgiven'ı olurdu.
önce kendi kafana hapsedilirsin toplum tarafından, sonra iş işten geçene kadar sana o odanın anahtarı verilmez kendi duvarlarının ardından çıkman için.
hayatta nereye gidersen git kendi kendini beraberinde götürürsün ve kafanın içindekiler değişmez. farklı şehir ve makanlarda tek değişen manzaradır. geçmişine ve kendi benliğine dönüp bir baktığında sana kalan iki seçenek vardır:
kendini affetmek veya
affedemeyip kavganı sürdürmek bir gün mutlu olacağın sanrısıyla dış etkenleri değiştirmeye çalışmak.
oysa filmimiz zaman mekan gibi dış etkenlerden bağımsız olarak sadece karakterleri sorgulayan ve bireyleri ön plana çıkaran bir film olduğundan zaten yönetmenin bu soruya hangi şıkkı işaretleyerek bakmamızı istediği ortada.
türk erkeğinin ayva tüyünden kaşa bıyığa her türlü kıla karşı olması, türk kızının da erkeklerin koltuk altındaki ve göğüslerindeki ormandan fışkırmış çalılardan midesinin bulanması sonucu ortaya çıkan istektir.
en iyisi kimse kimseye sataşmasın, sen çirkin kıllı kezbansın sen de kıllı göbekli osmansın diye; anadolu halkı olarak belli periyotlarla topluca lazerden geçirilelim sonra pürüzsüz böyle lokum gibi gezelim. herkes rahatlasın. oh mis.
an itibariyle itü sözlüğe saldıran ufacık tefecik ergen sözlüğünün bundan sonra da uluya gelerek ortalığı karıştırma planıdır.
önceden önlemimizi alalım. sol frame'i dağınık sözlük ziyareti 1 , 2, 3 ten başlayıp 200 lere kadar götürüyorlar.
işsiz güçsüz ergen takımına meze olmayalım.
buyrun bakın itünün sol frame gitmiş.
ülkemizde bolca bulunan erkek türü. boyu 175 cm'i geçemediği için uzun kızlara travesti gibi, çırpı bacaklı, sırık vb argümanlarla saldırır.
oysa biz biliyoruz ki o ulaşamadığı ciğere mundar diyen bir kedi gibidir.
fotoğraflarına bakıp titreyerek boşaldığı bütün yabancı dişiler uzun bacaklıdır.
rus rus rus slav slav slav iskandinav iskandinav diye ağlayıp durduğu halde kendi boyu kısa olduğu için çevresinde uzun bir hatun göründe yanında gezemem ben bunun diye kompleks yapar ve ben minyon tiplileri seviyorum, kısalar yatakta daha iyi gibi kendi kendini ikna cümleleri kurar.
sonra da geri kalan kızlara türk kızları pigme diye saldırır.
ne istediği ve ne idüğü belirsiz, tanımlanamayan erkek türüdür.
'ben sizin gibi kahvehane ve ergen muhabbeti yapmıyorum' diyerek elit ve entel görünmek olan amaçtır.
ama sadece lafta kalır o devamı gelmez.
yapılan pek çok deneyde o gün canlandırılan veya yeni açılan bilgi içerikli başlıklara hiç rağbet etmeyip yine şöyle yapan kız konulu başlıklara veya futbol muhabbetine, ateist-şakirt atışmalarına rağbet ettikleri görülmüştür.
mesela http://www.uludagsozluk.c...%C4%B1llusion-world-tour/ adlı deneysel başlığımız sözlüğün en aktif olduğu akşam işten dönüş saatinde açılmış bir başlık olup sahibinden başkası yorum yapmamıştır.
veya nevzatb nickli saygıdeğer yazarımızın paylaştığı istatiskler ve tespitler pek ilgi görmemiştir.
evet bilgi içeriği isteriz sözlük foruma döndü ansiklopedik bilgiden hiç bahsedilmiyor diyen insanlar yine tanga giyen kızın asıl amacını filan incelemeye devam etmişlerdir.
guns n roses'ın use your illusion 1 ve 2 albümlerini çaldığı
müzik tarihinin en uzun turnelerinden biri olan
1991den 1993 e kadar yaklaşık 2,5 yıl sürmüş olan turnedir.
brezilya'da rock in rio performansıyla başlayıp buenos aires'te son bulmuştur.
bütün gün internette haber sitelerinde gezip abidik gubidik haberleri bizlere aktaran, arada bir bahsedilmeye değer bir şey bulunca da buna kendi siyasi görüşünü ekleyerek nefret söylemi içeren entryler girip insanları etnik kökenine göre değerlendirenlerin yaptığı eylemdir.
bilgilendirirken kim olduğu belirsiz bir katili sanki yakalanmış da etnik kökeni belli olmuş gibi 'kürt' diye anlatmak, azınlıklara saldırıp varlıklarından bile rahatsız olup sonra onların da ayaklanıp tepki vermesinin sebebini bulamamak bu insanların ortak özelliğidir.
birilerinin ana babasından itlaf edilmiş diye bahsedip çocuklarının da dağa çıkmasına vesile olmak,
insanlar normal sakin sakin yaşayıp gidecekken ortalığı karıştırmak bu kişilerin özellikleri arasındadır. yüzyıllardır bunlar gibiler de aynı şeyi yaptığından ortaya çıkan azınlıkların isyana teşvik edilmesi olayının biricik sebebi ve bahanesi olduklarını anlamak istemezler.
dış güçlerin oyunuyla ayaklandırıldığını söyledikleri azınlıkların, o oyuna dahil edilmek için ikna edilirken 'bak bu ülkedeki türkler size hakaret ediyor sizi ikinci sınıf olarak görüyor.' diye haklı olarak gaza getirilebileceğini bilmezler.
sürekli karşılıklı intikam şeklinde devam eden bir çatışmanın kısır döngüye girip yıllar boyunca bu ülkeye zarar verdiğini bilmezler. kan davasındaki gibi sizinkiler benim babamı öldürdü ben de sizi itlaf ederim deyip öldürdüklerine bir de hakaret ettikten sonra karşı tarafta öldürülen kişinin çocuğunun da silahlanıp kendisi gibileri öldürmeye devam edeceğini, sonra da kendi çocuklarının onları öldürmek için can atacağı bir kısır döngüde kendisine biçilmiş rolü hiç fark etmeden oynamaya devam ederler.
a be güzelim dağa çıkana ne diyorlar sanıyorsun 'türk askeri senin babanı öldürdü, sen de intikamını almalısın.' 'türkler size kürt dedikten sonra hep aşağılıyor seni bu ülkede istemiyorlar o yüzden bu toprakları savaşarak almalısın yoksa kovulacaksın seni burada yaşatmayacaklar.'
kusura bakmayın ama pkk yı bitirmek isteyen, genç kürtlerin veya azınlıkta kalan diğer halkların terörist olabilmesi için gereken malzemeyi onların eline vermez.
biraz temkinli ve insancıl konuşur.
nefret etmek nefret edilmeye, öldürmek öldürülmeye sebep olur.
sonra göz yaşları diğer göz yaşlarını kohezyon etkisiyle göz pınarlarından çekip yanaklara süzülmesine sebep olur.
su götürmez bir gerçektir.ilk bıdı bıdı yerine kadın erkek gibi kelimeler, ikinci bıdı bıdı yerine kıllı, şişman gibi aklımıza gelen sataşmayı yazıyoruz. böylece kadın/erkek yazar tespiti yapıp rahat rahat sarkabiliyoruz. dahice. evet.
skid row 'un belki de tüm rock camiasının gördüğü en şahane performansıdır.
japonya gibi katı kuralları olan ve birkaç sene öncesine kadar ayakta konser dinlemenin yasak olduğu bir ülkede, kapalı bir mekanda yapılmış olmasına rağmen grubun enerjisi bütün salonu doldurmuş.
coşkuyu duvarlar dizginleyememiş.
sözlüklerde acilen giderilmesi gereken bir sorundur. şimdi insanı en iyi anlayan, tüm sırlarını bilen, asla satmayacak sırtını çeviremeyecek; hayatı boyunca ihanet edemeyecek tam da kafadarı olan birey kendisi olduğuna göre kendisiyle kanka can ciğer dost sevgili vs. olması gayet normaldir. ancak bunu anlayamayan ve bu ihtiyacı göremeyen sözlük yapımcıları ben kısmına tıklanınca kanki ekleme seçeneği sunmamışlar çok büyük bir eksiklik.
not: evet narsistim.
şöyle yapan bayan, böyle yapan kız tadındaki başlıkların artık kusmuk tadı vermesi olayıdır. şimdi git sen de başka başlık aç diyceksiniz onu da denedik entel dantel şeyler de yazdık eski başlık da canlandırdık ama yok arkadaş ne varsa bu kızların kılında tüyünde bekaretinde konuşmalarında giyim kuşamlarında var amk. hepimiz bunları konuşuyoruz lan harbi kendimden soğudum bak yeminle.
trol başlıklarını belli etmek için düzenlenebilecek kampanyalardır. mesela hbbia gibi arkadaşların başlıklarının altına iki kere iki dört eder, mavi renk çok güzeldir gibi önermeler girerek eğleniyor ve trolleri tanımayan arkadaşların yanlışlıkla tartışmaya girip trolleri beslemesini önlüyoruz.
adamın cinlerini tepesine çıkaran bir yavşaklıktır. bir de film dizi filan izlenecek olan sitedeki reklamla dolu sahte videoplayer olayı var o daha da yavşakça.
taş gibi, çekici, kırmızı dudaklı beyaz tenli parlak gözlü ve bunlara tezat siyah uzun saçlara sahip yenilesi hatundur. o geleneksel saçma sapan kıyafetler içinde bile yerim ben seni dedirtir. http://www.youtube.com/wa...dscreen&v=I9Xkd6lXrfE
futbol mutbol derken arada kaynamış kimsenin aklına gelmemiş olmasıdır. 9 ay sizi karnında taşımış insana 90 dklık maç sonucu kadar önem vermediğinizi göstermektedir.
tüm annelerin anne adaylarının, anne olmak isteyip de olamamışların anneler günü kutlu olsun.
ilginç bir deep purple şarkısı. melodisiyle sözlerin söyleniş tarzıyla insanı çok uzaklarda bilimkurgu yapıtlardan fırlamış bir gezegende yaşayan uzaylılardan biriymiş gibi hissettiriyor.
18 yy da ispanyada doğmuş bir müzisyen. rondo adlı eserini klasik gitarda dinlemesi pek bir zevklidir.
melodileri rondo bisküvi gibi iki nakarat arasında bir krema koyarak dizmiştir.
edit: bir insan bunu niye eksiler ki? bilgiler mi yanlış yoksa seri mi eksiliyosun ibnetor? merak ettim şimdi.