Hayal edin. Gem yok, dizgin yok. Uçsuz bucaksız araziler ve seyirlik güzellikte bir doğada canı istediği yere koşan, istediği otu kemiren ve istediği yere keyfince kah durarak kah yürüyerek kah rahvan kah 4 nala giderken işeyen bir at.
Bu atın özgürlük seviyesine sahip olmak ve tabulardan sıyrılıp, elaleme de takılmadan, taabi olduğu sadece fizik kuralları olan bir durumda yaşamak... Bunu doğa durumunda yapıyorsun. Hiçbir sözleşmeye uymadan, kültürel çevreden bağımsız, kozmos kavramı peyda olmamış gibi.
içinden geldiği gibi konuş, içinden geldiği gibi davran, git-gel, koş-zıpla.. Saçmala onlara göre. Onlara göre'lerin tam ortasına işe. O at gibi, yaptığının nereye gideceğini düşünmeden yap.
... Dediysek de hayvanlaşmanın lüzumu yok. Tamam yeter bu kadar.
(insan istiyor bazen özgür bir at gibi işesin ama toplum, kurallar, prosedürler.. Tabi burda aslında mecaz şeylerden dem vuruldu. Gerisi işin esprisi. Biz özgür bir at değiliz. Gem de takmışlar, at gözlüğü de geçirmişler çoğumuza... )
Tam anlamıyla "başıbozuk" denilen rüzgar cinsidir. Cezai ehliyeti yoktur. Bir esmesiyle gözünüzden lensinizi, götünüzden donunuzu çıkarır. Yürürken yürürken bi bakarsın.. A a don yok.
istanbul'un Kayaşehir denilen sevimsiz bölgesinde gezinmeyi çok sever bu tip. Bazı günler ağaç söktüğü bile olmuştur. O günler balkonda oturan komşunuzla, uçarken selamlaşma ihtimaliniz vardır.
güne başlarken kafa açması niyetiyle içilen o sert kahve tadına bazı günler biraz yumuşaklık katması için aroma olarak vanilya seçilen kahve.
bünyenin vanilya kokusu istemesi bence o güne pozitif bakış açısı katmak istemesinden. sek kahve nasıl realist ve direkt bir bakış açısıysa, "hadi yapılacak işler var bir önce harekete geç"se, ya da mücadeleci ve sorumluklara karşı ciddi, bilinçli bir duruşa eşlik ediyorsa; vanilya da hayata karşı daha yumuşak ve rahat bir kafayla bakmak, standart seyirden biraz sapmak, kendi için bir şeyler yapmak isteyen bir beynin sinyallerini verir, "abi bugün keyifliyim borsanın da doların da piyasasına sokarım" gibi bir şeydir.
Yaklaşık 1 saat evvel açıklanmış olmaktadır.
yine yüreklere kürek doldu. atanamayan öğretmenler kervanına yeni mürekkep yalamış develer eklendi. boyu 1.60'dan kısa olanlar sokağa çıktı.
Rafet El Roman'ın Yokluğun Bir Felaket adlı şarkısında geçen olumsuz bir sıfattır kendileri. Macera Dolu Amerika'dan yeni geldiğinde yazmış olduğu bir şarkı sözüdür kanımca.
"...Yok hiçbir şeyin değeri imkahansız çaresiz bir haldeyim haldeyim
Felaket, bir felaket
Yokluğun şu an benim için
Soruyorum nasıl, nasıl zaman geçer
Çok pişmanım bir gurur uğruna
Hem sana hem bana yazık ettim
Oysa bir bakışım bir sözüm yeterdi
Deseydim deseydim sana gitme...".
israftan kaçayım derken serinlemenin yolunu bulma hikayesi..
Geçen gün ablamlarda kalırken aldığım karpuzu yemeyi unutunca, evden giderken yazık olmasın şimdi ablam bunu yemez diye yanıma alayım dedim. Baktım hepsini alsam ağır olacak. Dedim bari yarısını kurtarayım. Koydum poşete gidiyoruz şu an kucak kucağa. Doğal klima görevi görüyor. O kadar güneşe rağmen hiç sıcaklamadım. Yalnız içimde öyle bi kesip yeme isteği oluştu ki çantadaki çakıyı çıkarıp kesip kesip yeyip diğer yolculara da dağıtasım var. Yani birisi bana otobüste bu sıcakta soğuk minik ve masum bi karpuz dilimi uzatsa asla hayır demem ve çok da dua eder bunun Allah'ın bir lutfu olduğunu, kesinlikle iyi günümde olduğumu düşünürdüm.
Velhasıl bu dolaptan çıkmış soğuk karpuz kolay kolay ısınmıyor. Yani özellikle sıcak çok sıcak daha da sıcak olacak günlerde kendinizi bir yarım karpuzla kurtarabilirsiniz. O ağzına atınca her yer buz olan ciklet reklamları yok efenim kafaya dikip gulk gulk içip "ohh" diye serinleten kola ve icetea reklamları ve traş olunca kendini bi an aqua parkta bulan adamın traş bıçağı reklamları hep yalan. Ee.. Tamam traş bıçağı farklı konseptte ama hiçbiri şu karpuzun verdiği etkiyi vermiyor be.
Anadolu'da kurulan ilk müslüman-türk devletlerinden olan Artuklular zamanında yaşamış, fil saati ile ünlü robotik ve sibermetik bilimin kurucusu. bilinen adıyla:
(bkz: el cezeri)
özenti olmadan da müzik yapılabileceğini bize gösteren, coverları bile taklit bazında yapmamayı başaran, bazı tarzların sadece belirli kitleler ve belirli yaşam çerçevesinde olan insanlar tarafından icra edilmediğinin de canlı örnekleri.
gayesi çok açıktır. rakibini yenemeyeceğini anlayınca başka yolları denemekte fayda var demiş ve korkutup teslim olmasını sağlayarak kaçırmayı denemiştir.
vallaha oyunu açınca birden bire tüylerim diken diken oldu. karanlıkta yatmış uyumadan önceki klasik telefon kurcalamalarını yapıyordum. bir bakayım şu oyuna dedim neler var neler yok. anında tüm uykum kaçtı uçtu gitti.
şimdi ise
-o ne lan?
-he montummuş
..
-orda bir şey hareket mi etti?!!
-elimin gölgesidir elimin gölgesidir!
..
-o parlayan ne lan!!
-sandalyenin bacaa sandalyenin bacaa o!
gibi kendi kendime diyaloglarla odadaki eşyaları tanımlayıp şahsımı avutma evrelerinde sıra.
kendisine o kadar yakın durursa istediği pozu elde edemeyeceği bir türlü anlatılamayan ve fotoğrafı çekinirken kendinden ne kadar eminse, sonucu görmesiyle de o kadar fotoğrafçıya küsen çocuk..
Ürdün'den Ammanlı 6 sıkı dostun 2007'de kurdukları gayet orijinal müzik yapan bir alternatif indie rock grubu. Alternatif mefhumunu gerçekten yaşattıklarını söyleyebilirim. Her duruma uyan bir şarkı yapabilme potansiyeline sahipler. mısırlı massar egbari ve lübnanlı mashrou leila gruplarıyla beraber bir çalmalistesine iyi uyum sağlıyorlar. Yolculuklar da böylelikle bu tınılar sayesinde keyifli hale geliyor.
Şarkılarını soundcloud uzantısıyla tanıttıkları şöyle de bir siteleri var.
Telefon kapanma sesi duyulduktan sonra bir süre boyunca sizi "bu neydi şindi ya?" sorusuyla baş başa bırakır. Hatta o soru tavandan düşen bir çekice döner, beyne vurup durduğunuz yere 3 boyutlu olarak gömer ya da dik olarak defneder de altından kalkamazsınız.
"Eşek kadar adamım lan ben..babam da mizac olarak bunu diyecek dünyadaki son insan bile değil. Doğru mu duydum? yeniden arayıp sorsam mı acaba" diye düşünürsünüz. Ama siz sormaya utanırken beyninizde yankılanan tek bir şeyle kalırsınız:
Büyük bir oranla diğer dualara üstün geleceği tahmin edilen "allah'ım nolur yaşlı biri binmesin şu otobüse" yakarışıdır. Bununla yarışabilen tek dua ise, bir süre sonra otobüse doğru gelen işbu kişinin şoföre bir şey soracak gibi yaklaştığı görülünce edilen "allaam nolur gideceği yerden geçiyo olmasın" duasıdır.
Bunların hepsi en önde oturmaktan sebep atılan üç buçuklar.
ödüllü japon virtüöz diana yukawa'nın katkısıyla hazırlanmış bir jadal şarkısı. yalnız diğer şarkılarından bayağı farklı olmuş. dili arapça olduğu için biraz nasheed havası yok değil. ve keman da başka bir hava katmış.
böyle sabaha karşı gider mi bilmem ama kaçtır dinliyorum. belki de o yüzden uykum hala gelmiyor. kulağımda jaddele, gözümün önündeki klavye, atımı koşturduğum bir patika.. patika deyince direkt keçi geldi aklıma. keçi koşturabilir miyim acaba bu şarkıyı dinleyerek.. ahan da canlandı gözümde.. keçilerin çırpı bacakları.. korkmuş kıçları.. minik kuyrukları sallana sallana can havliyle kaçıyorlar.
ellerimde birer desert eagle pistol döndüre döndüre keçilerin topuklarına sıkıyorum. onlar da dağın yukarısına doğru tozu dumana katarak koşuyorlar zıplaya zıplaya.. yav. sanırım bu işte bir tuhaflık var. galiba bu saatlerde ben keçileri kaçırıyorum. ciddi ciddi kaçırıyorum işte.
Sabah akşam demeyen tedirginlik.. Birkaç dakika önce yapılan ihbar üzerine polis tarafından kabataş istikametine giden yollar kapatılmış. Otobüse gelen bilgilendirme mesajıyla indirildik. Yürüyelim derken bir gümbürtü koptu. Sanırım imha edildi. Tabii bu benim olasılığım. Ama yine bi nevi amacına ulaştı insanları tedirgin ederek. olayın merkezi Balmumcu sapağı gibi görünüyor çünkü ekipler orada yoğundu ve jammer neyin getirmişler. Bir kaç dakika sonra da yollar yavaş yavaş açıldı. https://galeri.uludagsozluk.com/r/960270/+
pamuk prensesin prens tarafından öpülerek kurtulduğu yalanının ardındaki gerçek..
elmayı yiyen pamuk prensesin tıkanıp kalması ve prensimizin de suni teneffüs yapmasıdır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/951078/+
hadi çocukken yedik bu saçmalığı ama aklımız başımıza ikametlenince niye masal dedik geçtiysek artık. tamam hikayenin tek olağanüstü sahnesi bu değil. mesele aynanın konuşmasıyla başlıyor zaten:
ona da "iphone'daki siri'yi yüklemişler" diye bahane bulamayız tabi. gerçi az evvelki karikatüre bakınca insanın aklına "o zamanın siri'si de git kıdırmış demek ki o yüzden öyle konuşuyor" düşüncesi gelmiyor değil.
herneyse masalı olağana uydurmaya gerek yok da bari "prens öptü de prenses iyileşti" yalanıyla kız çocuklarını daha o yaşta umutlandırmaya başlamasaydınız iyiydi. çünkü çoğu, masaldaki kötü kalpli cadı gibi şüphelenip "dur ya en azından şu aynaya bir sorayım ben güzel miyim?" demiyor. hepsi doğuştan prenses, doğuştan ideal kadın olduğundan tabii haklı olarak prens (şimdiki zamana uyarlanmışı: zengin, kaslı, yakışıklı) bekliyor.
"zaten ne yazsam ne çizsem bu dümbükler saksıdaki bitki gibi emeceğinden, neler dölleyip doğuracağı çok da problemim değil" diyen bu işlerin yapımcılarını geç de olsa biraz sorgulamak lazım değil mi? suda bayırda, caillou'nun kel kafasında, şeker kamışında illuminati sembolu arayacağımıza verdiği mesaja baksak daha gerçekçi insanlar olabilir miydik? diye düşünebiliyor insan.
gerçi hiç çizgifilm izlememiş bir insan tanıyorum 2 aydır.. film izlemeyi de sevmiyor, mesela karayip korsanları'nın, yüzüklerin efendisi'nin daha adını duymamış (nasıl başarmış nerede saklanmış tartışılır), ne bir yapımcı bilir ne oyuncu ama televizyoncu olmak istediğini dile getiriyor sürekli ve bu kişi radyo televizyon okuyor henüz 1. sınıf. neyse bu konu ayrı tabii ama şaşkınlığımı daha fazla içimde tutamadım biraz gıybet kırıntıladım şuracıkta.
yine konuyu saptırmayı da başardık. neyse daha da kurcuklamayayım bari şu bana ayrılmış boş sayfayı.
Haftasonunun çekilmezleri sıralamasında başı çeken, sabah 8:45 akşam 9 arası süren formasyon derslerinin son saatinde iyice mayalanmış yoğurda dönüşen kafalardan kurtulma adına bir hareket gerçekleştirmek..
Tabii bu, başa gelebilecekleri öngören ve okula giderken yanına nar alan bir öğrenci kafasından çıkmakta.. Doğruluğu yanlışlığı tartışılır fakat ben bununla uğraşırken derse daha iyi adapte olabildiğimi fark ettim. Yoksa diğer türlü hareketsizlikten iyice üzeri tahrip edilmiş, suyunu salmış, sıcaktan ımış ımış olmuş yoğurda dönecektim.
Kurtarıcı olarak gördüğüm nar'a sarıldım. Anında dışlandım. Arkadaşlarım benimle aralarında bir koltuk kadar mesafe açtılar. Neymiş, sıçrarmış. Takriben 250 kişilik anfide resmen tecrit edildim. Kalabalıklar arasında yapayalnız kaldım. Fakat vazgeçmedim. Tane tane adım adım ve sevgiyle narımla ilgilendim.
Arkamdaki yabancıların konuşmalarını duymaya başladım.
"Çıkar Allah çıkar bitmedi". Canları çekmiş "bitirse de ikram etse" diye mi yoksa karton geçmek için mi konuşuyorlardı anlamadım ama umursamadım pek.
Nar bitti. Anında sıkıntı bastı. Çıkardım alternatifleri. Mandalina.. Elma.. Soydum dilimledim soydum dilimledim.. Tezgaha çevirdim ortalığı. Bu da biraz ikram edilmiş hali:
Biri çıksa dese "gardaş sen hayırdır böyle elinde çakı?", meyve ikram ederdim heralde. Zaten bizimkileri besledim sırayla. Hem kaçtılar hem yediler çakallar. Üst taraflarda olmasam hocaya da ikram ederdim de neyse.. Hala da ders bitmedi bu arada..
Ha bir de reklam yapalım (düşük bütçelisi anca bu kadar).
Yaklaşık 1 buçuk saat sürecek olan otobüs yolculuğunu bir miktar keyifli hale getirmek ve sıradanlık yörüngesinden oynatmak adına evden çıkarken cebe sokuşturulan (evet montum bi nevi asker montu sayılır. Böyle bol ceplisinden) mandalinalardan biri bu.
Oturmamla beraber cebimde bir rahatlama hissettim. Göz ucuyla cebime baktım. Sonra elimle yokladım. Aynı zamanda yere baktım. Iki oturak gerideki abla yüzüme bakıp bana arkayı işaret etti o gülümsemesini olmayan bıyığının altına saklayarak. Baktım göremedim benimkini. Sonra tekrar cebimi yoklayıp emin olmaya çalıştım. Sonra çaprazımda oturan delikanlı da cebime bakıp duruyordu. Içimden "kesin düştü lan bu" dedim. Tekrar arkama baktım. Biri arkayı işaret etti, emin oldum. Hafiften sırıtarak kalktım mandalinayı aramaya. Diğer yandan da ayakta durmaya çalışıyorum zira otobüsün geçtiği yol hem yokuş hem virajlar var. Sonunda benimkini gördüm bir köşeye sinmiş bekliyordu. Aldım hemen baktım. Ezilmiş azıcık bir tarafı yavrumun. Bi de en küçük mandalinaydı o cebimdeki. Belli ki büyükler de dışladı attı. Ama ben ezik diye onu terk etmedim. Yedim. Bir de hatıra fotoğrafı çektim. Mandalinalar bitince yolculuk sıkıcı hale gelmeye
başladı.
Ha bir de otobüste mandalina her zaman gidermiş. Renk katıyor bir kere. Bir de uçan kaçan yuvarlanan bir şeylerse daha iyi.
neredeyse bu yılın başından beri ara sıra yaptığım programların isim verilmiş hali. radyo uludağ'da yayın akışında perşembe ve cuma geceleri bulunan ve ayrıca müsait olunan akşamlarda da tarafımdan yapılan program. içerikte dünya müzikleri yer alırken istek üzere değil de yeni şarkıları tanıtma üzerine gidiyoruz. ve bazı yayınlarda da konuklar alıp şarkılar söylüyoruz, muhabbet ediyoruz. ileri yayınlarda şarkılara enstrumanlar da katmaya çalışıcaz. bu gecelik karaoke şeklinde bir denememiz oldu ama radyo şartlarında ses kalitesi olarak iyi bir verim alamadık. fakat 3-3 buçuk saat boyunca iyi eğlendiğimizi düşünüyorum. dinleyicilerimizden de gelen isteklerle her tarzdan şarkılara yer verdik. bazen ciddi ciddi okurken bazen trollüğe karşı koyamayıp şarkıları malzeme ettik. velhasıl gün oldukça, zamanımız yettiğince, sınavlardan kpss'den ve bilumum işten güçten fırsat buldukça tekrar edeceğiz..
Gün henüz lacivert rengini vermişken, bir börekcimsinin önünde iştahla kapışan, gelene geçene bakmayan, artık geceden kalma mı sabahtan kalkma mı ne ayak nasıl bir kafa olduklarını anlayamadığım cin desen cin değil in desen in değil varlıklar..
Hadi ben bir işim üzere geldim mecburen durakta bekliyorum. Sizin rahatınızla zorunuz ne be kafasına bi anlık sahip olup anlamak istediklerim?
Bu arada dt bilmemkaç otobüsü geçti. içi doluydu! Enam bu insanlar evden kaçta çıkıyor? Ne ara yataktan kalkıp ne ara pijamalarından kurtulmayı başarıp da bir de otobüste yer kapıyorlar gece gece.. Bu da istanbul'un diğer yüzü işte. Benim daha evvel bu saatte karşılaşmadığım acı yönü. inşallah ne sizler ne de ben ileride bu insanlar gibi olmayız..
geceden uykusuz, karanlığın salıncağında gidip gelirken güneşin kalp atışlarını duymaya başlarsın.. ardından bir melodi girer.. şarkı olur. sonra duramaz eşlik etmeye başlarsın. sonra da biraz duman eklemek istersin nefesinden, içinde gezdirip öyle üflersin nota nota sabaha.. günü bitirmeden başlatmak adına yakılan sigara, işte budur.
Bir taraftan büyüklere sormadan danışmadan burnunun dikine, kendi kafasına göre iş yapmak iken; diğer taraftan, kimseye muhtaç olmadan kendi işini kendi görebilmektir.
nasıl bir paradoks olduğu henüz yetkililerce açıklığa kavuşturulamamış tutarsızlık örneği.. her ay uğraşılmasın ya da unutulup ödenmediği olmasın diye kredi kartına verdiğimiz otomatik ödeme nasıl bir hikmetse mükerraren otomatik olarak iptal oluyor. sonra tekrar aktifleştir.. sonra yine iptal olsun.. güvenlik için mi ne diye de açıklama yapılmaya çalışılıyor bir de. **
Mashrou' Leila (مشروع ليلى) eşsiz eserlere sahip yer yer klasik, blues ve caz esintilerinde olan alternatif rock grubu, beyrut amerikan üniversitesi'nde bir müzik atölyesi olarak 2008'de Lübnan'da 5 kişi tarafından kuruldu. kendi adlarını taşıyan ilk albümlerinden sonra El Hal Romancy ve Raasuk adında toplam 3 albümleri var.
hele şu şemmu l yasemin (شم الياسمين - yasemin kokusu) adlı şarkılarını dinledikten sonra "vay babu" dememe sebep olmuşlardır. kaç yıldır bu dille haşır neşirim ama arapçada ne cevherler varmış meğer.. ve adamların elinden kalite akıyor resmen.
2007 yılında Salim Dallal, Basem Sayej, Yazan Risheq ve Kayed Qunibi tarafından kurulan ürdünlü rock grubu. muse ve nirvana'dan esinlenerek yola çıktıklarını söylemişler. ve bu yolda kendi tınılarını da yakalamışlardır. hatta bazı şarkıları mor ve ötesi'ni andırıyor bile diyebilirim.
menşei mısır, iskenderiye olan oryantal, rock, caz ve blues karışımı bir tarzı olan grup. 2005 yılında bir araya gelmişler. massar egbari (مسار اجباري) "mecburi yol/ track" manasına gelirken, şarkılarının bir kısmı lirik olup genelde sosyal sorunları ele alırlar.
grubun ilk avrupa sahnesi 2007'de istanbul'da barışarock festivali'nde olmuş. 2008'te italya'da avrupanın genç sanatçıları bienali'nde ve 2009'da filistin halkına destek amaçlı kahire'de düzenlenen bir festivalde sahne almış. aynı yıl, italya Uluslararası Adriyatik-Akdeniz Festivali ve iskenderiye Akdeniz fesivali'nde de rol almış. kısacası festivalden festivale koşmuş bir grup. ve makedonyalı Monistra grubu ile de beraber çalışmaları olmuş. daha sonra afrika'daki festivallerde de boy göstermiş. çeşitli filmlere soundtrack da yapmışlar ve birçok ödül kazanmışlar. bence de son derece kaliteli bir grup.
hayatta standart insan olarak yaşamanın rahatlığını yansıtandır.
oturuyoruz masada. arkadaşım bir tasarım yarışmasına katılacak. içecek ambalajı neyin bi şiler yapacakmış. bizim adama soruyor "en çok sevdiğin meyvesuyu çeşidi?"
"şeftali" diyor.
abi ne kadar kolay yaşıyorsunuz. ben nar seviyorum mesela. her yerde de bulunmuyor. ama şeftali suyu öyle mi? mesela in şimdi bizim yurdun kantinine, kıytırık kantin abi, şeftali suyuyla dolu dolap.
"peki ikinci sevdiğin ne?" dediğinde de "kayısı" diyor fasilitesini fasladığım ya. zaten ya şeftali ya kayısı bazen de ikisi beraber doldurur o dolabı.
bu şeftali suyu sevenler yüzünden aslında bu haldeyiz he. bunlar seviyor diye marketler bakkallar sürekli şeftaliye kayısıya oynuyor.
azınlık hakları korunmalı.
edtali: söylemeyi unutmuşum. sadece bakkal marketlerin toptancılardan alması ya da toptancıların bunlardan bulundurması değil mesele olan, üreticiler de yapmıyor. mesela hiç küçük kutu nar, armut, elma, ananas suyu falan yok. küçük kutular standart şeftali, kayısı, vişne. portakal bile az var be küçüklerde.