filmin bitiminde; geçen zamana üzülmenize, filmi tavsiye eden kişiye ağız dolusu * küfür etmenize sebep olur.
her zamanki gibi film bitimi çıkan yazıları okumamış, soundtracki bile dinlemeden ''x'' butonuno tıklamıştım. geçen 126 dakikalık zamanın sonunda öğrendiğim tek şey;
''filmin ilk 40 dakikası s.k gibiyse zorlayıp da izlemenin bi anlamı yoktur''
olmuştu.
her ne kadar ''olsun. yeni, başka tarzda bi film izlemiş oldum'' diye kendimi avutsam da, 126 dakika sonunda; ''tavsiye üzerine izlenenbok gibi filmler listesi''ne bir yenisi daha dahil olmuştu bile.
not: yıllardır sahip olduğum bu listeye ayda ortalama 2.4 * film eklenmekte olup, tavsiye edilen filmlerin bazılarıysa ''gayet baba film'' çıkmaktadır.
canım çok sıkılıyor be sözlük. yani genel olarak acayip sıkılıyor, şu ana özgü değil. bazen o kadar sıkılıyorum ki kahveden adam toplayıp halaybaşı olmak istiyorum. ben de horon tepmek, parası neyse verip kolbastı oynatmak istiyorum. sahi bi kolbastı vardı ne oldu o? flash tv'de de görmez oldum artık kolbastı oynayan şen gençleri. kesin modası geçti. eh tüketim çılgınlığı, popüler kültür falan. sen bunu benden daha iyi biliyorsun.
bi de, bazen beni kimsenin tanımadığı yerlere gitmek istiyorum. ''bi arkadaşa bakıp çıkıcam'' deyip, orada yeni bir düzen kurmak istiyorum; ama sonra o düzene karşı çıkıp bi büyük deviririm diye korkuyorum.
''sen gerçekten böyle biri misin, yoksa rol mü yapıyorsun?'' diyenlere ''hayır değilim, sizinle kafa buluyorum yavrum'' diyorum. yavrum diyorsam; ''aslanım'' manasında. yanlış olmasın.
canımın en çok sıkıldığı zamanlarsa sevdiklerimin canının sıkıldığı zamanlar. bak nasıl da kendimi fedakarmış gibi gösteriyorum. -mış gibi gösteriyorum gerçekten de; çünkü sanırım pek fedakar değilim. zaten birçok konuda kendimi -mış gibi gösteriyorum.
bu benim uzun yıllardır yaptığım bir şey zaten. eskiden de dersi dinliyor-muş gibi yapardım, umrumday-mış gibi davranırdım.
(-mış gibi göstermek: aslında öyle olmadığı hâlde öyley-miş gibi yapmak)
aslında şöyle bi düşününce bayaa pis bi insanım. ama hepsini yazıp da kendimden tiksindirmek istemiyorum.
he bi de, bütün siyasetçilerden nefret ediyorum. felsefe okuyorum ve tüm filozoflara küfrediyorum.
not: nietzsche ergenliğini atlatamadan ölmüş bir adamdır. **
oldu o zaman. benden şimdilik bu kadder. ee sözlük, sen iyisin?
az önce, bana verdiğin hediyenin, müthiş bir fikirle hazırlanmış; çok beğendiğim paketini açtım. mümkün olduğunca yavaşça ve dikkatlice açtım paketi. çünkü biliyordum tekrar o şekile getiremeyeceğimi. getiremedim de.
paketten nescafe kırmızısı kupa çıkınca çok mutlu oldum. çünkü biliyordum o senin kupandı ve notunda da belirttiğin gibi ondan sadece sen içmiştin. her zamanki tebessümümün en samimi hâli kapladı yüzümü.
hemen bir şeyler içmek istedim. kahve suyunun ısınmasını bekleyemedim. ancak ikinci bardakta asitinin kaçtığını farkedebildiğim koladan içtim. su içtim. sonra kahve içtim... benim kupamdı artık o ve vücudumdaki sıvı seviyesinin artışına aldırmadan içtim de içtim.
sahiplenmek çok güzel bir şeymiş. evim, yastığım, bardağım, arkadaşım,
benim arkadaşım...
ben bunu çok yeni öğreniyorum. biraz da senden öğreniyorum, unutmamacasına.
mesajlaşmayı sevmeyen biri için geçilmesi güç eşik.
smiley sevmem ben. ''nokta''nın kararlığına, ''ünlem''in hırsına, soru işaretinin ciddiyetine güvenirim.
geçen gün yine malum smiley ile biten bi mesaj aldım. smiley dediğime bakmayın, bildiğin ''gülen surat''.
beni bilen bilir, mesaj okumaktan daha çok nefret ettiğim şey mesaj yazmaktır. ayda yılda bir acil bi durum olursa mesaj yazarım, gönder tuşuna basmadan da en az dört kez okurum. o yüzden telefonuma mesaj atan pek olmaz.
her neyse işte, ne diyordum? heh! gülen surat. geçen yine sözlükten bir yazar yazdığım bir entry üzerine mesaj göndermiş. ''nasıl yaptın?'' demiş. ben de soru işaretinin verdiği ciddiyete güvenerek, nokta kararlığında bir cevap attım. yazarın teşekkür cevabı da gecikmedi;
''çok sağol kardeşim:)''
bi anda ''kardeşim'' demesini sevinmesine ve yardımcı olmamdan dolayı duyduğu minnete bağladım. ama o sondaki gülen surat yüzünden kasıldım kaldım. büzüldüm. yedi yaşıma döndüm, abisinden onay alan küçük çocuk sırıtışıyla oturduğum yerde kalakaldım.
cevap yazamadım. ''önemli değil kardeşim'' demek istedim. diyemedim.
eğer ki sen bunu okuyorsan sevgili yazar;
''önemli değil kardeşim, ne demek. yardımcı olsumsa ne mutlu:)''
ama ben zaten hiçbir zaman bu gülen suratı sevmedim. sevemedim. telefonumun ekranındaki ibiş * sırıtışa hiç cevap yazamadım. ama gülen surat daha çok korktuğum bişey varsa o da ''ağlayan surat''tır. ağlayan suratla biten bir mesaj alırsam intihar ederim herhâlde.
bu eşiği bi geçsem herkese gülücük dolu, sevgi dolu mesajlar atarım. herkesi alnının çatından öperim. ama olmuyor, yapamıyorum. yardım edin.
1 haftada tam 13 kişi tarafından -birine bilet almayı teklif etmeme rağmen- 18 kez reddedilmeme sebep olan film. sonunda tek başıma izlemeye karar verip, gittiğim sinemada salona dördüncü bulamadığım için henüz izleyemediğim film aynı zamanda. (salonun açılması için en az dört kişinin bilet alması gerekiyormuş)
ama bugün izlerim ki ben bunu.
ek:
ve sonunda izlenen film. dediğim gibi film buralarda pek rağbet görmedi. dün 15:20 seansını toplam 12 kişi izledik.
onun dışında, filmdeki kafası lekeli adam (gorbaçov) dizinin birkaç bölümünde daha çıkmıştı sanki. evet, evet çıkmıştı. ama yine çıksın, hep çıksın. pek sevdim bu adamı.
film dizideki tadından pek farklı değildi. hatta daha iyiydi.
diziyi beğenenlerin mutlaka izlemesi gereken film.
dün 1 saat kadar taksim'deki biletix'te sıra beklememe rağmen, biletlerin tükenmesi sebebiyle katılamayacağım etkinlik. yorgunluğun yanı sıra önümdeki dört geveze yabancının * bitmek bilmeyen muhabbetiyle baş ağrısı yaşamama sebebiyet veren etkinlik aynı zamanda.
-çak moruk deyip, tam çakacakken eli çekip, arkayı göstererek ''tuvalet arkada'' demek
-çak bir beşlik deyip, tam çakacakken malum hareketle al iki buçukluk demek
-burhan altıntop taklidi yapan arkadaşlar (nihayet azalarak bitti)
-''sana bi fıkra anlatayım mı?'' diyene ''anlat'' deyince, ''anlat demekle olmaz demesi'', bunu hiç sıkılmadan sürdürmesi, senin onun ağzını burnunu kırman
-yılın son günü ''seneye görüşürüz'' diyen arkadaş (sanırım bu da bitti)
ortaokul ve lisede ''bildiğin piç'' diye tabir edilen öğrencinin arkadaşları tuvaletteyken onları ıslatmak için kullandığı gereç.
onun dışında başka bi amaçla kullanıldığını görmedim. lise 3'te tuvalette görüp de tanımlayamadığım cisim de bunun kanıtı.
zaten ben de bu şaka olayını bildiğimden dolayı, ne ortaokulda ne de lisede tuvalete girmedim. hatta cami tuvaletlerine bile girmem. şöyle bi düşünüyorum da, ben bayaa bayaa tuvalete girmiyorum. vücudumdan ter olarak atıyorum.
öncelikle, uzun pasta: yuvarlak pastayla aynı fiyata sahip olup, aile içindeki, akrabalar arasındaki doğum günü kutlamalarında tüketilen pasta çeşitidir. yuvarlak pastaya nazaran çok daha fazla dilim çıkarılabildiğinden dolayı daha fazla tercih edilir.
bu yazdıklarım tamamen kişisel. bakın ben pasta sevmem. belki de bunun sebebi çocukluğum boyunca yıllarca yuvarlak pasta isteyip de her sene uzun pastayla doğum günü kutlamamdır. yanında tuzlu kurupasta, bi de 2,5 luk fanta falan. ben fanta sevmem ki! kola içerim. bak demek o yüzden soğudum fantadan. bilinçaltı tabi, çocukluk travması falan.
neyse işte, ne zaman uzun pasta görsem içim hüzünle dolar. bi burukluk hissederim. garip olurum falan.
buradan pastanelere açık duyuru;
lütfen, artık uzun pasta yapmayın. kalpli yapın, şekilli yapın, falanlı yapın, yuvarlak yapın ama uzun pasta yapmayın. ne olur bir nesil daha heba olmasın.
ek: baton falan deyip de süslemeyin oğlum pastayı. uzun pasta işte. çirkin böyle. ucuz.
bu nickin pek afili bi hikayesi yok aslında. ve nickimi pek de sevmiyorum. ama kendimce manalar çıkarıyorum. o zamanlar hoşuma gidiyor. sadece benim ilginlediğim şeylerle ilgilenler anlayabilir diyorum. makina kafalara, soad'a, sisteme, popüler kültüre ve popüler kültür lafını kullananlara selam çakıyorum falan.
biraz da anarşi işte. anarşi beni genç gösteriyor.