size bir iyi bir kötü haberim var arkadaşlar... önce kötü haber: semih feci dayak yemiş, bir de iyi mi kötü mü bilmiyorum aslında ama: hala yaşıyormuş...
kendime şu an sorduğum soru. yaş oldu 20, herkes uzun ilişki kasıyor ve ben hala sapım. üzücü olmakla beraber insan kendini sorgulamıyor değil. sanırım saplığın bu evresinde en önemli olan gaza gelip hoşlanmadığın biriyle ilişkiye başlamamak ve saplığa doğru birini bulana kadar devam etmek. her ne kadar işin ucunda sap olarak ölmek olsa da. kedilerinizle beraber... cesediniz de ölümünüzden 20 gün sonra kokunuz yüzünden kurtlar tarafından bulunsa da... saplığa devam?
not: sanırım ben muhammed lee'ye bi' mesaj atacağım. *
arşimet mezarında ters döndü be. zamanla insanların keşfettiği şeyler nasıl da değişmiş!
tanım: yalakaların, cinsiyetçilerin, yolsuzların, tecavüzcülerin, katillerin ellerini kollarını sallayarak gezdiği bir yerde adam gibi adama duyulan özlemi belirtir daha doğrusu insan gibi insana. çünkü toplum artık birbirine vurdurulan horoz dövüş meydanına dönmüştür. erkeklerde, kadınları sik meraklısı diye yorumlayan bir kesim vardır, kadınlarda erkekleri boyna sapık diye yargılayan bir kesim vardır. hükümete yaranacağım diye nasıl duracağını bilemeyen yamuk kesim vardır, çalan vardır çırpan vardır, vuran vardır, vurmaya kesmeye izin veren vardır ama bunların arasında asla insan yoktur. işte bu hengamenin arasında bu kümelerin dışında kalan insanlar birbirini görmek ister, insan görmek isterler. çevremiz canavarlarla dolmuştur çünkü. budur içi adam çekmek daha doğrusu insan çekmek... inanır mısınız çok çekiyorum içim insan...
edit: noldu adam olmayanlar zorunuza mı gitti? ne eksiliyorsunuz?
her sınavdan önce yaptığımdır. gece kalkıp çalışacağım diye uyurum ancak asla o gece uyanamam. zaten sınava çalışmayı son güne bıraktığım için verimli çalışamayacağımı bilirim. gece alarma kalksam bile 5 dakika daha diyerek geri yatarım ancak o uyuma sınava yarım saat kalaya kadar sürer. buraya kadar normal olsa da diyelim işin garip yanı sınavdan önceki gün normale göre uykumun çok erken gelmesi ve çok uzun sürmesidir. biz buna psikolojide self-handicapping diyoruz. zaten son güne bıraktığım için yapamayacağımı bilerek kendimi uyumaya şartlıyorum ve böylece başarısızlığı uykuya bağlıyorum. buna örnek olarak sınavdan önceki gün halı saha maçına gitmek, partiye gidip deli gibi içmek veya şehir dışındaki bir akrabayı ziyarete gitmek de verilebilir. self-handicappinglerimiz zamanla self fulfilling prophecy ye dönüşür/dönüşebilir. buna kendini tamamlayan senaryo da diyebiliriz. biz geçen sınavdan kötü aldığımızı bilerek yine yapamayacağımızı düşünür yine son güne bırakır ve yine uyursak, notumuz yine kötü olur yani senaryonumuz kendini tamamlayarak bir paradoks/döngü oluşturur.
not: anlayamazsınız arkadaşlar bir haftadır kombo kombo sınavlara girmekten bunlardan başka bir şey düşünemiyorum.
kaç gündür düşünüyorum, yahu diyorum bu insanlar neden bir konu hakkında fikir sahibi olmadan bu kadar konuşuyorlar diye. daha doğrusu kaç gündür düşünüyordum, sabah bunu iyice tetikleyen bir program izledim. gelişim psikolojisi çalışırken çay almaya mutfağa gittim ve dikkatimi ailemin izlediği program çekti. bizimkiler 7/24 tv8 izler. yine aramızda kalmasını izliyorlardı ama bu sefer bu programa bir psikoloğu davet etmiş tv8. hoşuma gitti, merak ettim ve çayımı aldım, programı izlemeye başladım. çağırdıkları gayet değerli bir psikolog olan mehmet şakiroğlu 'ydu. ben oraya o adamı dinlemek için oturmuştum ama maalesef jess molho, funda özkalyoncu ve deniz akkaya (direk ctrl c/v) yüzünden ben adamı dinleyemedim. konu hakkında bilgi sahibi olmamalarına rağmen, durmadan adamı böldüler, konuşturmadılar. deniz akkaya'ya baktım mesela adam konuşurken telefonla oynuyor, hadi telefonu bıraktı diyelim yüzünden anlıyoruz kendi diyeceklerini düşünmekten asla adama konsantre olamıyor. gözlerini kısıyor, gözleri kayıyor ama asla dinlemiyor. mehmet şakiroğlu artık bir iki şey söyleyeyim bari derken ''bir şey anlatabilir miyim?'' diyerek anlatmaya başlıyor ki o zaman da adamın lafını bölüyorlar. düşünüyorum düşünüyorum, neden insan, orada bilgi sahibi biri varken dinlemez, anlamıyorum. şaka yaptım şaka aslında anlıyorum ki o yüzden buradayız. şimdi psikolojide self assesment diye bir şey var efendim. bunun meali şu, sen kötü bir özelliğin olduğunu biliyorsan, onu dengelemek amaçlı bir de iyi özellik sunuyorsun ki piyasaya iyi bir imaj oluştur. atıyorum mesela şunun gibi ''ben sigara içiyorum ama matematiğim çok iyidir.'' burada da bu işliyor. bu tip insanlar içlerini hep kemiren bir aşağılık duygusuyla yaşarlar. her zaman var olan ''kötü özellik''in hissi onları hep ''iyi özellik'' ortaya koyma zorunluluğu hissettirir. burada da bunu ''bakın benim bir fikrim var, ben zekice konuşuyorum'' tarzı hareketlerle, ki bu hareketler samimiyetsiz ve aşırı olur ki aşağılık duygusunu yatıştırabilsin. bu insanlarda aynı zamanda çevrelerindekileri küçük görme yatkınlığı da bulunabilir. sonuçta aşağılık kompleksli insanlar kibirli olmaya en yatkın insanlardır. bu tarz kişiler her yerde karşınıza çıkabilir. mesela sizin mesleğiniz olan mühendisliği size öğretmeye çalışabilirler, psikoloji okuyorsanız sizinle beraber insanlara tanı koymaya çalışabilirler. bunları siz değiştiremezsiniz arkadaşlar. bu tip kişileri geçiştirmek en fonksiyonel çözüm olacaktır.
not1: böyle bir kompleks psikoloji literatüründe yoktur. ancak bu tarz tavırların dengesiz, samimiyetsiz ve yersiz olmasından dolayı ben bunu bu şekilde adlandırdım.
not2: az önce kontrol etmeden kaydetmişim entrimi, bir baktım yanlış yazmışım başlığı. hemen modlara haber uçuracağım. kusura bakmayın arkadaşlar.
gençlik sitelerinde vakit geçirip, site panellerinde yanlış türkçe kullanımı, moderatör baskıları ve konu kısıtlamalarıyla konuşan ve bu konuşmalarla büyüyen doğal olarak da cahil kalan kesimdir. psikoloji okumam gereğince nabzı yoklamak adına şu aralar ergen kesim hangi sitelere yoğun ilgi gösteriyor diye bir araştırmaya giriştim bugün. size siteleri ve karşılaştığım tek tip ergenleri anlatmak istiyorum o yüzden. gençler üç ana kola ayrılmışlar. japon kesim(anime ve mangacılar diğer adıyla otakular), wattpad(fantezi romancı genç kızlarımız), koreanturk(wattpad'in izlenen versiyonu). ben bu üç siteye de üye olup raslantısal olarak tartışma ortamı oluşturmaya çalıştım. elime geçen sonuçlar epey vahim.
turkanime: burada üç tip genç var;
1. durmadan küfür eden, ecchici(sapık anime gibi bir şey) tipler: mantıklı tartışmaya giremezler. sitenin %70'ini oluştururlar.
2. zeki troller: tartışmaya ciddiyetle girmeseler de çok güzel cevap verirler. Türkçeyi güzel kullanırlar. afilli afilli virgül kullanımları göze çarpar. diğer sitelere göre çoğunlukları burada barınır.
3. ciddi konuşan tipler: düşünerek sana mantıklı cevap vermek isterler. çok azdırlar.
wattpad:
1. kibar tipler: düzgün düzgün yorum yazan, her daim saygılı ve sabırlı kesim.
2. popülerist tipler: yeni tip ergenler. bunlar kabul edilmek adına tek bir ağızdan konuşur gibi konuşurlar. birini ötekinden ayırt edemezsin.
3. salaklar: en ufak şakayı bile aşırı ciddiye alıp, boş önermeler savururlar. bugün birisine şakayla kedi kesiyorum ben dedim de, solculuğumdan girdi, dinsizliğimden çıktı. ne dinsizliğim var ben de bilemedim yahu... en tehlikeli kesim bu salak kesimdir. her şeyi sorgulamadan kabullenir, kabullendiklerini fanatikçe bilmeden savunurlar. savunuşları argümanlarının güçlülüğüne değil, bilgisizliklerine dayanır.
sonuç: uyuşturulmuş bir kesim. wattpad tamamen aşk, şehvet, entrika üstüne dayalı acemi yazarları teşvik ediyor. türkçe gördüğüm üzere kötü kullanılıyor. twilight nesli diyebiliriz wattpad'e. gerçi çok da laf etmek istemiyorum. belki bir yerden okumaya başlamak hiç okumamaktan iyidir.
koreanturk:
1. boyun eğen bir kesim: dışlanmamak adına yalakalık yapan veya sineye çeken kesim.
2. boyun eğdiren bir kesim: grup kurmuş, yaptırım uygulayabilen kesim. moderatörler de buna dahil. bugün aramızda şöyle bir konuşma geçti. moderatöre yine araştırma amaçlı yaşını sordum, 23 yaşında liseyi hala bitirememiş en sonunda açıktan liseye geçmiş biri. emir vererek konuşuyor üyelerle. uyardığında emir vermedim diyor, emir kipi kullandığını söylüyorsun, türkçe dersi mi veriyorsun diyor. bir başka konuşmada bir üye mantıktan, doğrulardan bahsediyor yine bunlar diyor ki ''her doğru her yerde söylenmez.''
3. banlanan kesim: ben bu sitede dayanamadım, gözlemlediğim şeyleri yazdım. saygısız ve aşağılayıcı konuşmalarının, kötü kullanılan türkçenin, kısıtlanmış konular üzerinden din ve siyaset hakkında konuşamamalarının, büyük harflerle bile olsa ses yükseltememelerinin, mantık ve merakı sürekli kötü bir şey olarak nitelendirmelerinin ergenler üzerinde narkotik ve aptallaştırıcı bir etki bırakacağından bahsettim ve banlandım. banlıyken biraz daha konuşmaları okudum, biri daha moderatörlerin saygısız tavrından yakındı o da banlandı. moderatörse ''panelin huzurunu kaçıranı barındırmayız'' tarzı bir yazı yazdı bunun ardından. zaten panelde din, siyaset, tartışma yasak. tartışma ortamı kadar güzel bir şey mi vardır ya? çok üzücü çok.
4. arada dizi tavsiyesi isteyen hayaletler: en mantıklıları bu kesim. dizi sorup çıkıyorlar.
sonuç: ay kusura bakmayın ama tam bir master&slave morality kuşağı oluşuyor. insanlar anlamasalar veya fark etmeseler de tüm bunlar operant koşullanmanın temelidir.
sonra anlıyorsun, akp neden bedava internet vaadi yaptı seçimde diye. rte zihniyetinde olsam herkese bilgisayar, telefon, tablet, portatif sarj, her yerde geçerli sınırsız internet verirdim çok mantıklı valla.
not1: turkanime'ye laf etmiyorum, anime dediğimiz şey gerçekten sanat ve bir zanaat ama orada da birtakım kalite sıkıntıları çıkabiliyor. ben de bir yarı-otaku olarak çok kaliteli olan işlerin ne kadar zengin bir altyapıya sahip olduğunu biliyorum o yüzden bu kalitesiz işleri ve o işlerin peşinde olanları görmezden geliyorum.
not2: elbette az da olsa kültürel ve sanatsal aktivitelere ağırlık veren kesim var. onları tahmin edersiniz zaten.
edit: ay pardon gereksiz sözlük trolllerini eklemeyi unutmuşum.
kendimden nefret ediyorum. mesela biri beni sevmediğini belli ettiğinde, hiç şaşırmıyorum. ben kendimden nefret ederken, başka birinin beni sevmesi garip zaten. bu yüzdendir beni çok seven insanlardan bazen dayanamayıp iğreniyorum. normal olsalar, iyi olsalar beni sevmezlerdi diyorum. insanlara gidici gözüyle bakıyorum. bazen kendime katlanamayıp deliriyorum. aynalar sinirimi bozuyor. hayatta peşinden gidilmeye değer bir şey bulamıyorum. bunları teselli istediğim için de yazmıyorum. araştırdım benim gibi, böyle derin derin kendinden nefret eden bir insan var mı diye. bu insanlara verilen tavsiyeler işe yarar mı diye. yok, hepsi boş laf. benim gibi hissedenlere bir itirafım var; bu duygu asla geçmiyor maalesef. her gün eksiklerinizi kapatmak için başka şeylere başvuracaksınız ama üzgünüm o eksikler dolmuyor. biz hep garip, tuhaf, arıza ve sorunlu olanız. napiyim amına koyim napiyim? ne doğru olabiliyorum ne iyi! iyi olan nedir diye düşünürken elim ayağım dolaşıyor, heyecanlanıyorum, yine garip olanı yapıyorum. ölmek istesek onu bile beceremeyiz şu siktiğimin hayatında. ulan feminist diye geçiniyorum ya, şurada bile beni en çok rahatlatan laflar amına koyim, sik mik. böyle sikik bir durum işte. asla olduğum kabı dolduramıyorum. hadi eyvallah ben temizlik yapmaya gidiyorum.
Alarmı erteleyip geri uyuyorum, ardından otobüsün gelmesinden 10 dakika önce uyanıp yüzümü yıkamadan, sadece üstümü değiştirip durağa koşuyorum. rutinim, fix.
kafamı kuma gömüp, tek iletişimimi soluncanlarla kurduğum bir hayat istiyorum. he bir de kafam kumdayken kimse götüme bakmasın istiyorum, ya da kimse tekme atmasın, vurmasın, ellemesin de ayrıca. beni sikmeye çalışmayan bir dünya istiyorum kısacası ama orospunun yemini de siki görene kadarmış ya hani ben de sanırım biraz dünyanın beni sikmesi için biraz cilve yapıyorum.
dünyanın en zevkli şeyi. kütlettikten sonra çevremde biri varsa dayanamayıp soruyorum duydun mu ne kadar güzeldi diye! sesinden gurur duyuyorum, insanlar garip garip baksa da ben yaparken mutluluktan çıldırıyorum.
bu bok bende sanırım 12 yaşımda falan başladı. geceleri uyuyamıyordum, uyuduğumda uyanamıyordum. bir gün bir matematik sınavından önce yine uyuyakaldım, sabah bir kalktım saat 11 mi ne olmuş direk hocayı aradım, hocam uyuyakaldım, ne yapayım? hoca, kaldın, sınıf tekrarı falan uğraşırsın dedi. beni pek sevmezdi kaşar karı, sorun çıkarmayan ama sorunlu olan bir öğrenciydim. ben de durum böyle olunca anneme, abime söyledim sanırım kaldım diye. düzenli aralıklarla dayak yiyen bir evlattım, abim beni çok korkuttu babam böyle kızıcak, sen şöyle salaksın diye, ben artık bana yapılabilecek işkenceleri düşünmeye başladım, aklıma öyle korkunç şeyler geldi ki korkudan altıma sıçıp, işkence mi yoksa ölüm mü diyerek intihar ettim. gördüğünüz üzere ölmediğim için, beni pek tabii psikiyatra götürdüler(hastane zorunlu tutuyordu), o karı da bana concerta verip yolladı, ben olsam beni ailemin elinden alırdım ama neyse, concertanın kafası iyiydi ama o bitince bana devamını alacak bir ailem yoktu ki zaten dehb bende yoktu. o ilacı bana dehb tanısıyla vermişlerdi ama ben hiçbir zaman o tarz bir çocuk olmamıştım, sadece ilgimi çekmeyen şeylere ilgi göstermemekte kararlı bir çocuktum. ilaç kullanmadan yıllar geçirdim, hep deli gibiydim, biraz da dengesizdim, her zaman kötü bir şey olacak diye etrafta dolaşır, abim beni dövdüğünde de kötü şey şimdilik bitti diyip rahatlardım. dayak yediğimde öyle güzel uyurdum ki anlatamam. abim ben liseye geçince evden uzaklaşmaya başladı işte o zaman iyice kötüleşmeye başladım, o üniversite, askerlik, iş, evlilik derken artık beni dövmeye zaman bulamıyordu ve benim kötü kehanetlerim tamamlanmıyordu.böyle olunca ben kötüleşmeye başladım, artık bazen tek başımayken durmadan ağlama krizine giriyordum veya kendime zarar verecek şeyler yapmaya çalışıyordum. kulak deldirmek, piercing falan da canımı acıttığı için başta işime yarıyordu, artık onların da acısını hissetmiyorum. bu süreçlerden birinde bir psikiyatra gittim o da beni susturdu, prozac verdi yolladı, beni dinlemediği için ilacın bende yaratacağı etkiyi de bilemedi, 2 hafta sonra bende tekrar intihar düşünceleri oluşmaya başlaşmıştı, ben tamamen bir ölüye dönmüştüm, duygusuz tepkisiz bir insan olmuştum. bunlar olurken 16 yaşındaydım, bir ay sonra tekrar psikiyatra gittim ve bende intihara meyil oluşturduğunu ve ilacımı değiştirmesini söyledim. o da bana celectra mıdır nedir öyle bir şey verdi o da bende bir sikim etki oluşturmadı. ben de ilaç sevdamı bıraktım. 17 yaşımdaysa sigara kafasını keşfedip sigaraya başladım ama onu da evde içemiyordum çünkü durmadan beni yakalayacaklar diye düşünüp midemi bulandırıyordum, sigara beni bazen kusturuyordu. yaşım 20 oldu bu süreç içinde, belki kendimi tedavi ederim diye psikoloji okumaya başladım. şimdi üniversitemin psikoloğunda terapi görüyorum ama ona 7 aydır gitmeme rağmen asla gerçek sıkıntılarımdan bahsetmedim, geçen ona gerçekleri söylemediğimi unutup 12 yaşımda intihar ettiğimi anlattım, adam biraz şok oldu tabii 7 aydır ona siktiri boktan şeylerden bahsedip asıl sorunlarımı bahsetmememe. neyse en son cidden kötüleşmeye başladığımı fark ettim. her sabah kalkıp ulan bugün şöyle güzel bir akıl hastanesinde olsam, hani böyle dövdükleri, tecavüz ettikleri değil de, her gün yemeğini getirip, deli deli konuşunca garipsemeyen, düşünmek zorunda kalmayacağım bir yerde olsam diyerek uyanınca bir de üzerine öğlenleri sakinleştirici diye çıldırmaya başlayınca iyice sıçışa gittiğimi anladım. işte böyle, bir şey söyledikten sonra kendimden nefret ettiğim hayat değil de bir akıl hastanesinde olsam keşke diye uyanmalarım artınca buraya da bir yazayım dedim. belki biri bana ilaç tavsiye eder diye.
aslına bakarsanız ''rezalet'' içerikleri başlıklara karşıyım arkadaşlar, çok şımarık ve abartmayı seven kişi kelamı gibi tını sahibi kulağımda ama n'apayım en doğru kelime bu. konuya giriyorum direk fazla dırdır etmeden...
26 şubat 2016 tarihli yüzyüzeyken konuşuruz ve deniz tekin konserine gitmeyi uzun süredir bekliyordum ancak okulumuz şile'de olduğundan bir türlü arkadaşlarımı ikna edemiyordum. dil döktüm, bolca uğraştım bir arkadaşımı ikna ettim, sonunda gitmeye karar verdik. okuldan sonra istanbul'a gitmek de zor iş, şile merkeze git, eve çık, yemek hazırla, hazırlan, okula dön, istanbul servisine yetiş, trafik zaten allah'ın emri, 4. levent'te inip tekrar metro yap, bronx pi'ye yürü derken biz 17.00'de direk koşuşturmaya başladık, kapı açılışı 21.00'de, biz biraz geç vardık,21.20 gibi bronx'taydık. dönüş servise de 00.00'da ama yüzyüzeyken konuşuruz ve deniz tekin'i biz çok seviyoruz ya, iki- iki buçuk saat için değer diyoruz, öküz gibi de vize var haftaya ama boş ver diyoruz. dediğim gibi 21.20'de vardık bronx'a, çıktık yukarı, başlamamış daha, bir sigara içelim dedik, sigara içtik, içeri girdik, yine başlamamış, sorun yok diyoruz başlar birazdan. bir hobbit gelip arada ses kontrolü yapıp gidiyor, heyecanlanıyoruz tabii biz de. oturduk bir ara yere, sıkıldık, içki de sevmeyiz pek elinde biraları dolaştırıp satmaya çalışan tipe sorduk ''çay yoktur di mi'' diye. ellerinde çayla gezenler var, onlar kulistenmiş, çay yokmuş,ben o sırada çay olsa çok rahatlayacağım ama neyse çay da içemedik. bir ara arkadaşımla yae ne kadar yalnızız, milletin hep sevgilisi var muhabbeti falan yaptık, öyle sıkıldık... Saat oldu mu 22.40? Millet huzursuz, bizim gitmemize 1 saat kalmış, hala hobbit gelip ses kontrolü yapıyor falan neyse el yaptı bize son 5 dk diye... 22.45'de sahneye çıktılar gerçekten. bizim suratlar beş karış. kaan boşnak, evet havalı adam falan ama artık bokunu çıkarmış havalı olma kavramının. sahneye tamamen zom geldi. gözler açılmıyor, bayık bayık bakıyor, kitle genelde lise, herkesin kafası açık ama kaan bey zom ya triplere girip, müziği tribal yapmaya çalışıyor, tribal olamıyor maalesef basitleşiyor iyice. hem sesi çıkmıyor, hem tribal müziği beceremiyor ya, benim orada kafam atıyor iyice artık başlıyorum şikayet etmeye ;
1-) hadi zom olacaksın, trip yapacaksın, salak salak bayık tribe girme, biz senin sesindeki farklı tınıyı sevmişiz, sen gidip bizim okuldaki leş tayfın trip müziğini yapıyorsun bize, neden? çok herkesleşiyorsun, neden ulan neden? demet akalın tribini çekmek zorunda mıyım ben?
2-) ses kontrolü neden o saatte yapılıyor? ben onu beklemek zorunda falan değilim? niye sahneyi önden hazırlamıyorsunuz? tüm gün elinizde?
3-) somurtuk, somurtuk sahne yapacaksanız, neden sahneye çıkıyorsunuz, kimse sizin zom olma paranızı ödemek zorunda değil.
4-) insanları 1 saat 45 dakika bekletmek nedir?en çok bunu anlamıyorum! nedir insanı 1 saat 45 dakika bekletmek?
5-) sizin dinleyici kitleye saygınız yok mu hiç?
Not: biz mecbur şile'ye dönmek için çıkınca, dayanamadım, güvenliğe sordum. Kapı açılış saati 21.00 madem, neden sahne saati koymuyorsunuz diye. bu kadar geç kalacaklarını bilsek, gelmezdik, şile'den geliyoruz diye. ben yazabildiğim her yerde bu olayı duyuracağım diye. adamın suçu değil tabi, sadece belki iletilir diye ona söyledim. adam bana açıkladı işte sanatçılar kafalarına göre karar veriyormuş, taksim'de genelde böyle yürürmüş, evet, keşke biletix'e sahne saatlerini koysalarmış, ama bilemedikleri için sahne saatini koymuyorlarmış, istersek bize başka etkinlikler için bilet verebilirmiş çünkü o da bu durumumuza üzülmüş falan, konuştu baya.
Ben bu yazıyı neden yazdım?
Çünkü sizi uyarmak istedim, bronx pi böyle, haberiniz olsun diye. Yüzyüzeyken konuşuruz'un dinleyiciye saygısı yok bilin diye. Size hitap etmek için değil, o akşam ceplerine içeceklerinin parası çıksın diye çıkıyorlar o sahneye, bilin istedim. Evet, duman grubunun da konsepti bu şekilde sahneye çıkmak ama onlar hep dinleyiciye hitap ettiler, ben kaan tangöze'nin konserlerinden hep çok iyiydi ulan diyerek çıktım, hep nabzı tutabildi adam. seyirciyle hep iç içe, göz gözeydi. seyirci için oradaydı, seyirciye karşı değil. tek taraflı konuşsa da hep muhabbet etti mesela bizle. neyse arkadaşlar çok bozuğum, sizinle bu yüzden paylaştım, benim kadar bozulmayın, hiç uğraşmayın, sözlükte bir şeyler yazın bu gruba gideceğinize.
Kimse yokken kırmızı ışıkta durmak gereksiz tutarlılıktir. Etik ise nesnel kavramlar üzerine oturtulan, öznel bir yasa veya yargılar sistemidir. Etik, bazen gereksizdir özellikle psikolojide dogmatik olarak işlev görmesinden dolayı sınırlayıcıdir. Benim acimdan sevilmeyendir.
Mükemmel bir sistemde eksi sözlük kullanılır miydi hedesi. Düşününce ekşi genelde güzel bir eleştiri sözlüğü. Gündem boş olduğunda pek de ilginç bir şey çıkmıyor, gerçi artık gündem boş kalmıyor o yüzden hep dolaşımda kalıyor. Peki ya güllük gülistanlik bi ülkede eksi sözlük ekşi sözlük olur muydu? Bilemiyorum.
Ne günlerdi be heyt! Eskiden kaliteliydi artıkın çok paralel, çok banal ve kalitesiz. Çocuk kıyafetleri çok farklı ve tatlıydı. O küçük maymunlu kapşonlulari giyerdi ilk aşkım hüptirikçi emre. Ne kadan küçük ve platoniktim hey allahım.