soruyu gereksiz ve çoktan cevabı verilmiş gibi algılayan şahıslar için, boğaziçi üniversitesi fizik bölümü öğretim üyesi dr.ibrahim semiz 'den gelsin: marstan gelen meteorlarda farklı organizmalar var mıydı sorusunu yanıtlarken : 'hayatın ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için' denilerek açıklamaya başlanmış. http://haberturk.tv/progr...uzayin-gizemleri-15/83647
buyur tam 25:24 te. bu da öylesine denk gelen bir örnek, yoksa kendisi bu sorunun hala çözülmediğini düşünen tek bilim insanı değildir. filozoflar arasında hatta edebiyatçılar arasında da konu geçerliliğini sürdüren bir argümandır.
hala burada soru çok basit, bir cevabı yok, veya çoktan yanıtlandı denile dursun. ben konuyu uzmanlarından dinlemek üzere sözlükten uzaklaşırken, demagoji ustası, sorulan her felsefi - bilimsel soruyu üstüne alınıp 'ateistler hadi bunu da açıklayın' şeklinde algılayıp saldırganca cevap vermeye çalışan, argümanı teolojik tartışmaya taşıyıp dinciler şöyle şöyle insanlar ateistler böyle böyle insanlar, o yüzden dinciler bunu algılayamıyorlar noktasına getiren ve asıl konuya kendi sunduğu çözümden çok bilinen bir bilimsel görüşü ifade ederek karşıdakini aşağılama ve ego tatmin etme derdinde olan yazarlara elveda diyorum. sen her şeyi genellemeye devam et. pilotlar da çok karizmatik oluyomuş zaten eki eki tadında etiketlerinle yaşa.
ancak caner taslaman objektifliğinde olabilecek 'big bang ateistlerin steady-state ine şöyle cevap verdi, böyle kapak etti ' yaklaşımlarının karşıt versiyonu olan saçma sapan savlarınız da beni ilgilendirmiyor.
bundan sonra başlık altına yazıp beni hayattan soğutmaya devam etmemesi malum şahıstan rica olunur. git başka yerde ego mastürbasyonu yap allasen, ne bileyim mimar filan ol. 3 oda bir salon çizip ömür boyu 'sanatçıyım ben ayhh çok estetik ohhyş' modunda gez. zaten görülen o ki ama sistem çok bla bla diyen yeni ateist olmuş üniversite 1 gençliği tadında bir ömür yaşasan sana koymayacak. daha derinine inme ve anlam arama ihtiyacı bile hissetmeyen bir anlamı yok diyip geçen insanla ne felsefe konuşulur ne başka bir şey.
biraz da ben ego mastürbasyonu yapayım hazır gelmişken, life the science of biology 'i 2 yıl önce bitirmiş insana vikipedi linkinden abiyogenez okutuyosun. gerçek hayatta yeterince mevzumuz var uğraşacak bir de sanal gerginlikler yaratacak mazoşistlikte değilim. zaten sözlüğü bırakıyorum. hoşçakal kadın pedi reklamı kokan yazar.
elveda sözlük. 3 yıldır çok çektim senden her gelişimde içinde '-izm' cilik oynayan fanatik çömez yeni nesillerle böyle uğraştırdın beni . tutarlılığın ve değişmezliğinle belki lise arkadaşlarımdan daha vefalı buldum seni sol frame in ve sarsılmaz ukala klavye kahramanlarınla adeta sadakat gösterisi yapıyorsun sevenlerine. ama bu kez kesinlikle terk-i diyar eyliyorum eyter bea. bu da flereous 'un sözlüğe vedası olsun. (şimdi adı 'sözlüğü terk etti adam benim sayemde' bak nasıl kaçtı filan olur he aferin aferin sayende , evet, kutlarım)
bir polis kadının katılırsa sonuncu olacağı yarışmadır.
kezbanın tanımını henüz kendi aralarında tam oturtamamış kamiller için kimler kezban olamaz listesi:
-ne konuştuğunu bilen , tartışma kapasitesine sahip zeki kadınlar
- kültürlü kadınlar
-cesur ve yerinde özgüven sahibi kadınlar
-sosyal problemleri olmayan kadınlar
- bir amı var diye kendisini dünyanın hakimi hissetmeyen bu özelliği 3-5 milyar insanla paylaştığının bilincinde olan kadınlar
-eğitim seviyesi olarak modern çağların ihtiyaçlarına uyum sağlayabilmiş kadınlar
-kadın haklarını bilinçli bir şekilde savunabilecek donanıma sahip kadınlar
bu özelliklerin birden fazlasını bünyesinde barındıran bir kadın kezban değildir.
gelelim kimlerden iyi kezban olur listesine
- dişiliğini kişiliğinden daha ön plana alan kadınlar
- sosyal hayatta sadece dişi oldukları için kendilerine farklı davranılmasını bekleyen kadınlar
- ev geçindirmeyi, yemek ısmarlamayı erkeğin görevi olarak gören kadınlar
- kendisini erkek olmadığı için hayata 1-0 yenik başlamış sayan ve buna göre yaşayan kadınlar
- meslek seçerken dahi 'ben kadınım öyleyse mekanikten fizikten uzak dur, mesai saati uzun mesleklerden uzak dur ' gibi ön yargıları olan kadınlar
- müzik zevki demet akalınla başlayıp serdar ortaçla biten kadınlar
-belli bir yaşı geçtiği halde (22) kendisinden kadın diye bahsedilmesini ayıp bir şey zanneden kadınlar
... liste uzar gider.
neden 22: bireyin az çok okul hayatından iş hayatına doğru kaymaya başladığı , hayatı görüp tanıdığı, çocukça davranma lüksünü geride bıraktığı yaştır kanımca.
her neyse seçimi yapacak juri sözlük kamilleriyse bari değerlendirdikleri şeyin tanımını bilsinler.
bu kriterlerde bir polis kadın sözlüğün kezbanı seçilememektedir çok üzgünüm.
farklı cinsel tercihleri anlamlandıramayan ve cinsel tercihsizliğiyse her zaman 'çirkin olma, asosyal olma, kimseyi beğenmeme veya kimse tarafından beğenilmeme' olarak yorumlayan gerizekalı.
ulen yıllarca hastalık dediniz hadi tamam hastalık olsun madem. bu mantıkla devam edersek yine sana ne?sana ne ? anemi hastalarına gidip yavrum niye anemik anemik geziyosun bak hastalık bu normal değil bol bol pekmez iç diye her gün uğraşıyo musun? sen toplum sağlığı gönüllüsü müsün? her gün en az bir kalp hastasını sağlıklı beslenme konusunda bilinçlendiriyo musun?
e o zaman seni neden ilgilendiriyo amk? sa- na - ne? uff snne be slk . s.s.
final bölümünü izlemeye çekindiğim dizi.
hani küçükken en sevdiğin gofretten 3 tane alırlar da sonuncusunu şöyle yavaş yavaş açıp, kardeşinin kendi gofretlerini bitirmesini bekleyip sonra 15 dk da ballandıra ballandıra yersin ya öyle bir psikolojideyim.
sondan bir önceki bölümü de cumartesi akşamına kadar beklettim zaten.
yapılan yorumları gördüğümde de son gofret bozuk çıkarsa uğranılan hayal kırıklığını yaşayacağımdan korkuyorum.
harry potterın da son filmini izledikten sonra bir garip olmuştum onca yıllık efsane nasıl biter diye
bir yandan da merak içimi kemiriyor.
edit : izledim. haklı çıktım. o son gofreti yemiycektim.
sonuç(debra morgan anısına): fuck . what the hell was that?
kimsenin kendini alim ilan etmediği ve sadece 'bilmiyorum, bilen varsa tartışsın anlatsın ' diyen insanın bile kibirli olmakla itham edildiği ve birbirine latince göt kası denilen seviyeye düşüldüğü bir ortamdan tiksinmenize sebep olan sorudur .
canlılığın oluşumuna dair çeşitli görüşler vardır ve abiyogenez de bunlardan biridir. vikipediadaki abiyogenez başlığını bile okumadan gelip sözlükte biri açıklasın diyeceğimi sanan insanların varlığında dünyadan tiksiniyorum(malum kkg kişisi sözlükte ingilizce bilen ve vikipedia dan haberdar olan tek insandır. abiyogenez gibi temel bir biyoloji hipotezinin varlığından haberdar olmak sadece ona özgüdür, şanı ulu ve yücedir)
benim sorduğum şey felsefi anlamda canlının tanımı nedir? gelen cevap: abiyogenez görüşünün açıklaması
bu şuna benziyor 'sözlük ahalisi sizce bilginin tanımı nedir?' gelen cevap: empirizm veya rasyonalizm görüşünün açıklamasını içeren link.
en azından biyolojik olarak entropiye karşı gelen şey canlıdır diye tanım yapabilirsin ama yok beyefendimiz/hanımefendimiz bir kez kendini kanıtlama çabasına girmeye görsün, kendisini hiç tanımayan ve günlük hayatta karşılaşmadığı yani sonuç olarak siklemeyecek bir insana bile kendi düşündüklerini aktarmayarak lise biyoloji derslerinde bile öğrenilebilecek basitlikte bir açıklamanın üstelik viki linkini atıyor bunu yapmadan önce de önüne gelen her türlü aşağılamayı hakareti eklemeyi boynunun borcu biliyor.
zaten şu yazıyı yazarken sonuna 'tanrının olmadığı varsayılan bir evrende açıklama nedir?' yazsam mı yazmasam mı diye o kadar tereddütte kaldım ki. çünkü biliyordum böyle sırf buna takılarak cevap verecek etiketleme meraklısı ön yargıyla yoğrulmuş tiplerin türeyeceğini. sanki 'hadi atayizler bunu da açıklayın' demişim gibi, yazıyı baştan sona teolojik bir argüman gibi değerlendirip bunu dini bir tartışma boyutunda algıladığı için sinirlenecek en az bir adet anti-teist çıkacağı belliydi.
hay o cümleyi ekleyen kafama sıçayım. cümleyi ekleme amacım da tamamen şudur birinin çıkıp 'arkadaşım tanrı öyle yarattı , ruh üfledi, bilinç verdi o yüzden canlı olduk' gibi klişe bir açıklama yaparak konuyu çarpıtmasının önüne geçmekti. ama bu kez de tam tersinden yanlış anlaşıldık. hala da saldırılar devam ediyor.
neyse bırakalım bu konuları, malum sözlükte önemli bir şey tartışılsın isteyince 'kendini sözlüğün en saygın kişisiymiş gibi görüp sözlüğü yüceltme derdine girmiş' oluyoruz ya.
gs beşiktaş maçı vardı sahi noldu ona tekrarlanıcak mıymış?
ek yerleştirme furyasının başladığı şu günde hakkında acil bilgiye ihtiyacım olan bölümdür. 2 yıldır bunu yazıp yazmamak konusunda kararsızım, bölüm bırakıp geldim hala kararsızım lütfen biri yardım etsin. ( moderasyon mazur gör)
bir de bu yılki bağımsız film festivalinde gösterilen sans soleil adlı filmin yönetmenine kendisinden hiç haz etmediğimi hatta nefret ettiğimi buradan bildirmek istiyorum
(bkz. sözlükten selam yollamak)
alınıp satılamayan reel kadınlara yönelmeniz daha makbul olacaktır.
şişme kadınlar bir yere kadar idare etse de sizi sosyal olarak zor durumda bırakabilir.
gün geçtikçe artan bir şeydir. geometrik artar parabolik artar artarak artar.
şöyle ki
ateistseniz : komünist , hümanist , militarist , anarşist , antiteist, evrimci , laikçi (yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım) gibi etiketlerden birini veya birkaçını barındırdığınız karşıdaki tarafından otomatik olarak kabul edilir.
tanrıya inanıyorsanız : ibrahimi dinlerden birinde olduğunuz fikri karşıdaki tarafından hemen düşünülür.
ibrahimi dinlerden birine inanıyorsanız : tutucu, geri kafalı, muhafazakar, yobaz
müslümansanız: şakirt, cemaatçi, neo-liberal, koyun, cahil , bilimden ve sanattan nefret eden, kitap okumayan, sorgulamayan, idrak kapasitesi düşük , ehl-i sünnet mezheplerden, terörist , şiddet yanlısı, kadın düşmanı...
müslüman ve aleviyseniz: solcu, 'gomünist', terörist,'mumsöndü varmış sizde' ...
feministseniz: dırdırcı, erkek düşmanı ,çirkin , lezbiyenliğe meyilli , solcu, özenti ...
hümanistseniz: duygusal, saf, gerçek hayatı tanımayan 'tatlı su, tatlı su'
evrim doğrudur derseniz: 'deden de mi maymundu? '
evrim yanlıştır derseniz: 'şimdiki maymunlar neden insan olmuyor de mi aferin kafan çok güzelmiş eki eki kkikiki'
eşcinselseniz : 'ibne, kesin götümde gözü var'; 'lez kızım o göğsüme nasıl bakıyodu hayvan' amannın
aseksüelseniz: 'kezban vermemek için bahane arıyor' ; 'adamın kuşu kalkmıyor herhalde'
kuantum fiziğinden bahsediyorsanız : 'saçma kişisel gelişim kitaplarını okuyan gereksiz tiplerden' (ki felsefeden ve mantıktan değil direk fizikten bahsetseniz dahi)
kuantum fiziği hakkında bilginiz olmadığını belirtirseniz: hiç bir boktan anlamayan genel kültür yoksunu, 'cahil-cühela'
çevreciyseniz : çapulcu, greenpeaceci, beyni yıkanmış, vejetaryen
çevreci değilseniz: duyarsız, öküz, sağcı
milliyetçiyseniz : kafatasçı, ülkücü, salak, evrimci
milliyetçi değilseniz : 'tatlı-su hümanisti', 'pkk yandaşı' ...
ki bu yazıyı buraya kadar okuyup onaylayan kitle için de kötü bir haberim var :
'etiketçilik' beyinlerinizde o kadar derin yer etmiş ki aslında etiketçiliği yeren bu entryde bile cümle başında saydığım ateist, hümanist, milliyetçi gibi terimlerin de birer etiket olduğunu ve insanları sınıflayarak yargılamanın bir başka yolu olduğunu fark etmediniz bile.
işte bu kadar etiketçiyiz.
isviçreli gotik metal grubu. lakin klasik müzikle buluşmuş senfonikleşmiş harika bir tarzları vardır.
kulak ziyafeti için vazgeçilmezler listesindedir.
elodia albümleri ise lezzet olarak bir yoğurtlu dolma, bir kiremitte kaşarlı balık gibidir.
aynı zamanda mozart ın requieminin leziz kısımlarından biridir lacrimosa.
bir organın latince adını söylediğinde kendisini alim zanneden dallamaların yanıtım yok öyleyse susmalıyım diyeceğine hala 'argumentum ad hominem' (bak ben de yapabiliyorum ne kadar zekiyim eki eki eki) üzerinden ayar vermek için yırtındığı sorudur. göt.
bizim burada göte göt derler.
lan canlılığın tanımının tam olarak ne olduğu hala tartışma konusu iken nasıl bu kadar kendinden emin olabiliyosun demezler mi adama?
ben burada bir soruya cevap arayışımı dile getiriyorken sanki bir tez öne sürmüşüm de çürütmüşsün gibi iddialaşmak henüz okuduğunu anlayamadığına delalet ederken nasıl bir özgüven patlaması yaşıyosun, musculus glutemus maximus u kalkık seni.
ben 2x2 =4 dememişim 2x2= 5 de dememişim 2X2 kaçtır?ve neden öyledir demişim biliyosan anlat demişim hala bir ayar verme kendini kanıtlama çabası neyin peşindesin gerçekten merak ediyorum.
iki yüzlülükte ve çıkarcılıkta yarışan köylü kurnazı tiplemelerin toplumudur.kendilerince oluşturdukları ahlak sistematiği kimi zaman sadece fakirlere kimi zaman sadece kadınlara işleyen saçma şeylerdir mantıksal tutarsızlığa sahiptir.
en basitinden örnek:
aynı türk erkeği için
-lise veya ortaokul mezunu ve fakir bir bir ev kızı ile evleneceği zaman kız bakire değilse öldürülmeye kadar yolu vardır
-ailesi zengin veya kendisi iyi bir kariyere sahip kadını kendine aşık eder ve olur da evlenmeyi başarırsa yukarıdaki kriteri aramaz.
(burada bekareti duyunca konuya atlayacak arkadaşlar için o konumuz dışında ben aransın veya aranmasın demiyorum o zaten yeterince trollenip tartışıldı.anlatılmak istenen konu sadece kadınlara maddi duruma göre uygulanan çifte standarttır.)
en basitinden örnek:
bir devlet memuru için
-sıradan bir vatandaşın bir işi düşse ve 2 dk fazla mesai yapması gerekse 'yasal olarak mesaim bitti' der
-makam sahibi biri veya rüşvet verebilecek biri için bırakın mesai saatini, yasal olmayan her türlü kayırma yapılır
en basitinden örnek
-işe alınırken referans (torpilin yeni adı) diye bir kriter mevcuttur. referansı sabancılardan alan biri hemen yarın iş başı yapar.
- referansı mezun olduğu okul ve ders notları olan birisi ancak söz konusu torpilliler bittikten sonra düşünülür.
en basitinden örnek:
- zengin bir ailenin çocuğu tüm toplumun gözünde suç olan bir eylemde bulunsa dahi olay medya tarafından anında ört bas edilebilir
- mahalledeki fırıncının oğlu hasan böyle bir suç işlediğinde 3 gün haberlerde anlatılır
en basitinden örnek
bir öğretmen okulun ilk günü çocukları tek tek kaldırarak anne babasının işlerini sorar:
- doktor , öğretmen, memur,astsubay vb. çocuklarına bundan sonra kafadan 'daha terbiyeli , daha uslu çocuk' etiketi yapıştırılır. yaramazlar kısmına adı yazılsa bile 3-4 kere uyarılmadan cezalandırılmaz.
- bakkal mahmut'un oğlunun adı yaramazlar kısmındaysa her allahın günü sopayı yer .
en basitinden örnek
tv izleyen bir vatandaş
- her gün ünlülerin dedikodu yapmasını, yalan söylemesini birbirlerine çamur atıp kapışmalarını normal karşılar.magazin programlarını bayılarak izler.
- mahallesindeki kızlar bu şekilde kavga etse 'çirkef yellozlar sizi' sınıfına girerler.
en basitinden örnek
tv izleyen bir vatandaş
-dizilerde, reklamlarda, magazin programlarında zengin ve ünlü insanların modaya uygun ve dekolteli kıyafetler giymesini mini eteklerini normal bulur ve avrupai bir ülkeyiz işte çağa ayak uyduruyolar diye düşünür
-2 sokak ötedeki fatma hanımın kızı zeynep mini etek+topuklu giydiğinde yollu olur.
(yine buraya atlayacaklara belirtelim burada kimsenin ne giydiğine dair bir ahlak yargım olduğunu söylemedim, sadece vatandaşın kafasındaki algının çifte standartlılığına değindim)
tekniğe bilgiye ve bedensel emeğe değil sosyal ilişkilere ve ikna kabiliyetine (yani ağzın laf yapmasına) dayanan tüm mesleklerdir.
satış-pazarlama işleri
insan kaynakları
esnaflık
yöneticilik
tezgahtarlık
endüstri mühendisliği
şifacılık(alternatif tıp, iksir bitki vs.)
falcılık
stand mankenliği
reji asistanlığı
oyunculuk
gibi çoğaltılabilir
yöneticilik, insan ilişkileri ve ikna kabiliyeti gerektirmeyen teknik uzmanlığa veya bilgiye veya bedensel emeğe dayalı mesleklerdir.
ar-ge, ür-ge mühendislikleri
bakım onarım mühendislikleri
teknikerlik, teknisyenlik
cerrahlık
pilotluk
ressamlık
görüntü yönetmenliği
aşçılık
matematik, fen dallarında öğretmenlik
bilim insanı
inşaat işçiliği
tarım işçiliği
temizlikçilik
örnekler çoğaltılabilir
önermeyi ortaya süren kişinin
a) sözlükteki bütün yazarların cinsiyetini tespit edebiliyor olması
b) sözlükteki bütün dişi yazarlara dair en az bir görsele (video fotoğraf veya canlı olarak görmek) sahip olması
c) evrensel bir estetik kıstası olarak kabul edilebilecek ölçme tekniklerine sahip olması
gerekmektedir.aksi takdirde önerme geçersizdir.
bunun haricinde sözlükte yazmakta olan güzel bir kıza denk gelmeniz ve onun hem kız hem de güzel olduğunu bilmeniz neden zordur?
a) kız zaten hem güzel, hem de sözlükte okuyup yazan kültürlü zeki seviyeli bir insansa gerçek hayatta karşısına çıkan karşı cins sayısı yeterli miktarın bile üzerindedir.o yüzden sözlükte dişi ve güzel olduğunu belli edecek ifşa çalışmalarında bulunmaz.
b) zaten karşı cinsin sanal arkadaşlığına ihtiyaç duymayacak güzellikteki bir insansa lakin yukarıdaki kültürlü olma zeki olma kıstaslarına uymuyorsa yine de yurdum şartlarında kendisiyle ilgilenecek pek çok erkek bulduğundan sözlükte ifşa olmasına gerek yoktur.
c) buraya sözlükte güzel kız bulamadığına dair entry giren bir yazarın az çok amacı belli olduğundan bundan sonra sözlükten erkek aramakta olan güzel bir dişi bile yazsa bu abazan arkadaşa yazmayacağı ortadadır.
bu sebeple fotoğrafların sergilenmediği ve sadece bilginin, yorumun entrylerin konuştuğu bir sanal ortamda kendisine karşı cins ayarlamaya çalışacak bir kız büyük ihtimalle zaten çoğu insanın gözünde güzel olmayan bir kızdır.
güzelse de zaten sosyal hayatta kendisine bir erkek arkadaş edindiğinden sözlükte kendini belli etmesine gerek kalmayacaktır.
hem güzel olup hem de sözlükte kız ve güzel olduğunu belli eden ve erkek arayan bir dişiyse muhtemelen sosyal hayatta güzelliğine rağmen karşı cinsi tavlayamamamasına neden olan bir kusura sahiptir. bu bir sosyal fobi olabilir, kişilikteki bir bozukluk olabilir , belirgin bir psikomotor kabiliyet bozukluğu olabilir veya entelektüel olarak gereğinden fazla gelişmiş olduğundan topluma ayak uyduramama olabilir. yani sanal ortamda anlaşılmayacak lakin onunla aynı okulu veya iş yerini paylaştığınızda haberdar olacağınız bir sebepten ötürü güzel bir kız sanal ortamda arkadaş aramak zorunda kalmış olabilir. bunlar da ancak istisnalar olduğundan sözlükte denk gelmesi şans işidir.
bu sebeple sözlükte yazdığını ve dişi olduğunu ve güzel olduğunu bilebilceğiniz kızlar istisnaidir. bu arada sizin bilmemeniz de var olmadıkları anlamına gelmez.
-klasik gitarda serçe parmak: sol elde kimi akorlarda(4), sağ elde çeşitli vurma tekniklerinde (x) parmağı olarak kullanılır
-basketbolda top el kemikleri tamamen açılarak tek elle yukarıdan kavrandığından serçe parmaksız olmaz
-kulpsuz ve büyük bir bardağı ,kavanozu kavrayan kişi için serçe parmak gereklidir.
-yüzme sırasında elin suya giriş çıkış yönünü ayarlamada serçe parmağın yönü ve değdiği noktalar önemlidir
-org-piyano çalan bir insan için 8 parmaklı olmakla 10 parmaklı olmak arasında dağlar kadar fark vardır. neden 12 değil diye sorarsanız söyle izah edelim notalar akor oluştururken temel akorlar genelde 3 sesten oluşur bunlar da bir dizinin 1. 3. ve 5. notasını kapsar doğal olarak 1. 3. ve 5. parmağı ana seslere yerleştirerek akora ekleme yaparken de aradaki parmakları kullanmak çok kolaydır
-org ve gitar için belirtilen argümanlar hemen hemen tüm enstrümanlarda serçe parmağın gerekliliğine genellenebilir.
-daktilo veya klavye kullanan bir insan için ne kadar çok parmak varsa o kadar hız kazanılır.
-her gün testereyle çalışan bir marangoz veya odun işçisi için serçe parmağın oluşturduğu destek elzemdir
-küçük bir bebeğin yetişkinlerle iletişim kurması sırasında elleriyle kavrayabileceği uzaklık ve küçüklükteki vücut organları : serçe parmaklar, saçlar.
-bir insanın küçük bir aralığa sıkışmış bir nesneyi çıkarmak için sahip olduğu en yakın işe yarar alet: serçe parmak
-yaylı enstrümanlarda yayı doğru tutmanın ince detaylarından biri serçe parmak
-bir ağaca veya dağa tırmanmakta olan kişi için tutunabileceği her girinti çıkıntıyı değerlendirme konusunda serçe parmak önem arz edebilir.
-şimdilik iğrenç görünse de zorunluluk halinde, buruna kulağa veya göze kaçan zararlı küçük nesneleri serçe parmakla çıkarmak gerekebilir. hatta yüzerken kulağına su kaçtığında pek çoğumuz bunu hiç iğrenmeden yapar.
-dizüstü bilgisayarların touchpad ini etkinleştirme ve devre dışı bırakma konusunda basılması gereken küçük noktayı kullanmak için
sıkıldığımdan ötürü burada bırakıyorum.
bugünün küçükleri yarının büyükleri, 23 nisaan kutlu olsun.
neyse ne diyoduk meraba ben 10.nesilim yazdıklarınıs çok üzücü ve önyargılı taam mı? bize bööle davranmaya hakkınıs yok.
böyle kaka planları bir kenara bırakıp birlik olmalıyız tnşalım mı?
yapısı itibariyle online sözlüklerin de tv, radyo ve sosyal ağlar gibi insanların sırf beğendikleri 3-5 şey bulmak için bütün boş zamanlarını feda ettiği birer ortam olmasıdır.
kişinin kendi seçimi ve yaratıcılığı ön planda olmadan başkalarının şekillendirdiği şeyleri gözlemlemesi yani tv izlemek, facebookta bütün gün boşuna gezinmek gibi sözlükte de eğer 3-4 saat durup beklerseniz sol framede bir şeylerin gelmesi veya sizin açtığınız/canlandırdığınız bilgi içerikli başlık üzerinden işe yarar ve zihin açıcı bir tartışma seansı oluşması ihtimali oldukça azdır.
burada durum kişinin edilgenliği ile ilgili değildir yani sadece okumakla yetinmeyip bir şeyler araştırıp yazsa dahi kişi paylaştığı şeyle ilgili çok az geri dönüşüm alır veya hiç almaz bu sebeple kendi çalıp oynamış olduğunu hisseder ve bu da zaman kaybıdır. futbol müsabakaları veya kadın erkek ilişkileri üzerine 3 sayfa entry okumak ne derece zaman kaybıysa , 500-1000 kelime arası uzun ve bilgi içerikli ya da felsefi içerikli giri yazıp bununla ilgili bir cevap veya antitez veya herhangi bir geliştirici bilgi duyamamak da eşit ölçüde zaman kaybıdır.
bu sebeple sözlükler bolca boş zamanı olan insanın oyalanması gereken yerlerdir.
her ne kadar elveda diyip gidemesem ve tv bağımlılarının sevdiği dizileri bırakamaması gibi dönüp dolaşıp uluya gelsem de bir yandan da boşa kürek çektiğimi bilmekte ve akşam olup bir gün daha tükenende sözlükte aval aval geçen saatlerime yanmaktayım.
becerebilenleri toplum mühendisliği yapar.
becerebilenleri düşünür,eleştirir, çözüm üretir.
bunları yaparken işin tanımı=' belli bir gelir elde etmenizi sağlayacak meslek' değildir.
iş= bir insanın çalışarak bir değer, bir ürün, bir fikir, bir çözüm üretmesi veya üretim sürecinin bir parçası olmasıdır.
kimsenin bir sosyoloğa düşünmesi ve çözüm yaratması için maaş vermemesi, onun 'düşünme işi'ni icra edemeyeceği anlamına gelmez.
aynı şekilde işsiz kalan bir mühendis kasiyerlik yapıyor diye 'mühendislik' vasfını yitirmez, kendi çapında teorik veya pratik projeler geliştiebilme yetisi hala vardır ve o bir mühendistir.
başka bir geçim kaynağı vasıtasıyla hayati ihtiyaçlarını karşılayıp kendi 'iş' ini yapmaya devam eder.
sakinlikle coşkuyu harman etmiş, dinleyince beyin hücrelerinizin ayaklanıp parti vermesine sebep olan mutluluk kaynağı eser.
suite 2 nin alla hornpipe 'ı safi mutluluk. (d majör ton olması da ekstra leziz)
handelin nasıl asırlar geçince bach'ın gerisinde kaldığı insanı şaşırtıyor. tarih kimilerine haksızlık yapıyor olmalı.
bir insanın felsefi sorgulamalarını ve cevaplandıramadığı soruları sözlükte tartışılsın diye entrysine taşımasını bile önyargılı bir şekilde sıçıntısal beyan olarak yargılayacak kapasitedeki insanların bir bildiği varsa anlatması yoksa susması talep edilen konudur. neticede bilmediğini sormak ayıp veya suç değil aksine öğrenme açısından takdir edilmesi gereken bir davranıştır. ben tanrının olduğu varsayılan bir evrende yukarıdaki sorunun cevabı zaten açık olduğundan tanrının olmadığı varsayılan bir evren fikrinde nasıl yanıtlanabilir bunu araştırıyorum. bunu da herhangi bir dinin propagandasını yaptığımdan değil aksine tam olarak mantığını ve çeşitli konulardaki açıklamalarını bilmeden hiçbir fikri yabana atmayacağımdan dolayı öğrenmek istiyorum yani bu konunun budizm deki açıklaması şudur veya luciferyanizmdeki açıklaması şudur deyin ben de dinleyeyim istiyorum.
bir insan bir şeyler sorguluyor, cevap bekliyor kendince doğru veya yanlış mantık yürütüyor - ki bu argüman montaigne den alınmıştır-. sense yürütülen mantıkta bir hata olmadığı ve soruyu cevaplandırmadığın halde bunu yazanı zihinsel olarak sıçmakla itham ediyorsun.
her merak ettiğimizle ilgili harvardda ihtisas yapacak kadar ömrümüz olsa zaten burada işimiz ne? öyleyse ben armoninin nasıl şekillendirilirse duygulara daha iyi hitap edeceğini bilmek de istiyorum, estetik kavramının nereden temellendiğini ve bir tabloyu güzel bulurken neleri kıstas aldığımızı ve bunun evrensel bir algı olup olmadığını da bilmek istiyorum, ayrıca fizikteki 4 temel kuvveti ve bunların etki ettiği makro ve mikro evrendeki kuralların birleşmesini sağlayacak bir 'supertheory of supereverything' oluşturulabilir mi? bunu da merak ediyorum, bir çocuğun psikolojik olarak sağlıklı gelişimi için tam olarak nasıl bir yol izlenmeli bunu da merak ediyorum, japon kültüründe ataerkilliğin yeri ve önemi dine bağlı olmaksızın nasıl şekillendi bunu da merak ediyorum, pagodalar niçin o şekilde inşa ediliyor mimari önemi nedir bilmek istiyorum, insan beyninde nöronların öğrenme ile yeni yollar oluşturması yani statik olmayan zihin bulgusu psikiyatri bilimi adına bize neler sağladı? bunu da merak ediyorum daha pek çok şey var saymakla bitmeyecek ve benim bu merak ettiğim detayları öğrenmek için 10 larca konuda master doktora yapmam gerek ki çoğu sorduğum kimi sorular da henüz yanıtlanmamış olduğundan veya felsefik olup bakış açısına göre değişebilir olduğundan profesör bile olsam cevaplandıracağım kesin değil.
bu durumda bilmediklerini öğrenmeye çalışan veya en azından 'bu soru 21. yy da bilim tarafından cevaplandırılabilirliği olan bir soru mu yoksa henüz bilinmiyor mu?' diye merak eden ve ısrarla birilerine danışarak fikir alışverişi yaparak acınası sol frame de işe yarar bir konu tartışılsın diye çalışan ben mi cahil cühela oluyorum? yoksa henüz tanıyıp bilmediği dolayısıyla ilmi seviyesi ve öğrenme isteği konusunda hiçbir fikri olmadığı halde birisini cahil velet olmakla itham eden ve bekaretle futbolla kızlarla erkeklerle kafayı bozmuş bir sol frame e itiraz edeceğine beni susturmaya çalışan yazar mı haksız olur?
burada amacımın hayatın anlamını sorgulamaktan öte 'hayatta olma' veya 'canlı olma' deyişlerinin ne demek olduğunu anlamak olduğunu belirtiyorum.
bunu açıklayıp konumuza geçelim. etrafınızdaki maddelere bakarken canlı cansız diye kolayca nitelendirebiliyorsunuz. fakat hayatta olmayı sağlayan tam olarak nedir?
titreşimden ve enerjiden bahsedeceksek cansız maddelerin de atomları titreşmekte ve gözle görülen bir hareket halinde olmayan maddelerde dahi elektronlar çekirdek etrafında dönerek enerji gerektiren bir iş yapmaktadır.
neticede canlılığı atp'ye bağlarsak fosfor mu canlılıktır? kullanılan enerjinin türü müdür? bu halde jet yakıtından üretilen bir enerjiyle motoru dönen ve hareket de edebilen bir varlık olan uçak neden cansızdır?
bu soruya cevaben .
uçağın kendine ait bir kontrolörü yani bilinci olmadığı savı öne sürülebilir. öyleyse bilince ve sinir sistemine sahip olmayan bitkiler neden canlıdır?
veya henüz sinir düğümleri oluşacak kadar evrilmemiş kimi deniz omurgasızları neden canlıdır?
yahut tersinden bakarsak yapay zekaya sahip olan teknolojik aletler ( o uçağın otomatik pilotunun elektronik devreleri mesela) neden cansız sınıfındadır?
bir şeyi canlı olarak sınıflandırmamızdaki en büyük algısal etkenin var olma ve ölme ile sonuçlanan temel bir yaşam sürecine sahip olmasını söyleyebiliriz.
peki kimyasal evrim sürecinden biyolojik evrime geçerken, makromoleküllerin birer hücreye dönüşmesi sürecinde onları 'canlı' olarak nitelememizi sağlayacak temel değişiklik nedir? ne olmuştur da karbondan oksijenden azondan oluşan bir moleküller yığını 'can' denen belli yaşam süresine sahip kavrama kavuşmuştur?
dna ve rna gibi kalıtsal moleküller bunu sağlar diyemeyiz çünkü bu moleküller de tek başına birer canlı olarak kabul edilmez.
belli bir metabolizmaya sahip olmak mıdır canlılık? metabolizma dediğimiz nedir peki? beslenme solunum artı sindirim artı boşaltım gibi organizmaya enerji giriş çıkışını oluşturan sistemler bütünü değil midir? oysa uçağın jet yakıtının doldurulması sonra yakılarak motorlarda itki gücünün oluşturulması için kullanılması en sonunda bu itki gücünün kullanılarak uçmanın sağlanması ve yakılmadan oluşan artıkların atılması da kendi içinde bir metabolizma oluşturmaz mı?
canlılık denen şey kendini yenileyebilmek midir? yıkım tepkimeleri ve yapım tepkimelerinin bir arada olması mıdır? öyleyse sistemdeki açıkları bularak onarabilen ve yapay zekaya da sahip bir bilgisayar neden canlı kabul edilmez? veya içinde insanların yaşayarak yıkıp yaptığı ve zarar gören kısımların onarıldığı , sürekli gelişen, değişen bir şehir neden canlı sayılmaz? insanda da neticede bağışıklık hücreleri ve onarım için çalışan enzimler bu işi yapmıyor mu? şehir neden canlı sayılmıyor?
'yaşam' diye adlandırılan kavramın kast ettiğinin ne olduğunu hepimiz bilinçli olarak düşünmeksizin bile nasıl algılayabiliyoruz? kıpırdamadığı gözle görülür hiçbir yaşamsal belirti göstermediği halde insan nasıl mercan ve süngerleri canlı diye hemen sınıflarken yanında duran bir kayayı cansız olarak adlandırıyor?
yani işin bilimsel boyutu bir tarafa kafalarımızdaki canlılık algısını neye borçluyuz? acaba kendimizle aynı frekansta belli 'canlılık dalgaları' yayan şeyleri üzerine hiç düşünmeden bile canlı diye niteleyebilmemizi sağlayan bir sistem mi var? canlıların kendine özgü cansızlarda olmayan ayırt edici bir enerjisi mi var?
felsefi olarak beni üzerinde oturduğum koltuktan farklı bir varlık ilan eden canlılık hangi noktada başlıyor?
(sorular materyalist bir evren için cevaplandırılmalı, asıl sorun (tanrının yaratmadığı varsayılan bir evrende) kimyasal evrimin biyolojik evrime nasıl geçtiği 'biyo'nun nasıl olduğudur )
bunca zamandır bölünemiyor diye bildiğimiz sinir hücrelerinin aslında bölünebildiğine dair yeni çalışmalar varmış.
bilen biri beni de aydınlatırsa çok minnettar kalacağım sorundur.
eğer bölünüyorsa sadece hipokampüstekiler mi yoksa tüm sinir hücreleri mi bölünebilir?
bu durumda sadece semptomatik olarak tedavi edilen olan pek çok nörolojik hastalığın da nedene yönelik tedavisi mümkün olur mu? http://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK10920/
21. yy kalabalığında kulaklarımızdan içeri girecek şeylere çoğunlukla biz karar veremez olduk.
sokaklarda alışveriş merkezlerinde oturduğumuz mekanlarda çoğu zaman kendi seçimimiz olmayan müziklere maruz kalıyoruz.
gürültünün ve yüksek sesle konuşmanın trafikteki kornaların rahatsız ediciliği üzerinde herkes hemfikir iken, modern toplumumuzda müziğin de rahatsız edebileceği ve o an onu dinlemek istemeyen insanların psikolojisinde yaratacağı olumsuzluk gözardı ediliyor.
genelde ortak popüler kültür ürünü olan ve o yazın modası olan pop, hip hop ve tekno müzikler kulaklarımıza bombardıman edilerek istemsizce ezberletiliyor.
müzik parçasının hangi tonda çalındığından tutun (majörler genelde mutluluk , minörler hüzün) da , notaların tizliğine kadar her şey beynimizdeki nöronlar arasında anlık veya kalıcı etkilere sebep olabilir.
sabah kalkınca dinlediğiniz veya istemsizce maruz kaldığınız herhangi bir ses o günkü bütün veriminizi etkileyebilir.
melodinin tek başına etkisinin yanında bir de müziklerin pek çoğu sözlüdür. bu da o sözleri anlayıp yorumlayan bir beyin için ekstra külfettir.
sevgilisinden yeni ayrılmış bir birey için yandaki cafede çalan sıradan bir aşk şarkısı bile koca bir haftayı mahvedebilir. ki pop şarkıların çoğunun aşk üzerine kurulduğunu da biliyoruz.
sakinleştirici ve verimli etkisi olacak pek çok müzikse zaten çoğunluğa hitap etmediği için çalınmaz. jazz, klasik müzik gibi şeyleri yolda gezerken duyma ihtimaliniz oldukça azdır. kaldı ki bunlar bile çalınsa çeşitli klasik müzik besteleri insanda romantik hislere hitap ederken, kimisi savaşma arzusu yaratabilir, kimisi zafer hissi verirken kimisi ruhu ezen bir ağırlık çökmesine sebep olur.
bu nedenle kişinin kendisinin bilinçli olarak o anki ruh haline uyumlu seçmediği her müzik aslında gürültü sayılmalı ve herkese bombardıman edilmesi engellenmelidir. hatta kişiler de kendilerini kötü etkileyebilecek müzikleri, nota düzeni bozuk atonal müziklerin kendilerini nasıl etkileyebileceğini bilmemektedir. durum böyleyken müzik seçimini dj denen kişilerin kontrolüne bırakıp bunların da yaptığı müziği o mekanın sınırları dışına taşacak şekilde yüksek sesle yayınlanmasına izin vermek ne kadar doğrudur?
beyninizi koruyun, nöronlarınıza işkence etmeyin. hoş gerçi her gün paketlerce sigaranın tüketildiği, alkollü içeceklerin su gibi tüketildiği, tonlarca esrarın piyasada dolaştığı ve neredeyse legalleştiği bir modern toplumda insanların kendilerini ve tek varlıkları olan vücutlarını , onun da en önemli birimi olan beyin işlemcisini ne kadar önemsediği ortada. sıra müziğe gelene kadar değişmesi gereken pek çok şey var. http://scan.oxfordjournals.org/content/1/3/235.full
insan nüfusunun parabolik artışının ve gezegen kaynaklarının sınırlılığının sonucunda geldiğimiz yüzyılda insanlık olarak yaşadığımız 'tükenmişlik sendromu'nu anlatan belgesel. insan doğayı değiştiren ve doğanın yasalarıyla uyum değil mücadele içinde olan tek varlık. tabii ki bunun bazı sonuçlarına da katlanmak zorundayız. http://truththeory.com/2013/09/13/consumed/
türkiye çıkanlara şaşırdığım ankettir, hayata nasıl bir bakış açınız varmış sizin öyle?
bana da isveç çıktı.
zaten danimarka hollanda isviçre estonya isveç norveç finlandiya gibi soğuk ıssız ve refah düzeyi yüksek yerler beklemekteydim, şaşırtmadı.
evet nüfus azsa huzur vardır nerede çokluk orada b.kluk , vanta pa mig sverige diyerek bu entryi kapatıyorum.