Roman yazmak bir bina yapmak gibidir. Bina yapmak için önce bir yer tespit edilir, sonra proje hazırlanır ve inşaat başlar. Binada ki proje romandaki kurguyu anlatır. Binanın sağlam olması için projeye uyulması gerekir. Aynı bunun gibi romanda da kurguya sadık kalmak şarttır.
Binada kum, çimento, tuğla neyse romanda da gözlem odur. Yani gözlem yapmadan roman yazmak imkansızdır.
Tıpkı bir binanın boya ve işlemelerle süslenmesi gibi roman da dil ve anlatımla süslenir.
Tüm dertlerin ilacı zamandır. insanlar sıkıntılarını üzüntülerini zamanla unutur. Bir rüzgarın dökülen yaprakları alıp götürmesi gibi zamanda dertlerimizi alır ve götürür. Ruhumuz temizlenir zamanla. Güzel bir dostumuzun yanında oturup içtiğimiz bir çay içimi kadar kısa bir sürede bile bütün dertlerimizi unutabiliriz.
insanların diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biridir sevgi.
insanı en iyi gıdadan bile daha iyi besleyen sevgiyi bütün insanlar yaşamalıdır. Aksi takdirde ne kendilerine ne de topluma faydaları olmaz.
Yazarak huzur buluyor ve sıkıntılarımı unutuyorum. Yazmak beni değiştirdi. Yazarken ruhum özgürleşiyor. Yazdıkça kendime olan güvenim arttı. Yazarken aslında önemli olanın gerçekler değilde hayallerimiz olduğunu öğrendim. Sanırım kişiliğimi yazarak kazandım. Bu yüzden herkesin kendini tanıması için bir şeyler yazması gereklidir.
Bu eser aslında yaratılan her varlığın ne kadar güç düşkünü ve zayıf olduğunun bir göstergesidir. Yüzüğü yok etmek için binlerce zorluğa göğüs geren Frodo bile yüzüğü yok edecek tek yer olan Hüküm Dağı'na geldiğinde güç elde etme zaafı ortaya çıkıyor ve yüzüğü ateşe atmaktan vazgeçiyor. Yani film iyi ile kötünün mücadelesi olarak kurgulansa da aslında yaratılan her varlığın güç düşkünü, zayıf birer varlık olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Üniversiteli olana kadar çok az kitap okudum. Ama üniversiteye gidince kitap kurdu oldum. Her hafta en az iki kitap bitiriyordum.
Hitler'den Mao'ya Lenin'den, Mevdudi'ye düşünce ayrımı yapmadan herkesi okudum. Ve bu kadar kitabı okuduktan sonra şunu anladım. Hayatta herkes kendi penceresinden haklıdır. Kimse suçlu olduğunu kabul etmez.
Bu kitaplar benim hayat felsefemi şu şekilde oluşturdu:
Ne kadar haklı olduğumu düşünürsem düşüneyim yine de benim de haksız olma ihtimalim vardır.
Meslek seçme aşamasında ki kişilerin en önemli sorunu mesleklerini yakın çevresindeki kişilerin isteklerine göre seçmeleridir.
Sırf ailesi istiyor diye bir çocuğun tıp fakültesine gitmesi çok yanlıştır. Örnek vermek gerekirse küçüklükten itibaren pilot olmak isteyen bir kişi hukuk fakültesini seçerse o kişi ilerleyen yaşlarında bile uçak kullanma hayali kurar. Bunun sonucun da kişi psikolojik doyuma ulaşamaz ve mutlu olamaz. Ancak kişi sevdiği mesleği seçerse psikolojik olarak doyuma ulaşacağı için mutluluğu daha kolay yakalar.
Bu yüzden mutlu olmak istiyorsak kararlarımızı sadece kendimiz vermeliyiz. Unutmayın bu hayat bizim ve kimsenin hayatımıza karışmaya hakkı yok.
Arkdaşımın bir tanesi bu belgeseli izlemiş ve bana 'yazık be anzaklara' dedi. Bunu söyleyince çok şaşırdım nasıl oluyor da vatanımızı işgale gelen askerlere acıyabiliyordu. Bu yüzden belgeseli ben de izledim. Belgeseli izleyince insan gerçekten anzaklara acıyor. Yani eğer zorla getirilseler idi ben de acıyabilirdim. Ama anzaklar oraya gönüllü gelmişlerdi. Yani belgesel anzakları acınası bir halde göstermiş olabilir ama işin aslı öyle değil. Orada acınması gerekenler anzaklar değil de savaşa kendi cenaze namazlarını kılıp giden ve hiçbir şekilde dönmeyi düşünmeyen Türk askeri olmalıdır.
Atasözleri geçmişte yaşamış insanların uzun deneyimleri sonucu oluşmuştur. insanlar atasözleriyle az sözle çok şey anlatmak istemişlerdir. Bu yüzden atasözlerinin de en belirgin şey anlam yoğunluğudur. Deneyimleri içerdiğinden atasözlerini gençlere öğretmeli ve kullanımını yaygınlaştırmalıyız.
Az kelimeyle çok şey anlatmak oldukça zor bir iştir. Bu yüzden atasözleri lisanı gelişmiş ülkelerde daha yaygındır.