daha bir kaç sene önce kurulmuş içişleri bakanlığına bağlı göç idaresi genel müdürlüğünün bünyesinde çalıştırdığı uzman kadrosu. merkez göç uzman yardımcılığı ve taşra uzman yardımcılığı olan il göç uzman yardımcılığı şeklinde iki senedir düzenli olarak alım yapıyor.
Tabiinin reisi idi. Hadis rivayeti, zühd, ibadet ve takvayı nefsinde toplamıştı. Aynı zamanda rüya tabirini de çok iyi biliyordu. Ebu Hureyre'nin kızı ile evli idi ve hadis-i şeriflerin çoğunu da Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.
-Elli seneden beri cemaatle namazda imamın ilk tekbirini kaçırmadım ve elli seneden beri namazda bir adamın başına bakmadım (ilk safta durduğu için). (Ayrıca elli yıl sabah namazını yatsı abdestiyle kıldığı da söyleniyor.)
Yine kendisi şöyle buyuruyor:
-Allah'a ibadet gibi insanı şerefli kılan ve Allah'a karşı günah işlemek gibi insanı küçük düşüren bir şey yoktur...
Emevi yöneticilerinden Abdülmelik bin Mervan'ın oğulları Velid ve Süleyman'ın veliaht olmalarına biat etmediği için Abdülmelik'in emriyle Medine Valisi Hişam bin ismail tarafından kendisine elli değnek vurulup Medine sokaklarında teşhir edildi. Zalimlerle ilgili şunu söylüyor:
-Zalimlerin çevresindeki yardımcılarına ancak kalben nefret ederek bakın, ta ki amelleriniz yok olmasın.
Said bin el Müseyyeb hazretleri, Medine’de vefat etmiştir.
Vefatına yakın hasta yatağındayken, huzuruna gelerek kendisinden bir hadis-i şerif rivayet etmesini istediler. Ağır hasta olduğu halde hemen kendisini doğrultmalarını istedi ve:
-Beni doğrultun, sırtımı yerden kaldırın. Çünkü yatarken Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin hadis-i şerifini ağzıma almayı edebe uygun görmüyorum, buyurdu ve biraz sonra da vefat etti...
necaşi peygamber efendimiz döneminde habeşistan (şimdiki etiyopya) kralıydı. o zamanlar hak din olan hristiyanlık inancına mensuptu. ülkesindeki herkes huzur içinde yaşardı. efendimize peygamberlik verilince birer, ikişer iman etmeye başlayan mekkelilerden köle veya himayesi bulunmayan yoksullar inanılmaz işkencelere uğratıldı. zamanla diğerleri de yoksullar gibi işkenceden nasip aldı...
peygamber efendimizde ashabına hicret etmelerini söyledi. hicret edilecek yer olarakta necaşi'nin ülkesini teklif etti. onlarda kafileler halinde hicret ettiler.
müşrikler boş durmadı. arapların dahilerinden amr bin as'ı necaşi ile olan dostluğundanda istifade etmesi suretiyle mü'minleri getirmesini söylediler. o da severek yola çıktı.
amr'a karşı mü'minlerin sözcüsü ebu talip'in oğlu, hz. ali'nin ağabeyi ca'fer'di...
ca'feR'in savunmasını dinleyen necaşi şöyle dedi;
sizi ve yanından geldiğiniz Zat'ı tebrik ederim ki
o Allah'ın Rasulüdür
zaten biz O'nun vasıflarını kitabımız olan incil'de okumuştuk
O peygamberi Meryem oğlu isa'da insanlığa müjdelemişti
Allah'a yemin olsun ki
eğer O benim ülkemde bulunmuş olsaydı
ayakkabılarını taşır ayaklarını yıkardım ...
yeni hak dinin geldiğini öğrenen ve bozulmamış incili layıkıyle okuyup bilen necaşi iman etti...
Zeyneb binti Ali b. Ebî Tâlib, Rasûlüllah (s.a.s)'in torunudur. Annesi, Rasûlüllah (s.a.s)'ın sevgili kızı Hz. Fâtıma'dır. Rasûlüllah'ın vefatından yaklaşık beş yıl kadar önce dünyaya gelmiştir
Zeyneb; zekî, akl-ı selîm sahibi, gayet düzgün ve edebî konuşan bir hanımdı.
Babası kendisini, amcasının oğlu Abdullah b. Cafer'l-e evlendirdi. Ondan Ali, Abbas, Ümmü Külsüm ve Avn el-Ekber adında çocukları oldu.
Annesi Fatımatü'z-Zehrâ'dan ve Esmâ binti Umeys'ten hadis rivayet etmiştir.
Hz. Zeyneb, Kerbelâ'da kardeşi Hz. Hüseyinle beraberdi. Hz. Hüseyin ve yanında bulunan yaklaşık 72 kişi şehîd edilip geri kalanlar esir alındı. Esirler, Ubeydullah b. Ziyad'a götürülmek üzere yola çıkarıldıklarında şehidlerin yanında geçirilmişler, bu arada kadınlar feryad edip dövünmeye başlamışlardır.
Zeyneb de:
"Ah ya Muhammed! Semânın bütün melekleri sana selâtü selâm etsin. işte Hüseyin düzlükte yatıyor, kanlara boyanmış, azaları kesilmiş. Senin kızların ise esir alınmış, zürriyetin tek tek öldürülmüş. Rüzgâr onların üzerine toprak savuruyor" diyerek hem kendisi ağladı, hem de dost düşman herkesi ağlattı
Esirler ibn Ziyad'ın huzuruna çıkarıldıklarında Hz. Zeyneb, en âdî elbiselerini giyerek tanınmaz bir hale gelmişti. Cariyeleri de etrafını sarmıştı.
Ubeydullah;
"Şu oturan kadın kimdir?' diye üç kere sorduğu halde Zeyneb ona cevap vermedi.
Cariyelerden biri;
"Bu, Fâtıma'nın kızı Zeyneb'dir" deyince ibn Ziyad Zeyneb'e şöyle dedi:
"Sizleri alçaltan, tek tek öldüren ve ortaya attığınız şeyleri yalanlayan Allah'a hamdolsun."
Hz. Zeyneb ona şöyle cevap verdi:
"Bizleri Muhammed ile şereflendiren ve tertemiz yapan Allah'a hamdolsun! Bizler, kesinlikle senin söylediğin gibi değiliz. Ancak fâsıklar rezîl olur ve fâcirler yalancı çıkartılır."
ibn Ziyâd;
"Allah'ın, senin ailene yaptıklarını nasıl buldun?" diye sorması üzerine Zeyneb;
"Onların üzerine ölüm yazılmıştı. Onlar da öldürülecekleri yere geldiler. Allah onlar ve seni bir araya getirecek ve sizler karşılıklı olarak O'nun huzurunda muhakemeleşeceksiniz" diyerek karşılık verdi.
ibn Ziyad hiddetlenerek;
"Senin azgın kardeşine ve ailenden âsî ve isyankâr olanlara karşı duyduğum kinden artık rahatlamış bulunuyorum" dedi.
Bu sefer Zeyneb;
"Yemin ederim, sen benim yiğidimi öldürdün, ailemi ortada bıraktın, benim akrabalarımı benden kopardın, kökünü kazıdın. Eğer bunlar seni rahatlatıyorsa, rahatlamış oldun!" diyerek cevap verdi.
ibn Ziyad;
"Bu bir kahramanlıktır. Yemin ederim, gerçekten senin baban bir kahramandı" deyince,
Zeyneb;
"Bir kadının kahramanlıkla ne ilgisi olabilir ki?" dedi
Bu sırada, Hz. Hüseyin"in hayatta kalan oğlu Ali, ibn Ziyad'ın gözüne ilişir. Onunla da bir süre tartıştıktan sonra öldürülmesini emreder.
Hz. Zeyneb;
"Ey ibn Ziyad! Bizden öldürdüğün kimseler yeter. Bizim kanlarımızı içmeye kanmadın mı? Bizden bir kimse bıraktın mı?" diyerek Ali'nin boynuna sarılır ve sözlerine devamla;
"Eğer mü'min isen, Allah adına senden şunu istiyorum; şayet onu öldürürsen beni de onunla birlikte öldür" dedi.
Bunun üzerine ibn Ziyad, Ali b. Hüseyin'i öldürmekten vazgeçti
ibn Ziyad, bilahare esirleri Muaviye'nin oğlu Yezid'e gönderdi. Esirler Yezid'in huzuruna getirilince, Şamlı bir adam ayağa kalktı ve;
"Bunların esirleri bize helaldır" dedi, sonra Hz. Ali'nin kızı Fâtıma'yı kasdederek;
"Bunu bana bağışlayıver" dedi. Fâtıma, korkusundan, ablası Zeyneb'in elbisesine sarıldı.
Zeyneb,
"Yalan söyledin ve alçaklık ettin; bu iş ne sana ne de ona helâl değildir" deyince,
Yezid öfkelendi ve:
"Allah'a yemin ederim sen yalan söyledin. Bu bana düşer ve ben ona bağışlamayı istersem bağışlayabilirdim" dedi.
Zeyneb;
"Asla! Vallahi sen dinimizden çıkıp başka bir dine girmedikçe, Allah, bunu sana helal kılmış olamaz" diyerek karşılık verdi.
Yezid yine gazaba geldi ve;
"Sen bana bu şekilde karşılık mı veriyorsun? Dinden, olsa olsa senin baban ve kardeşin çıkmış olabilir" dedi.
Zeyneb;
"Allah'ın dini ile babamın, kardeşimin ve dedemin dini ile sen de, baban da, deden de hidayet buldunuz" diye cevap verdi.
Bu sefer Yezid;
"Ey Allah'ın düşmanı! Yalan söylüyorsun" dedi.
Zeyneb;
"Sen emîr olduğun halde, haksızlık ediyor ve hakarette bulunuyorsun" deyince Yezid utandı ve sesini kesti.
Daha sonra esirler, oradan çıkarılıp Yezid'in odalarına yerleştirildiler. Yezid'in aile efradı, tek tek onlara taziyede bulundular, onlardan alınan malları ziyadesiyle geri verdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin'in kızı Silkeyne:
"Ben, Muaviye'nin oğlu Yezid'den daha iyilikçi bir Allah inkarcısı görmedim" diyordu
Hz. Zeyneb, H. 65 (684-85) yılı civarında Mısır'da vefat etmiş ve Kanâtırü's-Sibâ' denilen yerde defnedilmiştir. Mezarı, hâlâ ziyaret edilmekte ve ondan teberrük edilmektedir. Bugün Mısır'da ona nisbet edilen bir cami vardır ki, H.1173 yılında yeniden inşa edilmiştir .
Mekke'de müslüman olan ilk sahâbîlerden biri. Erkam bin Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tır. Babasının adı Abdü Menâf; annesinin adı Ümeyye binti Hâris'tir. Erkâm, Mekke'nin en zengin ve mûteber ailelerinden biri olan Mahzûm kabilesine mensuptu. Annesi Ümeyye, Huzâa kabilesindendi. Mahzûmîler, Hz. Peygamber'in muhâliflerinden olmakla beraber, Erkam onun sâdık bir sahâbîsi olmuştur. ibn Abdilberr'e göre Erkam, "Zâlime karşı, mazlumla birlikte hareket edeceğiz" diye and içen ve islâm tarihinde "Hılfü'l-Füdûl" cemiyeti diye bilinen fazîletli grup içerisinde zikredilir.
Erkam, Hz. Ebû Bekir'in teşvikiyle, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Osman b. Maz'ûn ile aynı gün müslüman olmuştu. islâmî kaynaklar onu, müslüman olan ilk onbeş kişi arasında saymaktadır. Oğlu Osman'a göre ise, yedinci müslümandır. Onun, "Ben islâm'da yedinci kişinin oğluyum. Babam yedinci kişi olarak müslüman oldu" dediği nakledilir. Resulullah (s.a.s.) ile birlikte başta Bedir ve Uhud olmak üzere, bütün savaşlara katılmıştır. Medine'ye ilk hicret edenlerdendir. Hz. Peygamber onu, Ensar'dan Ebu Talha ile kardeş yapmıştır. Hicretten sonra, Medine'de Zureykoğulları mahallesinde bir evde oturmuştur. Bu evin kendisine Hz. Peygamber tarafından verildiği rivâyet edilmektedir.
Erkam denilince akla gelen hususlardan biri de onun "evi"dir. Çünkü "Erkam'ın evi", islâm'da ayrı bir özelliğe sahiptir. Sözkonusu ev; Kâbe'nin batısında, Safâ ile Merve arasında, Safâ tepesinin eteklerinde, hacıların hacc görevini yapmak için gelip geçtikleri en işlek bir yerdeydi. Erkam, ilk müslümanların sıkıntılı günlerinde evini Resulullah'ın ve dolayısıyla islâm'ın hizmetine sunmuştu. Bu hareketiyle o, daima hakkın ve haklının yanında olduğunu göstermişti. Hz. Peygamber, kendi evini terkederek bu eve taşındı. Burası islâm'ı tebliğe elverişli emin bir yerdi. Bir süre bu evde emniyet içerisinde islâmî tebliğe devam etti. Ancak onun orada ne zaman ve ne kadar kaldığı konusu tartışmalıdır. Bununla beraber, 615-617 yılları arasında kaldığı tahmin edilmektedir. Peygamberliğinin dördüncü senesinde taşındığı da söylenmektedir.
Erkam'ın evi, islâm'ın ilk yıllarında, Peygamberimize ve ilk müslümanlara bir çeşit sığınak vazifesi görmüştür. islâm'a gönül verenler orada toplanır, cemâat halinde namaz kılarlardı. Hz. Peygamber de onlara, peyderpey nazil olan Kur'an ayetlerini okur, dinî hükümleri tebliğ eder ve oraya gelenleri islâm'a davet ederdi. Böylece bu ev, oraya gelen pekçok kimsenin müslüman olma şerefine nâil olduğu bir yer olmuştur. Hattâ, Hz. Ömer gibi islâm tarihinin en mühim şahsiyetlerinin hidâyetine de sahne olmuştur. Onun müslüman oluşundan sonra Hz. Peygamber bu evden ayrılmıştır. Çünkü Hz. Ömer'in islâm'a girişi, müslümanlara güç kazandırmış ve daha rahat hareket etmelerini sağlamıştır. O dönemde Mekkeli müşriklerin ilk müslümanlara uyguladıkları amansız baskı ve işkence gözönünde bulundurulacak olursa, Hz. Erkam'ın evini islâm'ın tebliği uğrunda Resulullah'ın hizmetine sunmuş olmasının mana ve önemi daha kolay anlaşılacaktır. işte bu özelliğinden dolayı ona "Dâru'l-islâm ", "Beytü'l-islâm " gibi isimler verılmiştir. Hattâ bu evin, islâm uğrunda vakfedilen ilk bina olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu hizmetinden dolayı Erkam ve evi, müslümanlarca hep saygı ile anılmıştır. Evin diğer bir özelliği de, islâm'a ilk girenlerin sırasını ve dolayısıyla islâm'a girişte kimin kime sebkat ettiğini tespit konusunda, tarih başlangıcı olarak kullanılmış olmasıdır. Tarihçiler bu hususa büyük önem vermişlerdir. Ayrıca bu ev islâm'ın yapılan gizli "Besmele... Bu, Erkâm'ın, Safâ'dan biraz ilerideki evi hakkında yaptığı ahid ve vasiyyetidir ki: Onun arsası Harem-i Şerif'ten sayıldığından, ev de Harem'leşmiş, dokunulmazlaşmıştır. Satılmaz ve kendisine mirasçı olunamaz. Hişam b. As ve Hişam b. As'ın azadlı kölesi filan (ismi zikredilmemiştir) buna şâhittir." Erkam'ın bu mübârek evi, içinde oğulları ve torunları tarafından oturulmak veya icarlarından yararlanılmak surediyle Halife Ebu Câfer el-Mansur (v. 158 h.) zamanına kadar devam etti. Halife Mansur, hacc sırasında, Safâ ile Merve arasında sa'yederken, Erkam'ın torununun develeri evin arkasındaki bir çadırda bulunurken Halife de onların alt tarafından geçiyordu. Arada mesafe çok kısa idi. Hattâ Halife'nin başındaki serpuşu almak isteseler elleriyle uzanıp alabilecek derecede yüksekte idiler. Halife Mansur, Merve'ye inip tekrar Safâ tepesine çıkıncaya kadar eve ve evdekilere baktı, durdu. Halife Mansur, Erkam'ın torunu Abdullah'ın, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a uyanlardan olduğu halde onunla birlikte hareket etmemiş olduğundan ilgilendi. Medine vâlisine, Erkam'ın davetinde merkezi ve karargâhı olmuştur.
Erkam b. Ebi'l-Erkam, bu mübârek evi sonradan oğlunun ve yakınlarının yararına vakfetmiş ve vakfiyesinde şöyle demiştir.
torunu Abdullah b. Osman b. Erkam'ı hapsetmesi ve zincire vurulması için emir yazdı. Bu emri de Kûfeli Sıhâb adında bir şahısla Medine valisine gönderdi. Abdullah b. Osman b. Erkam hapsedilip zincire vurulduğu zaman yaşı sekseni aşmış bir ihtiyardı. Bu durum onu son derece üzmüş ve bunaltmıştı. Halife Mansur'un Medine vâlisine gönderdiği Kûfeli Sıhâb b. Abdi Rabbin, Abdullah b. Osman'ın hapsedildiği yere vardı ve ona, "Ben seni içinde bulunduğun şu halden kurtarırım, Dâr-ı Erkam'ı bana satar mısın? Çünkü müminlerin emiri o evi istiyor. Eğer satacak olursan, senin hakkında halife ile konuşurum, suçunu da affettiririm?" dedi. Abdullah b. Osman b. Erkam, "O ev vakıftır, sadakadır. Benim onda ancak bir intifâ' hakkım vardır. Buna da kız kardeşim ve başkaları ortaktırlar" dedi. Sıhâb, "Sen kendine düşen hakkını bize ver, ondan ilgiyi kes, kurtul" dedi. Abdullah'ın sabit olan hakkı şehâdetle hesaplandı. On yedibin dinarlık bir satış senedi yazıldı. Bunun peşinden kızkardeşi de paranın çokluğuna aldanarak hakkını sattı. Halife Mansur, bu evde intifa' hakkı olan herkesin haklarını satın alıp ilişiklerini kesti.
Erkam'ın evi, Halife Mansur'un ölümünden sonra oğlu Halife Mehdi'ye geçti. O da eşi Hayzûran'a bağışladı. Hayzûran, bu evin çevresindeki evleri ve arsaları satın alıp ona katmak sûretiyle Dâr-ı Erkam'ı yeniden yaptırdı. (Bu imardan sonra adı Dâr-ı Hayzûran olarak anılan ev içinde namaz kılınan bir mescid haline getirildi).
Bu ev daha sonra halife Ca'fer b. Mûsa'ya geçti. Bu evde bir müddet de Mısır ve Yemenliler oturdular. Daha sonra Gassân b. Abbâd, Musa b. Ca'fer'in oğullarından bu evin tamamını -veya büyük bir kısmını- satın aldı. En sonunda bu evi, Mısır-Kahire defterdârı ibrahim Bey, Sultan ikinci Selim'e hediye etti. Üçüncü Murad da, hicrî 999 (1591) yılında bu evi mescid tarzında yeniledi. Bugün artık bu evi yerinde görmek mümkün değildir. Harem-i Şerif için yapılan çevre düzenlemesinde yıkılmış, arsası zaten Harem'in arsasına dahil kabul edilen bu ev aslına rucû etmiştir.
Erkam b. Ebi'l-Erkam, H. 54 veya 55'te seksen yaşın üzerinde, Muâviye'nin hilâfeti döneminde vefat etmiştir. Bedir ehlinin en son vefat edenidir. Vasiyyeti üzerine namazını sâdık dostu Sâ'd b. Ebi Vakkâs kıldırmıştır. Kabri Cennütü'l-Bakî'dedir.
"Her şey bir şiirle başladı.
Peygamber huzurunda okunan bir şiirle"
Kızgın kum fırtınalarından,
Adem vadisinden kopup gelen bir şairle
Ardında kırk süvari,
Ve alev alev yanan gözerinde ihanet haberleri.
Bu şair, huzaa kabilesinden Amr bin Salim'di.
En üst perdeden okudu şiirini,
Ve gözIerini kırpmadan dinIedi Nebi;
" Kureyşlîler sana verdikleri sözde durmadılar, Hudeybiye'de seninle yaptıkları misakı bozduIar.
Bizi Vetir'de,
Kendi yurdumuzda gafil avIadılar.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı,
Çağıramayacağımı sandıIar."
Dedi ve durdu.
Şair ağIıyordu.
Peygambere çevrildi tüm gözIer
Ve o an tutuldu nefesIer.
Sahabenin başları yere değiyordu,
Çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor,
Peygamber celalleniyordu.
" Ey Nebi!
Allah'ın kullarını yardıma çağır,
içlerinde Allahın Rasulü de olsun
Yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin,
Ve büyük bir ordunun başına geçip,
Denizler gibi köpürerek akıp gelsin."
Şiir bitmişti,
Şair de bitmişti.
GözIer hâlâ peygamberdeydi,
Allahın râsuIü, ridasını toplayıp ayağa kalktı!
Ve sahabe ayağa kaIktı.
Şimdi konuşan peygamberdi;
" Eğer kendime yardım ettiğim şeyIerle
Huzaalara yardım etmezsem,
Ben de yardım görmeyeyim.
VarIığım kudret elinde oIan Allah'a andoIsun ki,
Kendimi ve ev haIkımı koruduğum gibi,
BunIarı da koruyacağım.
Şimdi haber saIın yeryüzüne!
AIIah'a ve Ahiret gününe iman edenIer Medine'de topIansın."
Medine dağlarında savaşın ritmi,
SokakIarında peygamber sessizIiği...
Konuşmuyor nebi
Hane-i saadet'te kılıçlar bileniyor
Hane-i Saadet'te zırhlar temizleniyor
Ve şehirlerin anası güIüyor.
Mekke-i mükerreme gülüyor.
Gül ey Mekke! Gün senin günündür
Gün senin fetih günündür.
Gül ki, bu dönüş sanadır.
Baksana,
Dün bağrından koparıIan yiğitIer dönüyor sana
Erak topraklarını savuran rüzgar dönüyor önce
Ardından büyük bir birlik;
BaşIarında Halid bin Velid!
Arkadan ey Mekke!
Senin topraklarında yaşarken
Rabbim Allah'tır dedi diye sövülen,
işkence gören,
Her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi
Kan içinde kalan muhacirIer geIiyor.
En önde Zübeyr bin Avvam geIiyor
Hani sekiz yaşında müslüman oIan
Hani on beş yaşında senden koparıIan
Amcası onu bir hasıra sarmıştı hani
Ateş dumanına tutmuştu
Küfre dönsün diye.
Ama o dönmedi küfre
Ve peygamber yıIdızlarından biri olarak
En önde sana dönüyor ey Mekke!
Sonra bir bölük haIinde Beni gıfarIar geliyor!
Bayrakları Ebu Zer Gıfari'nin eIinde...
Şu müsIüman oIuşunu Kâbede iIan edince
Bayılana kadar dövüIen Ebu Zer geIiyor.
EslemIer geIiyor bölük halinde
MüzeyneIer bin kişiIik alayIa geçerken çöIden
Tek bir sesleri geIiyor gökIerden
Ey Mekke başka kimi bekliyorsun söyle! Hz.Hamza'yı mı? Musab bin umeyr'i mi?
Onlar,
ŞehitIer ordusuyla tebessüm ediyorlar sana
Ve baksana
GözIeri ışıl ışıl
sana yakIaşan ve tozu dumana katan
bir alayı seyrediyorlar
Kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim
Bir hareketlilik semada...
Bunlar öIüme susamış savaş erleri Ensar!
Ve en ortada simsiyah sarığıyIa Yâr!
O an PeygamberIer ayakta,
MelekIer ayakta
Şehitler ayakta...
Ey Mekke Kalkabilirsen sen de kalk
Çünkü gönüllere safa geIiyor
Hazreti Muhammed Mustafa! geliyor...
Bir şiir daha başlıyor.
Ama bu, asırlık bir şiirdir.
On dört asırlık bir şiir.
Peygamber sohbetinin
Şiirleşmiş ifadesidir.
Şimdi o güne gidiyoruz.
"Yine bir yolculuğa çıkıyoruz.
Yeni bir yolculuğa"
Zaman ötesi zamanda
Ulvi bir vakitteyiz
Ve sanki biz, şimdi Asr-ı Saadetteyiz.
izhir ve celil otlarının o hoş kokusu yayılır.
Mecenne sularının sesi gelir uzaktan
Şame ve tufeyl dağları ninni söyler sahraya.
Herşey uysaldır.
Herşeyde nazlı bir gül edası.
O'nun edası (s.a.v.)
Ve O'nun sohbeti. (s.a.v.)
Dinleyenler sahabe topluluğu.
Sanki başlarında bir kuş var,
Ve sanki o uçmasın diye pür dikkât
O'nu dinliyorlar. (s.a.v.)
Aileden, maldan ve amelden bahsediyor.
Sohbet bitince Abdullah bin Kürz izin istiyor;
"Ya Rasulallah!
Anlattıklarınızı şiir halinde söyleyeyim mi?
izin verir misiniz?"
Hz. Peygamber;
"Olur." Buyuruyor.
Ve Abdullah bin Kürz şiirine başlıyor.
Ailem, yaptıklarım ve ben sanki üç kardeşiz.
Ölüm yaklaştığında onları çağırıp konuşan biri gibiyiz.
Adam kardeşlerine der ki;
"Ölüm kapımı çaldı! Bana yardım edin.
Geri dönülmez bir yolculuk başlıyor.
Uzun ve güvenilmez.
Bu hal karşısında bana nasıl yardım edebilirsiniz?"
Malı der ki;
"Benden ayrılmadığın sürece
Her isteğini yerine getiririm
Ama ayrılık olursa aramızdaki dostluk biter.
istediğini benden şimdi al.
Çünkü yakında ben, savrulan kumlar arasına katılacağım.
Başka insanların olacağım.
Beni sonraya bırakma, harca.
Hızla yaklaşan ölüm gelmeden,
Elini çabuk tut, hayır yap."
Ailesi de şöyle der;
"Ben seni cidden sever,
Seni herkesten üstün tutarım.
Gücümü kuvvetimi senin için harcar, iyiliğini isterim.
Ama iş ciddileştiğinde senin için ölemem!
Ardından göz yaşı dökerim,
Yüksek sesle ağlarım,
Seni hayırla yâdederim.
Cenazende bulunur,
Gireceğin kabre kadar,
O son durağına kadar,
Hasretle tabutunu taşır,
Sonra geri dönerim.
Sanki aramızda hiç bir şey yokmuş gibi,
Hiç birbirimizi sevmemiş gibi,
Hiç birbirimizden sevgi görmemiş gibi"
işte insanın ailesi!
işte desteği.
Ve işte gerçek yüzü.
Sonra ameli konuşur insana;
"Ben, senin kardeşinim" der
"Sarsıntıların dehşetli anında
benim gibi bir kardeş bulamazsın.
Benimle mezarda karşılaşacaksın.
Orda seni savunacağım.
Hesap günü, ağır gelmesi için gayret gösterdiğin kefeye oturacağım.
Beni unutma, değerimi bil!
Ben üzerine titreyen merhametli bir öğütçüyüm.
Seni hiç bir zaman yalnız bırakmam.
işte senin amelin!
Vuslat günü kavuşacağın güzel amellerin!"
Abdullah bu şiiri okuyunca,
Rasulullah ve arkadaşları ağladılar.
işte o günden sonra,
Hz. Abdullah,
Ne zaman ki bir topluluğun yanından geçse
Kendisini çağırır, şiirini okumasını rica ederlerdi.
O da okurdu.
Ve yine göz yaşı.
Yine çağlayan sahabe yürekleri!
Bu şiir asırlık bir şiirdi.
On dört asırdır okunan bir şiirdi.
Peygamber sohbetinin,
Şiirleşmiş ifadesiydi
"Benim şefaatim ümmetimin günah-ı kebair (büyük günah) işleyen kısmınadır."
buyurmuşlardır. Bu kelamın sahibi, peygamberlerin şahı resulullah efendimiz (a.s.m.) "ismet" sıfatına sahip... Yani o'na günah dokunamaz. O'nun yaratılışı günahsızlık üzeredir. Bu sıfat bütün peygamberler içinde de geçerli...
Peygamberleri insanlar için birer rehber, birer önder olarak gönderen Allah, onları günahsız kılmakla insanlara şu mesajı da vermiş oluyor: "günah işlememeye bütün gücünüzle çalışın!"
Sözü edilen hadis-i şerifi bu gerçeğin ışığında değerlendirmek gerek. Bu hadisten; "şefaatin ancak büyük günah işleyenlere yapılacağını, küçük günah işleyenlerin bundan mahrum kalacaklarını" anlamaya mantıken imkan yok.
Dikkatle incelenirse, bu peygamber kelamından şu iki büyük mesaj hemen alınabilir: Birincisi: bu hadis-i şerif, "büyük günah işleyenin küfürle iman arasında kalacağını" iddia eden mutezile fırkasına en güzel bir cevap... Ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını haber veren Allah Resulünün (a.s.m) bu mübarek sözü, Ehl-i sünnetin en büyük bir delili...
Diğer mesaj da şu: şefaat izninin verilmesinden sonra, başta peygamberler olmak üzere, melekler ve salih kullar müminlerin günahlarının bağışlanması için Allah katında şefaatçi olacaklar. Bu herkesin manevi mertebesine göre gerçekleşecek.. Büyük günahlar ise, Allah katında hatırı en ileri olan Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatiyle af edilebilecektir.
Nice insanların imana susadığı, iffetsizlikle kavrulduğu, cehalet içinde çırpındığı ve kendilerine uzanacak şefkatli eller beklediği bu dehşetli zamanda, bütün bunları bir tarafa bırakıp bu gibi, zihinleri karıştıracak meseleleri gündeme getirmek en azından büyük bir gaflet. Ve bunda ne fayda görüldüğünü anlamak da mümkün değil!..
"Sen, onlara dünya hayatının misalini ver. Geçici dünya hayatı, tıpkı şuna benzer: Biz, gökten yağmur indiririz. Yeryüzündeki bitkiler onunla karışıp yemyeşil kesilir. En sonunda da kuruyup rüzgarın savurduğu çer-çöp haline gelir. Allah herşeye muktedirdir."
Rasulullah (s.a.v)'in, Kur'an, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashabından biri.
Rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:
* "Ezansız-namazsız köylerde oturma; böyle bir köyde oturmaktansa şehirde kal" (Müsned, VI, 145).
* "Kıyamet günü insanın mizanında en ağır basan şey iyi ahlaktır, yani güzel huydur."
* Bir gün Rasulullah Cuma hutbesinde ayet okurken, Ebu'd-Derdâ yanında bulunan übey bin Ka'b'a, "Bu ayet ne zaman nazil oldu?" diye sormuş. Übey cevap vermemiş; hutbe bittikten sonra, "Cuma'nı şu boş sözünle iptal ettin" demiştir. Ebu'd-Derda, Hz. Peygamber'e giderek onun bu sözünü aktardığında Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir:
"Übey doğru söyledi. imam hutbede konuşurken sözünü bitirinceye kadar sus ve onu dinle"(Müsned, V. 190).
Salim islamiyetten önce Ebu Huzeyfe'nin kölesiydi. Sonra ikisi de islama girdiler. Hz. ebu huzeyfe, hz. salim'i azad etti. bu yüzden kendisine salim mevla ebu huzeyfe denirdi.
salim ve ebu huzeyfe hz. leri birbirlerini çok severdi. ebu huzeyfe, utbe bin rebia'nın oğluydu, hind'in kardeşiydi. onlar onun islamiyete girmelerine çok öfkelendiler. hz. salim'de zor durumda kaldı.
hz. salim islamiyete girince kendini ilme adadı. peygamberimizin kuran'ı 4 kişiden öğreniniz dediği hadiste onunda adı vardır. kur'an'ı hıfz etmişti (ezberlemişti).
işte yemame savaşında bu iki yiğit şehit oldu. kumandan halid bin velid, aynı toprağa veya yanyana gömülmelerini söyledi, zaten yan yana can vermişlerdi. (r.anh)
hz. salim ve onun gibi onlarca kuran hafızı şehid olunca dönemin halifesi hz. ebu bekir'e hz. ömer kur'an'ın mushaf haline getirilmesini tavsiye etti.
bilindiği gibi hz. ömer son günlerinde 6 kişilik bir şu'ra oluşturdu ve aralarından halifenin seçilmesini vasiyet etti. ancak şöyle demişti:
"Salim hayatta olsaydı, hilafeti şu'raya havale etmezdim. Çünkü ben onu hemen yerime halife tayin ederdim" buyurmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.v.): "Kur'an-ı kerimi şu dört kimseden öğreniniz: Abdullah ibn-i Mes'ud, Salim Mevlâ Ebu Huzeyfe, Übey bin Ka'b ve Muaz bin Cebel." buyurmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Salim'in (r.a.) kıraatini derin bir zevk içinde dinlerdi. Sesi çok güzeldi.
ve yine hz. ömer buyurdu ki: "Resulullah (s.a.v.) yanında Salim Mevla Ebu Huzeyfe'nin ismi zikredildi. Peygamber (s.a.v.) efendimiz: "Muhakkak ki Salim, Allahü tealayı çok sever. Eğer Allahü tealadan korkusu olmasaydı yine (sevgisinden dolayı) Allahü tealaya isyan etmez günah işlemezdi." buyurdu. Hz. Ömer (Eğer ben Salim Mevla Ebu Huzeyfe'yi yerime halife tayin etseydim. Allahü teala da bana halifeliği kime bıraktığımı sorsaydı: Yâ Rabbi! Senin Nebin'den (s.a.v.) işittim ki "Muhakkak ki Salim bin Ebi Huzeyfe hakikaten kalbiyle Allahü teala'yı sevenlerdendir." buyurdu.
Cenab-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı.
Başını kaldırıp bakan Âdem (a.s.), Arş-ı Âlâ'da muazzam bir nurla bir isim yazılı gördü: "Ahmed"
Merak edip sordu: "Yâ Rabbi! Bu nur nedir?"
Allah Teâlâ buyurdu: "Bu, senin zürriyetinden bir peygamberin nurudur ki onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım!"
-----------------------
ilk bânisi Hz. Âdem olan yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, adeta yerle bir olmuştu. Hz. ibrahim, bu mukaddes binanın tekrar inşası için Cenab-ı Hak'tan emir aldı ve oğlu ismail'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu.
Kâbe'nin inşası tamamlanınca, baba oğul ellerini dergâh-ı ilâhî'ye açarak şöyle yalvardılar:
"Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder; ki o, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hükümlerini öğretsin, onları günahlardan temizlesin!"
işte, Cenab-ı Hak, yapılan bu samimi duayı cevapsız bırakmadı ve Hz. ismail'in neslinden, Peygamberlerin Reisi Hz. Muhammed'i (a.s.m.) göndererek kabul etti. Bu gerçeği bizzat Kâinatın Efendisi, "Ben, babam ibrahim'in duasıyım" diyerek ifade buyurmuşlardır.
Hz. ismail'in evlat ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap Yarımadası'nın her tarafına dağıldı. içlerinden Adnanoğulları, onlar içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş kabilesi içinde ise, Hâşimîler kolu, hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.
Bu gerçeği de bizzat kendileri şu şekilde ifade buyurmuşlardır:
"Allah, ibrahimoğullarından ismail'i, ismailoğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından da Kureyş'i, Kureyş'ten de Benî Hâşim'i, Benî Hâşim'den de beni seçmiştir."
Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Kâinatın Efendisinin yirmi dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir:
işte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri, bu zâtlardı. Her birinin zürriyeti çoğalmış ve her biri pek çok cemaatin reisi, birçok kabile ve aşiretin dedesi ve babası olmuşlardır.
Ancak ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, Sevgili Peygamberimizin soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise yüzünde parlayan müstesna nurdan bilinirdi.
Kardeşim sana maalesef daha fazla zamanımı ayıramayacağım. Kafandaki bu kuşkulara çözüm bulmak için araştırma yapmalı ve önyargılı olmamalısın. Hayırlı günler.
peygamber efendimiz'in katiplerinden, dört halife döneminde basra ve küfe valiliği yapmış, ayrıca islam kumandanı, azerbeycan fatihi.
Akıl ve zekâları, muhakeme ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla Araplar tarafından dâhi denilen dört zatın birisi de Muğire bin Şu'be'dir.
Hz. Muğire, büyük meseleleri halletmekte son derece mahirdi. Bir dava ne kadar müşkil olursa olsun, onu çözmek için mutlaka bir çıkar yol bulurdu. En dehşetli hadiseler karşısında dahi şaşkınlığa kapılmaz, soğukkanlı olarak bir hâl çaresi bulurdu. Bilhassa devletler arası münasebetlerde vakar ve sükûnet içinde hareket ederdi. Zaten onun dehası bu meziyetinden ileri geliyordu.
Ahzab suresi 32 ayet: Ey peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunup takvaya sarılıyorsanız sözü kırıtarak söylemeyin ki, kalbinde maruz bulunan biri ümide kapılmasın. Örfe uygun söz söyleyin.
Bu ayetten de anlaşılıyor ki peygamber eşleri Rabbin katında çok özel bir konuma sahip. Buradan yola çıkarak kesinlikle bizler kendi eşlerimizle bir tutmayacağımız anlaşılıyor. Hatta sanırım peygamberimizin eşleri bazı sorunlar yaratıyor ve peygamberimizi üzüyor olmalı ki, bakın yaratan nasıl bir ayet gönderiyor.
Ahzab suresi 28 ayet: Ey peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım.
Bunlarda yetmiyor ki daha titiz önlemler alıyor rabbim ve bakın neler söylüyor peygamberimizin eşlerine.
Ahzab suresi 30 ayet: Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık/kanıtlanmış bir edepsizlik yaparsa, kendisi için azap iki katına çıkarılır. Ve bu, Allah için çok kolaydır.
Hâlbuki Rabbim bizlere ne yaparsanız yaptığınızın misli kadar ceza ile karşılık görürsünüz der. Dikkat edin burada ise iki katı diyerek adeta peygamberimizin önce aile içindeki huzurunu sağlıyor ki, işi kolaylaşabilsin. Ayetin devamında ise Allah resulüne gönülden itaat eder de yardımda olursa, ona mükâfatını iki kat veririz diye de belirtiyor. Demek ki peygamber eşleri bizler içinde Rabbin katında da, çok farklı bir konumda.
Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymune olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)'in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber'le Müslümanlar, Mekke'ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz'in amcası Abbas, Allah Resulü'ne Meymune'yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymune, Abbas'ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.
Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke'de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler'e karşı bir jest yapma vardır. Ve Cüveyriye (ra) ile kardeş değildir, zira yukarıda belirtildiği gibi Cüveyriye (ra), beni mustalık adlı yahudi kabilesinin reisi haris bin dırar'ın kızıydı.
Eşler birlikte cennete girmişlerse orada da bu evlilikleri devam edecektir. Dünya kadınları hurilerden daha güzel olacaktır. (Mecmau'z-zevaid, h. no: 11396).
Dünyada iki evlilik yapmış olanlar hep birlikte cennete gitmişlerse orada da bu evlilikleri devam edecektir.
Dünyada hiç evlenmemiş olan erkekler hurilerle evlenebileceği kesin olmakla beraber, onun gibi bekâr kalmış biriyle de evlenebilir. Dünyada bekâr kızlar ise cennette arzu ettikleri biriyle evleneceklerdir.
Nitekim, " iman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: "Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!" diyecekler. Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır."Bakara, 2/25) mealindeki ayette herkesin eşlerinin olacağı vurgulanmıştır.
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur'ân-ı Kerim'de Cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah'ın rızâsı vaâd edilmiştir.
merakı cezbeden bir sualdir. yasin suresinin önemi nedir ?
Yâsin Sûresi, Müslümanlar tarafından çok okunan bir sûredir. Diğer surelere göre daha fazla rağbet görmektedir. Peygamberimiz Hz Muhammed (asv)'in bu sûre hakkında söylediği ve okunmasını tavsiye ettiği çeşitli hadisler vardır. Bu hadislerden bazılarında "Yasin, Kur'an'ın kalbidir." ifadesi geçmektedir:
* "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin'dir. Kim Yâsin'i okursa, Allah onun okumasına, Kur'ân'ı on kere okumuş gibi sevap yazar."
* "Yâsin, Kur'ân'ın kalbidir. Allah'ı ve ahiret gününü arzu ederek Yâsin okuyan kimsenin geçmiş günahı affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz."
Gerçekten bu sûre, kirlenen ruhlara ve canlara, temizlenmiş kanla sürekli olarak hayat bahşeden, çarpıp duran mânevî bir kalp durumundadır.
Fâtiha Sûresi hakkında, adeta Kur'ân'ın bir özeti olduğundan nasıl "Ümmü'l Kitab / Kitab'ın Anası" denmişse, Yâsîn Sûresi için de "Kur'an'ın kalbi" denmiştir. Sûreye böyle denilmesinin bir nedeni, onun etkileyici bir üslupta ruhları harekete geçirmesi ve onları durgunluktan kurtarmasıdır.
Fahreddin-i Razi, "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi Yasin'dir." sözünün yanında, bir de ölüme yaklaşan kimseye Yasin suresinin okunmasının istenilmesi, şu hususun ilanı olmaktadır, der ve şöyle açıklar:
"O sırada lisanın kuvveti zayıftır, dermandan düşmüştür. Fakat kalp bütün varlığıyla Allah'a yönelir. Öyleyse bu esnada ona, kalbinin kuvvetini artıracak, tasdikini kuvvetlendirecek, iman gücünü artıracak bir şey okunmalıdır. işte Yasin suresinde bütün bu özellikler bulunmaktadır. Çünkü onda yeniden dirilme, Kıyamet halleri, eski milletlerin durumları, sonlarının beyanı, kaderin ispatı, kulların üstünlüklerinin Allah Teala'ya dayandığı, Allah'ın birliğinin ispatı, Allah'ın zıddı, ortağı bulunmadığının açıklanması, kıyamet alâmetleri, yeniden dirilme ve haşrin gerçekleşmesi, Arasat'ta Allah'ın huzurunda toplanma, hesap, ceza, hesaptan sonra dönülecek yerler gibi bir çok konu vardır. Bütün bu ve benzeri özelliklerin bulunduğu Yasin Suresinin okunması, kişide bütün bu hallerin hatıratını yeniler ve dinin temel konularına karşı uyarıda bulunur, kabir ve kıyamet hallerinden kendisini bekleyen şeyleri hatırlatır." (bk. Razi, Mefatihu'l-gayb, Yasin Suresinin Tefsiri)
Unutmayalım ki, Kur'an'ın ifadeleri çok geniş kapsamlıdır, aynı lafızla pek çok manaya işaret edilmiştir. Çünkü, Kur'an Allah'ın sonsuz ilmini yansıtmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, yirmi sekiz surenin başında bulunan şifreli (esrarlı) harflerin bir çok manayı ifade etmesi, bu esrarlı üslubun bir gereğidir.
Bu cümleden olarak, heca harflerinin ismi olarak kullanıldığında, Arapça şekliyle "YÂ=(Y, elif, hemze)nin ebced değeri; on iki'dir, "Sin" harfinin ebced değeri ise, yüz yirmi'dir. Bunun toplamı; yüz otuz iki olup, Hem "Muhammed" kelimesinin, hem de "Kalb" kelimesinin ebced değeridir.
Hz. Evs peygamberimiz medine'ye hicret ettiğinde ailecek islama girenlerdendi. Hz. Şeddad böyle bir ortamda büyüdü.
Bedir Savaşı sırasında henüz 15-16 yaşlarındaydı.
"Ebu Ya'la" künyesiyle meşhur olan Hz. Şeddad'ın en zevkli ve tatlı anları Peygamberimizle olan saatleriydi. Fırsat buldukça Peygamberimizin sohbetine katılır, ondan duyduğu hadisleri öğrenir, ezberine alırdı. Her yeni öğrendiğini kendi nefsinde tatbik etmeye çalışırdı.
Hz. Şeddad, Peygamberimizin irtihâlinden sonra, hayatını Kudüs, Şam ve Humus'ta geçirdi. Hadis ve fıkıh sahasında pek çok talebe yetiştirdi, Müslümanları irşat etti. Hz. Ebu'd-Derda(r.a.) onun için "Her ümmetin bir fakihi vardır, bu ümmetin fakihi de Şeddad bin Evs'tir." buyurdu.
Hz. Şeddad, hadis sahasında derin vukuf sahibi bir zattı. Hadisleri anlamak hususunda üstün bir dirayeti vardı. Sahih hadis kitaplarında Hz. Şeddad'ın rivayet ettiği 50 kadar hadis vardır.
Şeddad bin Evs'in takdir edilen en mühim bir ciheti, zühd ve takvada ileri seviyede oluşu ve Allah'tan çok korkması idi. Esed bin Veda'nın (r.a.) anlattığına göre, Hz. Şeddad uyumak için yatağa girdiği zaman tava üzerindeki tane gibi olurdu. Yatakta ayağını uzatmaktan hayâ ederdi. Uzun uzun tefekküre dalar, daha sonra, "Allah'ım, cehennem ateşi benimle uykum arasına gerildi." der, kalkar, ibadete başlar, çoğu kere sabaha kadar namaz kılardı.
ebu mûsâ el-eşari, basra vâlisi iken halife ömere yazdığı bir mektupta basradan bir çok kimsenin kuran ezberlediğini bildirmiş, halife de ona maaş bağlamalarıı istemişti. ebu mûsâ ertesi yıl hâfız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince hz. ömer onları kendi hallerine bırak. insanların kuran ezberlemekle meşgul olurken onun hükümlerini öğrenmeyi ihmal etmelerinden kaygı duyuyorum diyerek hâfızlara maaş bağlamanın sakıncalı olacağını kanaatine vardığını belirtmiştir.
Oral seks (cinsel organın ağza alınması, öpülmesi vs,), bu konuda açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, cinsel organlar necaset mahalli olduğundan bu tür ilişkilerden kaçınılması gerekir. Çünkü her müslümanın kesin olarak haram olan hususlardan kaçındığı gibi haram şüphesi olan konulardan da uzak durması gerekir.
Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah'ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. işte bu et parçası kalbdir "
(Buhârî, Îmân 39, Büyû' 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû' 3; Tirmizî, Büyû' 1; Nesâî, Büyû' 2, Kudât 11; ibni Mâce, Fiten 14). (Diyanet işleri Başkanlığı)
Oral ilişkinin olabileceği ya da olamayacağı konusunda Kurân-ı Kerim'de ve sünnette açık bir delil yoktur. Buradan hareketle bazı fıkıhçılar ve tefsirciler; madem ki karı kocanın her yerleri birbirlerine helaldir ve madem ki, eşyada aslolan mubah/helal olmaklıktır, çünkü her şey insan için yaratılmıştır, öyleyse karı kocanın oral ilişkileri de helal olmalıdır, diye bir sonuç çıkarmışlardır. Bunu çeşitli tefsir ve fıkıh kitaplarında bulmak mümkündür. Bunun yanlış olduğunu söyleyecek değiliz, ancak bunun hem dinen hem tıbben bir takım çekincelerinini olduğunu da bilmeliyiz. Öncelikle böyle bir davranış onurlu ve kişilikli olmaya aykırı bir davranıştır, tiksindiricidir. ikinci olarak, cinsel organlardan sürekli olarak bir takım maddeler çıkmaktadır ve bunlar pis olan akıntılardır. Böyle bir durumda kişi, Hz. Peygamber'in (sa): "Ağızlarınızı tertemiz yapın çünkü onlar Kuran yoludur" diye nitelendirdiği ağzına pis maddeler almış olacaktır. Üçüncü olarak, islam'ın insan sağlığına ne kadar değer verdiğini herkes bilmektedir. Oysa bu yolla insan bir sürü mikrobu ağzına almış ve kendisini tehlikeye atmış olacaktır. (Prof.Dr.Faruk Beşer)
Ağız da cinsel temas için değil, başka işler için var edilmiştir; oradan cinsel temas yaratılış amacına da, fıtrata da ters düşer, fıtratları bozulmamış olanlar bundan nefret ederler.
(Prof.Dr.Hayrettin Karaman)
Tabi bir sevişme tarzı olmadığı için, oral ilişkinin bir süre sonra nefretimsi duygulara sebep olabileceği ve dolaylı olarak cinsel mutluluğu olumsuz yönde etkileyebileceği gerçeğini de hatırlatarak, kaçınılmasını öğütleriz.
Oral seks, ağız tümörlerine yol açabiliyor. Son yapılan bir araştırmaya göre insan papilom (meme başı gibi çıkıntılar yapan selim tümörler) virüsü ağız kanserine yol açabiliyor. Bilim adamları uzun süredir papilom virüsünün ağız kanserine neden olduğundan kuşkulanıyordu. iyi haber bu riskin çok küçük olması. Ağız tümörü her yıl 10.000 kişiden birinde görülüyor. Ve bu vakaların pek çoğu sigara ve içkiye bağlı olarak ortaya çıkıyor.
insan papilom virüsü (HPV) cinsel yolla geçen virüslerin en yaygını. Bu virüsün servikal kansere (rahim boynu kanseri) yol açtığı biliniyor. Bazı araştırmalar bu virüsün ayrıca ağız ve anal kanserlerine de neden olabileceğine işaret ediyor.
Fransa, Lyon'daki Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu'nda çalışan bilim adamları ağız kanserine yakalanmış l670 deneği, l732 sağlıklı denekle karşılaştırdı. Hastalar Avrupa, Kanada, Avustralya, Küba ve Sudan'da yaşıyordu. Servikal kanserlerde görülen HPV-l6 olarak bilinen virüs, ağız kanserlerinde de tespit edildi.
HPV-16 virüsü taşıyan ağız kanserli hastaların arasında oral seks yaptığını açıklayanların sayısı, tümörlerinde HPV-16 virüsü bulunmayan hastalara oranla 3 misliydi. Virüsün kanserlere nasıl yol açtığı konusunda kadın ve erkekler arasında bir fark saptanmadı.
Söz konusu araştırmanın sonuçları "Journal of the National Cancer Institute" isimli bilim dergisinin aralık sayısında yayınlandı.. Bu sonuçlar HPV ile ağız kanseri arasındaki ilişkiyi kesinleştirdi.
Jenital (cinsel organ) HPV enfeksiyonu çok yaygındır. ABD'deki 25 yaşındaki kadınların yaklaşık üçte birinde bu virüs mevcuttur. Bu enfeksiyonların yalnızca yüzde 10'u kansere yol açan türdendir. Bu virüsü taşıyan kadınların yüzde 95'i bu enfeksiyondan bir yıl içinde kurtulur. Ancak bu bile niçin bu kadar az sayıda insanda kanserin geliştiğini açıklayamıyor.
Bu son bulgular ağız kanseri tedavisini de kolaylaştıracak. Dolayısıyla virüs kaynaklı ağız kanserli hastalara antiviral ilaçlar vermek iyileşme olasılığını artırabilir. Bu arada önlem olarak aşı üzerinde çalışmalar yapılıyor. Aşıların ağız enfeksiyonunun yanı sıra jenital enfeksiyonlara da iyi geleceği umut ediliyor. (TR.NET)