bir şeyleri yaparken, başkalarından aferin almak için ya da onlar benimle gurur duysun diye değil, yalnızca kendim gerçekten öylesini doğru bulduğum için, kendim için yapıyorum. evet, bu olması gereken bir şey.
‘Onunla yapamıyorum, onsuz hiç yapamıyorum’ sözünü sonuna kadar hakeden bir şehir.
Muhteşem güzellikleri olan, bağımlılık yapan ama bir o kadar da trafiği ve kalabalığıyla zaman zaman uzaklaşma hissi yaratan bir yer.
Tokyo’ya gitmek!:)
Uzun zamandır hayalim olan, çok farklı ve çağın gerçekten de ötesinde bulduğum bir yer. uçak yolculuğu saat bazında gerçekten çok fazla sürdüğü için devamlı olarak ötelediğim ama artık zamanı geldi dediğim bir yer!
çocukken, birçoğumuzun hayallerini süsleyen o dahiyane fikir.
hangimiz istemedik ki ışıl ışıl, rengarenk, şirin, butik ve hayallerimizdeki gibi süslenmiş bir cafe?
datça ya da portofino geliyor aklıma bu fikir geldiğinde hep. öylesine huzur dolu konumlarda, mini-butik bir cafe işletmek bence aşırı motive edici.
Her şeye at gözlüğüyle bakan, tek doğru kendisiymiş gibi davranan insana tahammülüm sıfır.
Bir insan yeri geldiğinde özeleştiri yapmayı bilecek olgunluğa erişmiş olmalı, herkes, her zaman, her şeyi bilecek diye bir şey yok sonuçta.
E bilmemek değil, öğrenmemek ayıp olan.
Gayet iyi.
Bardağa hep dolu tarafından bakmaya çalışıyorum ve motivasyonumu kaybetmemek adına hep bir çabam var. E hayat güzel, kuşlar uçuyor. Daha ne?
Ayrılık anksiyetesi.
Onu terkedeceğimiz korkusuyla, en ufak uzaklaştığımız anlarda bile ağlar, panik olur. Geri döndüğümüzde de sonsuz bir sevinç yaşar.
Hepimizin hazır olarak bulundurması gerekiyor bence. En son birkaç yıl önce olan 5.8 şiddetindeki deprem sonrası büyük hevesle hazırlamış, içerisine birsürü pet şişe su eklemiştim. Gün geçtikçe hepsini birer birer içerek tükettim ve maalesef ki artık hazır şekilde bekleyen bir deprem çantam yok. En kısa sürede hazırlamam dileğiyle.
hiçbir role gerek olmadan, nasıl davranmalıyım kaygısından uzak, sadece ama sadece tüm doğallığınla kendin olmak.
ne yazık ki günümüzde \'olduğu gibi davranan\' insan sayısı çok az ve birçok kişi \'o ne der/bu ne der\' kaygısı ve bir başkasından onay alma korkusu yaşadığı için kendisi olmaktan uzaklaşıyor.
oysa en güzeli; tamamen olduğumuz gibi davranarak, sade ve basit yaşayabilmek.
hayata yüklenen amaçlar kişinin ideallerine göre farklılık göstermektedir.
bana kalırsa hayatın amacı; sevdiklerimle huzurlu, neşeli, başarılı, bol kazançlı, sağlıklı, bol muhabbetli ve kaliteli zaman geçirebilmek ve bu doğrultuda elimden geleni yapmak.
araştırmak, öğrenmek, gezmek-görmek/yeni kültürleri keşfetmek, okumak, okumak ve daha fazla okumak. faydalı olabilmek ve bunu bilmenin yarattığı o mükemmel his, evet, tam olarak böyle bir şeyler işte.
bir çocuğun sağlıklı bir yetişkinlik evresine geçebilmesi için ona, biricik olduğunun ve anne-babadan bağımsız olduğunun hissettirilmesi gerekiyor. doğruyu, yanlışı ve gerekli tüm nezaket kurallarını öğretin evet, zaten sizi rol model alacaktır birçok şeyde.
ancak; belli bir yaşa geldikten sonra çocuk kendi araştırmaları ve mantığı doğrultusunda bir yola evrilebilir, size böyle bir şeyle geldiğinde onu eleştirmek ve yargılamak yerine onu anladığınızı hissettirmeli ve görüşlerine saygı duymalısınız.
aksi takdirde; çocuk size fikirlerini söylemekten çekinir, kaçar ve sizden uzaklaşabilir. bunun sonucunda da kopuk bir ebeveyn-çocuk ilişkisi gelişir ve bu kimseyi mutlu etmez.
‘aşırı mükemmeliyetçilik’ evet, mükemmeliyetçi olmak kulağa hoş geliyor olabilir lakin aşırı mükemmeliyetçilik gerçekten insanı yoran bir şey ve detaylarda boğulurken yaşanan yoğun stres ve gereğinden fazla hırs fazlasıyla yorucu.
olayları farklı perspektiflerle değerlendirmeye açık olmayan, farklı görüşleri önemsemeyen, ısrarla kendi söylediğinin doğru olduğunu savunan, hep bir at gözlüğüyle bakan, sabit fikirli kişiler.
dünyada henüz var olmadığım bir tarihin sabahına uyanmak nasıl olurdu acaba diye sorgulattı bir an. ama hep şey denir ya, ‘eskiler çok daha güzeldi’ güzeldir herhalde…
gün içerisinde çeşit çeşit duygulara bürünebiliyorum ben de, herkes gibi. bazen mutlu, bazen kaygılı, bazen üzgün, bazen stresli ama her şeye rağmen pozitif ve umut dolu, blablabla.
Minimallik.
Sade, şık ve olabildiğince iç açıcı, soft renklerden oluşan minimal eşyalarla dekore edilen bir ev en güzeli.
Bu minimalliğe eşlik eden rengarenk bahçesinde kahve yudumlamak da milyon kat falan güzelleştiriyor.
Nar, fıstık ve hindistancevizi süslemesi. Aşure muhallebisi üzerine yalnızca bu üç malzeme konulmuş olursa afiyetle tüketebilirim. Başka herhangi bir malzeme konulduğunda çok karışık geliyor ve asla yiyemiyorum.
Teknoloji tasarım dersi vardı ve icat falan bulmaya çalışıyorduk. O icat bulma haftalarında ‘en iyisi, en mükemmeli benim icadım olmalı’ diye düşünerek ataklar geçirip, stres oluyordum hep, çocuk aklı işte, lalala.