ilk sözlü versiyonunu da yunus emre'nin
Taştın Yine Deli Gönül şiirinden esinlenerek yine kendisi seslendirmiştir. ilk halini dinlemenizi de tavsiye ederim.
Birkaç hafta önce notlarım arasına kaydettiğim NASA' nın sitesindeki 4 Kasım 2022 tarihinde yayımlanmış olan ingilizce metnin ilk paragrafının Türkçe çevirisini paylaşayım aklıma gelmişken:
NASA/ESA Hubble Uzay Teleskobu'ndan alınan bu görüntü, Dünya'dan yaklaşık 200 milyon ışık yılı uzaklıkta, Başak takımyıldızında yer alan ve aynı zamanda Vahşi Üçlü olarak da bilinen Arp 248 galaktik üçlüsünde yer alan iki gök adayı göstermektedir. Bu görüntüde görülebilen iki büyük sarmal gök ada - daha küçük, ilgisiz bir arka plan sarmal gök adanın yanında yer alır - parlak bir köprü ile birbirine bağlı görünmektedir. Bu uzun yıldız akışı ve yıldızlar arası toz, gelgit kuyruğu olarak bilinir ve ön plandaki iki gök adanın karşılıklı yer çekimsel çekiminden oluşur.
Buraya eklenebilecek binlerce alıntı var ama hepsini yazmaya vakit yok ne yazık ki. Ama Ara sıra aralarından birkaçını eklemeyi gerekli görüyorum çünkü okuduğum büyük fikirler yalnız benim zihnimde barınırsa bir tek bana yararı dokunur o nedenle belki denk gelip de bu fikirlerden istifade etmek isteyenler olabilir diye paylaşmak istedim. 9-10 ay önce bitirdiğim üç farklı kitaptan birkaç bölüm;
'ürettiğim ne varsa yalnızlığıma borçluyum.' (sayfa 26)
Johann Wolfgang von Goethe- Dünyanın derdi bitmez (aforizmalar).
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2271584/+
'Evet, hayatta herkesin değişik görevleri, işleri olabilir; ama hiçbir yetki, başkalarına saygısızlık yapma hakkını vermez.' (Sayfa 48)
Herman melville- Moby Dick.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2271585/+
'Hayat serüveninde en değer verdiğim şey, devlet değil, sürünün yüzeysel düşünce ve duygularının aksine asil ve yüce olanı ortaya çıkaran, yaratıcı, sezgisel birey ve kişiliktir.' (Sayfa 122)
'incelikli fikirler ve soylu davranışları ancak büyük ve sağlam karakterler üretebilir. Para, yalnızca bencilliğe hitap eder ve sahiplerini, karşı konulmaz bir şekilde suistimal etmeye kışkırtır.' (sayfa 35)
'Günümüzde öğretim özgürlüğü için en büyük tehlike, bir dış tehlikenin varlığını ileri sürüp öğretim, düşünce alışverişi, basın ve öbür haberleşme özgürlüklerinin kısıtlanmasında, engellenmesinde aranmalıdır. Bu durum, insanların geçim güvenliklerini tehlikeye sokan koşullarla yaratılmaktadır. Bunun sonucu olarak da özel hayatlarında bile düşüncelerini açıklayamayanların sayısı, günden güne çoğalmaktadır. Halk yönetiminin, demokratik bir yönetimin geleceğini tehlikeye düşüren bir durumdur bu.' (sayfa 116)
'Nasıl ki bireyin kişiliği toplumdan beslenmeden gelişemezse toplumun gelişimi de yaratıcı, özgür düşünen ve hüküm veren kişilikler olmadan mümkün olmayacaktır.' (Sayfa 36)
Prof. Dr. Carl Sagan'a ait olan başyapıt niteliğindeki bir eser ve tarihteki en değerli kitaplardan birisi.
Bizim ülkemiz sınırları içindeki ya da Dünya'daki en büyük kütüphanelerde bulunan milyonlarca eser arasında ne derecede yararlı kitaplar vardır bunu bilemem ya da ben Dünya'dan göçüp gittikten sonra yazılıp çizilecek kitaplar arasından ne derecede etkileyici, büyük eserler ortaya çıkar onu da bilemem fakat subjektif bir yorum olarak Kozmos kitabı için ölmeden önce mutlaka okunması gereken ilk on kitaptan biri olduğu çıkarımını yapabilirim rahatlıkla. ilk kez 1980 yılında yayımlanmasına rağmen yazıldığı dönemin çok çok ötesinde fikirler ve bilgiler barındıran ve bundan on binlerce yıl sonra bile insanlığa çok değerli ve yüksek kazanımlar sağlayabilecek, gerçek bir başyapıt niteliğindeki eserlerden biri olma özelliğini taşıyan kalitede bir kitap olduğunu düşünüyorum. Kitabın içinden bir kısım tarihsel birikimin önemini güzel vurgulamış:
"Dünyanın büyük kitaplıklarında milyonlarca cilt kitap bulunur. Bunlar, kelime olarak, 10¹⁴ Bit'lik bilgiye eşittir. Resim olarak da 10¹⁵ Bit'lik bilgiye. Bu sayı, genlerimizdeki bilgiden on bin kez fazladır. Beynimizdeki bilgiden de on kez çok. Haftada bir kitap bitirirsem, ömrüm boyunca, yalnızca birkaç bin kitap okumuş olurum. Bu da zamanımızın en büyük kitaplıklarındaki kitapların içeriğinin yüzde birinin ancak onda biri demektir. Bütün sorun, hangi kitapları okumam gerektiğini belirleyebilmektir. Kitaplardaki bilgiler doğduğumuz zamanki gibi kalmaz, sürekli değişir. Olayların değiştirdiği kitaplar dünyanın gidişine ayak uydurur duruma getirilir. iskenderiye Kitaplığı kurulduğundan bu yana yirmi üç yüzyıl geçti aradan. Kitap olmasaydı, yazılı kayıtlar bulunmasaydı, yirmi üç yüzyıl ağızdan ağıza geçen bilgiyle ne öğrenebilirdik?" (Sayfa 232-233)
Aslında bu kitabı çok öncelerden biliyordum lise yıllarında biraz inceleyip daha sonraki senelerde okurum diye bırakmıştım zaten o sıralar kitap okuma alışkanlığım pek yoktu ve o dönemler müsvedde kağıda not almadan okuduğum için şimdi hatırlamıyorum neredeyse hiçbirini, sonrasında üniversite sınavı, peşine üniversitedeki zorlu yıllar ve hayatın yoğunluğu eklenince edebiyat dünyasını keşfedebilme şansı olmamıştı, mezun olduktan sonra daha çok içli dışlı olabildim kitaplarla ve aslında hayata dair öğrenebileceğim en büyük fikirleri ve bilgileri de bu süreçte kazandım.
Evdeki kitap 1990 senesine ait ikinci basım versiyonu olduğu için sayfaları yıpranabilir diye yeni halini satın alıp öyle başlamayı düşünüyordum ama ileride geniş zamanlı düşünme ve araştırma vaktim olmayabilir diye daha fazla ertelemeden bu sene okumaya karar verdim.
Kitap 1980 yılına kadarki mevcut bulgularla yazıldığı için içinde güncel olmayan ve geçerliliğini yitirmiş bazı veriler de var doğal olarak ama uzay keşif araçlarının yeni yeni fırlatılmaya başlandığı bir dönemde çıkmış bir eser olduğu için bu tür ufak tefek sayısal devinimler çok normal, yaşamın ve insanlığın teknoloji ilerledikçe gelişen ve değişen bir unsur olduğunu dikkate alırsak Uzay/Evren keşfedildikçe astronomi gibi birçok bilimsel alanda belki şu anki mevcut bildiklerimiz de farklılaşacaktır ve Dünya var oldukça ileride çok daha detaylı, doğru ve geniş kapsamlı bulgulara ulaşılabilecektir, haddizatında insanlık tarihi olarak Kozmos'un keşfinin başlarında sayılırız henüz. Öyle ki kitapta da değinildiği üzere 1900'lü yıllara gelinceye kadar Evren'de başka galaksi olduğundan bile haberleri yoktu insanların yalnızca Samanyolu Galaksisi var sanılıyordu. Hatta kitaptaki bu konuyla ilgili o kısmı paylaşayım:
"XX. yüzyıla gelinceye dek, astronomlar, Kozmos'ta yalnızca bir tek galaksi, Samanyolu Galaksisi var sanıyorlardı. Bu arada Thomas Wright ile Immanuel Kant teleskopla yaptıkları incelemeler sonunda başka galaksilerin var olduğunu sezmişlerdi." (Sayfa 168)
Astronomlar bile 20. yüzyıla kadar Evren'de tek bir galaksi, sadece Samanyolu Galaksisi olduğunu zannediyorlardı ama teknoloji ilerledikçe, araştırmalar çoğaldıkça, beyinsel ve algısal derinliğimiz geliştikçe şu an Dünya'daki 8 milyarlık insan popülasyonundan bile yüzlerce kat fazla sayıda galaksinin bulunduğu bir Evren'de yer aldığımızı anlamış olduk...
Günümüzde Gözlemlenebilir Evren'in çapının yaklaşık 93 milyar ışık yılı (1 ışık yılı ≈ 9,46 trilyon km) şeklinde hesaplandığını ve tahmin edildiğini düşündüğümüzde aslında bu sonsuzluk içinde insan yaşamının ne denli büyük bir şans olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Güneş'in bulunduğumuz galaksi merkezi etrafında dönüş hızının saniyede yaklaşık 200-250 km olduğu biliniyor, Samanyolu Galaksisi'nin de yaklaşık olarak saniyede 600-630 km ve saatte 2,2 milyon km hızla hareket ettiği bilgisini ele alırsak; Dünya adlı gezegene gelecek yıllarda tehlikeli bir asteroit çarpmasından, bir nötron yıldızından, bir süpernovadan, kuasardan veya kara delikten ya da başka bir kozmik unsurdan gelebilecek bir etkiden ötürü yok olma riskiyle karşı karşıya kalabileceğimizin, bundan dolayı da insan neslinin ve üzerinde yaşadığımız gezegenin varlığını devam ettirebilmesi için her şey bir yana Uzay çalışmalarına ve keşiflerine en önemli zamanı ve çabayı harcamamız gerektiğinin farkına varabiliriz (bu arada Dünya şu an içinde bulunduğumuz zamanda güneş sistemi ile beraber Samanyolu Galaksisi'nin Orion sarmal kolu dolaylarında hareket ediyor, yıllar geçtikçe Orion sarmal kolundan çıkıp başka bölgelere yol alarak galaksi merkezi etrafında hızla dönmeye devam edeceğiz güneş sistemi ile beraber).
Kitaptan bir başka kısmı daha paylaşmak istiyorum;
"Viking ve Voyager uzay araçlarının enerji kaynakları olan radyoaktif güç santralleri, nükleer silah yapımında yararlanılan teknolojiye dayanıyor. Balistik füzeleri nişanlamaya, yöneltmeye ve bizi saldırıya karşı korumaya yarayan radyo ve radar tekniği, aynı zamanda gezegenlere fırlatılan uzay araçlarını dinlemek, onlara komut vermek ve başka yıldız yakınlarındaki uygarlıklardan gelebilecek sinyalleri dinlemek için kullanılan tekniktir. Eğer bu teknolojileri yeryüzünden kendimizi silip süpürmek için kullanırsak, gezegenlere ve yıldızlara ulaşma girişimlerinde bulunamayız. Bunun tersi de olabilir. Eğer gezegenlere ve yıldızlara yolculukları sürdürürsek, şovenizmimiz temellerinden daha da sarsılacak. Kozmik perspektif içinde bakmaya alışacağız. Başka dünyalara ve yıldızlara çıktığımız yolculuklardaki keşiflerin tüm yerküredeki insanlar adına yapılabileceğini kabulleneceğiz. Enerjimizi ölüme değil, yaşama adanmış bir girişime yatıracağız; yerküremizi ve üzerindeki insanları anlamayı derinleştirerek başka yerde hayat araştırmasına girişeceğiz. Uzayın keşfi -araçlarda insan bulunsun ya da bulunmasın- savaşın gerektirdiği aynı teknolojik ve örgütsel becerileri gereksindikten başka, yine savaştaki gibi cesarete ve yiğitliğe yer verir. Nükleer savaş patlamadan önce gerçek bir silahsızlanmaya gidilirse, uzayın keşfi büyük devletlerin askeri sanayi kuruluşlarını uzun süreli olumlu bir girişim için bir araya getirebilir. Savaş hazırlıkları için yapılan yatırımlar, Kozmos'un keşfi amacına oldukça kolay biçimde yöneltilebilir.
Gezegenlerin keşfi programı fazla bir harcamayı gerektirmez. Sovyetler Birliği'nin uzay bilim ve teknolojisi için harcadığı para ABD'nin harcadığının birkaç katıdır. Bu paraların toplamı, iki ya da üç nükleer denizaltı maliyetine eşittir. Ya da yapımına yeni girişilen bir silah sistemi için her yıl ayrılan maliyet artışı parasına eştir. 1979 yılının son üç ayında F/A-18 uçakları yapım projesinin maliyeti 5,1 milyar dolar artarken, F-16 tipi uçakların maliyet artışı 3,4 milyar doları bulmuştur. 1970-1975 yılları arasında ABD'nin ulusal siyaset uygulaması olarak Kamboçya'yı bombalamak için harcadığı para tutarı olan 7 milyar dolar, B. Amerika'yla Sovyetler Birliği'nin içinde insan bulunmayan uzay araçlı keşifler için şimdiye dek harcadıklarından fazladır. Viking'in Mars gezegenine ya da Voyager'in dış Güneş sistemine gönderilmesine harcanan para, Sovyetler Birliği'nin 1979-80'deki Afganistan işgaline harcadığı paradan azdır. Teknik personel kullanımı ve yüksek teknoloji üretimi sağladığı için uzayın keşfine yatırılan paranın ekonomik verimliliği yüksektir. Yapılan bir araştırmadan anlaşıldığına göre, öteki gezegenlere yatırılan her doların ulusal ekonomiye 7 dolarlık katkısı oluyor. Buna rağmen, kaynak yetersizliğinden ötürü ertelenmiş önemli ve aslında pekâlâ uygulanabilir girişimler söz konusudur."
(Sayfa 286-287)
Her insan son derece basit bir irdelemeyle bu durumu sorgulayabilir aslında; Neden Dünya olarak savaşlarla veya başka biçimde kendi kendimizi yok etmek yerine, devasa uzay sistemi boyutu bazında aslında bir kum tanesinden bile daha küçük bir yer kapladığımızı idrak edip zekamızı ve zamanımızı Evren'i keşfetmek, insanlığı yükseltmek için kullanmıyoruz? Sadece yukarıdaki kısmı okuduğumuzda bile aslında ne kadar dahice yazılmış bir kitap olduğunu anlayabiliriz bu yapıtın, içerisindeki tespitler gerçekten de insanlığın gidişatı bakımından oldukça önemli fikirler barındırıyor.
Bizim bildiğimiz ölçüdeki Kozmos'un bile ne kadar büyük bir sistem olduğunu zihinde daha gerçekçi canlandırabilmek adına görsel olarak bir ekleme yapmak istiyorum, ben de bu resime mayıs ayında denk gelmiştim araştırma yaparken, https://galeri.uludagsozluk.com/r/2268257/+.
Dünya gezegeninin hatta içinde olduğumuz galaksinin Uzay sistemi içinde ne kadar ufak boyutta kaldığını az çok betimliyor aslında bu görsel, belki daha önce denk gelmeyen ve istifade etmek isteyen olabilir diye paylaşmak istedim.
Çok fazla uzatmadan bitireyim yazıyı, eğer hayatta olursam ileriki yıllarda yeni baskısını alıp bir kez daha okumayı düşündüğüm bu kitap bana kalırsa tarihteki gelmiş geçmiş en iyi, en değerli ve en ilham verici yapıtlardan birisi olabilir.
'– Bana kalırsa insan dünyada bir kere yaşadığı gibi, ömründe bir kere sever.'
intibah, sayfa 141.
Milyonlarca insan arasından kendi gibi birine denk gelip bunu gerçeğe dönüştürmek evrenin en çetrefilli mucizelerinden biri olsa gerek. Ömrü boyunca bir kişiye aitlik duyarak yaşamayı bekleyen çoğu insan için, hiç kimseyle itikat kuramayıp bu Dünya' dan yalnız göçebilecek olma ihtimali de olası sonuçlar arasında gözüküyor.
insan büyük ve yüce bir sevda yaşamayı ne kadar derinden istese de karşısına bu fırsatı sunacak özel bir kişi çıkmıyorsa nafile, belki de bazılarımızın yazgısı eli hiç kimsenin eline dokunmadan toprağa karışmaktır, kim bilir...
'...edebiyat ve sanatla ilgilenmiş, en güzel yıllarımı kütüphanelerde geçirmiş, elime ne geçse; Newton'ın "Principia" sından, Paul de Kock romanlarına kadar okumuştum ve hayatımın çoğunu çarçur ettiğimi düşünüyordum. Ama bunun yapabileceğim en iyi şey olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.' (sayfa 86)
'insan beynindeki alfa dalgaları 6 ile 8 hertz arasındadır. Vücut boşluğunun dalga frekansı 6-8 hertz arasında titreşir. Bütün biyolojik sistemler aynı frekans aralığında çalışır. Dünyanın elektriksel rezonansı da 6 ile 8 hertz arasındadır. Yani biyolojik sistemimizin tamamı -beyin ve dünyanın bizzat kendisi- aynı frekanslarda çalışır. Bu sistemi elektronik olarak kontrol edebilirsek insanoğlunun bütün zihinsel sistemini de kontrol edebiliriz.' (sayfa 71)
"bir devleti yerle bir etmek için, yöneticinin hatasının söylenmediği bir düzen yeter". (sayfa 21-22)
"insanoğlu para kazanmak için sıhhatini verir. Sonra, sıhhatini kazanmak için parasını verir. istikbali düşünürken insanoğlu yaşadığı günü unutur. Böylece; ne bugünü yaşar ne de istikbali. Aslında ölüm yokmuşçasına yaşarken, yaşamamış gibi ölürler." (Sayfa 66)
"konuşmadan önce düşün; sessizliği bozacak kadar değerli mi?" (Sayfa 78)
"Gösteriş, bir insanın kültürel zayıflığını yansıtma halidir." (Sayfa 61)
Konfüçyüs- nereye giderseniz gidin ama tüm kalbinizle gidin.
Ve son olarak sevdiğim bir başka tespiti paylaşarak bitireyim;
'... beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni...' (sayfa 473)
" Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15' inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti' dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
(#45162838) ek bilgi olarak TÜiK verilerinden 2021 yılı nüfusuna ait excel tablosuna baktığımızda yaklaşık 84,7 milyonluk nüfusta 42 milyon 428 bin 101 kişinin erkek, 42 milyon 252 bin 172 kişinin kadın olduğunu görüyoruz. Yaş gruplarının istatistiklerinden yola çıkarak oluşan nüfus dağılımı kabaca şu şekilde; (kendi yaptığım hesaba göre yaklaşık sayılar)
0-14 yaş nüfusu= 19 milyon kişi (yaklaşık)
15-19 yaş nüfusu= 6,2 milyon kişi (yaklaşık)
20-29 yaş nüfusu= 13,2 milyon kişi (yaklaşık)
30-39 yaş nüfusu= 12,7 milyon kişi (yaklaşık)
40-49 yaş nüfusu= 12,2 milyon kişi yaklaşık
50-59 yaş nüfusu= 9,5 milyon kişi (yaklaşık)
60-69 yaş nüfusu= 6,8 milyon kişi (yaklaşık)
≥70 yaş (70 yaş ve üzeri) nüfus= 5,1 milyon kişi (yaklaşık)
Rakamsal olarak dağılımı hatırlamak istediğimde lazım olur diye kendi yaptığım yaklaşık hesabı buraya kaydedeyim dedim daha sonradan istediğim zaman dönüp bakabilirim böylece unutursam. https://www.nufusu.com/turkiye-nufusu-yas-gruplari bu siteden kontrol edebilirsiniz yaş gruplarına göre nüfusu, hepsinin dağılımı verilmiş...
Hayatımda şimdiye kadar dinlediğim tüm şarkılar arasından en az yirmi beş-otuz civarı vardır favori olarak gördüğüm şarkı sayısı. Onlar arasından yaptığım bir seçkiyi paylaşayım (ilk şarkıdan sonraki sıralama karışık);
Bu şekilde favori olarak gördüğüm şarkılardan bir kısmını eklemek istedim. Normalde ben şarkı dinleyeceğim zaman telefonda müzik klasörümden açıyorum ama burada dinlemek isteyen olursa kolaylık olsun diye yanlarına linklerini de koydum. Bunların dışında sevdiğim başka birçok parça da var onların bazılarını da listenin devamı olarak alt kısma yazarım belki yeni şarkı keşfetmek isteyenlere faydası olur. Başka bir vakitte bu entry i editleyip ekleyebilirim diğer şarkılardan da.
"Ölüm değilse bizi ayıran
Yazık olmuş, hata yapmışız."
Aslında bu şiir dizeleri özetliyor durumu, temelde tam olarak böyle düşünen, bu fikri şiar edinmiş biriyle karşılaşmadığım için galiba bir şeylere başlayamadım hayatımda hiçbir zaman çünkü kendi karakterimde birisine tesadüf edemedim şu ana kadarki yaşamımda. ama bu asla benim seçimim değildi, böyle olmasını ben istemedim. Aslında gerçek bir sevda yaşayabilmeye dair umudu kalmamış insanların içinde devamlı olarak büyür bu hissiyat, hiç evlenemeyecekmişsin ve ölene kadar yalnız olacakmışsın gibi gelir insana, bu ağır bir duygudur aslında düşünmek bile ruha baskı uygulamaya başlar bir yandan da gitgide kanıksamışsındır bu yalnızlığı. Nereden baksan bir geç kalmışlık duygusu, yakın gelecekte içindeki büyük boşlukların dolacağına dair ümidin de kalmamıştır artık.
Zaten şimdiye kadarki hayatında sevgililiğe dair bir şeyler yaşamamış, hiç kimseyle yan yana oturmamış yan yana bile yürümemiş, kimse ile elleri kavuşmamış birisinin bu tür şeylere olan inancı belli bir yaştan sonra artık yok seviyesine inmeye başlıyor, hayat boyu hep tek başına devam edecekmişsin hissi oluşuyor artık içten içe. çünkü gerçekten de kendin gibi birine denk gelebilmek evrenin en zor rastlantılarından biriymiş şu fani Dünya da, insan bunu ne kadar yoğun ne kadar derinden istese bile. uzun uzun yıllar beklemişsindir o tek kişinin birden çıkagelmesini, o tek kişiyle hakiki bir gönül olayı yaşayabilmeyi, tüm bedeninle tüm ruhunla sadece bir kişiye ait olabilmeyi yıllar yılı beklemiş ve umut etmişsindir, fakat talih odur ki milyonlarca insan arasından senin yüreğine denk, tıpkı sen gibi gerçek bir sevda yaşamak isteyen yakın ruhlu biri asla denk gelmemiş ve çağ seni yalnızlığa mahkum bırakmıştır.
"Yan yanaydık ve şehir böyle mucize görmemişti."
işte sırf bu muhteşem cümleyi yaşayabilmek için yıllar boyu o doğru insanla karşılaşmayı bekledim, ne var ki şimdiye dek içinde bulunduğum tüm ortamlar, tüm o kalabalıklar benle en ufak bir benzerliği olmayan canlı hayaletleri andırıyordu adeta, tersine hiçbir zaman rastlayamadım. bana hayatımın en büyük duygusunu yaşatabilecek birine rastlamayı, onda her yönümle kendimi bulabilmeyi umut ettim uzun yıllarca. ve şimdi anlıyorum ki bu sadece boşa beklenmiş bir hayalden öte değil, varılması imkansıza yakın bir hedef, çünkü bu dünya da benim karakterimde birisi yok benim herhangi bir kadın biçiminde karşılığım yok. olsa bile ya benden önce başka bir çağda yaşayıp öldü ya henüz dünya ya gelmedi ya da aslında hayatta fakat ben nerede olduğunu bilmiyorum, dahası ne zaman gelecek, ben dünya dan göçüp toprağa karışmadan önce çıkacak mı çıkmayacak mı onu da bilmiyorum. Belki de ben umutları yırtık cebime koyup, gerçek olmayacak bir hayalin peşinden gitmişim ondan bu tükenmişlik, vazgeçmişlik. Düşünüyorum da, bu çağ tek bir insana ait olmayı isteyen, orjinal, sahici, ruhu gelişkin kadınların çağı değildir belki de, her ne kadar ben şimdiye dek bu fikri kabul etmek istemeyip iyimser düşüncelerle bakmış olsam da onlarda öyle değerli, öyle derin bir karakter yoktur belki de, boşuna beklemişimdir bunca sene. Bu ihtimal artık kafamda daha ağır basmaya başladı çünkü farklı olanı hiç göremedim şimdiye kadar koskoca şehirde bile. Tüm yönleriyle nereden baksan bir yozlaşmışlık, bir güvensizlik bir dengesizlik çağı. derinden sevmenin ne anlama geldiğini bilmeyenlerin, günü gününü tutmayanların, sadakatsizliğin ve sahteliğin rekor kırdığı bir devir. Böylelerinin arasında ruhen yalnız kalmak onurlu ve orjinal bir insan olmamıza işaret ediyordur belki de.
Neyse. Ölümlü dünya. inşallah herkes belli bir yaşı geçmeden, geç olmadan evvel dengine rastlar ve hak ettiği hatıraları, içine dert olmuş eksiklikleri dolu dolu yaşayarak öyle gider bu dünya dan toprağın altına.
Bir süre sonra insanın içini karartan ve ruhunu daraltmaya başlayan bir şehir, özellikle son iki yıldır böyle hissediyorum o yüzden ilk fırsatta gitmeyi planlıyorum, beni buraya bağlayan bir şey yok. Belki başka bir şehirde yaşasaydım her şey bambaşka olabilirdi, yılları burada heba etmek istemiyorum belki de birkaç seneyi çoktan harcadım ama en azından ölmezsem geri kalan seneleri değerlendirmek istiyorum başka bir şehire giderek.
1906 yılında doğup 1954' te hayatını kaybetmiş olan yazar ve şair.
"Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk."
Sarnıç adlı kitabının ilk sayfasında yazdığı bu kısımla insanı yaşamın sonuyla ilgili düşüncelere sevk etmiş biraz da...
Kitabının bir sayfasında geçmekte olan
'Nüsgün' kelimesi internette aratınca hiçbir yerde çıkmadı Türkçe sözlükte de mevcut değil, demek ki unutulmuş bilinmeyen bir sözcük internette bile geçmediğini fark ettim o yüzden buraya ekleyeyim anlamını;
nüsgün: öz su, yani bitki ve hayvan dokularında bulunan sıvı, anlamına geliyormuş. (Sarnıç kitabı, sayfa 17).
Kitabın sonlarına doğru okuduğum bir kısımdan;
"Otobüsün camına kafasını dayadı. Yine hayal etti. Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. insanı yapan eden hayal etmekti." (Sarnıç, sayfa 96)
Hayal kurmanın önemine ve değerine değinen yazar güzel bir tespit yapmış zamanında, gerçekten de insanlar olarak bizi biz yapan şeylerden birisi zaman zaman hayatla ilgili düşünüşlere, hayallere dalmak bence. Biz farkında olmasak da çoğu zaman yaşama tutunmamızı sağlayan, bizi motive eden olgu gelecekle ilgili kurduğumuz düşler aslında...
Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne
Aldatıldık, aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık, aldatıldık dünya böyle değil...
Belki ben sağ kalır da yazarım kitabeni
Belki de sen yaşarsın ben çürürken toprakta;
Anılardan koparıp alamaz ölüm seni
Ben unutulsam bile tüm gözlerden uzakta.
Benim yazdıklarımla adın ölümsüz olur;
Ben bugün ölsem herkes için ölüyüm yarın,
Toprağın bana verip vereceği bir çukur,
Sen gömütte yaşarsın - gözünde insanların.
Sevecen dizelerim anıt olur da sana:
Henüz doğmamış gözler bile okur durmadan,
Yarınki diller övgü sunacak varlığına
Bugün soluk alanlar göçse bile dünyadan.
Sonsuz yaşayacaksın kalemimin gücüyle,
Gireceksin her ağza, her soluğa, her dile.
William Shakespeare, soneler, sayfa 81. (kültür yayınları).
ikimiz iki sap buğday olsak
sen benim olsan ben senin olsam
bir gece vakti aklına gelsem
uykunu tutsam bırakmasam
seni kucaklasam kucaklasam
birbirimizin kalbini dinlesek
dünyanın kalbini dinlesek.
Orijinal, gerçek bir sevgililik yaşamak isteyen yani sevme anlayışı ruha ve kişiliğe bağlı olan ve hakiki sevda kavramını irdeleyebilen herkesin eninde sonunda farkına varacağı bir gerçektir.
"akvaryuma iki balık koyarsan onlar zaten sevgili olur. önemli olan okyanusta karşılaşabilmek."
Yani çevresinde herhangi bir ortamda (iş yeri, okul, park vb.) herhangi bir yerde gördüğü insanın ruh eşi veya kendisine eş karakterde biri olabileceğini zanneden kişi en ilkel kafalardan birine sahiptir, gerçekten kendisi gibi birine rastlamanın aslında ne kadar çetrefilli bir durum olduğunun farkında bile değildir.
Milyonlarca insanın bulunduğu ülkede, gelecekte evlenme düşüncesiyle gerçek anlamda uzun süreli bir sevgililiğe adım atmak isteyip de o doğru kişinin çevrenizde bir yerlerde, hatta aynı şehirde çıkacağını zannetmek koca bir okyanustan bir kova su alıp işte aradığım balık burada demekle aynı şeydir.
Her neyse sonradan pişman olacağınız bir serencama dahil olmamanız keşke diyeceğiniz durumlara düşmemeniz için yaptım bu benzetmeyi. Kolaya kaçıp da hemen çevrenizde aynı ortamda bulunduğunuz veya tanıdıklarınız aracılığıyla iletişim kurduğunuz insanlarla birliktelik yaşamak istiyorsanız demek ki orijinal bir kişilik değilsiniz, siz de çoğunluk gibi basit ve uyduruk bir sevme anlayışına sahipsiniz demektir. ha eğer zaten kendinizi zayıf ve yozlaşmış bir karaktere sahip biri olarak görüyorsanız bundan memnunsanız ona bir şey diyemem. Her neyse. karar sizin.
Günümüzde çok yanlış anlaşılan bir kavram, sevgililik biriyle canlı olarak yakın olmak gezip tozmak demek değil çünkü bedensel yakınlık ile ruhsal, fikirsel, değersel yakınlık arasında dağlar kadar fark var. insanlar sanıyorlar ki hemen kendim gibi birine denk gelebilir ve sevgililik kurabilirim. Ve ne yazık ki günümüzde insanların yüzde doksandan fazlası bu akla zarar kafayla hareket edip etraflarında, okulda, işte, yakın çevrelerinde, dışarıda herhangi bir mekanda veya tanıdıklarının tanıdıkları aracılığıyla karşılaştıkları kişilerin kendileriyle eş değer ruha ve karaktere sahip olabileceğini ve kolayca gerçek bir sevgililik bağı kurabileceklerini zannediyorlar. sizce hakiki olarak sizin ruhunuza, kişiliğinize, hayat anlayışınıza, dinlediğiniz müziklerden okuduğunuz kitaplara kadar tüm özelliklerinize, hayallerinize, hayata bakış açınıza değer gösterdiğiniz şeylere ve evrensel görüşünüze çok yakın olan özel birine aynı şehirde rastlayabilir misiniz milyonlarca insan arasından? bu dünyanın en saçma, en galiz ve yozlaşmış görüşlerinden birisi sahiden de.
Bu konuyla ilgili çok sevdiğim bir söz var;
"Akvaryuma iki balık koyarsan onlar zaten sevgili olurlar. önemli olan okyanusta karşılaşabilmek."
Bu cümle her şeyi açıklıyor. Gerçekten de günümüzdeki insanların yaşayışını özetlemiş, insanlar eğlence arkadaşı gibi gezip tozdukları vakit geçirdikleri kişilerle sevgili olduklarını sanıyorlar bu en büyük gafletlerin başında geliyor, halbuki sevgililik kavramı çok başka bir şey, hakiki sevgililik demek birbiriyle neredeyse aynı olacak kadar benzer kişiliklerin bir araya gelmesi demektir bu da ancak yazılı konuşmayla başlayan bir ruh yakınlığı ve karakter çekimi ile mümkün olabilir. çünkü insan fikirleri, yaptıkları ve bakış açısı neyse odur, sizin önemseyip değer verdiğiniz bir şeye değer vermeyen umursamayan veya sizden başka türlü bir sevme anlayışına sahip olan birinin sizinle gerçek bir sevda yaşama ihtimali yok çünkü evrene farklı pencerelerden bakıyorsunuz demektir. dolayısıyla aslında günümüzde kendini aşık bir çift zannedip karşısındakinin doğru kişi olduğunu sanarak bir şeyler yaşamaya kalkan insanlar en büyük gafletlerden birine kapıldıklarının farkında bile değiller, günümüzde toplum denilen insan kitleleri böyle bir dalalet kuyusuna düşmüş fertlerle dolu maalesef, daha da vahim olansa bu dar görüşlü, sığ, mutaassıp bakış açılarının ve yozlaşmış beyinlerinin düştüğü noksanlığın farkında olmadıkları gibi hâlâ birlikte olacakları insanı çevrelerinde, işte, okulda veya dışarıda herhangi bir yerde gördükleri kısıtlı sayıdaki kişiler arasında bulabileceklerini zannedip onlardan birini seçmeye çalışmaları. halbuki o doğru kişinin sizinle aynı şehirde olma ihtimali bile çok düşük muhtemelen birbirinizden habersiz yaşıyorsunuz farklı şehirlerde. Az önce bahsettiğim çoğunluğun içinde bulunduğu bakış açısı evrensel bir sevgililik tanımına asla uymuyor, sizlerin yapmış olduğu sarılmaların, gezip tozmaların, eğlenmelerin kurduğunuz ilişkilerin sevgililik ile uzaktan yakından alakası yok bu tamamen vakit geçirme/eğlence arkadaşı gibi bir şey aslında. bu şekilde çevresinde gördüğü alelade biriyle birlikteliğe başlayıp gerçek sevda nedir eş değer kişilik eş değer ruh nedir bunu sorgulamadan birbirine aşık olduğunu zannedip belki de evlenecek kişilere acıyorum, ülkemizde özellikle şimdiki genç nesil ağırlıkta olmak üzere milyonlarca insan bu hatanın içine düşüyor fark ettiklerinde çok geç olacak ama her neyse...
' En sonunda bir erkekle tanıştı. Ona anlamını veremediği, karşı koyamadığı bir duygu ile bağlandı. Dünyayı unutmuştu. O erkekten başka hiçbir şeyi gözü görmüyor, kulağı işitmiyordu. Yalnız onu istiyor; ancak ona güveniyordu. istediği sadece o erkek olduğu için, hedefe ulaşmak için sağda solda zaman kaybetmektense, sevdiği adamın kadını olmak istedi. Erkeğine sonsuza kadar sürecek bir bağla kavuşmak istedi. Erkek, ona umutlarını gerçekleştireceğini söylüyor. Arzularını ateşlendiriyor. Kızın bütün ruhu erkeğe esir olmuştur. Kendini bekleyen bütün zevkleri, iç dünyasında hissettiği vahim bir bekleyiş içine girmiştir. Bütün emellerini yerine getirecek erkeğin kollarına atar kendini. Böylece saf kız, zevklerin en güzelini yaşamak isterken, sevgilisi onu terk eder. Şaşkındır, bitmiş ve tükenmiş bir durumda uçurumun kenarında bulur kendini. Karanlıklar içindedir. Umutları yitip gitmiştir. Bütün varlığıyla onun olduğu aşığı onu terk etmiştir. Dünyada yalnız kaldığı hissine kapılır. Önünde uzayıp giden ömür denilen yolu göremez olmuştur. Nefsini kemiren acıları unutmak için çareyi ölüme atlamakta bulur ve uçuruma bırakır bedenini. '
Genç werther' in ıstırapları, 58. Sayfa
Yaklaşık 250 sene öncesine ait bu kitapta geçen bu örnek gerçekten sevdiği ve yarı yolda bırakıldığı için bu hicrana dayanamayıp hayatına son veren birinin hikayesini anlatıyor. Siz siz olun hiç kimseye gereğinden fazla değer göstermeyin, sizi gerçekten seven biri asla yarı yolda bırakmaz ne olursa olsun bunun sonucu vazgeçiş ortada bırakılış olamaz, size duyduğu ilgi alaka veya biçtiği değer o kadar olduğu için orada bitmiştir bağlılığı da çünkü dengesi olmayan sahte ruhlu her kişilik eninde sonunda karşısındaki insanı yarı yolda bırakarak, her şeyi hiçe sayarak gidecek ve güveninizi boşa çıkartacaktır, çünkü o insanın değer anlayışı ve kişiliği bu kadardır. bir kişinin size olan ilgisi bağlılığı ne kadar azsa o kadar bahane üretecektir karşınızdaki, insanları asla gereğinden fazla ciddiye almayın değmez hiç kimse için çünkü böyle bir çağda gerçek mahiyette önemsenebilecek denli yüksek ruhlu, sadakatli ve yüce karakterli birisi yok olsa da yalnızca iki milyon insanda bir kişi böyle olabilir hatta belki de daha az ve sizin öyle bir insanla da karşılaşma ihtimaliniz yok bir mucize olmadığı sürece.
Hayat boyu aklınızdan çıkarmamanız gerek bu olguyu çünkü az önce bahsettiğim o en fazla milyonda bir tane mevcut olan insanlar dışında hiç kimse yarı yolda bırakamayacak kadar değer vermez sizin ruhunuza ve kişiliğinize sonunda hislerinize yenik düşen siz olursunuz ve kendi hayatınıza son verip bu durumdan kurtulmak gibi yıkılmışlık içeren felaket ve akıl dışı çareler düşünmeye başlarsınız. Siz siz olun sakın kimsenin etkisine kapılmayın hiç kimse için kendinizi heba etmeyin, herkesi onun sizi önemsediği kadar önemseyin ve kimseyi sadakati hep sürecek biri olarak görmeyin bu hayatta; insanların bozukluğunun, bencilliğinin, adiliğinin ve yan çizme ihtimallerinin çok yüksek olduğunu her zaman göz önünde bulundurun. Kimseyi ciddiye almayın ve kalıcı olarak görmeyin hayatınızda çünkü gerçek sevda diye bir şeyin yaşanma ihtimali neredeyse yok. evlenenler de evlenmiş olmak için evleniyor yoksa birbirinin eş değer ruhları asla değiller, sırf bekar ölmemek için çevrelerinde gördükleri insanlarla yollarını birleştiren kişilerden ibaret birçoğu çünkü gerçek bir sevda yaşamak isteselerdi ruhlarına denk insanın o kadar kolay çıkmayacağını bilirlerdi ve o kişiye değil çevrelerinde belki aynı şehirde bile rastlayamazlardı, bu bir gerçek.
dediğim gibi hakiki sevda denilen olgu sadece bir mucize olduğu takdirde eş ruhların ve kişiliklerin bir araya gelmesi sonucu oluşabilir o da milyonda bir ihtimal insanlık tarihinde, hele ki içinde olduğumuz bu hercai ve bozuk çağda görülme ihtimali çok daha düşük yani karşınıza asla böyle birisi çıkmayacak gibi düşünün ve hiç kimseye değer göstermeyin gereğinden fazla, her kim olursa olsun karşınızdaki sizi ne kadar umursuyorsa hayatında sizi hangi pozisyona koyuyorsa siz de ona aynı muameleyi gösterin.
Bu kitapta ders alınacak kısım bence burasıydı, yarı yolda bırakıldığı ve terk edildiği için hayatına son veren hislerine yenik düşen birinin hikayesini anlatmış, işte size uzun uzun izhar etmeye çalıştığım şeyler bu büyük gaflete, bu feci aldanışa düşerek hayatınızın hatasını yapmamanız için altın bir tavsiye niteliğinde. emin olun sizin onu umursadığınız ve değer verdiğiniz kadar karşınızdaki sizi düşünmüyor ve her an yan çizebilir ya da size ihanet edebilir, her zaman için böyle bakın hayata çünkü geri kalan yaşamınızda da milyonda bir mucize denk gelmediği sürece bu gidişat böyle olacak. Asla gereğinden çok ciddiye almayın insanları ve günlük gelip geçici yakınlıklarına aldanmayın, bencilce ve keyfi davranışlarına da hiçbir zaman müsamaha göstermeyin o size nasıl bir tavır sergiliyorsa aynısını siz ona uygulayın böylelikle hayat boyu aşağı ruhlu, güvenilmez, karakterden yoksun türde kişilerle vaktinizi kaybetmemiş olursunuz.
Bu yazı burada kalsın günün birinde ben dünyadan göçüp gittikten sonra belki denk gelip de okuyan biri olursa bir çıkarım yapabilir hayatla ilgili ve hiç yoktan gelecek nesillere bir fayda sağlayabilir bu kitaptaki bu netice ve benim bu konuya dayanarak kendimce bakış açımı anlatmaya çalıştığım irdeleme kompozisyonu.
birçok insan yaşadığı tüm sıkıntılara, olaylara rağmen içinde az da olsa yaşama dair bir istek, girişim ve enerji duygusu barındırır içinde, bende artık o bile yok. içimdeki bu eksiklik hissi geçmiyor. belki de artık gerçekten bir his ve bir şeyler yaşayabileceğime dair inancım olmaması ve bu geç kalmışlık duygusu sebebiyle bu durum ölene değin devam edecek gibi geliyor. milyonlarca insanın olduğu bir ülkede hiç eş değer ruha denk gelememiş olmak benim belki de yanlış bir çağa ait olduğumu gösteriyor, insanın kendi gibi birine hiç rastlayamaması kalabalıklar içinde ona denk bir ruhun ve kişiliğin, onun tarzına, hayat anlayışına sahip birinin mevcut olmaması demektir aslında bu gerçekten vahim bir durum, çünkü biriyle gönül ortaklığı kurmak demek o iki insanın aslında tek bir ruha ait olması demektir, demek ki benim karşı cinste karşılığım boş küme ben gibi birisi yok bu yüzden de hayatımda hiç yaşamadım gerçek bir sevgililik. Bu tek başınalık tablosu 26 yıllık yaşamımda gençlikten itibaren sayarsak 10 senedir benim için böyle oldu, eş değer bir ruha rastlamadığım için yalnız kaldım bu benden kaynaklı değil aslında çağın yozlaşmışlığını gösteriyor, 25 yaşına kadar gelip de hayatı boyunca gerçek bir sevgilisi hiç olmamış biri için esas sebep kendisi değildir; benzer ruha rastlayamamak, kendi gibi birisine denk gelememek, toplum ve insanlardaki kallavi bozukluğun meydana getirdiği bu muhassala o kişiyi yalnızlığa mahkum etmiştir ve bu kendi isteği dışında olmuştur. Böylesi tuhaf, rezalet bir dünyada bulunduğunu anlayıp, bunu artık idrak ettiği için aslında umudunu da yitirmiş ve kalan yaşamında da hiç sevgilisi olmadan yalnız öleceğini düşünmeye başlamış, kendini bu duruma alıştıran biridir.
Bugün saat 10.15' te iş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü iş Yeri Hekimliği ve iş Güvenliği Uzmanlığı Sınavı vardı ben b sınıfı iş güvenliği uzmanlığı sınavı oturumunda girdim. hukuk ve mevzuat olarak bazı sorular güzeldi, sınava özenli çalışan bilhassa iş hukuku kısımlarını okumuş kişilerin yapabileceği türden mevzuat maddelerinden uyarlanmış sayısal sorular vardı o anlamda iyi ve yararlı olmuş. ama ilo' nun iş teftişi sözleşme numarası, tükenmişlik envanterini kimin geliştirdiğine dair sorulan yabancı kişi ismi vesaire gibi sorularla; yönetmeliklerdeki alt madde cümlelerini şıklara yerleştirip ya da i,ii,iii lü şeklinde öncüller sıralayıp cümle ezberi türünden saçma ve bilgi ölçmeyen alakasız sorulara gösterilen inhirafı pek doğru ve etik bulamadım açıkçası. Teknik adı altında sadece belli branşlara özel olan bazı zorlama sorular da lüzumsuzdu en az 15 soruda bu türden tuhaflıklar fark ettim, neticede birçok mesleki dal var o yüzden bu anlamda daha genel ve gerekli temel bilgiyi ölçen türden şeylere dair sorular tercih edilmesi gerekirdi kanısındayım, mesela titreşim maruziyet eylem değerinin kaç olduğu hakkındaki soru mantıklıydı bunun gibi daha çok sorulabilirdi diğer yönetmeliklerden uyarlanıp, zaten çalışmamış olan onlardan sorulduğunda da yapamazdı. fakat yukarıda değindiğim türden cümle ezberi veya araç gereç ismi vb. teknik diye tanımlanan eleme usulü alakasız soruların tercih edilmesi sınava çalışan ve genel konulara hakim kişilerin de emeklerini boşa çıkarmış fikrimce. B sınıfı uzmanlık için diğer giren arkadaşlar ne düşünüyor bilmiyorum ama benim izlenimlerim bu şekilde oldu...