feylule
345 (çok gezmiş çok okumuş)
birinci nesil yazar 3 takipçi 75.30 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    milliyetçi hareket partisi

    1.
  1. son dönemde özünü reddeden, ne yapmaya çalıştığı anlaşılamayan oluşum
    51 ...
  2. ingilizce küfür etme meraklıları

    1.
  3. zavallı ezik insanlardır. öğrendikleri iki kelime ingilizceyle fuck yeah, madıfakı gibi acaip olaylara girerler. yazıktır, acıyınız, gördüğünüz yerde besleyiniz.
    (bkz: hateeternal)
    3 ...
  4. hateeternal tarzı entry girme rehberi

    1.
  5. ekşi sözlük açılır. beğenilen entryler copy paste yardımıyla uludagsozluğe aktarılır. en ufak bir eleştiride küfür edilir, saçmalanır. hastalıklı bir tatmin duygusu yaşanır
    edit: bir de fuck yeah gibi fantastik ingilizce küfürler kullanılırsa tadından yenmez
    3 ...
  6. zorda kalınca küfür eden insan

    1.
  7. sözle mücedele edemeyip saçmalamaya başlayınca dededen kalma küfürlerden medet uman insan, insanımsı...
    (bkz: hateeternal)
    2 ...
  8. hateeternal

    1.
  9. "salaksın.
    başka bir lşey değil.
    götünde şeyhler bomba patlatınca da yalan dersdin
    siktimin amcık kafası
    Cevap Yaz | Sil | 18 Ocak 2006, Çarsamba"

    bu kadar bi adam...
    1 ...
  10. ahmed resmi efendi

    1.
  11. 1700 yılında Giritte doğan Ahmed Resmi Efendi, Osmanlı Devlet adamı ve tarihçisidir. istanbul'daki Reisülküttablardan Tavukçubaşının damadı Mustafa Efendinin yanında yetişti ve daha sonra onun damadı oldu. Devlet hizmetine girerek bazı görevlerde bulunan Ahmed Resmi Efendi, Sadrazam Ragıb Mehmed Paşa tarafından, Sultan Üçüncü Mustafanın tahta geçişini bildirmek üzere Şıkk-ı sani defterdarlığı payesi ile elçi olarak Avusturyaya gönderildi. Çeşitli elçiliklerde bulunmaya devam eden Ahmed Resmi Efendi cavuşbaşı, madbah, tersane emini, rüznamçeci oldu.

    Avrupayı yakından tanıyan Ahmed Resmi Efendi, 1771 yılında sadaret kethüdalığına getirildi. Küçük Kaynarca Antlaşması görüşmelerine de katılan Ahmed Resmi Efendi, 31 Ağustos 1783 tarihinde vefat etti. Üsküdar'da Karacaahmed mezarlığına defnedildi.
    1 ...
  12. vehbi efendi

    1.
  13. Şavşat 1858 - Çıldır 1952

    Milli Mücadeleci öncülerinden...
    Şavşatın Yukarı Koyunlu köyünde doğdu. Saçlı lakabı ile tanınan Hüseyin Efendinin oğludur. Uzun süre Şavşat kadılığı yapmış olup milli mücadele ruhunun olgunlaşmasında çaba harcamış bilgin bir kişidir. Kurtuluştan sonra Çıldır müftülüğüne atanan Vehbi Efendi, ömrünün sonuna kadar bu görevi yürüttü. 1952 yılında burada öldü
    1 ...
  14. çandarlı kara halil paşa

    1.
  15. Karaman'da Sivrihisar kazasına bağlı Çendere köyünden, Ali adlı bir kişinin oğluydu. Asıl adı Halil olup, Kara ve Karaca lakabıyla, vezirliği sırasında da Hayreddin ünvanı ile anılmıştır. Osman Gazi'nin son yıllarında Orhan Beyin, babasına vekalet ettiği tarihlerde Şeyh Edebali'nin tavsiyesiyle Bilecik kadısı oldu. Kara Halil Efendinin bu kadılığı sırasında gerçekleştirdiği en önemli hizmet, muntazam bir askeri ocak olan "yaya" teşkilatını düzenlemiş olmasıdır. Çandarlı Kara Halil Paşa, iznik'în fethinden sonra Orhan Gazi tarafından iznik kadısı tayin edildi. 1348'de devletin yeni merkezi Bursa'ya kadı oldu. Sultan Murad Hüdavendigar'ın tahta çıkmasından sonra, kendisine en yüksek şer'i ve hukuki bir makam olarak yeni ihdas edilen, kazaskerlik görevi verildi. Bundan sonra kazaskerlerin padişahla birlikte seferlere katılması kanun haline geldi. Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı'nın kurulması da Kara Halil Efendi'nin bu hizmet döneminde gerçekleşti. Ayrıca Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte Osmanlı maliyesinin teşkilatlanmasında önemli rol oynadı. ilk defa vezirlikle birlikte beylerbeyi, yani ordu kumandanlığı görevini de bir arada yürüttü. Halil Hayreddin Paşa daha sonra Selanik, Manastır ve Ohri şehirlerini de ele geçirdi. Arnavut prensleri arasındaki mücadeleler sırasında Osmanlı orduları 1386'da Kroya ve işkodra'ya kadar ilerledi. Ancak Sultan Murad Hüdavendigar'ın, Halil Hayreddin Paşa'yı Balkanlar'da bırakıp, oğlu Ali Paşa ile birlikte Karamanoğlu seferine çıkmaya hazırlandığı sırada, Halil Paşa'nın Yenice-i Vardar'da hastalandığı kısa bir süre sonra da Serez'de öldüğü haberi geldi. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa iyi bir teşkilatçı ve devlet adamı olmasının yanında hayır işleriyle de ilgilendi.
    1 ...
  16. baki

    1.
  17. 1526 yılında istanbul'da doğdu. Asıl adı Mahmud Abdülbaki'dir. Çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medrese öğrenimini tamamladı. Zamanının ünlü şair ve bilim adamlarıyla görüştü. Onlardan dersler aldı. Zâtî'nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında iken artık ünlü bir şair olmuştu. Medrese öğrenimini bitirdikten sonra istanbul medreselerinde müderrrislik yapmaya başladı. Kadılık yaptı. Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulundu. Şeyhülislâm olmak arzusuna bir türlü ulaşamadı. Bâkî, klasik şiirimizin en büyük şairlerinden biridir. Osmanlı imparatorluğunun muhteşem devirlerine yakışan muhteşem bir şiirin şairi oldu. Şiirinde felsefî düşünüşlere de yer verdi. Şairlerin Sultanı olarak anıldı. Çeviriler yaptı.1600 yılında öldü.
    2 ...
  18. ahmed i dai

    1.
  19. Germiyanlı olarak bilinmektedir. Kütahya'da kadılık yaptı. Önce Emir Süleyman'ın sonra da Mehmet Çelebi'nin himayesine girdi.1421 yılında öldü. Bursa'da öldüğü sanılmaktadır.

    ESERLERi
    Çengnâme ve Tezkiretü'l-Evliyâ adlı kitaplarıyla ün yaptı. Türkçe ve Farsça Dîvân'ları vardır.
    1 ...
  20. abdullah azmi efendi

    1.
  21. Borçka, 1871 - Tokat, 23 Şubat 1914

    Borçka’nın Maçahel (şimdiki adı Camili) köyünde doğdu. ilk öğrenimiyle birlikte mantık bilimleri okudu. Daha sonra istanbul’a giderek Fatih Ders-i Ammlarından Batumlu Osman Zühtü Efendinin yanında eğitim görerek icazet aldı. Daha sonra Mekteb-i Nüvvabtan da (Kadı Okulu) mezun olarak Sınıf-ı Salisten (3. Sınıf) şehadetname aldı.

    1908-1910 yılları arasında Terme Kazası Niyabetinde (kadılık) bulunduktan sonra bir süre Borçka’da kaldı. 28 Haziran 1911’de Sinop Kadılığına atandı. Ancak aynı dönemde başka bir kadının da buraya atanmış olması nedeniyle 25 Ağustos 1911’de Şarkikarahisar Kadılığına atandı.

    Daha sonra Tokat Kadılığında görev yapan Abdullah Azmi Efendi, Tokat’ta öldü ve orada toprağa verildi.
    1 ...
  22. yavuz sultan selim

    1.
  23. Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve islam halifelerinin yetmiş dördüncüsü.

    Saltanatı: 1512-1520
    Babası: II. Bayezid Han - Annesi: Aişe Hatun
    Doğumu: 10 Ekim 1470 Vefatı: 22 Eylül 1520

    Amasya'da doğdu. Küçük yaştan itibaren Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Çok çevik ve zeki olup ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharet sahibiydi. Arabi ve Farisi'yi mükemmel bir şekilde konuşurdu. Babası II. Bayezid padişah olduktan sonra , askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon'a vali tayin edildi.

    Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken, Şah ismail'in (1502-1524) siyasi-dini faaliyetleri ile Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike arzettiğini görüyor ve ona göre tedbirler düşünüyordu. Hatta zaman zaman bu devlet üzerine küçük çapta akınlar da yapıyordu. Nitekim, 24 Nisan 1512'de babasının yerine geçince de ilk seferini, Osmanlı Devleti'ni önce bölüp parçalama, sonra da yıkma emellerini güden Safeviler üzerine yaptı. istanbul'da Eyüp ve diğer mübarek kabirleri ziyaret ederek zafer duaları yaptıktan sonra ordusuyla harekete geçen Selim Han günlerce yol aldıktan sonra nihayet 23 Ağustos 1514'de Çaldıran Ovası'nda Safevi ordusuyla karşılaştı. Yavuz ve ordusunun kudretiyle ateşli silahların üstünlüğü sayesinde Osmanlılar parlak bir zafer kazandı. iran ordusunun büyük bölümü imha edilirken bir çok Safevi kumandanı ile Şah ismail'in zevcesi esir alındı. iran'ın baş şehri Tebriz'e giren Yavuz Sultan Selim Han, şehirdeki camileri tamir ettirdi ve halka huzur verdi.

    Bu zafer ile Osmanlı hududu Fırat'tan Azerbeycan'a ve iran içlerine kadar uzadı. Yavuz Sultan Selim ikinci seferini Memlüklüler üzerine yaptı. Bu seferin asıl sebebi Memlüklülerin Osmanlı Devleti'nin kuvvetlenmesinden endişe ederek şii Şah ismail ile ittifak içerisine girmesi idi. Şah ismail'i bir darbede saf dışı bırakan Cihangir padişah bu defa da yıldırım sureti ile Mısır ordularını 24 Ağustos 1516'da Mercidabık ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandığı zaferler ile perişan etti. Artık Memlük Devleti kalmamış, bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyetine girmişti. Bu durum üzerine Mekke ve Medine emiri mukaddes şehirlerin anahtarlarını "Hakimü'l Harameyn" ünvanı ile Yavuz Sultan Selim'e takdim etti. Ancak dindar padişah bu ünvanı "Hadimü'l Harameyn= Mekke ve Medine'nin hizmetçisi" şekline çevirirek aldı ve evlatlarına böyle miras bıraktı.

    iki büyük seferin zaferle neticelenmesinden sonra bilhassa donanma faaliyetlerine hız veren Yavuz, devrin büyük alime Kemal-paşazade'ye niyetinin feth-i Efrenciye yani Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak yüce Hakan'ın Eyüp Türbesi'ni ziyaretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız bir şirpence hastalığı mani oldu. Vefat etmeden önce musabihi Hasan Can kendisine Hakk'a teveccüh etmesini söyleyince "Bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun. Cenab-ı Hakk'a teveccühte bir kusur mu gördün?" buyurarak Yasin-i Şerif okunmasını istedi. Kendisi de okurken ruhunu teslim etti. Naşı kendi adı ile anılan camiin avlusundaki türbededir.

    Osmanlı Devleti'nin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletti. Babasından devraldığı 2,373,000 kilometrekarelik olan ülke toprakları onun zamanında 6,557,000 kilometrekareye çıktı.

    Devlet işlerinde kesin niyet ve kati programla hareket eden Selim Han, herhangi bir devlet işini fiiliyata koymadan evvel muhtelif yollarla onun hakkında alim, vezir ve sair ilgililerin fikirlerinden istifade eder ve günlerce düşünür, nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Muntazaman bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket dışında ve gerek içeriden devamlı bilgi alırdı. Mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı.

    ihtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sadeliği sever ve sade giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman çok süslü bir elbiseyle huzuruna girince; "Süleyman annen ne giysin?" (Başka bir rivayete göre "Anana giyecek birşey bırakmamışsın.") diyerek sitem etmişti. Hazinenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi.

    Sultan Selim Han evliyaya rağbet eder onların sonbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet sayardı. Devamlı; "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş - Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş." buyururdu. Yavuz Sultan Selim'in Şam'da Salihiyye'de Muhiddin-i Arabi'ye yaptırdığı camii, imaret ve türbeden ve bir de Konya'da Mevlevi tekkesine getirdiği sudan başka bir hayır yapmasına vakti ve zamanı müsait olmamıştır. Hatta başlattığı camiinin bile yalnız temellerini attırabilmiş fakat tamamlayamamıştı.
    34 ...
  24. ikinci süleyman

    1.
  25. Osmanlı sultanlarının yirmincisi ve islam halifelerinin seksenbeşincisi.

    Saltanatı: 1687-1691
    Babası: Sultan ibrahim Han - Annesi: Saliha Dilaşub Sultan
    Doğumu: 15 Nisan 1642 Vefatı: 22 Haziran 1691

    Şehzadeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Kardeşi Sultan IV. Mehmet Han zamanında sarayda hususi hocalardan ders aldı. Dördüncü Mehmet Han'ın tahttan indirilmesi üzerine, 8 Kasım 1687'de Osmanlı sultanı oldu.

    Sultan II. Süleyman Han, tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında Viyana bozgunu ile başlayan çözülme ve toprak kaybı devam ediyordu. Venedik, Mora yarımadasını işgal etmiş; Avusturya Vişegrad, Uyvar ve Estergon'ın ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin'e girmişti. Ayrıca Macaristan'da Türk hakimiyeti sona ermek üzere idi. Devletin düştüğü mağlubiyetler hazine gelirleri üzerinde olumsuz tesirler yapıyor ve Anadolu'daki eşkıyalık hareketlerini körüklüyordu. Avusturya cephesi serdarı Yeğen Osman Paşa bir asi lideri gibi Rumeli'de yolsuzluk yapıyor, zorla usulsüz vergiler topluyordu. Nihayet 8 Eylül 1688'de Belgrad da düştü.

    Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan'ın elden çıkarak, Belgrad'ın düşmesi Sultan II. Süleyman Han'ı çok üzdü. Emir dinlemeyen ve pek çok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşa'nın katline fetva verildi. Avusturya cephesi serdarlığına Recep Paşa tayin edildi. Padişah, sağlığının el vermemesine rağmen askeri teşvik için ordunun başında Edirne'den Sofya'ya kadar geldi ve harekatı bizzat buradan idare etmeye başladı.

    1689'da Kırım'a saldıran Rus kuvvetlerini Selim Giray Han az bir kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi. Vidin muhafızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarında Gladova ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı. Vişegrad'ı muhasara eden on iki bin kişilik Avusturya kuvveti bozguna uğratıldı. 1689 yılında Fazıl Mustafa Paşa'nın sadarete getirilmesinin ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu. Mustafa Paşa ilk iş olarak bir adaletname neşrederek memleketin umumi ahvalini yoluna koydu. Aldığı acil tedbirlerle hazineye yıllık 4000 kese altın fazla para sağladı. Yeniçeri ocağını yoklatıp ulufeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi. Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hale getirdi. Fazıl Mustafa Paşa, 1690 yılında Edirne'den hareketle çıktığı Avusturya seferinde düşman kuvvetlerini mağlup ederek Şehirköy, Musa palangası ve Niş şehrini aldı. Osmanlı Devleti'nin batıda en önemli serhat kalesi olan Belgrad'ı altı günlük bir kuşatmadan sonra fethetti. Bu zaferler Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesile oldu.

    Hastalığı sebebiyle Davut Paşa kışlasına kadar araba ile gelen Süleyman Han, burada Fazıl Mustafa Paşa'yı huzuruna kabul edip; "Hoş geldin. Berhüdar ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helal olsun, arzum üzere hizmet eyledin. Seleflerinden birine böyle bir ulu gaza müyesser olmadı." dedikten sonra ordu erkanının önünde samur erkan kürkünü sadrazama giydirdi. Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıta murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; "Ben mükafat vermeye kadir değilim. Allahü teala iki cihanda yüzünü ak etsin." diye duada bulundu.

    Bu sırada Mora serdarı Koca Halil Paşa da, Venediklilerin elinde bulunan Avlonya'yı otuz bir günlük bir muhasaradan sonra ele geçirmişti. 13 Mayıs 1691'de sancak-ı şerife tekrar Fazıl Mustafa Paşa'ya vererek Avusturya seferine dua ile yolcu eden II. Süleyman Han, bir müddet sonra istanbul'a yakın Yonca çeşme mevkiinde vefat etti (22 Haziran 1691). iki gün sonra Süleymaniye'ye getirilip, Sultan Süleyman (Kanuni) kabrinin sağ tarafına defnedildi.

    II. Süleyman Han, kadirşinas, halim, cömert ve temkinli bir padişahtı. Fakir, muhtaç ve ihtiyaç sahiplerine pek çok ihsanlarda bulunurdu. Saltanat müddeti iç ve dış gailelerle geçti. Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden çıkıyor diye Anadolu'ya çekildiği sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa'yı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı. Memleket içerisinde imar faaliyetleri ile de ilgilenen Süleyman Han, Fener kulesi ile izmir'de bir cami inşa ettirdi.
    1 ...
  26. ikinci selim

    1.
  27. Osmanlı sultanlarının onbirincisi ve islam halifelerinin yetmişaltıncısı.

    Saltanatı: 1566-1574
    Babası:Kanuni Sultan Süleyman - Annesi:Hürrem Haseki Sultan
    Doğumu: 28 Mayıs 1524 Vefatı: 15 Aralık 1574

    Şehzadeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idaresini ve teşkilatını iyice öğrenmesi için Anadolu'nun çeşitli yerlerine vali olarak gönderildi. Bu müddet içinde tahsiline devamla bilgi ve kültürünü artırdı. Babası Kanuni Sultan Süleyman'ın Zigetvar'ın fethi sırasında vefat etmesi üzerine Kütahya'dan istanbul'a gelerek 30 Eylül 1566'da tahta çıktı.

    Osmanlı Devleti'ndeki saltanat değişikliğinden istifade etmek isteyen devletler sulh yapabilmek için elçilerini istanbul'a gönderiyorlardı. Selim Han uzun görüşmelerden sonra Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma imzaladı (17 Şubat 1567). Buna göre, Kanuni'nin Zigetvar seferinde zaptettiği yerler Osmanlı Devleti'ne kalacak ve Avusturya imparatoru her sene Osmanlı Devleti'ne 30000 Macar altını vergi verecekti. iran ile yapılan bir antlaşma ile de Amasya sulhü yenilendi.

    Bu sırada Yemen'de büyük bir isyan çıkmış ve Zeydi imamlarından Topal Mutahhar, Aden, San'a ve çevresini ele geçirmişti. 1568'de Yemen'e serdar olarak gönderilen Sinan Paşa, Süveyş Donanması kumandanı Kurdoğlu Hızır Reis'in desteğiyle isyanı kısa sürede bastırdı. Mutahhar'ın eline geçmiş olan bütün yerler alındı.

    Osmanlı Devleti, Suriye ve Mısır'ı alıp, Kuzey Afrika'nın en mamur kısmına sahip olduktan sonra yol üzerinde bulunan ve korsan gemilerinin barınağı durumuna gelen Kıbrıs adasının alınması bir zaruret halini almıştı. Bu itibarla II. Selim Han bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Lala Mustafa Paşa'yı Kıbrıs Serdarlığına tayin etti. Lala Mustafa Paşa bütün Avrupa devletlerinin yardım etmelerine rağmen 1 Ağustos 1571'de Kıbrıs'ın fethini tamamladı. Ancak Osmanlı Donanması 7 Ekim 1571'de Haçlı donanmasına karşı giriştiği muharebeyi kaybetti. Savaşta gemilerinin büyük bölümünü kaybeden Osmanlılar, ertesi sene denize daha büyük bir donanma indirmeyi başardılar. Bu sebeple Avrupalılar başarılarının meyvelerini toplayamadılar.

    Osmanlıların 1569'da Don-Volga kanalını açmak üzere giriştikleri teşebbüslerden Rusların kışkırtmaları ve karşı koymaları üzerine bir netice elde edilememişti. Bu sebeple Selim Han, 1571 baharında Kırım Hanı'nı Ruslar üzerine akına memur etti. Devlet Giray Han, 120,000 kişilik ordusu ile Rus ordularını on binlerce zayiat verdirerek dağıttı ve Moskova'ya girdi. 150,000 esirle Kırım'a dönen Devlet Giray, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı.

    1574'te Boğdan voyvodasının isyani üzerine Osmanlı kuvvetleri ile birlikte hareket eden Kırım kuvvetleri kısa zamanda duruma hakim oldular. Tunus meselesi ile de ilgilenen Selim Han, Kıbrıs'ın fethi sırasında ispanyolların eline geçen kalenin fethine Kılıç Ali Paşa ile Koca Sinan Paşa'yı memur etti. ispanyolların yıllardır tahkim ederek, hiçbir suretle zaptedilmez diye öğündükleri Halk-ul-vaad, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün mukavemet edebildi ve 24 Ağustos'ta zaptedildi. 13 Eylül'de ise Tunus tamamen Osmanlıların eline geçti.

    Selim Han, Tunus meselesinin hallinden sonra çok geçmeden 15 Aralık 1574'te rahatsızlanarak vefat etti. Mimar Sinan'a Ayasofya Camii avlusuna yaptırdığı türbeye defnedildi.

    II. Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, ela gözlü ve sarışındı. Avcılık ve yay çekmeye son derece meraklı idi. Şehzadeliğinde savaşlara katılmakla birlikte padişahlık müddetince bizzat iştirak etmedi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmet Paşa'yı hükümet işlerinde serbest bırakmakla en isabetli kararı vermiş ve sekiz sene muvaffakiyetli bir devir geçirmiştir.

    Divan sahibi değerli bir şair olan Selim Han, aynı zamanda imarcı bir padişahtı. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünya sanatının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Camii'ni inşa ettirdi. Ayasofya Camii'ni tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladı. Bunlardan başka, Mekke-i Mükerreme'nin su yollarının tamiri, Mescid-i Haram'ın mermer kubbeler ile tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii ve Aziz Efendi tekkesi diğer hayratları arasındadır.
    5 ...
  28. ikinci osman

    1.
  29. Osmanlı sultanlarının onaltıncısı ve islam halifelerinin seksenbirincisi.

    Saltanatı: 1618-1622
    Babası: I. Ahmed Han - Annesi Mahfiruz Hadice Sultan
    Doğumu: 3 Kasım 1604 Şehit edilmesi:20 Mayıs 1622

    1604 senesinde istanbul'da doğdu. iyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, italyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası I. Mustafa'nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu.

    ikinci Osman'ın tahta çıkışının ilk aylarında iran ile barış antlaşması imzalanarak harbe son verildi. Böylece doğu sınırını emniyet altına alan genç Osmanlı sultanının hedefi memleketi 1617'den beri uğraştıran Lehistan meselesini halletmekti. Bu sırada Boğdan voyvodası Gratiani de Osmanlı'ya karşı cephe almıştı. ihaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi beylerbeyi olan iskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla nehrini geçerken imha etti. Düşmen ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

    Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan'ı ele geçirip, Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas okyanusuna geçip Avrupa hristiyanlığını, hem Akdeniz, hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621'de Cuma namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621'de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. Ancak 35 gün devam eden muharebelerde kale birkaç defa düşmek durumuna geldi ise de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamları arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım hanının oğlu Nurettin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü.

    Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak ,yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray harem ve ilmiye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çekimser davranıyordu. Nitekim Padişah'ın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Padişah'ın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede Sultan Osman Han'ın hal'i ve Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

    isyan sırasında Sultan Osman'ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Cami'ye götürerek orada hapsettiler. Genç Padişah'ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. ikinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; "Dün sabah padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler" diyerek yalvardı ise de, bu sizlerin caniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı.

    Daha sonra Yedikule'ye getirilen II. Osman Han'a karşı vezir-i azam Davut Paşa'nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehit edildi (20 Mayıs 1622).

    Sultan II. Osman Han, heybetli, yüksek himmet sahibi, yiğit, fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahir bir padişah idi. Şecaat ve binicilikte akranı pek az olup, güzel tavırlı idi. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakınına malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştır. Zira yapmayı düşündükleri uzun zaman isteyen ve ancak yetişmiş bir kadro ile mümkün olabilirdi. Sultan Genç Osman dini ilimler yanında fenni ilimleri de tahsil etmişti. Ayrıca Farisî mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı divanı vardır.
    5 ...
  30. osman bey in rüyası

    1.
  31. Bizans'ın hakimiyetindeki batı Anadolu sihat diyarı olduğundan, bölgede gaza niyetiyle pek çok kumandan, mücahit derviş ve herbiri gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu'nun islamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebali hazretlerinin dergahında misafir olduğu bir gün acaip bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebali'nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir çınar ağacının bitip, alemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebali O'na; "Müjde ey Osman! Hak teala sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım Mal Hatun da sana eş olacak." deyip rüyasını tabir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlendi. Bu izivaçtan Orhan Gazi doğdu. Orhan Gazi'nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gazi de vefat etti (1281). Bazı kaynaklarda Edebali'nin kızının adı Bala Hatun olarak geçmekte ve Mal Hatun'un Ömer Bey'in kızı olduğu yazılmaktadır.
    3 ...
  32. dördüncü mustafa

    1.
  33. Osmanlı sultanlarının yirmidokuzuncusu ve islam Halifelerinin doksandördüncüsü.

    Saltanatı: 1807-1808
    Babası: I. Abdülhamid Han - Annesi: Aişe Sineperver Valide Sultan
    Doğumu: 8 Eylül 1779 Vefatı: 16 Kasım 1808

    8 Eylül 1779 tarihinde Aişe Sineperver Valide Sultan'dan doğdu. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Amcası Sultan III. Selim Han'ın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bazı devlet adamları yeniçerileri tahrik ettiler. Neticede Kabakçı Mustafa'nın sevk ve idaresinde ayaklanan yamaklar, Selim Han'ı tahttan indirerek şehzade Mustafa'yı sultan ilan ettiler (29 Mayıs 1807).

    Devlet idaresini ele geçiren asiler, Nizam-ı cedit kuvvetlerini dağıttılar. isyanın teşvikçisi Köse Musa Paşa, Sultan Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. istanbul'daki isyan, Rus cephesindeki ordunun disiplinini bozdu. Orduda bulunan Selim Han taraftarları, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın yanına sığındılar. Bu hadiseler üzerine Mustafa Han sadrazamı Hilmi Paşa'yı azlederek yerine Çelebi Mustafa Paşa'yı sadarete getirdi. Osmanlı ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan'da bazı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada Rusların Fransa imparatoru Napolyon karşısında zor durumda kalmaları, barış istemelerine sebep oldu. 20 Ağustos 1807'de yapılan mütarekeye göre Ruslar, zaptettiği yerleri geri verecekti.

    IV. Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütarekelerden sonra, istanbul'da asayişi sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada asiler işi çığırından çıkararak halkın mallarını yağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı. Mustafa Han öncelikle asileri bir kısmını çeşitli bahane ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak zorbaları tamamen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyacı vardı. Bunun için Alemdar Mustafa Paşa'nın istanbul'a gelmesi istendi. Kendisine sadık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdar, öncelikle boğaz nazırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürterek kafasını sadrazama yolladı. Kabakçı'nın öldürülmesi, saray erkanı ve yeniçeriler arsında büyük telaşa sebep oldu. Daha sonra istanbul'a giren Alemdar, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladı. Bu sırada Alemdar'ın taraftarları Sultan Selim Han'ı tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar. Bunu sezen sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, kendisinden istanbul'u terk etmesini istedi. Buna karşılık Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz günü on beş binden fazla askeri ile Bab-ı Ali'yi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Selim'in yeniden tahta çıkması halinde kendilerini öldürteceğinden korkan asiler ve bazı devlet adamları, padişahtan III. Selim ve şehzade Mahmut'un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdar, Selim Han'ın hançer darbeleriyle şehit edilmiş cesedi ile karşılaştı. Hizmetkarlarının yardımı sayesinde kurtulan şehzade Mahmut'u padişah ilan etti (28 Temmuz 1808). Mustafa Han ise, Topkapı Sarayı'na yerleştirildi.

    Mustafa Han, zeki ve tedbirli olmasına rağmen, III. Selim Han'ın tahttan indirilmesi ve başlatmış olduğu ıslahatların feci akıbeti neticesinde tahta çıkarıldığından, isyancıların etkisinde kaldı. Yeniçerilerin tamamen zorba bir güruh olmaları sebebiyle isyancıları cezalandıracak bir kuvveti yanında bulamadı. Bu sebeple onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra asileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdar Mustafa Paşa'nın, Selim Han'ı tekrar tahta geçirme teşebbüsü, Mustafa Han'ın aleyhte hareketine sebep oldu. II. Mahmut Han'ın saltanatı döneminden ve ıslahatlarından memnun olmayan bazı devlet adamları, yeniçerileri tahrik ettiler. Ayrıca kendilerine yakın gördükleri IV. Mustafa'yı tahta geçirmek için harekete geçtiler. Bu durum şeyhülislam'ın verdiği fetva üzerine Mustafa Han'ın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Han'ın cenazesi merasim ile kaldırılarak, Bahçe Kapısı'nda babası I. Abdülhamid'in türbesine defnedildi. Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, ölümünde yaşı otuz idi.
    2 ...
  34. üçüncü mustafa

    1.
  35. Osmanlı sultanlarının yirmialtıncısı ve islam halifelerinin doksanbirincisi.

    Saltanatı: 1757-1774
    Babası: III. Ahmed Han - Annesi: Mihriman Sultan
    Doğumu: 28 Ocak 1717 Vefatı: 21 Ocak 1774

    Küçüklüğünden itibaren iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ilimleri, edebiyat, tarih, coğrafya, nücum (astroloji) tıp, devlet idaresi ve askeri bilgileri devrin meşhur alimlerinden tahsil etti. III. Osman Han'ın vefatı üzerine 30 Ekim 1757'de hükümdar oldu.

    Cülusunu (tahta geçişini) müteakip ilan ettiği adaletname ile reayanın vaziyetini düzeltti. Hazineyi zenginleştirmek için tedbirler aldı. Devletin maliyesine zarar veren, zahmetsiz kârlar peşinde koşan yahudi ve hristiyan taifesinin sıkı kontrol altına alınmasını sağladı. Osmanlı Devleti'ni askeri bakımdan kalkındırmak için topçu sınıfını ıslah, tophaneyi tanzim ve mühendis mektebini tesis yoluna gitti. Ordunun artan top ihtiyacına cevap vermek üzere Hasköy'de modern bir top dökümhanesi kuruldu. Bu iş için bilhassa Fransız ordusunda hizmet görmüş bulunan Baron de Tott'dan istifade edildi. Donanma faaliyetleri ele alınıp gemi inşası hızlandırıldı.

    Bu arada Urban eşkıyasının faaliyetleri, hac yolunu tehlikeye düşürmüştü. Bu olaylara sebep olan Benî harp kabilesi şiddetle cezalandırıldı. isyan eden Eflak voyvodası yakalanarak hapsedildi. Çıldır, Kars, Karaman, Aydın, Kıbrıs, Bosna ve Karadağ'da meydana gelen disiplinsizliklere karşı tedbirler alındı.

    III. Mustafa Han dış siyasette daima temkinli hareket ederek sulh ve sükunu muhafaza etti. Fransa ve Prusya arasında yedi yıl devam eden savaşlara tarafların tahriklerine rağmen katılmadı. Osmanlı Devleti'ni bu devrede savaştan uzak tutan devlet adamları arasında bilhassa sadrazam Koca Ragıp Paşa önemli yer tutmaktadır. Nitekim Ragıp Paşa'dan sonra devlet idaresinde söz sahibi olan paşalar arada daimi olarak bir ihtilaf bulunan Rusya ile harbe sebebiyet verdiler (1769). Osmanlı kuvvetleri başlangıçta Kırım'da ve Tuna boylarında ağır yenilgiler aldı. ibrail, Bender, Kefe, Yenikale ve Kerç gibi müstahkem yerler Ruslar tarafından işgal olundu. Rus donanması Çeşme limanında yakaladığı Osmanlı donanmasına baskın düzenleyerek yaktı.

    Bu mağlubiyetler üzerine idarede değişiklikler yapan Mustafa Han, silahtar Mehmet Paşa'yı sadrazamlığa, Cezayirli Hasan Paşa'yı kaptan-ı deryalığa, Muhsinzade Mehmet Paşa'yı Vidin seraskerliğine, III. Selim Giray'ı Kırım hanlığına getirdi. Bu tayinler ve fermanlarla vaziyeti düzeltmeye muvaffak olan Mustafa Han, Rusların Tuna boyundaki ilerlemesini önledi. 1772'de başlayan sulh görüşmeleri muvaffakiyetsizlikle sonuçlandı. Yeniden başlayan savaşta Rusların Dobruca ve Kuzeydoğu Bulgaristan'daki Osmanlı kasabalarını aldıktan sonra akıl almaz barbarlıklarla tahrip etmeleri ve müslüman halkını küçük bebeklere varıncaya kadar, türlü işkencelerle öldürmeleri Mustafa Han'ın üzüntüden hastalanmasına ve 21 Ocak 1774'te bir Cuma günü ezan okunurken hayata gözlerini yummasına sebep oldu. Cenazesi Laleli Camii yanında bulunan türbesine defnedildi. Türbesinin başucunda yer alan bir çekmece içerisinde Peygamber Efendimiz'in mübarek kadem-i şerifi (mübarek ayak izi) bulunmaktadır.

    III. Mustafa Han, dindar, çalışkan, adil, hamiyetli bir padişahtı. Verdiği vazifeleri takip eder, mesullerinden hesap sorardı. Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla uğraştı, fakat ne yazık ki, bu hususlarda kendisine yardımcı olacak devlet adamlarından mahrumdu. O bu sıkıntısını şu kıtasıyla dile getirdi.

    Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,

    Devleti çerh-i denî verdi kamu mübtezele

    Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele

    işimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel'e

    III. Mustafa Han ilme ve alimlere büyük değer verirdi. Alimleri huzurunda toplar, münazaralar yaptırır ve onları cömertçe mükafatlandırırdı. Cihangîr mahlasıyla şiirler yazdı. Padişahlığı zamanında sonradan çıkan Rusya harbinden dolayı memlekette başlayan sıkıntı ve buhrana rağmen, evvelce başladığı hayır ve imar işlerini mümkün olduğu kadar devam ettirdi. Üsküdar'da Ayazma Camii'ni yaptırdı. 1766 zelzelesinde büyük hasar gören Fatih ve Eyüp Sultan camilerini yeniden inşa ettirdi. Yine aynı faciada yıkılan yüzlerce abide ve evi çoğu eskisi gibi olmak üzere birkaç yıl içinde yeniden yaptırdı. Davutpaşa kasrı ile Kapalıçarşı'yı, baruthaneyi, Saraçhane'yi, Tophane ve Kızkulesi'ni tamir ettirdi.
    1 ...
  36. ikinci mustafa

    1.
  37. Osmanlı sultanlarının yirmiikincisi ve islam halifelerinin seksenyedincisidir.

    Saltanatı: 1695-1703
    Babası: Sultan Mehmed-IV. - Annesi:Rabia Gülnuş Sultan
    Doğumu: 5 Haziran 1664 Vefatı: 20 Aralık 1703

    Küçük yaştan itibaren devrin en iyi alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. Ayrıca devlet idaresini ve harp oyunlarını çok iyi öğrendi. Amcası II. Ahmet Han'ın 6 Şubat 1695'te vefatı üzerine 31 yaşında tahta çıktı. Genç Padişah gayretli ve vatan sevgisiyle dolu idi. Nitekim yayınladığı ilk hatt-ı hümayunda "Zevk u sefa ve rahatı kendümüze haram eylemişüzdür." diyordu.

    Sultan Mustafa, ceddi Kanuni Sultan Süleyman gibi bizzat ordusunun başında sefere çıkmak istiyordu. Devlet adamları Sultan'ın sefere çıkması halinde büyük masraflar gerekeceğini ve kazara bir yenilgi halinde de adının mağlup bir hükümdara çıkacağını bildirdiler. Bunun üzenine Sultan Mustafa; "Bana hazine lazım değil. Kuru ekmek yerim. Vücudumu din uğruna feda ederim. Her ne denlu meşakkat arz olunsa, sabr ve tahammül ederim. Hizmet-i ibadullah (Allah'ın kullarına hizmet) tamama ermeyince seferden dönmem." diyerek kesin kararını bildirdi.

    Nihayet 30 Ağustos 1695 günü Mustafa Han halkın da zafer duaları arasında Avusturya işgalindeki Macaristan'ı kurtarmak için ilk seferine çıktı. 9 Eylül günü Lipva kalesi alındı. 22 Eylül'de Lagos kalesi yakınında Temes suyu kenarında bulunan Avusturya ordusunu bozguna uğrattı. Lagos Osmanlıların eline geçti. Bu arada ordunun ikinci bir kolu da Şebeş kalesini zaptetti. Mevsimin ilerlemesiyle Mustafa Han ordunun başında istanbul'a döndü. Halk bu büyük zafer için şenlikler yaptı.

    Padişah, Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeni bir seferin lüzumuna inanıyordu. Ancak 17 Haziran 1697'de bu maksatla çıkılan sefer, sadrazam Elmas Mehmet Paşa ile Temeşvar muhafızı Koca Cafer Paşa'nın Padişah'ı yanlış yola sevk etmeleri Zente bozgununa sebep oldu. Bu sırada Venedik, Rusya ve Lehistan birlikleri de saldırıya geçtiler. Padişah sulh istemek zorunda kaldı. Uzun görüşmelerin sonunda imzalanan Karlofça antlaşmasıyla (1699) Erdel ve Macaristan'ın büyük bölümü Osmanlıların elinden çıktı. Azak kalesi Ruslara bırakıldı. Kamaniçe, Ukrayna ve Podolya eyaletlerini ise Lehistan aldı. Bu geniş toprak parçalarının Osmanlıların elinden çıkmasının izleri pek derin oldu. Osmanlıların adil idaresinden ayrılmak istemeyen 1400 Macar ailesi göz yaşları içerisinde Türk topraklarına hicret ettiler.

    Sultan Mustafa Han, Karlofça antlaşmasından sonra askeri ve mali teşkilatlarda ıslahat hareketlerine girişti. Donanmada çektiri usulünün kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi. Bilhassa Mezemorta Hüseyin Paşa'nın kaptan-ı deryalık döneminde yaptığı çalışmalar ile kısa bir sürede kalyon miktarı kırka ulaştı. Ayrıca bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kanunname ilan edildi. Buna göre deniz ümerasının bahriyeden yetişme kimselerden seçilmesi esası getiriliyordu. Diğer taraftan kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslahatlar yeniçeri ve sipahilerin haşlarına gitmedi. Bazı devlet adamlarının tahriki ile başlayan ayaklanma sonunda Sultan Mustafa Han 22 Ağustos 1703'te tahttan indirildi. Saraya geldiğinde kapıda kendisini feryat ederek karşılayan Valide Sultan'ın elini öptükten sonra; "Kul beni tahttan indirmişler, yerine karındaşım Sultan (III.) Ahmet'i padişah eylemişler; Allah mübarek eyleye, evlatlarım kendisine Allah emaneti olsun." sözleriyle kendisine ayrılan özel daireye çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortada iken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok müteessir oldu. istiska hastalığından da muzdarip bulunan Sultan, nihayet 20 Aralık 1703'te vefat etti. Yeni Cami'deki türbede babasının ayak ucunu defnedildi.

    Dokuz seneye yakın Osmanlı sultanlığı yapan II. Mustafa Han, muktedir, gayretli, vatanperver, çalışkan ve değerli bir padişahtı. Ordularının başında sefere giden son Osmanlı sultanıdır. Alimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazla idi. Edebiyata merakı olup Meftunî ve ikbalî mahlasıyla şiirler yazmıştır.
    3 ...
  38. birinci mustafa

    1.
  39. Osmanlı padişahlarının onbeşincisi ve islam halifelerinin seksenincisi.

    Saltanatı: 1617-1618 (1.defa), 1622-1623 (2. defa)
    Babası: III. Mehmed Han - Annesi: Handan Sultan
    Doğumu: 1591 Vefatı: 20 Ocak 1639

    1591 senesinde Manisa'da doğdu. Her şehzade gibi iyi bir eğitim gördü. Ağabeyi I. Ahmet Han'ın vefatı üzerine 22 Kasım 1617'de ilk defa ekberiyet kaidesine göre yani hanedanın en yaşlı mensubu olarak tahta çıkarıldı.

    Sultan Mustafa Han, devlet meseleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmedi ise de bu hal devlet erkanınca göz önüne alınmadı. Ancak çok geçmeden devlet işlerinde Sultan'ın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine devlet adamları durumun böyle devam edemeyeceğini anlayıp hal'ine fetva aldılar. Nitekim tahta geçtikten doksan altı gün sonra 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa'yı tahttan indirerek yerine Genç Osman'ı çıkardılar.

    Ancak yenilik taraftarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622'de Genç Osman'ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Han'ın vezir-i azam Kara Davut Paşa tarafından şehit ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davut Paşa'yı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşa'yı getirdi ise de, isyanlar son bulmadı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmet Paşa başkaldırarak, bölgesindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. Genç Osman'ın intikamını alacağım diye and içen Abaza, istanbul'a gelmek için yola çıktı. Bursa'yı muhasara etti ise de alamadı. Kış geldiği için Niğde'ye çekildi.

    Anadolu'daki isyanlar ve Genç Osman'ın şehit edilmesi olayına adı karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplandığı sırada ayaklanarak Sultan Osman Han'ın katillerinin bulunmasına istediler. Bunun üzerine Kara Davut Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.

    Diğer taraftan Osmanlı Devleti'nin iç karışıklılarından istifade etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan antlaşma şartlarına uymayarak şayka adı verilen yüz elli civarında küçük gemi ile Osmanlı kıyılarına saldırdılar. Kazakların üzerine gönderilen Karadeniz serdarı Damat Recep Paşa, kazakları takip ederek Rilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zapt ederek, beş bin esir ile istanbul'a döndü.

    istanbul'daki karışıklıklar ve Anadolu'da meydana gelen isyanlar Osmanlı Devleti'nin başında daha kudretli, azimkar ve zeki bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebeple 1623'te sadarete getirilen sadrazam Kemankeş Ali Paşa, şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet erkanı toplanarak Sultan Mustafa'nın artık Makam-ı saltanatta kalmaması gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa ikinci defa tahttan indirildi ve yerine IV. Murat geçti.

    Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücutlu olup, yüzü her zaman songun ve üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını ibadet içinde, dini eserler ve Kur'an-ı Kerim okuyarak geçirmiştir. Sultan Mustafa Han, saltanatta gözü olmadığı için her iki defa hal'inde de en küçük bir memnuniyetsizlik göstermemiş ve tahttan sevinçle inmiş ve devlet işlerini ehline teslim etmekten geri kalmamıştır.

    20 Ocak 1639 günü Topkapı Sarayı'nda vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki türbesine defnedildi.
    1 ...
  40. dördüncü murad

    1.
  41. Osmanlı sultanlarının onyedincisi ve islam halifelerinin seksenikincisi.

    Saltanatı: 1623-1640
    Babası: I. Ahmed Han - Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan
    Doğumu: 27 Temmuz 1612 Vefatı: 9 Şubat 1640

    27 Temmuz 1612'de istanbul'da doğan şehzade Murat, tam bir islam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderin mektebindeki hocalardan hususi dersler aldı. Genç Osman'ın başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han'ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyub Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai'nın elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemeyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi.

    Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. insanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tespit etti.

    Diğer taraftan Sultan Murat'ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht istanbul ve Anadolu'da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmet Paşa'nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdat iran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa'nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmet Paşa'yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Recep Paşa döneminde istanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Recep Paşa'nın tahriki ile harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı.

    Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632'de huzuruna çağırdığı Recep Paşa'ya: "Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel'un abdest al!" dedikten sonra "Şu hainin tiz başını kesin." diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emirlere karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.

    IV. Murat Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri almak için teşebbüse geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah'ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular.1635'te iran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra Tebriz'e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat'ın fethi için tekrar iran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah'a imam-ı Azam'ın türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; "Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim" cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdat fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan imam-ı Azam'ın türbesini ziyaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertesi yıl iran'la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.

    Sultan IV. Murat Han, iran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalanmış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamayarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.

    Murat Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. ilmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabi yoktu. iç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan Sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı Kerim okurdu. Dördüncü Murat Han'ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.
    4 ...
  42. ikinci murat

    1.
  43. Osmanlı padişahlarının altıncısı

    Saltanatı: 1421-1451
    Babası:Çelebi Mehmet Han - Annesi: Emine Hatun
    Doğumu: 1404 Vefatı: 3 Şubat 1451

    1404 senesinde Amasya'da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden dersler alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420'de vezir-i azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421'de vefatı üzerine 25 Haziran 1421'de Bursa'da tahta çıktı.

    Murat Han'ın ilk yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel'in tahriki ile amcası Mustafa (düzmece) Çelebi saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşoğulları da Osmanlı tabiiyetini tanımayarak ayaklandılar. Murat Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenarında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra istanbul'u kuşattı. Ancak bu defa da Karamanoğullarının teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi'nin isyanı ile karşılaştı. O'nun iznik'i alarak, Bursa üzerine yürümesi ile istanbul kuşatmasını kaldıran Murat Han, 1423'te iznik'i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da süratle harekete geçerek Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430'da Venediklilerden Selanik kalesini zaptetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı.

    1432'de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. iki ateş arasında kalmak istemeyen Murat Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa'yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna Nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir'i aldı. ibrahim Bey'in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı.

    Murat Han, 1437'de büyük biri kuvvetle Tuna'yı geçerek Transilvanya'ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439'de Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de bir netice elde edilemedi.

    1444'te Macarlarla yapılan Segedin antlaşmasından sonra, saltanatı, geleceğin Fatih'i oğlu Mehmet'e terkeden Murat Han, Manisa'ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli'den çıkarmak için yeni bir haçlı ittfakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murat Han, Bizans imparatorluğu ile Macar, Leh, italyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna'da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448'de Kosova'da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu topraklardan atılamıyacağını gösterdi. Murat Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti.

    ince ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murat Han islamiyet'in yayılması için her şeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir.

    "Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerine getirebilmek için bütün günlerimizi, senelerimizi, islam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşünce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. insanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve saadeti, yalnız islam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammet aleyhisselamın dininin sancağını yüceltmeye, O'nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur..."

    imar işlerine de ehemmiyet veren II. Murat Han, çok eser bıraktığı için Ebü'l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve sanat erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır.
    3 ...
  44. birinci mahmut

    1.
  45. Osmanlı sultanlarının yirmidördüncüsü ve islam halifelerinin seksendokuzuncusu.

    Saltanatı: 1730-1754
    Babası: II. Mustafa Han - Annesi: Saliha Sultan
    Doğumu: 2 Ağustos 1696 Vefatı: 3 Aralık 1754

    1696'da Edirne Sarayı'nda dünyaya geldi. Okul çağına geldiği zaman babasının hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi'den dersler aldı. Şehzadeliğinde yüksek fen ve din ilimlerini öğrenerek yetişti. Babasının tahttan indirilmesinden sonra padişah olan amcası III. Ahmet Han da, şehzade Mahmut'un yetiştirilmesine özen bir itina gösterdi. Nihayet III. Ahmet'in Patrona ayaklanmasıyla saltanattan indirilmesi üzerine, 2 Ekim 1730'da tahta çıktı. III. Ahmet Han saltanattan çekilirken yeğenine uzun uzun nasihatler etti ve tavsiyelerde bulundu.

    Sultan Mahmut saltanatının ilk günlerinde devletin önemli mevkilerini ellerine geçirmiş bulunan asi Patrona Halil ve adamlarınışiddetle cezalandırdı. Böylece istanbul'da emniyet ve asayişi sağladıktan sonra, amcası zamanında başlayan iran harpleriyle meşgul olma imkanını buldu. Osmanlı kuvvetleri iran seraskeri Ahmet Paşa ile Erzurum valisi ve Revan seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan harekete geçti. 30 Temmuz 1731'de Kirmanşah alındı. 15 Eylül'de Kurican sahrasında iran kuvvetleri bozguna uğratıldı. Urumiye ve Tebriz ele geçirildi. iran şahının sulh istemesi üzerine Ocak 1732'de Ahmet Paşa antlaşması imzalandı. Buna göre Aras nehri iki devlet arasında hudut kabul edilirken, Revan, Gence, Nahcivan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara, Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise iran'a bırakıldı. Ancak 1733'te iran'da iktidarı ele geçiren Nadir Şah, Osmanlıların eline geçen bölgeleri almak için tekrar savaş açtı. 1735'te Arpaçay'da yapılan muharebeyi Osmanlılar kaybetti. Gence, Tiflis ve Revan iran'ın eline geçti.

    Osmanlı Devleti'nin doğuda iran ile mücadelesini fırsat bilen Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geçmişti. Azak kalesini ele geçiren Ruslar, Osmanlı kuvvetlerinin toparlanmasına meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı'yı da işgal ettiler. 12 Temmuz 1737'de harekete geçen Avusturya ordusu ise, Bosna, Sırbistan ve Eflak'a girdi. Bu mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezalim yapması, Sultan Mahmut Han'ı son derece üzdü. Sadarete getirdiği Muhsinzade Abdullah Paşa'yı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşa'yı da Avusturya üzerine sefere memur etti. Muhsinzade süratli bir hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka'yı kuşatan Avusturya kuuuvvetlerine büyük bir darbe indirdi. Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi. Hekimoğlu Ali Paşa'nın bu zaferi istanbul'da büyük bir sevince yol açtı. Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı. Nihayet 18 Eylül 1739'de yapılan Belgrad antlaşmasıyla Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri hudut kesildi. Rusya ise Azak kalesinde donanma bulunduramayacaktı.

    Avrupa devletleriyle anlaşmalar sağlayan I. Mahmut Han, yeniden iran üzerine döndü. Nadir Şah, bu vaziyet karşısında Osmanlılarla baş edemeyeceğini anlayınca, Kasr-ı Şirin antlaşması maddeleri üzerinden anlaşma teklifinde bulundu ve bu istek kabul edildi (1746).

    Zor bir dönemde padişah olmasına rağmen ülke içinde ve dışında huzuru sağlayan, Osmanlı Devleti'ne azamet devri yaşatan I. Mahmut Han, 13 Aralık 1754'te hastalığına rağmen çıktığı Cuma namazından dönerken, Demirkapı'da at sırtında vefat etti. Yeni Camii'de babası Sultan II. Mustafa'nın yanına gömüldü.

    Çok zeki, anlayışlı, hamiyetli, lütufkar ve merhametli bir zat olan Mahmut Han, hadiseleri sonuna kadar takip eder, devlet işlerinde mutlaka istişarede bulunur, acele etmez ve telaş göstermezdi. Aleyhte gelişen Rusya ve Avusturya harplerini tayin ettiği değerli kumandanlarla lehine çevirmesini bildi. Yeniliği sever ve memleketi bu yoldan yükseltmeye gayret ederdi. ilim, sanat, edebiyat meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkatî mahlası ile şiirler yazardı.

    Sultan Mahmut Han, ülkede pek çok imar faaliyetlerinde bulundu. Devrinde ilim, kültür ve sanat sahalarında kıymetli eserler yazıldı. Beşiktaş'tı Arap iskelesi Camii, Rumeli Hisarı'nda iskele Camii Yalı Köşkü ve Yıldıztepe mescitleri yaptırdığı bazı eserlerdir.
    6 ...
  46. kanuni sultan süleyman

    1.
  47. Osmanlı sultanlarının onuncusu ve islam halifelerinin yetmişbeşincisi.

    Saltanatı: 1520-1566
    Babası: Yavuz Sultan Selim- Annesi: Hafsa Sultan
    Doğumu: 27 Nisan 1495 Vefatı: 7 Eylül 1566

    1509'da Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasının yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştür. Babası Yavuz Sultan Selim'in 1514 iran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli'nin muhafazası ile görevlendirildi ve Edirne'de oturdu. Babasının vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

    Kanuni Sultan Süleyman Belgrad'ın fethi (1521) ile Orta Avrupa'nın, şövalyelerin üssü olan Rodos'un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526'da yüz bin kişilik ordusuyla ve üç yüz kadar top ile Mohaç Ovası'nda Macar ordusuyla karşılaştı. Bu durumda sancaklarını açık ellerini semaya doğru kaldıran sultan; "Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, Hazret-i Muhammet'in ümmetine yardımını niyaz ediyorum" diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan savaşında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül'de Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi. 1529'da Viyana muhasara edildi ise de kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532'de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana'yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerinde dolaştığı halde imparator karşısına çıkmaya cesaret edemeyince geri döndü.

    1534'te Safeviler üzerine sefere çıkan Sultan, Bağdat ve Basra'yı zaptetti. Bağdat'ta evliya kabirlerini ve Kerbela'da Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535'teTebriz'i zaptetti. 1537'de italya seferine çıkarak, Otranto'ya kadar ilerledi.

    Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538'de Preveze'de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdeniz'de tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni Süveyş'te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

    Bu fetihleri; 1543'te Estergon, Nis ve istolni-Belgrad, 1551'de Trablusgarb'ın zaptı ve 1553'te Nahcıvan Seferi takip etti. ihtiyar ve hasta bir halde iken 1566'da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Zigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye'deki türbesine defnedildi.

    Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6,557,000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14,893,000 kilometrekareye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim sadrazamı ibrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa; şeyhülislamı Kemal Paşazade, Ebüssuud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; sanatkarı Mimar Sinan; kaptan-ı deryası Barbaros Hayrettin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

    Sultan Süleyman Han'ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, islam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

    Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir. Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettim ki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu güzel eserini takdim etmiştir.

    Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

    Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

    Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

    Bir olay

    Fransa Kral`i bir gün Alman Imparatoru Sarlken´e esir düser. Bunun üzerine validesi derhal Osmanli imparatoru Kanuni Sultan Süleyman Han´a münacat´ta bulunarak yardim ister. Süleyman Han, derhal Alman Imparatoruna bir name yazdirir :

    "Biz ki, diyar-i Trablusgarbin, diyar-i Libyanin, diyar-i Misirin, diyar-i Rumun, diyar-i ... vesaire´nin fatihi, Sultan Süleyman Han´iz. Sen ki, Almanya Eyaletinin Kral´i Sarlken´sin. Sana deriz ki, tez Fransiz Kral´i kulumuzu serbest birakasin ". Muhtesem Süleyman´in koskoca Almanya Imparatoruna olan hitabi iste bu sekilde olur. Yazdirdigi o nameyi Alman Kralina göndermek icin bir Pasa dahi tayin etmeye tenezzül etmeyen Süleyman Han, bu ise siradan bir Cavusu vazifelendirmekle iktifa eder. Tabii neticemi ? Fransiz Krali derhal serbest birakilir. Koskoca Kanuni Sultan Sülayman´a karsi durmak öyle kolay degildir.

    Hakkında Yazılanlar

    1. Kanuni Sultan Süleyman
    Hayatı / Mefkuresi / Mücadelesi
    Yavuz Bahadıroğlu
    Yeni Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi

    Bir devlet adamı düşünün ki, 46 yıl boyunca ülkesini dünyanın daima zirvede ülkesi olarak idare etmeyi başarmış olsun.
    e bir padişah düşünün ki, yarım asra yaklaşan idaresi süresince ülkesinde günümüze ışık tutacak hürriyet ve eşitlik prensiplerine uygun bir idare tatbik etsin.
    şte bütün idaresi boyunca seferler, zaferler, adalet, eşitlik ve huzur dolu ülkesini uzun süre zirvede tutmayı başarmış bir devlet adamı:
    Kanuni Sultan Süleyman.
    34 ...
  48. üçüncü ahmet

    1.
  49. Osmanlı padişahlarının yirmiüçüncüsü ve islam halifelerinin seksensekizincisi.

    Saltanatı: 1703-1730
    Babası: Sultan Mehmed-IV - Annesi:Rabia Gülnuş Sultan
    Doğumu: 31 Aralık 1673 Vefatı: 1 Temmuz 1736

    Sultan II. Mustafa'nın öz kardeşidir. Son derece zeki ve akıllı idi. Şeyp-i Sultanî Mehmet Efendi ile Seyyid Feyzullah Efendi'nin eğitim-öğretimi altında yetişti. 22 Ağustos 1703'te Edirne'de tahta çıktığı zaman 30 yaşında idi.

    Sultan Ahmet Han öncelikle 1703 Edirne vakasında isyan çıkaranların elebaşılarını iyi bir siyasetle yakalatıp, teker teker cezalandırdı. Devletin iç işlerini düzeltti. 1711'de isveç kralı XII. Şarl (Demirbaş) Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek, Osmanlılara ait Özi kalesine sağınınca, Ruslar Türk sınırını ihlal ettiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya harp ilan etti. Nisan 1711'de Baltacı Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çar Petro'nun ordusunu Prut nehri kenarında kıstırdı ise de yeniçerilerin artan itaatsizliği sebebiyle bir imha hareketine girişemedi. Neticede Azak ve çevresindeki kalelerin Osmanlılara teslimi şartıyla mütareke imzalandı. Ancak Ruslar antlaşma şarlarını yerine getirmediler. Sultan Ahmet Han'ın Osmanlı ordusu sadrazam Damat Ali Paşa komutasında tekrar harekete geçirmesi üzerine, Çar Deli Petro antlaşmaya uymak mecburiyetinde kaldı ve seferden vazgeçildi. Ali Paşa, 1714'te Karadağlıların isyan etmesi üzerine Mora seferine çıktı ve Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere geçen bütün kaleleri birer birer fethetti.

    Osmanlı zaferlerinde endişeye düşen Alman-Avusturya imparatorluğu, bu fetihleri tanımadığını bildirdi. Bu durum iki devlet arasında harbe yol açtı. 1716'da Petervaradin'de yapılan savaşı Osmanlılar üstü bir vaziyette iken, savaşın en şiddetli anında Sadrazan Damat Ali Paşa'nın vurularak şehit düşmesi üzerine kaybettiler. Bu mağlubiyetin sonunda imzalanan Pasarofça Antlaşması ile Belgrad ve Semendre Avusturya'ya kalmak üzere Sava nehri sınır kabul edildi.

    Pasarofça antlaşmasından sonra, Türkiye'de sonraları Lale Devri diye anılan yeni bir devir ve yeni bir hayat başladı. III. Ahmet Han elli yıldır devam eden savaşlar sonunda yıpranan orduyu kuvvetlendirmek, ülke içinde huzuru sağlamak, imar faaliyetlerine hız vermek, böylece devleti maddi ve manevi en yüksek seviyeye çıkarmak istiyordu. Nitekim bu gayelerle humbaracı ocağı ıslah edildi. Matbaa Türkiye'ye getirilerek, büyük ilim ve kültür eserleri basılıp dağıtıldı. Padişah'ın istanbul'daki ilim,kültür ve sanat çevrelerini yakından desteklemesi bu sahada büyük ve canlılık uyandırdı. Yalova'da kağıt, istanbul'da çini ve kumaş fabrikaları açıldı. imar faaliyetleri artarak bir çok yerde kasırlar, yalılar, cami ve çeşmeler yaptırıldı. Bu devrede iran ile yapılan savaşlar sonunda Gence, Nahcıvan, Hoy, Selman, Kirmanşah ve Nihavend gibi şehirler fethedildi.

    1718'den 1730'a kadar devam eden sulh ve sükun devresi, bilhassa Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'ya karşı aleyhte bir faaliyetin doğmasına yol açtı. 1730'da Sultan III. Ahmet Han ve sadrazam ibrahim Paşa'nın iran seferine çıkmak üzere Üsküdar'a geçtiği sırada Patrona Halil adlı şaki etrafına topladığı adamlarla isyan etti. idareden memnun olmayanların kendisine katılması ve yeniçerileri de olaylara seyirci kalması isyanın büyümesine sebep oldu. ibrahim Paşa, iki damadı ile boğularak öldürüldü. Beyhude kan dökülmesini istemeyen Sultan III. Ahmet Han, tahtı pek çok nasihatla yeğeni Mahmut'a teslim etti (2 Ekim 1730). Ahmet Han nasihatlarında; "Vezirine teslim olma. Daima ahvalini araştır ve beş-on sene birini vezarette müstakil istihdam eyleme. Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gayet tasarruf üzere ol. işini kendin gör, ele itimat etme. işte benim ahvalim, sana nasihat için kafidir. ihtiyaç sahiplerine adaletle davran. Kimseden beddua alma. Şehzadeler sana emanettir, oğlum; devlet işlerini baban ve ben başkalarına bıraktığımızdan bu durum başımıza geldi. Sen bizzat idareyi ele al." demektedir.

    Saltanattan çekildikten sonra ilim ve ibadetle meşgul olan Ahmet Han, 1 Temmuz 1736 tarihinde altmış üç yaşında iken vefat etti. Yeni Camii'de Turhan Valide Sultan türbesine defnedildi.

    III. Ahmet Han, hassas, açık fikirli, vatanperver, ilim ve sanat erbabına koruyan, islamiyet'e sün derece bağlı bir padişahtı. Güzel yazı yani hüsn-i hatta fevkalade maharet sahibi idi. Yazdığı Kur'an-ı kerimlerden birisini Ravza-i Mutahhara'ya hediye etti. Topkapı Sarayı girişinde yaptırdığı tarihi çeşmenin kapısındaki kitabesi de III. Ahmet'in el yazısıdır. Alim ve şairleri himaye eden Sultan, şiirlerinde Necib mahlasını kullanırdı.
    5 ...
  50. çelebi mehmet

    1.
  51. Osmanlı padişahlarının beşincisi

    Saltanatı: 1413-1421
    Babası: Yıldırım Bayezid- Annesi: Devlet Hatun
    Doğumu: 1379 Vefatı: 26 Mayıs 1421

    Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu. Babası Sultan Yıldırım Bayezid Han, annesi Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun'dur. Küçüklüğünden itibaren devrin en yüksek alimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393'te devlet idaresinde tecrübe sahibi olmak üzere Amasya'ya sancak beyi tayin olundu.

    Çelebi Mehmet, Ankara savaşından sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için fetret devrinde (1402-1413) kardeşleri Süleyman, isa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti. En son 1413'te Çamurlu mevkiinde, Musa Çelebi kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra, Edirne'de tahta çıktı. Böylece Osmanlı Devleti'ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmet, ilk olarak elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı.

    1414'te Anadolu üzerine yürüyerek Aydınoğlu Cüneyd beyin elinden Kayacık, Nif ve izmir'i aldı. Karamanoğulları'na ait Konya'yı muhasara etti ise de ikinci Mehmet'in af dilemesi ve tabiiyetini arz etmesi üzerine barış yapıldı. Ancak Karamanoğlu'nun sözünde durmaması üzerine Sultan Mehmet, Şehri ikinci defa kuşatarak zaptetti (1415). Daha sonra yapılan antlaşmayla Konya'yı Karamanoğulları'na bırakan Sultan, Beypazarı, Sivrihisar, Akşehir, Yalvaç ve Beyşehir kalelerini ülkesine kattı.

    Bundan sonra, evvelce Musa Çelebi ile birleşerek kendisine karşı hareket eden ve vergisini de göndermeyen Eflak beyi Mirça üzerine yürüyen Sultan, onu Yer-Göğü'de mağlup etti. Mirça, üç yıllık vergisini ödediği gibi, oğlunu da rehin olarak bıraktı. Rumeli'den dönüşünde Candaroğulları üzerine yürüdü. Tosya, Çankırı ve Kalecik'i ele geçirdi. 1416 ve 1420'de ilk defa Tuna ırmağının kuzeyine geçerek Basarabya'ya girdi.

    Çelebi Mehmet devrinin en önemli iç hadisesi Şeyh Mahmut Bedrettin isyanıdır. islam'a uymayan sapık fikirlerini halk arasında yayan Şeyh Bedrettin'in çıkardığı isyan kısa sürede Karaburun'dan Amasya'ya kadar yayıldı. Ancak ülkeye tek başına hakim olduğu günden beri Şeyh Bedrettin'in hareketlerini dikkatle takip eden Sultan, Şeyhin ve taraftarlarının başlattığı bu ayaklanmayı zamanında bastırmaya muvaffak oldu. Yakalanan Şeyh Bedrettin islam alimlerinin fetvası üzerine idam edildi.

    Aynı yıl Rumeli'de taht mücadelesine giren ve Düzmece Mustafa olarak da bilinen kardeşi Mustafa Çelebi'yi yenilgiye uğrattı. Mustafa Çelebi kaçarak Bizans imparatoruna sığındı. Bu olaydan kısa bir müddet sonra Sultan, Edirne'de avlanırken rahatsızlandı ve çok geçmeden de 26 Mayıs 1421'de vefat etti. Naşı Bursa'ya getirilerek Yeşil Türbe'ye defnedildi.

    Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmet, sabırlı, azim ve irade sahibi, sözüne ve vaadine sadık, vakur bir hükümdar idi. Sekiz yıllık saltanatını Allhü tealanın dinine hizmet etmek ve yolunu yaymak için kuvvetli bir devlet kurmaya feda etti. Küçük ve büyük yirmi dört muharebede bulunarak kırka yakın yara aldı. içte ve dışta daimi olarak din ve devlet düşmanlarıyla mücadele halinde iken yazdığı bir şiiri:

    "Cihan hasm olsa, Hakk'tan nusret iste!

    Erenlerden dua vü himmet iste!"

    beytiyle başlamaktadır.

    Çelebi Mehmet, memleketindeki refahtan diğer müslümanlara da pay vermek, Resul-i Ekrem'in mübarek komşularının dualarını almak için her sene onlara hediyeler gönderme adetini başlattı. Sürre alayı adı verilen bir heyetle gönderilen hediyeler, Mekke ve Medine'deki mübarek yerlerin tamir ve bakımı ile fakirlerin yiyecek ve giyecekleri için sarf edilirdi.

    Memleketin imarına büyük önem veren Sultan, Bursa'da Yeşil Türbe ile bir cami, medrese ve imaret, Edirne'de bir cami ve bedesten, Amasya'da da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.
    4 ...
  52. ebu said el hudri

    1.
  53. Mus’ab (Radıyallahu anh) adlı gül yüzlü genç geldi geleli Münevver beldede çok şey değişir. Mâlik bin Sinân hazretleri de onun müdavimlerinden biridir ve o feyz yüklü sohbetlerde çok şey öğrenir. Hanımı Ümeyse ve oğlu Sa’d da ona uyar, asr-ı saadette Müslüman olmanın hazzını yaşarlar. Bilirsiniz çocuklar “yürekten” sever, kadınlar “şeksiz şüphesiz” inanırlar. Her bahane ile Muhammed’den (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşur, muhabbet dolar, muhabbet taşarlar.

    Sa’d 7-8 yaşlarında sevimli ve zeki bir çocuktur, Mekke’den gelen her sahabeye Server-i Kânatı sorar. Geceleri rüyasında gördüğü nurlu simanın ona ait olduğundan adı gibi emindir, ama dünya gözüyle de görmeyi, ellerini açarak ona doğru koşmayı (burada biraz durur) hatta kucağına atılıp, bağrında ağlamayı çok arzular. Ah bir genç olsa dakika durmayacak Mekke’ye gidecek ve yüzü suyu hurmetine âlemlerin yaratıldığı Serverin huzuruna çıkacaktır ama...

    Ama buna gerek kalmaz zira şehri heyecanlı fısıltılar sarar, Fahr-i âlemin Medine’ye doğru yola çıktığını haber alırlar. Sa’d nasıl sevinir, anlatılamaz, kalbi kuş olur pırpırlanır, içi içine sığmaz. Beklenen müjdeci ufukta belirdiği an annesinden hurma, süt, ekmek alır, sahraya koşar. Gün yüzlü peygamberi “Talaâl bedru âleyna” (gün doğdu üstümüze) mısraları ile karşılar. Yüzlerce akranı gibi o da Kusva’nın ayaklarına dolanır, sevimli deveyi evlerine doğru çekmeye çabalar.

    Sa’d efendimizi bir kere görmekle ne büyük devlete ulaştığının farkındadır ama o dahasını da arzular. Gün boyu Server-i Kâinat’ın peşi sıra dolanır ona ufacık bir ikramda bulunabilmek için kendini paralar. Müminler Mescid-i Nebi’nin inşasına giriştiklerinde o da kollarını sıvar, Efendimizin yanıbaşında, Efendimizle omuz omuza çalışmaya başlar. Su taşır, kerpiç keser, taş kırar. Hem adı güzel Muhammed ne söylerse ezberlemeye bakar.

    Ah bir büyüse!..
    Gelgelelim Kureyşli müşrikler bu huzuru, bu saadeti çekemez, güçlü bir ordu toplar inananları cezalandırmaya kalkarlar. Müminler onları karşılamaya çıkarlar ki Sa’d bir süre mücahidlerin ardından koşar, elbette bu savaşta yer alamaz ama cengi yüreğinde yaşar. “Hadi sen dön artık” denildiğinde durur, diz çöker ve gözyaşları ile ellerini açar.
    Sa’d’ın zaferden yana zerre kadar şüphesi yoktur, Bedr gazilerini görülmemiş bir neşeyle karşılar. Onlara defalarca savaşı anlattırır, hiçbir detayı kaçırmamaya bakar.

    Sahabe-i Kiram, Uhud ovasında saf tuttuklarında Sa’d da yerini alır, cenkde pişmiş cengaverler gibi gözlerini kısar, ufukları tarar. Elinde harbeye benzetilmiş yamru yumru bir değnek, belinde kabzası kırık, kör, paslı bir kılıç vardır. Titreyen dudaklarına bakılırsa “dön” dendi mi boşanacak, hüngür hüngür ağlayacaktır. Babası onu Resûl-i Ekrem Efendimize takdim ederken büyük görünmek için parmaklarının üzerinde yükselir, göğsünü ileri çıkarır. Merhametlilerin en merhametlisi ona şefkatle bakar, bakar ve mübarek ellerini omuzlarına koyarlar. “Gelmekle ne iyi etmişsin Ya Sa’d” buyururlar, “ama senin vazifen Medine’de. Hepimiz burada olursak, kadınlarımızı ve çocuklarımızı kim koruyacak?”

    Sa’d disiplinli bir er gibi “başüstüne” der, şevkle Medine’ye döner. Boyu o kadar ufaktır ki kılıcının ucu yere değer ve yürüdükçe uzunca izler bırakır kumda. Sahabeler bir malum çizgiye, bir minik ayak izlerine bakar, hisli hisli yutkunurlar.

    Sabreden kazanır...
    Evet, Sa’d, Uhud’a katılamaz ama katılanlardan bile büyük bir yara alır. Biricik babası şehid olur, evlerinin direği yıkılır. Geçim derdi onun üstünde kalır ki, ne sanatı, ne de sermayesi vardır. Kenardaki yiyecekler tez tükenir, şimdi borç kimden istenir, hem nasıl ödenir? Annesi, açlıkla geçen günlerin ardından kardeşlerini gösterir ve “n’olur” der, “şuncağızların hatırına Efendimize git. O kapıya giden boş dönmez.

    Sa’d Efendimizin yüzüne bile bakamayacak kadar edeplidir, nerde kaldı bir şeyler istesin. Ama annesini de kırmayacak arzusunu yerine getirecektir. Lâkin ibadet için bir araya gelinen bir mekânda dünyalık istemeye utanır. Nasıl olsa Efendimiz birazdan Ehl-i Suffa ile sohbete başlayacaklardır, onlar dağılırken yaklaşmalı, konuşurken yüzünü gölgelere getirmeli, ya da gecenin karanlığı ile saklamalıdır. Beklendiği gibi olur, Efendimiz namazı müteakip sundurmanın altına gelir ve muhteşem bir sohbet yaparlar. “Kim Allahü teâlâdan başka herkesten yüzünü çevirir ve sadece ondan beklerse Rabbim onu zengin kılar” buyururlar. Kısa bir sükutun ardından eklerler ama sabra razı değilseniz isteyin, vereyim.

    Sa’d cevabını almıştır, erzak bekleyen annesine bu güzel nasihati getirir. Ümeyse (Radıyallahü anha) oğlunu bağrına basar, “en iyisini yapmışsın” buyururlar, “öyle ya O’nun (Celle Celalüh) hazineleri nihayetsiz değil midir?”
    Sonra neler olur biliyor musunuz? Ummadık yerden rızk yağar, hangi işe girseler kazanırlar, tuttukları taşlar altın olmaya başlar. Çok değil 3 sene sonra Medine’nin zenginleri arasına katılırlar. Genç yaşta kabilesine reis seçilir, sayısız bağ, bahçe alır, Bassa kuyusunu ve Ecred Kalesini ondan sorarlar.
    Sa’d (ileriki yıllarda onu Ebu Said el Hudri diye çağırırlar) Efendimizle birlikte 12 gazaya katılır.
    Peki Bedr ve Uhud mu?
    Onlar “tatlı bir hatıra” kalırlar…
    1 ...
  54. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük