Gerçi ev hapsinde mi ya da dışarı şahsi arabasıyla mı çıkıyor, bilmiyorum ama otobüste görünce yer verilmesi gereken ihtiyarcıktır. Kimilerine göre katil, kimilerine göre kahramandır ama bana göre yaşlı amcanın biridir. Zaten yaşlılara, hamile ve çocuklu bayanlara, gazilere, engellilere yer verilir. kenan evren'in paşa ünvanı alındı ve er oldu ama yaşlılığı elinden alınmadı ya. otobüste görürseniz siz yine de büyüğe saygıdan yer verin. yoksa kulaklarınızı çeker, hem sağdan hem soldan.
türkiye'de insan mı var? ördek sikene insan demem, işçisini sömüren patrona insan demem, hüloooğ diye bağıran koyunlara da insan demem, ocakta çay içip sokakta takım elbiseyle yol kesen yavru kurtlara da insan demem, atatürk ismi altında sığınım atatürkçülük değerlerini yok sayan tayfaya da insan demem, "devlöt bize bahmıyır!" diye molotof atana da insan demem, sokakta kol gezen hırsıza, tecavüzcüye de insan demem, uyuşturucuya bağlanmış gibi maaşa bağlanmış devlete kölelik eden memura da insan demem. bir de benim gibi mallar var ki biz insan mıyız? işte, türkiye'de insan olmadığı için bahsedemediğimiz bir değerdir.
edit: başlığı açanın girisi silinmiş ya da başlığı silmişler, bu da üstüme kaldı. olsun, artık bana girene ve çıkana aldırmıyorum.
feylesofça mırıltılar nedir?
hepimiz düşünürüz. ama bazılarımız öyle düşünür ki düşünceleri için yakılmış, asılmış ve en kötüsü dışlanmıştır! her şeye rağmen yine de düşünüyoruz.
"düşündükçe çıldırıyorum!" diyen deli de düşünüyor, onu iyileştirmeye çalışan doktor da düşünüyor. ben düşünüyor, sen düşünüyor, o düşünüyor... düşünmek bizim, biz insanların işidir.
"söz uçar, yazı kalır." derler. öyledir zaten, sözler uçacak ve yerine sessizliği bırakacak. ama yazılar okunacak ve hafızalarda kalıcılığa ulaşacak.
feylesofça mırıltılar beni çıldırtan düşüncelerin ya da nazikçe ifade etmek gerekirse, beni filozof kılan düşüncelerin yazılmış ve bir kitapta vücut bulmuş halidir.
felsefe, psikoloji, sosyoloji üçü bir arada, bu kitapta!
evet, psikologlara saygı istiyorum. ülkemizde psikologlara saygı duyulsun istiyorum. halkımızın psikologları tanımasını istiyorum
ben psikoloji okumak istiyorum ama neden? psikolojiyi seviyorum ve psikolojiye hizmet etmek istiyorum. psikolojinin hizmetinde olmam için psikolog olacağım. ama ygs-lys yüzünden psikolojiyi kazanamazsam ne yani, kazanamazsan psikolojiye hizmet etmekten vazgeçmek mi? hayır, ben hep psikolojiye hizmet edeceğim. psikolog olamıyorsam, psikologlara yardımcı olurum! işte bu uğurda, bu yazıyı yazdım. giriştiğim bu iş, umarım başarıya ulaşır!
öncelikle aklınızdaki tüm rivayetleri silin ve sadece gerçekleri öğrenin. şimdi aşama aşama bir şeyler anlatacağım.
psikologlar ilaç yazamaz, sadece konuşur. hep çiçek böcek der, relax der ama psikiyatrist ilaç yazabiliyor, psikolog sadece çenebazdır ehehe! gibi şeyler diyorsunuz ve ayıp ediyorsunuz. psikiyatrist, her konuda psikologdan daha iyiyse; psikologa niye hala var? çünkü psikologlara ihtiyaç var, psikologların da iyi olduğu konular var. psikolog ilaç yazamıyor ama tüm ilaçları biliyor. ilaçları bilmeli ki danışanın ne kullandığını ve kullandığının oluşturduğu etkileri bilmeli. zaten biliyor! psikoloji öğrencisi, tıp öğrencisine yakın biyoloji öğreniyor. bunu biliyor muydunuz? siz sadece relax kelimesini bilinsiniz.
sonra psikolog sadece çenebaz değildir! psikolog cezaevi, hastane, kreş ve anaokulu, özel sektörler birçok yerde çalışabilir. ve sadece konuşmaz! hastanede bir memur gibi sadece evraklarla da ilgilenebilir. psikolojik testlerin sonuçlarını inceleyip, evraklayarak psikiyatriste yollayabilir. psikolojik incelemeler yapıp, konferanslar düzenleyebilir. kısacası, psikologların çalışma sahası çok geniştir.
ve en aptalca ve en yaygın olan inancınızı yargılama zamanı geldi! psikolog oturduğu yerden para kazanıyor. oturuyor, her şeye kafa sallıyor ve saatte 150 lira kazanıyor. affedersiniz ama siz psikologları otopark mı sanıyorsunuz? saatlik işleme göre para kazandıklarını sanmanız saçma! psikolog dediğimiz nedir? genelde fen-edebiyat fakültesinin 4 yıllık psikoloji bölümünden mezun olmuş kişilerdir. ve bu kişiler, o 4 yılın sonunda aldıkları diplomalarla hemen klinik kurup, saatlerce oturarak para kazanmıyorlar ki. klinik açmak için çok şeye ihtiyaç var. zaten uzmanlık diye bir şey de var. klinik psikoloji, örgüt psikolojisi işte, çeşit çeşit uzmanlığı var. sakin bir tez yazıversin, uzman olsun yeah! demeyin. ya sertifikalar? bir sürü de sertifikası var bu mesleğin. bunca zorluğa rağmen bir de yasalar var. bu yasa konusuna tam hakim değilim ama psikologların mesleklerini icra etmesini kısıtlayan yasalar mevcuttur. psikologlar, darphane değildir!
bütün mesleklerin zorlukları vardır ve aynı zamanda tüm meslekler değerlidir. bazı meslekleri yüceltip, bazılarını aşağılamak bunlar hiç hoş değil. biliyorum, şimdi öğretmenler yaz tatilinde ve siz onların 3 ay yattığını düşünüyorsunuz. öyle düşünüyorsanız, bırakın düşünmeyi ve hayvan olarak yaşayın. neyse, konumuz psikologlardı. onları savundum ve savunmaya devam edeceğim. öğretmenleri savunmaya gerek bile duymuyorum çünkü onlar gani gani haklılar! bir de psikologları savunduk, psikiyatristler ne olacak? onlar da mükemmel, psikologun kardeşi *
öncelikle bu yazı bilimsel görünümlü olup aslında bilimsel olmayan bir yazıdır.
aklıma bir şey takıldı, hemen internetten bir araştırma gibimsi bir şeyler yaptım. üzerine fikrimi kattım, bu oldu.
öncelikle etrafınıza bakın; size en yakın tv sizden ne kadar uzakta, günde kaç saat tv izliyorsunuz, bulunduğunuz mekanların kaçta kaçında tv var? tüm tv'sel soruları kendinize sorun. ben sordum!
yatılı öğrenci olduğum için tv izlememiz kurallar çerçevesinde gerçekleşiyordu. yurtta tv yemekhanede durur ve maçlar izlenir. ben maç izlemezdim ama ben de yemekhanede bulunurdum. çünkü tv bağımlılığı içimize işlemiş. tv'de ne olduğunun önemi yok, sadece ışıklı bir ekran olması yetiyor. mesela biri "beyler! tv'de film buldum lan..." dediğinde koşarak tv'nin başına toplanırdık. filmin başı mı sonu mu, film güzel mi, kim oynuyor... hiç birini düşünmezdik. niye tv'ye hasrettik! buna zorlandık, belki sizin hikayeleriniz daha farklıdır ama ortak olan bir şey var, tv'ye bağlandık.
eve gidince kanepeye yatıp saatlerce tv izliyorum. bakın "tv izliyorum." dedim, film ya da program demedim. neden? yurttaki baskı, bizi seçici izleyici olmamızı engelledi aksine bize sadece kumandaya hakim olmayı öğretti. tv sadece evlerde ya da yurtta mı? şehirler arası seyahat ediyorum, her koltuğun tv'si var. eskiden bulmaca çözerdik, kitap okurduk, belki uyurduk ama şimdi? "kardeşim sen yine bulmacanı çöz!" diyebilirsiniz, ben zaten sadece müzik dinliyorum ama diğer yolcular? onları bilinçlendirmek için artık çok geç! önlerine tv koyuyorsun, tüm yol kurcalıyor. önlerine içinde sadece 0-3 yaş için olan çizgi film koyun, yine izleyeceklerdir. daha kötüsünü geçen fark ettim. şehir içindeki belediye otobüslerine bile tv koymuşlar. sadece reklam için yayın yapan kalan var ve yine de herkesin gözü o ekranda.
sözümü şu istatistiksel veriyle bitireyim:
türkiye'de okuma ve izleme oranları
dergi okuma oranı % 4
kitap okuma oranı % 4,5
gazete okuma oranı % 22
radyo dinleme oranı %25
televizyon izleme oranı %94
kaynak: http://istatistikler.net/izleme.html
temel kavramlar
ad - soyad: talha can
kullandığı ad: schidier (schizoid+soldier)
yaşadığı yer: türkiye'nin çeşitli illeri
meslek: öğrenci
yaş: 21
fiziksel özellikler: 183 cm / 67 kg
sıkça kullandığı kelimeler: "hala ölmedik mi?"
alışkanlıklar: aşırı alkol tüketme
gelişim süreci
rol modeli: adolf hitler
çocukluğu: çevrece sevilen, çevreye uyumlu bir çocuktu
çocukken olmak istediği meslek: asker
çocukken favori aktivitesi: kitap okumak, koşmak
geçmiş
hayatını değiştiren olay: üniversitede dayak yemesi
en büyük başarısı: blog yazmak
en büyük pişmanlığı: intihar etmemek
yaptığı en büyük kötülük: ilk cinayeti
en korktuğu an: ilk cinayetini işlediği gece polislerle karşılaşmak
en büyük utancı: bilmediği konu hakkında konuşulmaya zorlamak
hatırladığı en mutlu an: lise mezuniyeti günü
hatırladığı en kötü an: lise mezuniyeti günü
yargılar ve inanışlar
genel olarak: pesimist
en büyük korkusu: tutuklanmak
politik görüş: nasyonal sosyalizm
başarılı bir hayat için gerekenler: iş - eş - düş
önyargılar: herkes düşman olabilir
çevre ve ilişkiler
hayatındaki en önemli insan: ***** *****
hayatındaki en önem verdiği şey: internet
arkadaşları: tüm tekeller
medeni hal: bekar
kendisini koruduğuna inandığı: iç ses
eğer ölürse: geceler daha kirli, gündüzler daha temiz
liderlik: zorbaca
beğenilen ve hoşlanılmayan şeyler
zaman geçirmekten zevk aldığı hobi: gözlem yapmak, kişileri takip etmek, kitap okumak
en kıymetli eşyası: tabancası, bıçağı ve telefonu
en sevdiği renk: yeşil
en sevdiği yemek: sebzesiz tüm yemekler
sigara ve alkol: sigara kullanmıyor - alkol kullanıyor
en çok güldüren şey: bir çiftin bağırarak sokak ortasında tartışması
en çok rahatsız eden şey: el ele tutuşarak dolaşan çiftler
kontrolü kaybettiği durumlar: müzik dinlerken rahatsız edilmek
ayna karşısında
birey olarak en büyük gücü: analitik düşünme yeteneği
zayıflığı: özünde duygusal oluşu
cinayet işleme sebebi: intihar edememek
5 yıl sonra olabileceği yer: hapishane
tercih ettiği ölüm biçimi: kurşuna dizilmek
vereceği tavsiye: "insanlar sadece insanların yanında insandır, yalnızken hepsi birer canavar olur."
şahsımca düşünülerek uydurulmuş (kendimden ilham almış olabilirim) ve şahsımca tasarlanmış bir karakter. daha fazla detaylı bilgi ve hikayesini de yazacağım. karakter resmi de ben tarafından heromachine 2.5 kullanarak yapilmiştir. öyle işte..
--spoiler--
Bu sadece karakter analizidir, daha hikayeleri yazılmamıştır ama yazım aşamasındadır.
olamadığımı internette olurumcular aramızda!
evet, insan hayatta olmadığını internette oluyor. sanal dünyada çok farklı kişiliklere dönüşüyor.
hayatta aynı, nette aynı
bazılarımız hayatta neyse sanal dünyada da aynı farklı olma çabasına girmiyor, sanal dünyanın, normal dünyadan üstün olan özelliklerini kullanmıyor.
hayatta değişik, nette de değişik, hep değişik
işte bu kişilerden biri de benim. normal dünyada mevcut olmayan özelliklerinden dolayı sanal dünyada yaşamaktan zevk alıyorum ama normal hayatımı da netteki gibi yaşamaya çalışıyorum. sanalda isimsiz bir iş yapsam ve bunu kim yapmıştır diye sorulsa ve şıklardan biri ben olsam cevabınız ben olurum. çevremdekiler beni tanıyor ve bu yazdıklarımı okuyanların bir kısmı da çevremdekiler. hayatta neysem, burada daha aşırısıyım. ama bu da tehlikeli normal dünyada, sanal dünyada yaşadığım gibi yaşamaya kalkınca zorlanıyorum. iki yüzlü olmayı beceremem! belki diyorsun, "nedir, bu sanal dünyanın üstünlükleri?" şu an bu yazıyı yazarken burnumu karıştırıyorum ama senin haberin yok. pışşt güzel kız, sen sevgilinle mesajlaştığını sanıyorsun değil mi? sen öyle san, sevgilin bizle batak oynuyor. seni düşünüyorum diye mesaj atarken aslında hangi kartı atsam diye düşünüyor. ben mi? ben bu kadar yazdıklarımı bir nefeste bir kişiye anlatamam. yazıyorum, isteyen okur! konuşmaya üşendiğim için sanal dünyadayım.
hayatta efendi, nette alemci
yazdıklarını bir okusanız ki bir okuyun. sanırsınız ki en büyük o! nette küfürlü bir üslupla bir kitle oluşturur ama hayatta küfredemez. çoğu sözlük yazarları öyledir, çok entel ve elit olmak isterler ve öyleymiş gibi yazarlar. o yazdıkları entryleri normal hayatta kullansalar (ki kullanmazlar, kullanamazlar) çevreleri tarafından dışlanırlar. bu gibi tipler, hastalıklı tiplerdir. gerçekten orijinal net insanlarının eteklerinin altında dolaşırlar ve taklit edip onlar gibi olduklarını sanırlar ama normal onlar bir hiçtir. gittikçe de hastalıkları ciddi boyuta oluşur. çift karakterli olmaya başlarlar. nette ayrı bir hayat yaşarken, dünyada ayrı bir hayat yaşarlar. twitter ve sözlükler sizleri hasta ediyorsa kullanmayın! ya da hayatta aynı, nette aynı olun...
--spoiler--
eskiden ya da yeniden, fark yok! erkek yine aynı üçlemeyle yaşıyor;
fok : futbol-otomobil-kadın
futbol'un tarihi mö. 2500'lere dayanıyor. erkekler futbolsuz duramamış ve duramayacak da...
otomobil, erkek otomobile ulaşmak için taşlarla önce tekerleği icat etti. otomobili bu günlere getirmek için çok çalıştılar ve artık onu bırakamazlar.
kadın, erkekle beraber aynı zamanda piyasaya sürülmesine rağmen erkek onu sahiplendi. yıllardır, bu değişmedi.
ayılar... pardon erkeklerin facebook kullanışı
profil resimleri nasıldır?
futbolsal olarak: muhakkak takımının formasıyla bir fotoğrafı vardır. formaların %73 çakmadır. maç öncesi-anı-sonrası fotoğraf muhakkak olur. maçtan önce "el, kol sallaya sallaya halı saha mezar olacak." gibi fotoğraflar mevcuttur. maç anı fotoğraflarına gelirsek %98 sahtedir, tam gol atarken nasıl fotoğrafın çekilsin? maç canlı yayında verilmiyor her halde, aptal değiliz. maç sonrası ellerde su şişeleri, terli formalarla "yenildik ama ezilmedik!" ayaklarında fotoğraflar olur.
otomobilsel olarak: internetten indirdiği son model otomobil resimleri koyabilirler. ya da sokakta beğendikleri otomobille hatıra fotoğrafları çektirebilir de. bir de apaçi arkadaşlarının modifiye edilmiş doğanlarıyla resimleri de olabilir.
kadınsal olarak: kız arkadaşı varsa hemen resim koyar, "yengeniz olur." gibilerinden onların asdasfaebelerinisikeyimafadfa neyse paint terk ürünler de vardır. paint kullanılarak aysun kayacı'yla fotoğraf çektirdiğini iddia edenler de çoktur.
diğer: bir joker sevdası vardır ki joker, joker olduğuna pişman olur. joker'in selamı var, diyor ki: "profil resmine joker koyanların ağızlarında dinamit patlatacağım!!!"
iletiler
hepsi çalıntıdır. ayılar, ahmaktır ve düşünemezler. öyleyse o yazıları kim yazıyor? ben gibi bir kaç düşünür yazıyoruz ama sonra sheyt@n çocux copy-paste yapıyor ve duvarında yayınlıyor. ama aşk acısı, laf koymalı sözleri ben yazmıyorum, benimkiler felsefe ağırlıklı ama hırsız apaçi onları da çalıyor, çalmayı alışkanlık haline getirmiş günahkar peze.... neyse, öylelerine basın engel!
sayfalar
nefes aldıktan sonra verenler xd
facekopss xd
facematik xd
ruhum fırlama napıııımm xd
liseli qencl1qh xd
koptuq mu xd
bu sayfalar "kızlar, kendini güldüren erkeklere bayılır." mantığıyla kız tavlamaya çalışan erkekler tarafından kurulmuşlardır. ama görüyoruz ki kızlar sadece gülüyor ama yapılan aptallığa gülüyor.
harfler
eskiden harfler eksik yazılırdı, pratiklik der anlayışla karşılarım ama vereceğim örnekler eşeklik, amelelik ürünü;
*ko¥du¥sa sana ¥okluqum i$te o zaman mutlu¥um...
*ruhun satılmı$sa çar$ı pazarda teselli arama ßo$ sokaklarda mazin kirlenm$ lekesi çoksa güzellqn ne¥e ¥arar $erefn ¥oksa
*deqer werdik ¥eteri kadar. artık herkez ederi kadar..!
*aldanma diye ßirsey yoktur. sadece ßiraz fazla qüwenmek wardır. we insanı aldandıqı deqil . en çok qüwendiqi aldatır..!
şimdi fok'un incelenmesi
futbol: her maç öncesi, anında, sonrasında paylaşım yapar. sanki ntv spor battı da yayını ve kendisi veriyor. hepsi facebook kirliliğidir!
otomobil: ne kadar otonobil markası varsa hepsinin sayfası beğenilir ve sayfadaki resimler aptalca yorumlarla paylaşılır. "bu araba bende olacak üf üff...", "bu araba böyle mi sürülür be!" filan komik şeylerdir bunlar.
kadın: buranın facebook olduğu unutulur ve arkadaş bulma sitesi gibi kullanılır. hüseyin kaya'yı unutmadık. (bkz: filiz sevişelim mi?)
dur!!! tamam, hemen "ben bunları yapmıyor ki :( " deme. önce otur, sakinleş, bir bardak su iç, dolaş gel... şimdi si...git! ben de yapmıyorum bunları ama yapanların mevcut olduğunu sen de ben de iyi biliyoruz.
--spoiler--
eskiden kızlarımız şöhret olmak için istanbul'a kaçardı ve birinin altından geçtikten sonra ünlü olurlardı. bu aşamalardan sonra kapris yapmaya başlar, kimseyi tanımazlardı.
şimdiki kızlarımız daha şöhret olmadan kapris yapıyorlar. tamam, istanbul'a kaçmak şart değil; sakarya'ya kaçın birinin altından geçin (yardımcı olurum) sonra hava atın pompa gibi.
kızlarımızın facebook kullanışı
birden fazla facebook profiline sahip olmak
sebepleri bellidir. "ayy çok amele vardı, hep eklemişler beni..." arkadaşlık isteğini kabul etme sende. "virüs girdi, herkese aptal saptal mesaj atıyor..." her uygulamayı kullanırsan olacağı bu.
"skldım" sen sıkılmamışsın si... neyse, sakinim.
hesap dondurma
dondurmadan bir ay önce hazırlıklar başlar, sanki sınırötesi operasyon hazırlığı yapıyor. herkese "sosyalleşmem lazım, bu feysbuk bağlılık yapıyor canım cicim. hesabımı dondurcam şimdi merak etmeyim beni taam mı pampişim..." bir ay herkese mesaj atar, gidiyorum tarzında sanki intihar edecek. hepsi popüler olmak içindir.
donan hesabı açmak
bir ay yapılan hazırlık sadece bir hafta içindir. lanet bir hafta sonra facebook üzerine çöker. "benn geldimmm ** " bu iletiyi herkes beğenir, yorum yapar diğer kızlarda "cok ozledık senı nerdeydın yaa :d canımmmm cıcım benım" (zavallı 0.facebook kullanıyor ve türkçe karakterlerde "sıfır" zaten) işte böyle vakit geçirilir...
kapalı profil resmi
anasayfaya şöyle bir ileti gelir: "x.x profil resmini değiştirdi." bakarsın, yarın aynı ileti ve bakarsın aynı resim ve yarında hep aynı... sonra duvarını okuma zahmetine girersin: "canımm resimlerini açsanaaa :d" "kuziş (kuzu şiş gibi) bu kapalı profil olayı sıradaki maddeyle ilgilidir. bir de kız profil resmini aç diyenlere "düzenlememm lazıım ;)"der. tabi diyecek aynı resim 8 kere paylaşılmış, bazı resimler kesilmiş, köşesine "chılgınş kiz" yazılmış resimleri düzenlemek şarttır.
beğenilen profil resmi
profil resmi 60-70 kez beğenilmeyince kızlar depresyona girermiş sanırsam. kız resmin köşesinden nah yapsa bile çok şekerce denilip beğeniliyor resim. beğenmeyeni dövüyor sanırım. hilal cebeci bile meme gösterip kendini beğenirken bizim kızımız burger king'te hamburger yerken ağzı burnu ketçap olmuş resmi hemencicik beğeniliyor.
iletiler
aşk içerikli, laf sokmalı, copy-paste tarzı bir sürü ileticik. herkes beğeniyor, özü yok! mesela "gidiyorum.gidiyorsun.gidiyor.gidiyoruz.gidiyorsunuz.gidiyorlar." ya bi s..tir git! kötünün iyisi "çarşıya gidiyorum, alış-veriş yapıp para harcıcam! ehehe * " yaz, haksız mıyım? tarafsız değil, taraflı olup ama benim tarafımda.
ilişkiler
oylamayın şununla! ilişkisi var, yok, var, yok... bir de yorum yapanlar var: hayırlı olsun, geçmiş olsun, hayırlı olsun, geçmiş olsun...
dur!!! tamam, hemen "ben bunları yapmıyor ki :( " deme. burada genel bir yargı var, genelleme yapıyorum ve böyleleri var. inanmıyorsan dondurduğun facebook hesabını aç ve bak.
--spoiler--
"umumi kalem" adlı blog içinde devam eden bir dizidir. şu an 9. bölüme gelmiş olmakla beraber, her bölüm beklenmeyen sürprizler oluyor. kime göre, neye göre sürpriz? ben yazmama rağmen, ben bile yazdıklarıma şaşırıyorum. en son 9. bölüm yayınlanmıştır.
tutsak savaşçılar bölüm 9: http://umumikalem.blogspo.../tutsak-savascilar-9.html
Kıskanç bir kişilik olan (bkz: imambayıldı yemeğini kıskanan papaz) papazın it öldüren şarabında bekletilmiş patlıcanlardan yapmış olduğu ve tarifini gizli tuttuğu lezzetli bir yemek(?)
Türk mutfağını incelerken -imambayıldı- yemeğiyle tanışan papazdır. Kendi kendine: "Lan! arkadaş, neden benim adımla ilgili yemek yok?" diye isyan edendir, kıskanç bir tiptir.
dostumun dostu dostumdur diye iletişim kurduğun kişidir. ama arkadaşını alır senden! anlamaz ki o kişi benim arkadaşım, senin sevgilin. aslında tüm sevgililer yavşaktır.
not: bu başlık (bkz: sevgilinin yavşak arkadaşları) başlığına tepki olarak açılmıştır.
Öncelikle şişkolardan kasıt obez olan, yani sağlık sorunları olan kişiler değildir. Şişkodan kastımız zevk için yiyip yiyip sıçmayandır.
Şişkolardan nefret etmek nedir? Onların varlıklarından rahatsız olmaktır. Bu şişkolar biz ilkokuldayken bizi döven şişko çocuktur. Futbol maçı yaparken sizi iterek sakatlanmanıza sebep verendir. Gözünüzün önünde 5 tane simit yiyip sizin de simidinizr saldırandır. Lisedeyken kavgaların panzeri olandır. Beden dersinden sonra tüm sınıfı ter kokusuyla boğandır. Herkes terler ama o şişko sınıfı boğar. Üniversitede sevgilinizin yanında eşek şakası yapandır. Yemek yemeye gidildiğinde hayvan gibi yiyip hesabı size takandır. Her yerde zararı olandır. Nefret edilen tipler olduklarından sevgi nedir bilmezler ve arkadaşlarına da kazık atarlar. işte bu tanıma uyan şişkolara duyulan hise nefret etmek deriz. Şişkolardan nefret etmek budur.
Kendisi lgs - oks - sbs artık döneminde hangi sınav varsa ona çalışmamış olan kişilerdir. Fen lisesine hayrandır ama kıskançlığı sebebiyle fen lisesine ve fen liseliye hep çamur atarlar. Bir fen liselinin yapamadığını kendi yaptığında: "Fen lisesine giden adam yapamıyor ama ben yapabiliyorum, hem de ben düz liseliyim!" gibi sevinç nidaları atarlar.
Düz lisenin düzülmesi gereken öğrencileridir.
Haberleri izledikten ve amca baba muhabbeti dinledikten sonra siyasi fikri oluşan hatta oluşmayan liselidir. Duyduklarını anlamadan anlatırlar.
Hükümet yavşağıysa hükümeti öve öve bitiremezler. Diğer partilere söverler.
Hükümet karşıtıysa, hüşümete kayarlar. Bir de "Ah ben başta olsam..." gibi laflar söylerler.
Hükümet yavşağı ya da karşıtı fark etmez. Siyaset konuşan tüm liseliler komiktir. Daha kendileri derslerini kurtaramazken, ülkeyi kurtarmaya kalkarlar.
Evrimi savunan liselidir. Biyoloji derslerinde her olayı evrime dayandırmaya çalışır. Sınıftaki arkadaşlarının küfürlü tepkilerine karşılık kendisi bilimsel konuşmasına devam eder. Ama bilimsel konuşması bülent ersoy'un sanatsal konuşmaya çalışmasına benzer. Ateist olmadığını iddia eder. "nasıl Hem evrime inanıp hem allah'a inanıyorsun?" diye soru sorduğunuzda "evrime inanılmaz, evrim din değildir, evrim kabul edilir." gibilerinden cevap verir. Din derslerinde en arkaya geçip dersi dinlemezler ve her zaman ateist olmadıklarını savunurlar.
edit: bu yazıyı lisedeki bir arkadaşımdan esinlenerek yazdım ve arkadaşım uzun bir süre sonra bu yazıya denk gelmiş, birazcık da kırılmış. yazımı okuyan arkadaş, bunu da okusun. seni seviyorum m.d.e hayatında başarılar... (25.10.2012)
yumurta dölleme olayında rakibim olan ve benim yüzümden 2. Olan sperme yazdığım yazıdır.
Evet kardeşim, senle iyi güzel günlerimiz oldu. Baba testisinde iyi günlerimiz oldu. iyi anlaşır ve birbirimizi kollardık. Hatırlar mısın bilmiyorum ama bir gün babamız mastürbasyon yapıyordu ve ben hemen yarışa başlamıştım. işte sen beni uyarıp bunun mastürbasyon olduğunu, yolun sonunda yumurta olmadığını söylemiştin. Söylemeseydin ben de peçeteye yapışan diğer kardeşlerle aynı kaderi paylaşacaktım. Ama hayat adil değil. Babamız annemizi buldu, daha doğrusu annemi buldu. işte cinsel ilişki başlamıştı. Tüm spermler yarışıyorduk. Yumurtayı ilk dölleyen olmak için çıldırıyorduk ama yarışı ben kazandım! Sense yarışı kaybettin. üzgünüm kardeşim, iyi olan kazandı.
Bu sivrisinek alkoli çok severler. Nerede alkolik bir insan görseler "aha bunun kanına ne alkol karışmıştır lan?" diye sevinerek insanın damarına yumulurlar. Alkollü kanı emdikten sonra ters uçtukları da rivayet edilir.
içeceklerin sonunu içme teklifi. toplulukta yaygındır, örnek vermek gerekirse yurtta kola alınır herkes bardağıyla içer ve odaya biri girer ve "kolayı bitirmeyin de dibini dikeyim." der. şişeyle az kalan içeçek tüketilir.