saat 12:34:56'da 100 yılda bir görülen bir doğa olayının gerçekleşeceği gündür.
bu günde saat ve tarih sayıları yan yana koyulduğunda karşımıza 12:34:56 - 7/8/9 veya 123456789 çıkıyor. bir saniyelik de olsa bu doğa olayına şahit olmak için bir çok kişi şimdiden beklemektedir.
o güne kadar gözünüzdeki; o taparcasına sevdiğiniz, tek bir kılına zarar gelse üzüldüğünüz, hayattınızdaki ilk erkeğin ve tek hayat kahramanının bittiği, gözünüzden düştüğü andır. yakaladığınız anda ona başka bir gözle baktığınızı, içten içe annenizin yerine kendinizi koyup kinlendiğinizi hissedersiniz. o kahramanın yerini ayaklar altında ezilesi bir insan halini aldığını anlarsınız. babadır, candır, ne olursa olsun değeri bilinmesi gerekendir ama birkaç dakika içinde yer çekimi alanına girmiş ve düşmeyi başarmıştır ve ne yazık ki belki asla affedilmeyecek olandır. dedim ya babadır, olanlar unutulur, hallolur, üstünden zaman geçer ama asla affedilmez. o kahramanın bile bir gün çöktüğünü görmek üzer adamı... anneye olanların söylenmesinin gerektiği veya gerekmediği ise insanın üstüne tonlarca bir yükmüş gibi biner elde olmadan.
sevgilinin aldatmasından çok farklıdır. öyle ki keşke o aldatsaydı da babam böyle bir şey yapmasaydı diye iç geçirilir. sevgili sadece sizi aldatmışken babanız sizi, annenizi, kardeşlerinizi aldatmıştır. ayrı bir koyar adama. şaşkınlıkla, üzüntüyle, babanızı öldürcek gibi bakarken bulursunuz kendinizi... elinizin kolunuzun bağlı olduğunu hissetmek ise hepten bu acıyı çoğaltır.
ne acıdır ki birçok insan için* bir türkiye gerçeğidir. öğretmenin yalnızca kağıt üzerinden seçildiği, onun da seçilmesinde ülkemizde bulunan 8768756 dereden su getirtilmek suretiyle imkansızlaştırıldığı, olunmak için öne konan her engelde kazığı acı acı sokmayı zevk sayanların, "ben yaptım şimdi onlar düşünsün" mantığıyla ilerleyen bir ülkede hayallerin gerçekleşememesidir.
senelerini verirsin, diz çürütürsün onu bırak meslek aşkıyla yanıp tutuşursun ama o hayallerle başladığın fakültenin son bulmasıyla birlikte insanın eline geçen koca bir sıfırdır. yolda yürürken bir veletten; "iyi günler öööretmeniiimmm" sözünü her duyduğunda isteyip de olamamakla hepten bir koyar insana.
sınıfa girip kapıyı ardından kapatmayı isteyip bu imkanın sana sunulamamasıdır. sümüğü akan, defteri karışık olan, derste arkadaşının saçını çeken, "dinle" deyip dinlemeyen öğrenciyi eğitmek isteyip eğitememektir.
alınan, okunan, araştırılan her bilginin birgün lazım olur düşüncesiyle bir kenarda tutulduğu ama o bir günün belki de gelmeyeceğinin sezilmesiyle insanın içinde bulunduğu duruma sövmesine vesile olmaktır.
topuklu ayakkabıların verdiği acıya, alışkın olmadığın gömleklere rağmen örnek olmak adına yapılan onca şeyi göze alıp, evde bir çocuğa bakamayan velilerin çocuklarının tümüne bakmayı hevesle, seve seve kabul edip gene de olamamaktır.
ellerinin tebeşire bulanamaması, sıra aralarında yürürken öğrencileri inceleyememek, verilen sikindirikten kılavuz kitabının yapraklarına "kopuyor" diye sövememek, seneler geçse de adının unutulmayacağını düşünürken adını sınıfın ortasında bile söyleyememektir.
öğrencilerin öğrendikleri her yeni şeyde gözlerinin içindeki o ışıltıyı görememe, "sorulan sorularla madara olur muyum lan acaba?" düşüncesine kapılamama, "sonunda öğrettim" deyip azmin zaferine sevinememektir.
kısaca; sevdiğin, gönül ve emek verdiğin, hayallerini üstüne kurduğun, "yeterki olsun" dediğin mesleği yapamamaktır. tuhaftır...
insanın tüm insani duygularını silip yerle bir eden durumdur. sen tüm içtenliğinle bir adım atarsın karşındaki ön yargılıdır ve hemen yanlış anlar ki zaten ne olduğunu da anlamadığı için bu duruma düştüğünü düşünür attığın adıma üzülürsün. bir de terslenmekle adamın asabını hepten bozar.
aşırısına kaçıldığında kıraç misali; "ayşem ayşeeeemm" diye çığırmaya neden olabilecek durumdur. dışarıdan bakıldığında fatmayı, ebruyu, aliyi sevmek gibidir ama yaşayan için bambaşka duyguları yaşamaktır.
yabancısı olunan, ilk defa gidilen veya oradaki insanlarla bir daha karşılaşılmayacağı düşünülen ortamlarda yapılan saçmalıkların ardından rezilliği örtme çabası içine girmiş kişi tesellisidir. özünde boşvermişlik yatar. "amaaannn... siktir et" ile başlayan cümlenin ardından gelen muhtemel sözüdür hatta yapılanların ardından. kendi kendini kandırmaktan ibarettir bazen. söylenilen kişiye göre öyle bir cevap gelir ki gülsen mi ağlasan mı diye ne yapacağını bilemezken bulusun kendini...
şöyle ki;
mini etek giyip arabaya oturan hatun ve sevgilisi kısa süren yolculuk sırasında aralarında geçen diyaloglar bu işi özetler niteliktedir... edirne- istanbul arası iki sevgili yolculuk etmektedirler fakat bu yol üzerinde yolculuk yapan sadece onlar değildir ve gümrükten geçen kamyonlarda yolculuk yapan yurdum kamyoncuları da bu yol üzerinde seyirhalindedirler. yandan geçen kamyonlardaki adamlar her nedense(!) hatunun mini eteğinden dışarıda kalan bacak kısmını süzmektedirler. er kişi hemen celallenir ve;
-"ört şu bacaklarını gelip geçen bakıyor" diye bir anda geç de olsa bir erkeklik taslar.
hatundan beklenen cevabın gelmesi gecikmez:
-aman canım beni gören bi daha mı görcek boşver.
dayanamayan er kişi anında atılır ve;
-"götünü aç da cama daya o zaman. seni gören bir daha mı görecek nasılsa" der ve olaya son noktayı koyar.
sonrasında tek kelime etmeden o bacak tabir yerindeyse eşşek gibi örtülür.
denilen kişi, yer, zaman ve şartlara göre bir daha düşünülüp de söylenilesidir. çünkü; sonrasında gelen laflarla alt olabilmeniz an meselesi olabilir.
yaşanmış her şeyi bir kenara bırakıp, unutup ya da unutmaya çalışıp hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlamaktır. çoğu zaman zor gelen, oldu ki kolay geldiği hissedildi onda da tam anlamıyla becerilemeyendir. hayat öyle dizayn edilmiştir ki elbet bir şeyleri olduğu gibi durur, yerini korur. yani sıfırı asla göremezsiniz. ondan dolayı genelde yalan olandır. özellikle yaşamın zorlu dönemlerinde başa dönme arzusundan ibarettir. geride bırakmayı hedefleyip bırakamamakla sonuçlanan, gene de bıkıp usanmadan istenilendir.
(bkz: sil baştan başlamak gerek bazen)*
günümüz koşullarında diplomalı işsiz olarak hayatta yer edinilmesinden ötürü ne yazıkki gece gündüz düşüncelere boğulmaya sebebiyet verendir. bir dizi belirsizliklerin başlangıcıdır. yıllardır; "bitse de kurtulsak" denilen okul hayatının son bulmasıdır. tuhaftır, bittiği gün tuhaf gelir insana... geçen senelerin sana ne kattığını düşünür kendi içinde muhasebelere başlarsın.
son demlerinde güzel gelen okulun bitmesi, öğrencilikten çıkış, hayata atılan ilk adımın başlangıcıdır. "biraz daha uzasaydı keşke" diye iç geçirmeyle insanın içini bir tuhaf eder. ne acı ki sevilen birçok şeyi geride bırakmayı gerektirir.
bakışıyla insanın içini ısıtan, tenine dokunuşuyla yakan, nefesiyle insanın içini titreten sevgilinin olmayışıyla insanın içinin ürpermesi halidir. özlenen kişinin yokluğunda yalnızlığın dibine vurmuş insanın derinden hissettiğidir. durup durup bir iç geçirme, sadece düşüncelerde yanında olduğunu hissetme çabası içine girip onun da becerilemediği anlarda insanın ayrı bir titremesine neden olur.
sevgiliye söylenebilecek en manidar şarkılardan biridir.
önce müziğiyle sarar insanı. ardından sözlerini hissedersiniz. derinden hissettirir hatta kendini zaman zaman... fazlasıyla benimsenen, bedenden bir parça olan sevgiliye yakarıştır bir yerde. gitme diyebilmenin başka bir yoludur belki de. tabiki anlayana...
teşekkür ederim
bana ilk defa aşkı tattırdığın için
bana severek yaşamayı öğrettiğin için
hayata sımsıkı sarılmayı gösterdiğin için
teşekkür ederim
bana sevgiyi,hasreti,acıyı tattırdığın için
beni kıskanç ve nazlı bir kız yaptığın için
bana bir bakışınla hayatı toz pembe gösterdiğin için
teşekkür ederim
az da olsa bana kalbinde bir yer ayırdığın için
beni birazıcık olsun sevdiğin için
bana unutulmazlığı kanıtladığın için
teşekkür ederim
gözlerimi açtığın için
son kez teşekkür ederim kalbimde kapanmayacak bir yara açtığın için
bu teşekkürler az bile *
insanı kısmi de olsa bunalıma sokan durumdur. "aman canım bana ne" dense de biraz da olsa insanın içinin gitmesine sebep olandır.
daha dün gibi hatırlarsın sıra arkadaşınla oturup bacaktan kopya çektiğin, kapıda dikilip millete kulp taktığın, laf atan ergen erkek arkadaşlarını birlikte kovalayıp iki taraftan kıstırdığın günleri... öyle saçma sapan şeylerde elbirliğiyle işler yapmışsınızdır ki böyle ciddi şeyleri bünyeniz kaldırmaz adeta. o kadar yaşlandık mı? demeden edemezsiniz bir türlü. yaş kemale ermiştir de siz hala kitaplar arasında boğulduğunuzdan farkında değilsinizdir. siz çocuk olduğunuzu düşündüğünüz anlarda millet almış başını gitmiştir. hele bir değil, iki değil sırayla birçok arkadaşınız bu ciddi işe kalkışmaya başladıysa, "noluyoruz lan!" derken bulursunuz kendinizi... "biz mi yanlış iş yapıyoruz acaba?" diye düşünürsünüz. sanki millet sizi bekleyecektir. nedense öyle bir izlenime hakim olursunuz. "benim evlenmeme daha çok var beklesenizeee. tuvalete gittiğimiz gibi bunu da beraber yapalım" dercesine buruk bir ifadeye bürünürsünüz sebepsiz.
ardından gerçek yaşama dönüp şükredersiniz halinize. evlenip bu yaşta o kadar sorumluluğu almanın kolay olmadığından dem vurup, kendi kendinizi bozduğunuz gibi tamir etmesini bilirsiniz. iki gün sonra bilirsiniz zaten bu dertten başınızın etinin yenileceğini. anın tadını çıkarmakta fayda vardır deyip mutluluklar dilersiniz sadece. onu da dilerken bile bir tuhaf olursunuz. tuhaf olmanızın sebebi evde kalmanız falan değildir elbette. sadece çocuklukta yapılanların ne kadar mazide kaldığını dank ettirir kafanıza var olan tuhaflık ondan dolayıdır tamamen...
pilli oyuncakların bir zaman sonra kaçınılmaz hazin sonudur.
çocuğun oyuncaktan ilk hevesin alınması aşamasında gereğinden fazla kafa sken oyuncağa büyükler tarafından yapılan bir komplodur. ilk birkaç gün hatta ona bile tahammül edilemez çoğu zaman ve birkaç saat ses çıkaran, hareket eden oyuncağın işlevine son verilir ki oyuncak sahibi çocuk sessiz sakin oynasın, milleti rahasız etmesin, kısaca; kafa ütülemesindir. her zaman için kesin çözümdür.
yurdum sözlüklerinden biridir. kastamonu ilinin konuşma aksanın yer aldığı butonlar adamı bir anda gülme krizine sokabilmektedir. başta butonlarıyla insanı yarar adeta. garuştu, gaydol, götü vs...
site içindeki yazılara da bakılırsa harbiden memleket havasını solumak isteyenlere birebirdir. "gülmemek için çok zorlamayın kendinizi, bırakın çıksın" denilesidir.
nefesin zor alınıp verilmesi, bir tek kirpiğin bile ağır gelip bünyeye yük olması, içinde bulunulan duruma lanet etmekle kendini gösteren durumdur.
bir anda solumak istemezsiniz odanızdaki havayı. parmağınızı bile kımıldatmak zor gelir. gözlerinizi kapatıp düşünmek istersiniz onun bile yoracağını düşünüp vazgeçersiniz ki düşünürken bile yorulduğunuzu düşünürsünüz. öyle tuhaf bir duygudur. hayata sövmek içinizden geçer ama ne deseniz, nasıl küfretseniz tam olarak içinizi dökemeyeceğinizi hisseder vazgeçer, sessizce bir kenarda oturursunuz. yaşananların, yaşatanların ve yaşanacakların onlarca yükünü omuzlarınızda hissedersiniz ve haliyle bir küçülme isteği doğar insanın içinde ve kıvrılırsınız olduğunuz yerde. ayaklarınızı karnınıza sokmak istersiniz adeta. onlar bile fazla gelir o an. ellerinizi inceler hiç bu kadar çok çizgili görmediğinizin farına varırsınız. önünüze sunduklarıyla kendinden soğutan hayattan ne kadar çok darbe aldığınızı, ne kadar çok yorup sizi ne kadar incilttiğini anlarsınız. bir kez daha soğursunuz şu hayattan. sizi bunaltmıştır bir kere ne de olsa. anlık duygularla yaşatır bunu size en derinden...
insanın yalnızlığın en dibine vurup da gelen ses sonrasında kendi kendine söylediğidir.
sanırsın ki söylenilen anda dünyada bir sen yalnızsındır. bir sen tadıyorsundur o duyguyu. kişi de tuhaf bir hissiyat belirir. etrafına bakarsın kimse yoktur, bir ses edersin sesine karşılık gelmez, bacaklarını karnına çekip küçük bir çocuk gibi oturur şaşkın gözlerle etrafa bakarsın hani, olur da biri gelir ümidiyle... bir kaç dakika sonra gelen giden olmadığında durup düşünürsün; yalnızlık böyle bir şey demekki, böyle kendini gösteriyor, hissettiriyor insana diye...
hayatta hiçbir şey sıcağı sıcağına tam anlamıyla anlaşılmaz, algılanamaz. zaman geçtikçe, düşündükçe, yola yalnız devam etmeye başladığınızda kafanıza dank eder ayrılık.yere düşüp kalktığın anda anlamazsın dizindeki acıyı. kimseye tutunmadan bir yürü bakalım hasar var mı yok mu?...
oturup geçmişi anıp, geleceğe yandığınız zaman anlarsınız onu. yanınızdaki insanların teker teker kaybolmasıyla kendini hissettirir. halbuki onlar yanındayken belki de aklına bile gelmeyenler onların gitmesiyle su yüzeyine çıkar. hesaplaşmalar ,çatışmalar başlar kendi kendine. ne zaman dönüp baktığında kimse yoksa yanında, ne zaman telefonun çalmıyor kimse kapına gelmiyorsa asıl acısı o gün koymaya başlar. üstesinden gelmek kimi zaman zor olsa da alışılır. sonra bir bakmışsın içindeki acıyla birlikte odanda oturuyor, muhabbet ediyor, yemek yiyorsundur. alışmış, sahiplenmişsindir. kimi zaman da* bir anda büyümeye vesile olur. hayata, insanlığa başka bir gözle baktığını hissedersin sonrasında. geri dönmesi muhtemel olmayan ayrılık daha bir koyar adama. zaman geçtikçe alışmakla birlikte olgunlaşırsın.
sevginin hasıdır belki de... karşılıklı sevmekten daha zor olduğu kesindir. acı verir, olgunlaştırır insanı. ümit etmek, beklemek, sabretmek nedir yaşatarak öğretir. yasak olan, olmaması gereken nasıl ki insana cazip gelir de tutulur kalırsa ona benzer. "birgün acaba o da benim hissettiğim duyguları hisseder mi?" sorusuyla yaşamaktır adeta hissetmeyeceği bilinse bile.
(bkz: gelmeyeceğini bilerek beklemek)
çocuklukta yani özenilen şeyin büyümek olduğu dönemde çocuk saflığıyla yapılan eylemdir. anne, abla gibi olmayı meme büyütmekten ibaret olduğuna inanılır, pamuklar heba edilirdi. çocukluğun verdiği akılla ayna karşısına geçilmeden olmazdı o halde. hatta olmadık kişilerin yanına öyle çıkılıp yıllarca muhabbeti sürecek rezalete neden olunurdu.
(bkz: çocukken yapılan salaklıklar)
bozuk ruhsal durumun alkol altına sığınıp patlak vermesi ile sonuçlanabilecek eylemdir.
ağlayabilmenin verdiği rahatlama ve sarhoşluğun verdiği saçmalama hissiyatı ile birleşip kişinin duygularının tavan yapmasıyla büyük bir huzura kavuşma olayıdır.
çaresizliğin, yalnızlığın, yaşananların, yapılan iyi-kötü şeylerin derinden hissedildiği anların karmaşasını yaşamak, kendini bile anlayamamaktır. yapılan salaklıkların, içine düşülen boktan durumun farkına varma çabasıyla istemeden de olsa kendiliğinden gelişendir. her şey bir yana başınızı okşayan bir dost varsa yanınızda hepten hıçkırıklara boğulmak işten bile değildir...
(bkz: sarhos olup eski sevgiliyi aramak)
yalnızlığın dibine vurup, çıkmaz yollarda kaybolan ama bunu kendine itiraf etmeye bile cesareti olmayan, kendini güçlü gösterme çabası içine girmiş bünyenin kendini kandırma, avutma sözü. etrafında onlarca insan olan kişinin tek başına olmayı seçmişliğini ince bir çizgiyle dile getirişidir.
ihtiyaç ve dürtülerin etkisiyle organizmayı harekete geçirmek motive etme gücüdür. kişinin verimli iş çıkarabilmesi için yapılması gerekendir. esasen özünde gaz vermek yatar.
konuşmaların, sözcüklerinin, duyguların, ifadelerin, elele tutuşup sarılmaların bile git gide azalması, tükenmesiyle baş gösteren durumdur. zamanla kişi ne kadar gözünden kaçırmak istese de gözüne gözüne sokar kendini tükenmeye yüz tutmuş duygular. konuşulacak konuların yerini derin sessizliklere bırakması, sevgi sözcüklerinin tükenip sadece kuru bir "ben de" ile geçiştirilmeye başlanıp hatta ifadesiz kalınması, bırakın güzel sözler duymayı sevgilinin tek kelamının duyulmamasıyla kişiye dank edendir. "acaba?"larla kafayı yemeye sebep olur. ne kadar tükenen şeyin sevgi olmadığını bilse de kişi ya da kendini kandırma çabasında olduğunu bilip kendine itiraf etmese de gene de içindeki kuşku bırakmaz yakasını.
genellenmiş, klişe haline gelmiş; aşkın tarifidir. üçü bir arada olunca tadından yenmeyendir. biri eksik olsa sonucu da eksik olur ve eninde sonunda hüsranla sonuçlanması kaçınılmazdır.
insanın tüylerini diken diken yapıyor, söylemesi bile kötü...
adına binlerce milyonlarca şiirler,hikayeler,şarkılar,filmler yapılmış bir kavram ayrılık. insanları bu denli üstüne çekmesinin sebebi insanlara sadece acı verip, can yakması mıdır?
çeşit çeşit ad verilse de sonuçta hepsi ayrılık, hepsi acı, hepsi yalnızlık değil midir?neden insanlar bir şeyi ellerinden kaybettikten sonra kıymetini anlarlar? neden hiçbir şeyi kaybetmeyecek gözle bakar sonra kaybedince yıkılınır? *
yanımızdayken sevgi sözcükleri duyduğumuz insanı ebediyen yanımızda olacakmış gibi hissederiz. yanlışı yaptığımız tek şey, kaybetmeyi düşünmememizden kaynaklanıyor. hep bizimle olacaklar, hiç gitmeyecek gibi düşünmemizden dolayı bu kadar kötü geliyor insana ayrılık.bir kabullenebilsek aslında belki bu kadar koymaz adını bile anmak.
ayrılık beraberinde yalnızlığı da getirir. beraber olduğun insanlar bir bir uzaklaşmaya başlayınca, bir odaya tıkılıp derin derin düşüncelere dalıp, en hareketli müzikte bile oturup ağlayabiliyorsan, sesine ses bulamıyorsan ayrılığı ve ayrılığın yalnızlığını yaşıyorsun demektir. o an anlarsın o ana kadar polyanna misali kendi kendırmışsındır. her şey üst üste gelip bir film sahnesi izliyormuş hissine kapıldığında, ağlayıp da sesinin kimsenin duymadığını,başını koyacak bir omuz,yaşını silecek bir el olmadığını hissettiğinde anlarsın yalnız olduğunu, polyannanın bile artık işe yaramadığını. gün ve gün her sahnede olgunlaşır, sesine karşılığı sadece duvardan gelen sesten alırsın.
o kadar çok ayrılıklar yaşadım ki bana öğrettiği sadece iki cümle... yaşanan onca acılardan sadece iki cümle... "hiçbir şeyi çok sevme" ve "çok değer verme". çünkü ne olursa olsun her şey öyle ya da böyle elinden kayıp gidiyor bir şekilde. artık öyle bir an geliyor ki insanlara "seni seviyorum" demeye korkuyorken buluyorsunuz kendinizi. bilirsin gene gidip yalnız kalacağını.
tüm ayrılıklar acıyla birlikte yalnız kalmayı, yalnız karar verip düşünmeyi, tek başına ağlamayı öğrettir. ve bunların hepsinin toplamı, daha olgun insan olmayı öğrettir. olgunlaştıkça, yaşadıkça hayata tutunur, acıyla harmanlanırsın.
kimi zaman ise tek çözümdür. sen başını alıp çekip gidersin... *
tavrını başta koymaya çalışıp, olursa ekime olmazsa s.kime kadar hesabı yapan en acımasız öğretmen blöfüdür. öğrencice temele alınan tek noktası vardır bu sözün. o da; ardından "yok yazmayacağım" lafının gelip gelmediğidir. gelmediği sürece kimse çıkmaz o dersten. öğretmene göre ise, bakalım kim ders için kim imza için gelmiş görelim gibilerinden düşüncelerle ortaya atılan yemdir*