yaş otuzyedi; yolun yarısından birkaç daha ileri kerte
dünyayı kurtaramayacağımı anladığım yerdeyim
tırsıyorum artık lan harbiden ölümden
geride bıraktığım bir sürü sevenim var bir o kadar da belki sevmeyenim...
zorluk dediklerime ise gülüp geçiyorum
evlilik konusunda ise henüz bir fikrim oturmadı
oturacağını da zannetmiyorum
akıl ve ruh sağlığı tek kriterimdi oysa
neyse kalsın istemiyorum
evlenip duran arkadaşlarım var aynı zamanda boşanan
ne çok para istiyorum ne de muhannete muhtaç olmak...
bari güzel öleyim be kardeş yüzümdeki kaz ayakları bile saygıda dursun
saygılar...
bunlar yaz kış hep tuhaf renkli (yeşilimsi gri, lacivertle karışık kahverengi gibi) ceketler giyerler.
yakışıklı olsalar bile saçlar sanki sürekli yana taranıyormuş gibi his yaratırlar.
bildiğimiz mağazlardan değil, nerde kıyıda köşede, bir pasajın kıytı köşesinde kalmış dükkanlardan giyinirler.
hiç kokularını almadım ama sanırım tütün kolonyasıyla naftalin arası birşeyler kokuyorlar gibi.
görsel algı alanımdan gelen bilgiler bu doğrultudadır.
bugün bim'e girip 3-4 parça bişiy alıp kasaya gittiğimde önümde alışveriş arabasını tepeleme doldurmuş bir çift vardı.
o sırada onun elinde de 3-4 parça bişiy olan bir kadın geldi, onlardan izin istedi ve aldıklarını kasiyere doğru uzattı.
bunu gayet rahat hareketlerle yaparken bir yandan da "bonusumu kullanabilir miyim" gibi tavırlarıyla sıranın onun hakkı olduğunun altını çiziyordu ki gerçekten tepem attı.
"sıraya girer misiniz , sıramı alamazsınız" falan feşmekan dedim demedim uzatmayalım o kadın ve o çift açtılar ağızlarını yumdular gözlerini. ne orospuluğum kaldı ne de manyaklığım. ben de bir şeyler ağzımda geveledim bazen kızdım mızdım hakkımı korumaya çalıştım ama nafile. ağzımdan tek kelime kötü bir kelime de çıkmadı bu arada .
baktım olmadı abi, elimde yarım kiloluk yoğurt vardı akşama cacık yapacaktım.
dedim ki yer misiniz yemez misiniz yer misiniz yemez misiniz.
bayaa bi yediler sanırım.
onlar yoğurtlarını yerken ben dışarı çıkıyordum en son.
ne oldu sonra bilmem. güzel bir cacık oldu kanımca.
"hay senin okuduğun okulu sikeyim!" ifadesine tekabül eden ünlemleme.
not: daha çok psikologluğu peygamberliğe giriş alt sınıfı olarak görenler kullanır.
Meltem Cumbul'un şişine şişine sanki kadınları çok önemli toplumsal bir harekete çekmeye çalıştığı izlenimi veren bu reklamda alt tarafı denen şey "o ürünü deel de aha bunu al kullan". bunun için yok kadınlar biz cesaret edemeyeydik pantolon giyemezdik, pilot olamazdık, bak sinemada neler yatık gibisinden falan feşmekan sığ mesajlara ne gerek var gerçekten?
bir kere kadınlar pantolon giydiyse bu coco channel sayesinde oldu sen niye üzerine alınıyon ha meltem cumbul?!.
ayrıca kadın pilot olmuşsa olur yani bunun kadını erkeği mi var? yani alt tarafı iki pantolon giyip, uçak sürüp, artiz olmak için kadının mücadelesinin altını çizmek gerçekten geri zekalılık. bir nevi kadının güççük düşürülmesi. şu demek: "bak ne kadar eksik eteksiniz ki kardeşler pantolon giymek için bile bir yerlerinizi yırtmışınız!!"
ayrıca meltem cumbul'daki o havalar da nesi ki bu arada? bu kadın daha menapoza girmedi mi kardeş, nedir bu fink atmalar ped reklamlarında nedir?! bi de yeni bir versiyonu daha var bu reklamın orda da %46 daha emici kotex deniyor. ya nasıl ölçmüşler bu %46'yı anlayamadım. bizim bilim ve teknoloji ne kadar gelişmiş yahu. bak neleri ölçebiliyoz. tebriks valla!
saat 16.00 suları gibi saçların ağırlaştığını iddia eden tuba büyüküstün'nün anlamak için üstün çabalar harcanan reklamı. la 36 yaşıma geldim bi gün olsun saçım ağırlaşmadı ağırlaşmışsa da ben anlamamışım. nasıl bir duygu bu abla? bi de neden 16.00 saat mi tuttun??
meksikalı kadın aktivist gazeteci. 2000 yılında cinsel tacize uğrayan kadınların yaşadığı sıkıntıların yanında olarak güney amerika gazeteciliği büyük ödülünü almıştır.
Ona göre korku zafer kazanmamalıdır.
bir zırlama bir zırlama. gören sanır ki biri dünyayı kurtarmış, gören sanır ki aç çocukları doyurmuş, gören sanır ki bir haksızlığı önlemiş ve gören sanır ki kendi tırnaklarıyla kendi duvarını tırmalayarak biri bir makamlara gelmiş. ve ve gören sanır ki, o biri insan umutlarıyla karnını doyurmamış.
gören de öyle sanmış ki, maymunlar gibi alkışladı o birini.
Elif Şafak'ın kitabında bir yerde bahsettiği Adalet Ağaoğlu, Elif Şafak'a kızarak hakkında şöyle konuşmuş:Geldi oturdu. Ne içersin? dedim. Bir kere benim evimde çay diye bir şey demlenmez. Hep çalışan bir kadın oldum ben. Akşamüstü içkisi her zaman olabilir ama hiçbir zaman akşam çayı diye bir şeyim olmadı. Filtre kahvem her zaman prizdedir. Kusura bakmayın çay demleyemem ama filtre kahve var ve poşet çay verebilirim dedim. Ihlamur koydum getirdim. Evde kurabiye varsa, tatlı tuzlu varsa küçücük bir tabağa koyarım. Simetriden nefret ederim. Evde hiçbir zaman takım bir şey bulamazsın benim. Elbise giyerken hiç takım giymem. Kadın öyle yazmış ki, ben çay getirmişim ona, büyük tepside, çay saati ona çay hazırlamışım. Pırıl pırıl bardaklarda gelmiş. Gözlerim yerinden oynadı. Hayatımda yok böyle bir şey. Annem teyzem gelse elbette özenle yaparım ama bizim yazarlar arası günlük geliş gidiş için öyle bir adetim yok. Ama ne yapmış, Bir kadın ki bu kadar ev kadını olabilir; Aynen böyle yazmış. Hayretler içinde kaldım ben. Bir de kurabiye götürmüşüm, bir tarafta dört tane tatlı, bir tarafta da dört tane tuzlu varmış. Ben bunu asker gibi tabağa dizmişim. Öyle bir imaj yaratıyor".
Enteresan cümleler bunlar.