ben bir süredir uludağ sözlük yazarıyım. çok güzel bir sözlük yapmışsınız. hani uğraşsan bu kadar güzel olur o derece. hepiniz tebrik etmek istiyorum zira buradaki varlığım beni nasıl mesud ediyor anlatamam.
küfür hususuna gelince, bu yasağın gerekliliğini sorgulamak tabiki biz fanilere düşmez ancak yine de kısık sesle, "neden?" sorusunu soruyoruz. neden amına koyim?
inanılmaz kakam var, boku ucuna getiriyorum tekrar geri bırakıyorum, biseksüel olduğum için inanılmaz keyif alıyorum. bir yandan da darta atış yapıyorum, her attığım 12...
canım burnumda, tuvalete gidesim yok, keyifli iş ama sıkıntı beni öldürmek üzere. doğruluyorum ve camdan dışarı bakıyorum, likörlü kahvem elimde karşıdaki lisenin çıkışını izliyorum, parlak oğlanlar, çıtır çıtır kızlar... bir anda erekte olduğumu farkediyorum ve işte o an... o an, benim en tehlikeli olduğum andır, şuna emin olun, aç bir aslanla 3metrekarelik bir kafeste yalız kalmanız sizin için daha iyi olacaktır o anda benim yanımda olmaktan...
karşı komşunun kızı... 175 boylarında, düzgün fizikli, kumral, yeşil gözlü, ufak ve dik göğüslü bir çıtır. bu özellikleri o anda ilk kez dikkatimi çekti çünkü kurbanımın fiziksel özelliklerini onu kafaya taktığım anda inceler ve analiz ederim.
boy - ok
pos - ok
göz - ok
göt - ok
göğüs - ok
cilve - ok
dudak - ok
kız komplikeydi, apartmana girdiği anda içimden onun adımlarını hesaplıyorum,
" 1. kat 3. basamak, 2. kat 8.basamak..."
gözlerim kapalı, ve ilk etabın finali, 5. kat son basamak...
bir anda açtım kapıyı, irkildi, bana baktı ve gülümsedi, "iyi günler."
anlamsız bakışlarla baştan aşağı süzdüm, o da kendisine şöyle bir baktı, "acaba ne var?" diye. tekrar bana baktı ve, "ne var?" gibisinden kafasını salladı. elimi uzattım, sıkmak için değil,avucum gökyüzüne bakacak şekilde karın hizasında duruyordu, elime baktı, bana baktı ve "iyi günler" dedi tekrar.
"iyinin kötünün mektebini sikerim ulann" diye kısık sesle küfür edip saçına dalıp ağzını kapattım.
ince çığlıklar burun ve kulak deliklerinden çıkıyordu zira ağzı canlı bir istiridye kadar kapalıydı. eve zorla soktum hole doğru ittim, yere düştü, "napıyorsun sen?" dedi. "yaşın kaç?" dedim. "bugün doğum günüm, 18 oldum." dedi gülümseyerek.
ooorrrossspuuuuuuuuu, götüne pirinç sokup ateşe oturtmalıydım onu ama yapmadım, erteledim. bir anda üstüne atladım,
"benim mi olacaksın kara toprağın mı?"
"senin olacağıma kara toprağın olurum daha iyi pislikkkkk." diye karşılık verdi.
"hayhay"
ağzına sağlam bir tokat attıktan sonra jiletle 2 tendomunu birden kesip balkona koştum, yeni aldığım devatabanı isimli saçma bitkiyi kapıp yanına koştum tekrar. biraz solumamı düzene soktuktan sonra, kızın yaşlı gözlerini izleyerek üzerindekileri sadistçe yırtmaya başladım.
polarının fermuarını kasıtlı olarak vücudunun hassas yerlerine sürterek derin kesikler atıyordum vücuduna, işte bu benim varoluşumdur, acı... bana değil, karşımdakine, acı...
ağlıyor ancak götten local anestezi yemiş timsah kadar sükunetli duruyordu, kıpırdayamıyordu, kıpırdarsa sinir uçlarını yakacağımı söylememle alakalı da olabilirdi bu fiziksel sakinliği, içinde ne fırtınalar kopuyordu bilemem...
çırılçıplak kalmıştı, fermuar kesiklerinden akan kanlar kızı iran bayrağı gibi yapmıştı, aklıma bir an kızı göndere çekmek gelmedi değil fakat mekan ve zaman müsait değildi, enselenebilirdim...
devatabanını saksıdan söküp attım ve sağ elimle bir avuç toprak alıp yavaya kaldırdım yumruğumu, avcumun arasından ince ince düşen toprağa ant olsun ki kara toprağınsın güzelim... kafamı göğe çevirdim ve bağırdım,
" bu kış komunizm gelecekkkkkkkkkk"
bir anda elimi kızın cinsel organına soktum, gözleri büyüdü ve dudaklarını sıktı, sanki gözyaşları suratıma fırlayacak ve beni geriye fırlatacakmış gibi hissettim, kurtulabilirdi, gözlerinin açısından çıktım ve toprağı kızın içine doğru sokmaya devam ettim.
çığlık çığlığa gözleri...
"benim değilsen kara toprağınsın lannnnnnnnnnn"
"lütfen canım yanıyor, sen sahip ol bana, topraktan oldum olası nefret ederim, bir toprak sergen vardı bilir misin?"
şaşırdım, ne diyordu bu amına koyim? ben kimle, ne yapıyordum?
"evet bilirim, şu program falan sunan değil mi?"
"hay yaşa, o işte. nası irrite bi adam ya... hadi içime gir."
saatlerce ona sahip oldum, toprak biraz humusluydu, hasat dönemi zorlu geçecek, kış kapıda, sen çok seksiydin güzelim, makasım elimin altında değildi dua et, tanıdın mı beni? ben senin kabusunda karşına çıkan yakışıklı soytarıyım, istiyorsun ama söyleyemiyorsun, ulaşılmazım, utanç vericiyim ama çekiciyim. evetttttttttttttt.
şöyle ki, bir inanan inandığı allah'ın kanıtını aramaz. bu irrasyonel bir konudur. dendiği gibi gönül işidir. eğer sen allah'ının kanıtını arıyorsan kafanda bir soru vardır,
"allah var mı?"
işte bu soruyu sorduğun için kanıtlama peşine düşersin.
afaki konuşmayalım, herkes işini yapsın. inanıyorsan ıspat arama, bırak biz olmadığını kanıtlayalım. zaaa.
- bak abi en tatlı bacımı siksinler ki bu sefer kesin yarrağı yedik, abiiii, anamızı sikecekler diyorum, linç diyorum. ooof of.
manasızca sakindim, yaptığım işin ne kadar illegal ve etik dışı olduğunun farkındaydım, evet doğruydu, yarrağı kuvvetle muhtemel yemiştik ama içimden bir his bana,
"şampiyonnn, amını siktim körpecik kızın, çok tatlı değil miydi haa? gözünün içine bakarken gözündeki pırıltıyı görmedin mi haa?"
deyip duruyordu...
bir umut...
bir hayal...
belki de suçluluk duygusuydu... ama yook, suçluluk duygusuna yer yok, pislik yapılır, orada kalır. üzerime bulaşmaz...
arkadaşım evin içinde voltalar atıyordu, bense ilk defa gergindim fakat bu gerginlik yaptığım olayla alakalı değil içimde yaşadığım git-gellerle alakalıydı. götüme soktuğum çay kaşığını çıkartıp arkadaşıma fırlattım ve bağırdım, "yeter ecdadının götünde un yuvarladığım yeter!!"
"abiiiiii" diyerek ayaklarıma kapandı. sakinleşmesini istedim. olayı tekrar kafamda canlandırdım.
yaşını bilmiyorum, mandalina göğüslü bir kız, körpecik, ufak tefek, minyon... kapıcının kızı... ekmek ve süt getirmişti, onu gördüğümde dayanamayıp şamarlamaya, şamarlarken de bir yandan evin içine çekiyordum. ağzına vurduğum seri ve sert darbeler uyuşmasına ve ağzını açamamasına sebep olmuştu ki sadece donuk gözlerle bana bakıyordu.
-güçlen kaltakkkkk, güçlen ve bana karşı koyy. canın mı yanıyor haaa? göt deliğini afaroz ettiğim canın mı yanıyor ulann söyleeee!??!?!"
+ıımhmpph...
bir anda gözgöze geldik, gözlerime baktı pırıl pırıl gözleriyle, gram dehşet yok, en ufak korku yok. korktum kızdan, çekindim, içinde şeytan mı var lan, diye kendime soramadan edemedim. "şeytan benim ulannn" diye bağırarak kızın içindeki olası 2. şeytanı çıkartmak için tatlı kızlığından içeri girdim. kollektif ve creativedim. bir yandan da elime aldığım çay kaşığını kızın burnuna değdirip çekiyordum ki, erkekliğimin o 5 saniyelik yokoluşu geldi çattı...
hemen bir sigara yaktım, kız 10 dakika hareketsiz ve sabit bir noktaya bakarak kör bazanın üzerinde kaldı, sonra bir anda canlanarak evden kaçtı, peşinden fırlattığım eşyalar onun durmasına engel olmadı.
artık heyecanlı bekleyiş başlamıştı, bu küçük orospumun bana yapabileceği kötülükler aklıma geliyordu.
tekrar hapishaneye dönebilirdim, yakışıklı oğlancılar, şişçiler, madafaka gardiyanlar... hepsi gözümün önünden geçti, içim bir hoş oldu...
bekliyorduk...
saatlerce...
günlerce...
gerginliğimizin tavan yaptığı anda ise,
telefon...
arkadaşımla gözgöze geldim, gizli numara, buz kestim, kısık bir sesle, "alo" diyerek telefonu açtım.
"seni istiyorum, tekrar tekrar ve tekrar, nolursun abi, buna ihtiyacım var."
"hay senin cennet hayallerini sikeyim ben. yüreğimi yardın kevaşe, gel gel." diyerek onun nasıl bir kız olduğunu anlamamı sağlayacak nefis bir maceraya yelken açtık...
eşcinselliği kabullenemeyen toplumun doğurduğu bir insandır. çünkü bu insan korkar, toplumdan, aileden, mahalleden, "ya bakkal beni sikerse?" diye sorular sormaktan alamaz kendini.
zordur, bastırdığı duyguların ne kadar anlamlı olduğunu farkedemeden o güzel duyguların bastırılmış en kötü halini yaşar istemeye istemeye. gizlenir, saklanır, kaçar.
günlerden pazar, telefonum pek çalmaz pazar günlerinde. gerçi pek arayanım soranım da olduğu söylenemez ateşlenmiş frijitler dışında.
telefonu açtığımda ilk duyduğum, "neredesin?" sorusuydu. düşünecek zamanım yoktu ve pat diye cevap verdim, "evdeyim"
dışarı çıkacak moral ve enerjiye sahip olmadığım için kendime yeşil çay kaynattım ve battaniyenin altına girdim, yanımda 1 kutu nutella... eternal sunshine of the spotless mind adlı eseri de dvd ye yerleştirdim, keyif bende... bir anda unuttum beni arayının ne amaçla konumumu sorduğunu ve acı bi zil sesiyle irkildim. usulca yerimden doğruldum ve delikten baktım, karşıda aylarca zıplattığım kız ve bakımlı bir milf vardı. tereddüt ettim biraz ama kapıyı açmak zorundaydım, ayıp olurdu. kapıyı açar açmaz suratımda patlayan tokatla kendime geldim ve ağlamaya başladım. "ne oldu hayvan? canın mı yandı? keşke sen de benim canımı sadece bu şekilde yaksaydın. bak anne bak, işte o orospu çocuğu bu."
annesi iğrenç bakışlarla bana bakıyor bir yandan da süzüyordu. ben acıyla yere oturdum ve ağlamaya başladım. anne ve kızı içeri geçtiler. odamdaki ambiyansı gören anne biraz yumuşamış gibi oldu fakat suratındaki o, "sikerim, sikilirsem sert severim." ifadesi asla değişmiyordu. kısa ve net konusmayı seviyordu belli ki, bana emretti, "anlat"
gözlerimdeki yaşları sildikten ve derin bir burun çektikten sonra anlatmaya başladım. tabiki yalan konuşuyordum, kızının beni ne kadar üzdüğünü, daha fazla üzülmemek için ona aynını yaparak kendimden uzaklaştırmak istediğimi ve bu yolla aslında bana çok uzak olan huzuru bir ihtimal diyerek arama çabamı anlattım. araya soktuğum felsefi, edebi ve seksi laflar kadının bana olan bakışlarında bir yumuşama yarattı ve bakışları bir anda, "sikilirim, 3 kere isterim" bakışlarına dönüşüverdi.
2 dakikalık bir sessizlik hakim oldu ortama ve ben bir tokat sesiyle irkildim. anne dayanamamış ve kızına bana yapmış olduğuna inandığı zulümden dolayı cezasını veriyordu.
"seni doğuracağıma taş doğursaydım, bu muydu senin insanlığın, bu muydu benden öğrendiklerin? terbiyesiz, kaltak mı oldun sen? haa? söyle bana, gözlerime bak, kaltak mı oldun? orospu mu oldun? ha amcık haaa söyle bana am ağızlııııı?"
hernekadar bana karşı pozitif bir ayrımcılık yapıyor olsa da zamanında deliler gibi seviştiğim, zıplattığım bayana bu tarz davranması hoşuma gitmedi ve üzerimdeki battaniyeyi bir süperkahramanın pelerini savurduğu gibi savurduktan sonra annenin üstüne atladım, tokatlar, yumruklar, tekmeler...
kadın manyak çıktı efendim, "evet işte buu, daha sert vur bana, devam et orospu cocuguuu devam ettt. soy beniii, tenimi kavur, kalçalarımı avucla, goguslerımı tokatlaaaa."
manyak lan bu. nevrim döndü bi anda ve eski bi jeoloji muhendisi olan arkadaşımın bana hediyesi olan enteresan bir taşı aldım geldim odamdan. taşı şöyle betimleyeyim, 2 yumruğunuzu ustuste koyun, işte o boyut.
kadını soyduktan sonra taşı elime aldım ve kızına baktım, bana, "yapma" diyen gözlerle bakıyor olması içimi acıtsa da, gözlerini kapatmış ve kendinden geçmiş annesinin, "hadiii yak canımı, gir içime neyin var neyin yoksaaa, hadiiiii orospu cocuguu" serzenişi kararlılığımdan taviz verememe gerektiğini bana hissettirdi.
taşı zeytinyağına bandırdıktan sonra kadının kadınlığına doğru ağır bir baskıyla taşı gediğine yerleştirmeye çalıştım. gözleri yerinden fırlıyacak gibiydi, suratıma bakıyordu, acıdan konuşamıyor hatta kıpırdayamıyordu. devam ettim, ittirdim ittirdim...
kızına baktığımda sağa sola kusuyordu, bunun da cezası verilecekti ama önce annesi...
"sen benim kadınıma, nasıl olur da hakaret edip vurusun kaltak oğlu kaltakkk. doğur şimdi o taşıı. bir daha bu kıza hükmedemeyeceksin, o artık benim himayemde. bu taşı doğurana kadar burada kalacaksınnn" dedikten sonra kızını alıp içerideki odaya geçtik.
bir süre seviştikten sonra bana olan hayranlığını anlatırken annesi aklımıza geldi ve kontrol etmek için salona geçtik. kadıncağız taşı içinde ters çevirmiş çıkartırken de çeperlere takılmış olacak ki taş yarıda kalmı. kadının gözleri felfecir tavana dikili, içi kan dolu, nefes almıyor. ölmüş...
toplumun modernite eşiğinde durduğu dönemlerde o eşiğe adım atılamamasının sebebi öznelerdir. hür iradelerinin dışında mahalle, aile, baba, abi baskısından dolayı bu konuya özne olmuşlardır.
aksi halde onların o tertemiz zihinleri, bembeyaz gelecekleri bale ile balo ile yanıp tutuşmaktadır.
muhafazakar olmayı bile beceremeyen bir toplumun kabuk bağlamış ancak kaşınmaya başlanmış yarasıdır.
bilindiği üzere cenin oluştuğu andan itibaren duygusal ve fiziksel gelişimine başlar. dünyaya gelen bebenin, misal erkekse, 5 yaşında annesinin makyaj malzemelerini oyuncak olarak belleyip kullanmaya başlaması hastalık belirtisi değil, doğuştan gelen içsel bir durumun yansımasıdır. bunun aksini iddia eden cahil ve önyargılarından dolayı ilerleyemeyen toplum kesinlikle muasır medeniyet seviyesine ulaşamayacaktır.
"eşcinsel hareket" diye bir olay sözkonusu değil fakat insanlık adına, hümanizm adına, bu tarz hayallere kapılmış olan cahillere doğru yolu göstermek bizim boynumuzun, ince kalçalarımızın borcudur.
sürekli düşünürdüm bu önermeyi yatarken, yemek yerken, sevişirken...
hocam vardı bir zamanlar, meşhur bir sb profesorüydü, derste laf arasında bu cümleyi kurudu, kimse ses çıkartmadı, belki de araya karıştı. yalnız olduğu bir anda yanına gittim ve sordum, "hocam ne demek istediniz 'her insan biraz faşisttir.' lafınızla?"
dedi ukala bir ifadeyle. asla etkilenmedim, gülümsedim ve,
"eğer yapabilrsem vites topuzuna oturacak mısın?"
"abi sen yap ben değil vites topuzu takoza bile otururum."
"yoo, vites topuzu... ötesi değil."
"kabul."
sakız çiğneyerek yolda yürümeye başladım, sanki allah'ın en sevdiği kuluyum. kadıköy rıhtım'da beşiktaş iskelesinin hemen önünde vapur saatini bekliyordu. yaklaştım, ufak bir tebessümle elimi uzattım. şaşırdı ama o da elini uzattı ve tokalaştık.
"ne zamandır bu anı bekliyordum, nasılsın?"
"teşekkür ederim iyiyim ama tanıyamadım?"
"ben arkadaşımla sizin üzerinize iddiaya girdim. eğer sizi becerebilirsem vites topuzuna oturacak."
"n... ne diyorsun sen? manyak mıdır nedir yaa?"
"sesini yükseltirsen seni gece evine girerken bayıltırım ve 6 parçaya ayırırım."
hiçbirşey demeden, hafif bir korku ifadesiyle arkasını döndü ve akbiliyle turnikeden geçerek iskeleye girdi. bende peşinden jetonlu geçişimi yaptım ve karşısına oturup gazete okumaya başladım. hissediyordum, göz ucuyla bana bakıyor, korku damlaları alnından aşağı akıyordu. birşey söylemek istiyor fakat çekiniyordu.
vapur yanaştı, yolcular indi, kapılar açıldı, yerinden doğruldum ve vapura doğru yürümeye başladım. 3 adım önümde sağ çaprazımda ilerliyordu. o vapurum sağ ben ise sol tarafına yöneldim. yerime oturup gazetemi tekrar okumaya başladım, 5 dakika geçmeden birisi geldi ve yanıma oturdu. gözleri yan yan bana bakıyor, tedirginliğini hissediyordum. beyaz pantolonuyla da kimliğini ortaya çıkartıyordu.
"bakar mısın?"
"ha? efendim?"
"arkadaşınla girdiğin iddia nedir?"
"sana sahip olucam, biraz da işkence yapıcam ve o bunun sonucu olarak vites topuzuna oturucak."
bir kağıta birşeyler yazdı ve bana verip yanımdan kalktı, kağıtta telefon numarası ve buluşma günü ve saati yazıyordu. ertesi gün saat 18:00, tanıştığımız yer.
ps: arkadaşını da getir.
şok olmak yapımda yoktur ama olmuştum ve korkmuştum. bu kızın beni vites topuzuna oturtmasından korkmuştum. ertesi gün bütün cesaretimi topladım ve müpto'yu yani vites topuzuna oturtacağım arkadaşımı alıp buluşma noktasına gittik. aynı elbiselerle orada bekliyordu bütün asaletiyle. müpto'yu korku sarmıştı, "abi? ciddisin sen?" cevap vermedim. gittim ve kıza sordum,
"nerede?"
"ben misafirim."
"pekala şurada otel var. orada."
"tamamdır."
müpto, ben ve kız otele girişi yaptık ve odaya girdik. kız hemen soyundu ve bana göz işareti yaptı, "gel" gibisinden."
isviçre çakımı çıkarttım ve kızın üzerine atladım. seri tokatlar atıyordum ve bir yandan da kızın alnını yalıyordum. çığlık atarsa çok kötü olacağını söyledim. işkence maddesini bildiği için sesini çıkartmadı, "ama..." dedi, "ama ben de izlicem arkadaşını vites topuzuna otururken."
kızın üzerinde hem tepiniyordum hem de çakının bütün özelliklerini kızın üzerinde kullanıyordum. tirbişonu göbek deliğine koyduğum anda ise ufak bir korku dolu bakış attı bana ve gözlerini kapatıp kendisini sıktı.
kız istediğim herşeyi teker teker veriyordu. kanlar içinde son vuruşu yapmak üzere soyundum ve 2 bucuk saatlik harika bir sevişme geçirdik.
duştan sonra giyinirken müpto donuk bakışlarla duvarı izliyordu. gittim ve elinden tuttum, üzülmemesi gerektiğini, bunun adil bir yarışma olduğunu ve sonuçlarına katlanmazsa annesini ve babasını öldürüceğimi bacısına da tecavüz edeceğimi söyledim. bir an bana baktı ve elimi tuttu.
otelden çıktık üç kişi ve arabaya bindik. sessizlik hakimdi arabada. ben şürüyordum. kız önde müpto arkada. müpto sessizliği bozdu,
"abi fikirtepe'ye çek..."
kafamı olumlu şekilde sallayıp e-5'ten fikirtepe'ye saptım. tenha biryere geldiğimde müpto yine konuştu,
"abi sağa çek, artık bitirelim bu işi."
geldi ve pantolonunu, kilodunu yavaşça sıyırdı. kız yan tarafta hazla olanları izliyor ve sigarasını içiyordu. müpto'ya isterse torpidodaki el kremini kullanabileceğini söyledim. tereddütsüz kabul etti.
ağır ağır müpto yapması gerekeni yaptı acı bir ifadeyle, sonuna kadar geldiğindeyse, "abi tamamdır, sür." dedi.
"boşta mısın?"
"boşta abi, ver bire devam et."
çok canı yanmasın diye fikirtepe'de 3'den yukarı atmadım vitesi ama e-5'e çıktığımda... bir 3 bir 4, bir 5 bir 4...
kız deli gibi bağırıyor, camdan kafasını çıkartıp,
"işte hayat buuuuuuuuuuuuu" diye bağırıyordu.
müpto mu?
arabayı mahalledeki iki arabanın arasındaki dar yere parkederken bayıldı...
Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. iyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.
"nisa" isimli güzel mi güzel surede karşımıza çıkan gerçektir. pek ilgilenmem böle şeylerle ama dikkatimi çekti allah'ın hata yapması.
kendi adıma konuşayım, benim aram allah'la çok iyi ama bu hatayı yapması açıkcası beni de hayal kırıklığına uğrattı.
buyrun bakın yani, bugün herhangi bir lise öğrencisine deseniz mirası bölüştür diye vallahi billahi tenefüse kadar halleder üstüne sağlamasını da yapar. neyse, buyrun;
Nisa Suresi/11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Nisa Suresi/ 12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (zevcelerinizindir). Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.
Bu ayetlere göre varsayalım ki, bir adam öldü ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı.. Yukarıdaki ayetlere göre miras paylaşımı şöyle olacaktır:
Üç kız evlada mirasın 2/3'ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına 1/8 kalacaktır.
Bu durumu, matematiksel olarak hesaplarsak:
(2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8 )= 27/24 = 1,125 bulunur! (Halbuki 1,0 olması gerekirdi!..)
Bu sonuç Kur'an'da verilen oranların hatalı olduğunu göstermektedir. Çünkü mirasın %112,5 u mirasçılara dağıtılamaz. Böyle %100'ün üstünde bir dağıtım yapmak imkansızdır.
ÖRNEK:
Adam ölüyor. Geride kalan varisler şunlar; eşi, 3 kız çocuğu, annesi ve babası..
Buna göre miras dağıtım oranları Nisa suresi 11. ve 12. ayetin de şöyle bildirilmiştir:
Kız çocuklarına mirasın 2/3 ü
Anneye mirasın 1/6 sı
Babaya mirasın 1/6 sı
Eşine mirasın 1/8 i
--
Adamın kalan mirasını 120 milyar farzedelim:
120 x 2/3 = 80 çocuklara
120 x 1/6 = 20 anneye
120 x 1/6 = 20 babaya
--
toplam = 120 Görüldüğü gibi mirastan eşe hiç para kalmadı.
Eğer eş de almış olsa;
120 x 1/8 = 15 Eşe düşen pay
--
Toplam = 135 olacaktı.
Halbuki ortada 120 milyar var. Eşe 1 kuruş dahi kalmadı.
işte bu Kur'an ayetlerinin hatalı olduğunu gösterir.
Halife Ömer'in Hataya Karşı Avl Yöntemi:
Bu hatayı düzeltmek için Ömer "avl", "avliye" olarak adlandırılan basit bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem allah’ın verdiği oranlardan yola çıkıp bir noktada ufak bir değişiklik yaparak oranların tümünü değiştiren ve toplamı %100 olacak yeni oranlar elde eden bir yöntemdir... Günümüzde islam hukuku miras konusunda bu yöntemi esas alır.
Avl yöntemiyle bir anlamda Kuran ayetlerinin dışına çıkılmakta ve Kuran'a göre şeriat uyguladıklarını söyleyenler, mecbur kalarak kendi uydurdukları hüküm ve yöntemi kullanmaktadırlar.
Burada payda e değil de 7 ye yükseltilmiştir. Sonucun 1 çıkması içinse
Payda 81 yapılır;
48/81 + 12/81 + 12/81 + 9/81 = 81/81 = 1
Yani matematik olarak yanlış olan ama çaresiz ve zorunlu kalınarak hileli bir yöntemle
oranlar değiştirilmek suretiyle paylaşımın sağlanması yoluna gidilmiştir.
Böylece yeni oranlar:
üç kızın toplam payı= 48/81
annenin payı= 12/81
babanın payı= 12/81
zevcenin payı= 9/81
olacak şekilde değiştirilmiş olur.
Tabi elde edilen bu oranlar ayetlerde ifade edilenlerden farklıdır. Ayetlere baktığımızda bu oranları göremeyiz. Bu oranların sadeleştirilmiş şekillerine de bakalım:
üç kızın toplam payı = 48/81 = 0,593 Halbuki Kur'an 2/3 = 0,666 diyor
babanın payı = 12/81 = 0,148 Halbuki Kur'an 1/6 = 0,166 diyor
annenin payı = 12/81 = 0,148 Halbuki Kur'an 1/6 = 0,166 diyor
zevcenin payı = 9/81 = 0,111 Halbuki Kur'an 1/8 = 0,125 diyor
Görüldüğü gibi ayetlerde belirtilen oranların kullanımı mümkün olmadığı için bu oranlar değiştirilmiştir ve başka oranlar kullanılmaktadır.
Böyle basit bir dört işlem hatasının, her harfi, her kelimesi Allah sözü olduğu bildirilen Kur'an'da yer alması, Allah gibi kusursuz bir varlığın hatası olmasa gerek. O halde, bu hatanın sebebi ne olabilir dersiniz?
Bu, Kur'an'ı Muhammed'in uydurduğunun en önemli delili midir?
Bu hata şimdiye kadar izah edilememiş, mantıklı, bilimsel bir yanıt verilememiştir.
Diğer çelişkiler "müphemdi, müteşabihdi " diyerek, kelimeleri çarpıtarak, tahrif ederek, yanlış bilgiler verip demagoji yaparak bir şekilde geçiştirilebilir. Ancak Matematik laf değil, işlem ister. Matematik de mecazilik, müteşabihlik sökmez.
Nitekim Halife Ömer'de sökmediğini görmüş ve Avl denilen aldatma yöntemi uygulamıştır.
Bu ayetlerdeki hatayı anlayanlar ve çözüm bulamayanlar ama hala Kur'an'ı Muhammed'in uydurmadığını düşünenler aşağıdaki soruları yanıtlamaya çalışmalıdırlar. Çünkü ana-babadan alınmış, hazıra konulmuş imanın tazelenmesi ve sorgulanması gerekir. Gördüğü yanlışlara rağmen imanında direnmek imansızlıktan daha kötüdür. Eğer Tanrıya inanıyorsanız ve bilen, gören, işiten, hesap soransa Tanrı, sahte imanları da, gerçek imanları da iyi bilmesi gerekir. Aldatılamaz, kandırılamaz. Kendisini alet ederek dünya menfaatleri elde edenlerden de, yanlışı göre göre, bile bile onların peşinden gidenlerden de hesap sormasını iyi bilir.
beni biraz tanıdığının göstergesiydi bu, karşımda dik, diri ve uyanık kalmak istiyor. uzun vadede bana sahip olabilmenin yollarını çözümlemiş o ufak dünyasında ve 3 kuruşluk zevklerden ödün vererek gözüme girebileceğini zannediyoor.
"sorun olmaz, sarhoşluk kutsal anlar yaşamaktır"
"o zaman biraz müzik iyi olur. ne dersin?"
olumlu cevap vermemi istediği her halinden belli, bu tip kadınların basit ve zararsız isteklerini asla geri çevirmeyeceksin. örneğin, "ışığı kapatsak mı?" gerek yok aslında ama istiyor, evet diyeceksin, problemli kadınlar onay bekler.
"olur tabii, hemen açayım."
"dur ben telefondan açayım." dedi.
ortama hakim olmaya çalışıyor, benim evimde kendi feodal dünyasını kurmaya çalışıyor, oturma odamda... itiraz etmedim, müsade ettim. boktan bir şarkı açtı, elinde şarap kadehi, erotik hareketlerle dans ediyor karşımda fakat çok irrite, basite indirgediğim kadınların etkisi bu oluyor dönem dönem, etkilenmiyorum...
bir anda bilgisayardan giresun karşılaması açtım, son ses... aniden kaltık, karşılama oynamaya başladım, kadın 10 saniye donakaldı, donuk bakışlarla gözlerime baktı, ağzı yarım açık...
bir yandan karşılama oynuyorum bir yandan ağzına sert tokatlar atıyorum kadını. kekelemeye başladı,
"se.. se... sen napıyorsun?" demesiyle beraber benle beraber karşılama oynmaya başladı deli gibi,
"lütfen dur lütfen lütfen" diye bağırmaya başladı, şaşırmıştım. "n'oluyor amına koyim, ben değil miydim deli?" diye sordum kendi kendime, şaşkınım ama oynuyorum. suratımda o şaşkın ifadeyle kendimi ayna karşısında merak edip incelemiştim o günden sonra, betimlemek imkansız.
kadın karşımda karşılama oynuyor bir yandan da bana durmam için yalvarıyordu, anlamıştım,
tiki vardı...
bu şahane bir deneyim olacaktı, şiddet içermeyen, tamamen psikolojik bir tedavi, bağlılık testi...
kadının gözleri seyirmeye başladı, ben onun etrafında dönerek karşılama oynamaya devam ediyordum, o da kendi etrafında dönerek hem dans ediyor hem bana yalvarıyordu durmam için. bense kahkahalarla etrafında dönüyor ve her turda suratına bir tokat atıyordum.
yavaşlamaya başladım, yorulmuştum.
"nolursun dur, ne istersen yap bana ama bunu yapma yalvarırım."
"i can's stoooooooooop" diye bağırarak tekrar hızlanmaya başladım, kadının burnundan kanlar akmaya başladı, gözlerinden akan yaşlar burnundan akan kanlarla kadının ağzında buluşuyor, her hıçkırığında etrafa konfeti gibi saçılıyordu. harika bir ortam vardı, hayatımın en farklı tecrübelerinden birini yaşıyordum.
10 dakika boyunca karşılama oynadım kadının karşısında. sonunda yorulup duruldum, etraf ve kadının üzeri kan revan içindeydi. yere yığıldı bir anda, kulaklarından da birer damla kan geldi.
"bana ne yaptın? bana ne yaptın? bana ne yaptın?" diye sayıklamaya başladı. birer tokat attım her iki yanağına,
"kaltakk, kaltakkkkkk. benim sanatıma saygın yok mu hiç seninn??" diyerek.
bir anda bana dik bir bakış attı, "bi dakka yaaa" dedi. ayağa kalktı, burnundan gelen kanlar durmuştu, gözlerindeki yaşlar kesilmişti.
"müziği aç" dedi.
"ne?" dedim.
"aç lan müziği orospu çocuğu!" diye bağırdı, etkilendim, korktum ve açtım.
"oyna!! karşılama oyna! az önceki gibi!"
emir veriyordu bana, zevkten ölmek üzereydim, bu kadın benim hayatımın başkaldırısının resmiydi...
hemen oynamaya başladım gülümseyerek, fakat o... o, hiç hareketsiz ufak, pis bir sırıtmayla beni izliyordu. iki kolunu yana açtı ve kafasını tavana kaldırarak,
"kurtulduuuuuuuuuuuuuuuuuuuum" diye haykırdı. ben ne olduğunu anlamamış hala karşılama oynamaya devam ediyordum. bir anda boynuma sarıldı, kan ve gözyaşı kokusu iştahımı kabartmıştı.
"binlerce kez teşekkür ederim sana, çok teşekkürler... ne istersen iste bendenn, neee..." diye sevinç gözyaşlarıyla kurumuş kanları nemlendiriyordu yüzündeki...
hayat çok yönlüdür. "hayatına..." kimine göre ölüm, kimine göre terkedilmek, kimine göre sikilmek.
arkadaşım yanımda, emin misin abi? diye sordu bir an, gözlerine baktım ve kafamı olumlu şekilde salladım.
"hayır abi, sen değil, ben giriyorum topa, kaybedersen ben çekeceğim gerekeni." bu hareketi beni gerçekten çok şaşırttı, çünkü benim arkadaşım, hırsız, başbelası ve tam bir orospu çocuğu olmalıydı. bu ibne nasıl olur da böyle davranabiliyordu hayret etmiştim, bir insanı daha tanıyamamış olmanın verdiği eziklikle bir an için ağzımdam, "tamam" kelimesi çıktı ve kontrolü kaybettim.
rakibim parayı havaya attığında paranın her turunu yaşadım. para eline düştüğü andaysa kalbim çıkacak gibiydi, sakin olamıyordum. orospu çocuğu arkadaşım dengemi alt üst etmişti. kazanacağıma emin olduğum oyunda içime tuhaf bir korku salmıştı.
"ters mi düz mü?"
"ters"
elini havaya kaldırdığındaysa müptoyla, orospu çocuğu arkadaşımla gözgöze geldik.
"abi..."
"abinin amına koyiyim, sen nasıl bi adamsın? senin yüzünden arkadaşım sikilecek." diye bağırıp saldırdım. tekme tokat dövüyorum, öldüresiye... rakibim tuttu beni,
"malıma zarar gelmesini istemiyorum"
haklıydı, mal onundu artık. yapacak, diyecek birşey yoktu. müpto'nun yüzüne baktım ve okkalı bir tükürük attım.
"abi... senin için..."
yaşadığım hayalkırıklığını koltukta bir dal sigara içerek bertaraf etmeyi denedim, olmadı... olmalıydı... sigaramdan 3. nefesimi çektiğim esnada müpto çırılçıplak ve yüzüstü yerde yatıyordu. üzerine çullanmaya hazır olan rakibim ise bir sinek yılışıklığıyla etrafında tur atıyor ve totem dansı yapıyordu.
müpto gözlerime bakıyordu nemli nemli, kafamı diğer tarafa çevirsem de gözlerim müptonun çaresiz bakışlarına kayıyordu, ne olursa olsun bu çocuk benim için yapmıştı bunu, bana adamıştı kendini...
çok fazla düşünecek zamanım yoktu, birşeyler yapmalıydım... rakibimin dansını kestim ve kolundan tuttum,
"hadi hadiiiii, ne yapacaksan yap, baksana şuna, lanet olsun, lanet olsuuun. çabuk yap gidelimmm." diye haykırdım mutfağın ortasında.
asil bir at gibi arkadaşımın üzerine çıktı rakibim, sessizdi etraf. çıt yoktu, tek duyduğum ses babannemin eline nemli krem sürdükten sonra ellerini ovuşturduğumda çıkan sesti...
gözlerimi kapatmak istiyordum, yapamıyordum, müpto, can dostum, bir fare leşi gibi üzerinde tepiniliyordu... dikkatimi dağıtmak için müzik dinlemek iyi fikirdi, radyoda duyduğum ilk şarkı sözü,
"i'm a monster, i'm a killer, i know i'm wrong, yeahhh"
iyice kafayı yemek üzereydim, müpto artık can çekişen bir arı gibi boş gözlerle bana bakarken rakibim işini bitirmişti. benn... ben çare ararken müpto orada...
sessizce giyindi, acıyordum, koluna girdim, kapıya geldik, ayakkabısını giydi, ben bağladım ayakkabılarını. yolda giderken sessizdi, "müpto?" dedim.
"abi ne dersin şurada tantuni yiyelim mi? kliması da varmış bak."
ağlamaklı oldum, hayatımda 2. kez ağlamak üzereydim, hiçbirşey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu, kıyamadım, destek oldum, yanında oldum.
tantuni yedik, ben ısmarladım, eve bıraktığımda balkonda annesi seslendi,
4-3 geldiğinde ağlamaklı oldu, hemen sarıldım, yüreğime değdirdim nemli gözlerini.
"asla, asla bana karşı oyun oynarken öngörüde bulunmayacaksın." diyerek sağ direk indirdim sağ elmacık kemiğine. acı ve şaşkınlığı aynı anda yaşıyordu. yumurtadan yeni çıkmış yunus gibiydi, ürkek, çaresiz.
"neden?" diye sorduğunda gözlerinde cevabı aslında bildiğini gördüm. beni tanıyordu, evde oyun oynarken agresifleştiğimi, şiddete meyilli olduğumu, tecavüz, gasp ve hırsızlık sabıkalarım olduğunu biliyordu. ağzımı dahi açmadım. tavladan zarları aldım ve çalkalamaya başladım. bi anda ellerime kapandı.
"lütfen atma o zarları, buna dayanamam. kızacaksın biliyorum ama lütfen atma bu oyunu burada bırakalım."
prensiplerim vardı, başladığım işi yarım bırakmazdım ama onun kızarmış elmacık kemiği o kadar yalanası duruyorduki kıramadım. elmacık kemiklerini öpmeye başladım.
"işte bu işte bu... şşş, sakinleş, uslu çocuk, uslu çocuk" diyerek saçlarımı okşuyor arada da kulak mememle oynuyordu. duygusallık göstermek istemediğim bir yönüm olsa da kendime engel olamıyordum bu elmacık kemikleri çıkık kadın karşısında. ondan gerçekten hoşlandığım düşüncesi beni korkutuyor bir o kadar da keyif veriyordu tıpkı penaltıdan gol yiyeceğini bilen ama ya kaçırırsa ihtimalinden keyif alan taraftar gibiydim.
sessizce elmacık kemiklerinden geriye doğru çekildim. gözlerime hafif bir tebessümle bakıyordu. kendime hakim olamayıp bir de kafa attım, yere devrildi. bir kedi gibi hemen toparlanıp bana sarıldı,
"uslu çocukkk, uslu çocuk, hanisin? neredesin?? bul beniii?" diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. sıcak sudan soğuk suya girmiş taşak gibi kaskatı kesilmiştim. napacağımı bilmiyordum, siksem mi? dövsem mi? işkence mi yapsam? duygu yoğunlukları arasında benliğimden uzaklaştığımı hissettiğim anda ayağa fırladım.
tavlayı alıp üzerine çıkmasını ve bana haka dansı yapmasını istedim, çırılçıplak... tereddütsüz kabul etti, elmacık kemiklerinin süslediği yüzünde naif bir gülümsemeyle haka dansı yapıyordu. vücudu ile yüzü farklı evrenlerde yaşayan iki varlık gibiydi, sigara yaktım ve keyifle onu izledim.
dansın sonlarına geldiğinde bana,
"beni arzulamıyor musun?" diye sordu.
"haydaa bre pehlivaaaan" diye bağırarak mutfağa koştum ve tezgahın üzerinde duran çakmağı kapıp geldim.
"ne yapacaksın? ne istiyorsun benden?" diye sorular yöneltiyordu. tek kelime dahi etmeden yüzünü tuttum. elmacık kemiklerine minik diller atıyordum, hafif tükürüklü elmacık kemiklerine soğuk üfleyerek o bölgeye bir nevi lokal anestezi uyguluyordum çünkü ondan etkileniyordum...
çakmağı aldım ve elmacık kemiklerini yakmaya başladım, acıdan şoka girmişti, göz bebekleri büyümüş, akan yaşlar çakmağın alevinde buharlaşıyordu. akmayan kanları gözlerine dolmuştu. 1 dakika boyunca elmacık kemiklerini çakmakla yaktım. çakmak çok ısındığı için elim yandı ve bıraktım kadını.
bir anda koltuğa uzandı ve tavana bakmaya başladı?
"neden bunu yaptın bana?"
"senden hoşlanıyorum."
"biliyorum ama... ama... seni herşeyinle seviyorum..."
bir erkek, iç çamaşırı ihtiyacı hisseder kadından farklı olarak. hijyenden bağımsız erkeğin bu ihtiyacı erojen bölgedeki fazlalıkları toparlamaktır.
erkekler var... slip don giyen ve boxer giyen.
boxer giyen erkekler tekdüze cinsel hayatları olan, rahatlıktan taviz vermeyen, basit ve aksiyonsuz erkektir.
ama slip don giyen erkek... işte bu erkekler farklıdır, vücudunun o bölgesinde birşeyler hissetmek ister, gerek erojen bölgede gerek anüs çevresinde, işte bu erkek biseksüel varoluşun eşiğindedir. türlü baskılar sonucu bu eşikten adımı atamamakla beraber psikolojik sorunlara yelken açar.
cesur olan ise hayatını tekdüze değil, sorunlu değil, keyif alarak, sınırlamadan yaşar.