müslümanların iddia ettiğinin aksine kurana göre bozulması veya değiştirilmesi gibi bir durumu yoktur., tam tersine kuran kendisini tasdik eder.
Bakara(41)
Elinizdeki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.
Bakara(89)
Kendilerine ellerindekini (Tevrat'ı) tasdik eden bir kitap (Kur'an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat'tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah'ın lâneti inkarcıların üzerine olsun.
Bakara(91)
Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) iman edin" denilince, "Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız" deyip, ondan sonra geleni (Kur'an'ı) inkâr ederler. Halbuki o ellerinde bulunanı (Tevrat'ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki, "Eğer inanan kimseler idiyseniz daha önce niçin Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?"
Yusuf(111)
Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.
Fatır(31)
(Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur'an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.
(Atatürk'ü kastederek) "Geçmişinde başarıdan çok başarısızlık olan bir kimse, ihtilal lideri olursa ve iktidarda kalırsa, tarihi, geçmişi güzelleştirebilecek biçimde yazmak ve yazdırmak durumundadır."
"Kemal Paşa için parlak bir askeri geçmiş yaratmak için bulunabilen ve seçilen tek yer Gelibolu oluyor... Yaptıklarından dolayı zamanında bir kahraman sayılmıyor. Kahramanlığının ilanı çok sonraki yıllara denk düşüyor."
"Benim geliştirdiğim tezlerden birisi, Amasya'ya bulununcaya kadar M.Kemal'in hiçbir planda önemli olmadığıdır. M.Kemal, parlak subaylar için bir model olmaktan uzak düşüyor."
"Kemal'in bütün yaşamı boyunca, savaş sanatında parlaklığa işaret eden tek bir kanıtın bulunabileceğini sanmıyorum. Kemal'de hiçbir deha işareti de göremiyorum. Deha, olağanüstü hızlı görebilmektir. Dahi, süratli şimşek çakması içinde yaşayan insandır.Dahi, her an çaktırdığı şimşeklerle sıradan insanların karanlıklarını yırtabilen insan oluyor. Kemal, hiçbir zaman arkadaşlarından önce görmüyor. M.Kemal Paşa, başkalarının açtığı aydınlıktan yürüyen liderler kategorisine giriyor."
"Enver Paşa ve arkadaşlarının Anadolu mücadelesinde istenmemesinin nedeni, başta M.Kemal olmak üzere Ankara kadrosunun, Büyük Britanya ile uzlaşmayı, bütün savaşların temel ekseni yapmalarıdır."
"...inönü'de zafer değil, bir çarpışma bile olmadığını gösterdim. Çerkes Ethem ve M.Suphi'yi temizlemeye kararlı Anadolu ihtilalcileri, temizlik hareketini maskeleyecek bir zafer arıyorlar. Mutlak yaratmak zorunluluğunu duyuyorlar. inönü'de yaratıyorlar."
"M.Kemal Paşa ve arkadaşları.. Kurtuluş Savaşı'na sonradan katıldılar ve çöken düzene yakındılar. Başlamış olan kurtuluş ve bağımsızlık hareketine göre daha tutucu oldukları için, daha radikal olanları(güya Çerkes Ethem) tasfiye etmek zorunluluğu duydular. Üç paşa(M.Kemal, ismet ve Fevzi), hem liderlikleri açısından hem de çok daha tutucu dünya görüşleri nedeniyle, Çerkes'i tasfiye etme gereği duyuyorlar."
Nur Sûresi 31. ayette konuyla ilgili olarak şöyle denmektedir:
"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar; zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz."
Ahzab Suresi 59. ayette ise tesettür konusuna şöyle değinilir:
"Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah, çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir."
Elmalılı, bu ayetin tefsirinde ayetin mümin yani hür kadının tesettür etmesinin emrini vurguladığını belirtir ve geçen cilbab sözcüğünü şöyle tanımlar:
"Cilbâb; Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, car gibi dış örtüsünün, elbisesinin adıdır."
Yani vücudun hatlarını göstermeyen, baştan aşağı örten bir örtüdür.
Olayların tanığı olan Amerikalı Amiral ve Devlet Adamı Mark Lambert Bristol tarafından 1924 yılında Bahriye Bakanlığı önünde yaptığı açıklama "Anadolu içlerinden çekilişleri sırasında terkettikleri köylerini de ateşe verdikleri dikkate alınırsa, Hıristiyanların izmir'den ayrılmadan evvel bizzat yakmış olmaları kuvvetle muhtemeldir... Türklerin izmir'i ateşe vermeleri, mantık dışı olması gerekir. Gerçekten izmir her gün, yönü belli olmayan delice bir rüzgarın estiği şehirdir ve ateşin hangi yöne yayılacağını kestirmek imkanı yoktur. Nitekim böyle de olmuştur ve sadece Hıristiyan mahalleleri değil, ama izmir'in onda dokuzu alevlerin altında kavrulup gitmiştir."
ingiliz savaş gemilerinin birinin komutanı olan Komodor Hartwick: "Birkaç günden beri Hıristiyanların şehri yakacaklarına dair haberler alıyorum."
Halide Edip Adıvar'a göre
- Ermeni mahallesinde yangın başlamıştı.
- ismet Paşanın karargah komutanı itfaiyenin lastik hortumlarının kasıtlı olarak doğrandığını söyledi.
- Yunanlıların Aya Triada ve Foti kiliselerinin altına yerleştirdikleri dinamitler ve patlayıcılar birbiri ardı sıra patlamaya başlamıştı.
M.Kemal'in Hariciye Vekili Yusuf Kemal'e 17 Eylül 1922 tarihli telgrafı: "izmir yangını hakkında aşadığaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır. Ordumuz izmir'e her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel tedbirler almıştı. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücude geldikleri teşkilatla izmir'i yakmayı niyet etmişlerdi. Kiliselerde Hristosmos'un vermiş olduğu nutuklar ki islamlar tarafından işitilmişti, izmir'i yakmak bir vazife-i diniye olarak tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından vücuda getirilmiştir. Hariki askerlerimize atıf yükleyen ve iftira edenler bizzat gelip izmir'e vaziyeti görebilirler."
Albay izzet Beyin 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'ya raporu "...Bu yangının kasten Hıristiyanlar ve bilhassa Ermeniler tarafından ika' edildiğine vesaik delalet etmektedir."
Abdülmecid, 1918 yılı Kasımında Associated Press muhabirine: "Türkiye'nin yabancıların yardımına muhtaç olduğunu, Halifenin egemenliğini tehdit etmeyen herhangi bir kontrolü memnuniyetle kabul edeceğini" söylemişti. 1 Aralık tarihli mülakatta da "Biz Türkler bütün kültürümüzü Fransa ile ingiltere'den aldık... Padişah ve ben sizin yardımınızı hararetle istemekteyiz." demişti.
Milli Mücadele hakkında ise "Dahildeki hareket... haince, ahmakça ve gaddarca olmakla beraber halk bir Damat Ferit hükümetinin yaptıklarından daha iyi işlere ihtiyaç duymaktadır. Halkın Mustafa Kemal ve Rauf gibi adamların kışkırtmalarına kapılmaları bu halkın arzularına hürmet edilmemekten ileri gelmiştir. Kendisinin(Damat Ferit) bu hareketle veya bu hareketi yapanlarla hiçbir rabıtası olmadığına şerefi üzerine söz vermiştir." diyordu.
Paris'e yaptığı seyahatinden önce ancak ingilizlerin yardımıyla ingiltere'nin hizasına getirebileceğini Amiral de Robeck'e söylemişti. Ayrıca Mustafa Kemal'in idam kararını öğrenince çok sevindiği rapor edilmiştir.
L'aurore haftalık dergisinin bir muhabiriyle görüşmesinde "Anadolu Türkleri 6 ila 8 milyondur; onları idare etmek iddiasında bulunanlar günün birinde kılıçlarını Padişah'ın ayakları altına uzatacaklarını düşünmeyen maceracılardır." demişti.
Öne sürülen iddialardan biri de m.kemal'in ingilizlerle hilafeti kaldırmak konusunda anlaştığıdır.
Öncelikle ingilizler hilafeti gerçekten kaldırmak istiyorlar mıydı onu görelim
ingiltere Dışişleri Bakanı Edward Gray'in, istanbul'daki elçiye yolladığı, 31 Temmuz 1908 günlü talimattan: "Türkiye gerçekten meşrutiyeti kurar ve onu yaşatıp güçlendirirse, bunun sonuçları şimdiden, hiçbirimizin kestiremeyeceği ölçüde olur. Bunun Mısır'daki etkileri müthiş olur ve ta Hindistan'da dahi kendisini duyurur... Eğer şimdi Türkiye'de meclis açılırsa, Mısır'da meşrutiyet isteği çok kuvvetlenecek ve bizim ona direnme gücümüz çok azalacaktır."
ingiltere'nin Rus Dışişleri Bakanına, Mart 1915'te verdiği memorandum "Türklerin istanbul'dan uzaklaştırılmasından sonra, başka bir yerde, islam'ın politik merkezi olacak biçimde bağımsız bir islam devletinin kurulması zorunlu sayılmaktadır." şeklindeydi. ingilizlerin bu halife adayı da Mekke Emiri Hüseyin'di, kendisi ingilizlerden ayda 300.000 ingiliz lirası alıyordu.
Bir başka örnek ise ingilizlerin mütareke döneminde ingiliz Muhipleri Cemiyeti yoluyla, bütün islam ülkelerinin temsilcilerinden oluşacak bir 'Hilafet Meclisi' kurma çalışmasıdır.
Lozan'dan sonra iki Hind asıllı ingiliz, Emir Ali ile Ağa Han, T.C. Başbakanına hilafetin korunması ve güçlenmesi hakkında ortak bir mektup yazar. Mektup başbakana ulaşmadan önce 5 Aralık 1923 günü basına yansır. Mektubun sahibine gitmeden basına verilmesi bile yazanların amacını ortaya koymaktadır.
Mektubu yazan Emir Ali ve Ağa Han aslen Şiidir(yani Sünnilerin halifesini tanımayan). Emir Ali, 1904'te emekli olup ingiltere'ye yerleştikten sonra ingiltere'ye yaptığı hizmetlerden dolayı Devlet Yargıçlığına getirilir ve ingiliz Krallık Konseyine üye seçilir ve mektubun yazıldığı sırada bu görevini sürdürüyordu. Ağa Han ise Şiiliğin ismailiye tarikatına mensup biridir. Büyükbabası 1.Afgan-ingiliz Savaşında ingilizlere yardım etmiş, buna karşılık kendisine asalet ünvanı verilmiş ve aylık bağlanmıştır. Ağa Han'a da, "ingiltere tarafından, ismaili Müslümanların imamı olarak, Birinci Dünya Savaşı'ndaki sadık hizmetleri dolayısıyla mükafaat olarak, birinci sıraf şef ve on bir top ateşiyle selamlanmak hakkı bahşedilmiştir. Ağa Han, anılarını yazanlara, 1900'lü yılların başından beri ingiliz Gizli Servisi'nin ajanı olduğunu açıklamıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın başında Osmanlıların cihad ilan etmesine karşı çıkar; islam dünyası liderlerine çağrıda bulunarak veya yazarak bu çağrıya uymamalarını ister; Irak'ta ingiliz kuvvetleriyle dövüşen Türk ordusunun askeri planlarını çalarak General Allenby'ye ulaştırır; casus Mustafa Sagir'i kurtarmak için girişimlerde bulunur.
Bu iki kişi yazdıkları mektupta halifenin kaldırılmasından yakınacak, bunun Sünniler üzerinde yaptıkları etkiye dikkat çekecek, islamiyetin gevşemekte olduğundan bahsedecek, "islam aleminin dini başkanlığının, şeriata göre tam ve eksiksiz olarak korunmasını" isteyecek, halifenin nüfuzunun azaltılması ve ya uzaklaştırılmasının yanlış olduğunu belirtecek ve hilafetin tekrar mevkisine konulmasını isteyeceklerdir.
Bu mektup, ingiltere islam Cemiyeti adına gönderilmiştir.
ingiltere'deki The Times gazetesi, hilafetin kaldırılması kararı üzerine sert eleştirilerde bulunacak, Daily Telegraph da bu kararı "gaflet" olarak niteleyecektir. Bir başka ingiliz gazetesi de hilafetin kaldırılmasının sömürgelerde istikrarsızlığa sebep olacağından kaygılanır.
En önemlisi, Vahdettin gibi ingilizlere kendini teslim etmiş bir adamı öldürmeyi ya da hapse atmayı bırakın, halife unvanına bile karışmayacaklardır. Ankara hükümetine karşı 'Hilafet Ordusu' ile anılan Yunanlıları destekleyecek, Kuvayı inzibatiye ordusunun kurulmasını sağlayacak ve maddi desteklerde bulunacaklardır.
Bir de halifelere ve onların tutumlarına bakalım
Birinci Dünya Savaşı'na kadar hiçbir halife, emperyalist işgal altındaki müslüman ülkeler için bir faaliyette bulunmamış, tam tersine emperyalist ülkeleri desteklemişlerdir. Bazı örnekler
1788 yılında 1.Abdülhamit, ingilizleri uğraştıran Maysor hükümdarı Tippu Sultana, ingilizlerle savaşmaktan vazgeçmesini öğütleyen bir mektup yazar. Aynı sultana 3.Selim debir mektup yazarak, ingilizlerle iyi geçinmesi için öğüt verir.
1857'de Hindistan'daki ayaklanmalara müslümanların da katılmaları üzerine, ingilizler Abdülmecid'e başvururlar. Onun emri ile Hamdi Efendi başkanlığındaki bir ulema kurulu, müslümanları yatıştırmak için Hindistan'a yollanır.
2.Abdülhamit, Hindistan'daki Müslümanların direnişini kırmak isteyen ingilizlere, halife olarak destek vermiştir. ingilizler, isyanı ondan aldıkları bir "sükunet fermanı" ile önlemişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı'nın başında ise, Şeyhülislam Hayri Efendi'nin fetvasına dayanılarak, bütün dünya müslümanları, müttefiklere karşı cihada davet edilir.
ingilizlerin hilafeti kaldırmak istemediğini, tam tersine hilafeti desteklediklerini ve hilafetin kaldırılmasına olan tepkilerini görmüştük. ingilizlerin hilafete dolayısıyla islam birliğine karşı olmalarının en büyük nedeni olarak sömürgeleri olan islam ülkelerinin hilafet altında kendisine karşı savaşma ve sömürgelerini dolayısıyla petrol bölgelerini kaybetme olasılığı gösterilmektedir. Gerçek ise bunun tam tersidir.
Osmanlının cihad ilanı, hiçbir sonuç vermeyecektir. Arapların, Türk ordusunu nasıl arkadan bıçakladığı bilinen bir konudur. ilan, Hindistanlı ve Kuzey Afrikalı müslümanların, ingiliz ve Fransız kuvvetleri emrinde Türklere karşı savaşmalarını engellemeyecektir. ingiliz ordusundaki yaklaşık 200.000 Hind müslümanı, Türklere karşı savaşacaktır.
2.Abdülhamit döneminde bazı müslüman topluluklar, Halifeye isyan eder ve Osmanlı'dan ayrılır. 1889'da Kuveyt Şeyhliği, ingilizlerle bir anlaşma yapar ve ingiltere'nin himayesine girer. Yemen'de Zeydiler 1889'da, Necit'te Suudiler 1904'te isyan eder. Mekke Şerifi Hüseyin 1912'de gizlice ingilizlerle temasa geçerek, 1915 isyan eder ve 2 Kasım 1916'da krallığını ilan eder. Ayrıca Irak, Suriye ve Lübnan'da birçok aydın, bağımsızlıklarını kazanmak için örgütlenmeye başlar.
sonuçta, olaylar
1. ingilizlerin hilafete karşı olmadığını, aksine hilafetin kaldırılmasına olumsuz tepki verdiğini,
2. Halifenin emperyalist ülkelerin işgali altındaki müslümanlar için hiçbirşey yapmadığını, hatta Birinci Dünya Savaşı'na kadar emperyalist ülkeleri desteklediklerini,
3. islam ülkelerinin hilafete bağlı olmadığını, tam tersine hilafete savaş açtıklarını, emperyalist ülkelerle işbirliği yaptıklarını, hatta cihad ilanına rağmen ingiliz ve Fransız orduları ile halifeye karşı savaştıklarını göstermektedir.
Not: Yazı tamamen bana aittir. Bilgiler de çeşitli kaynaklardan(Mufassal Osmanlı Tarihi, Bilal Şimşir vb.) topladıklarımın sentezidir. Bunlar için kaynak belirtmeye gerek olduğunu sanmıyorum.
Napolyon hayranı olarak gösterilir, fakat hakkındaki görüşleri şu şekildedir:
Latife Hanım'ın kızkardeşi Vecihe 28 Ekim gecesini Yalçın Pekşen'e şöyle anlatıyor"...Atatürk krallığı sevmediğini söylerdi. Bu yüzden Napolyon'u da sevmezdi. Bize sık sık cumhuriyetten söz ederdi. Tabii biz cumhuriyetin ne olduğunu pek bilmiyoruz. Ama lafı geçerdi."
Mustafa Kemal, Napolyon'a benzetilmeye hep karşı çıkar, bir general olarak Napolyon'u takdir etse de onun kendi çıkarlarını Fransa'nın çıkarlarının üstünde tuttuğunu düşünürdü. "Napolyon taç ve şeref peşinde koşan bir maceracıdır" derdi.(Damar Arıkoğlu, Hatıralarım)
Bir ingiliz gazeteciye de şunları söylemişti:
Ben Napolyon'u hiç sevmiyorum.Çünkü Napolyon her şeye kendi şahsını sokardı. Mücadelesi muayyen bir dava için değildi; kendi şahsı içindi. işte bu cihetle bu gibi adamlar için kaçınılmaz olarak felakete uğradı.(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, III, s.81)
TEGÂBUN - 11
Allahın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allaha inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
HADÎD - 22
Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allaha göre kolaydır.
Bu cemiyetin yayımladığı bildirilerden biri "Yunan ordusunun halifenin ordusu sayılması gerektiği, hiç de zararlı bir topluluk olmadığı, asıl kafaları koparılacak mahlukatın Ankara'da bulunduğunu..."dur. Bu bildiri Yunan uçakları tarafından Türk cephelerine atılır. Derneğin kuruluşu sırasında başkanı milli mücadeleye karşı her türlü faaliyette bulunan, milli mücadele karşıtı fetvaları yazan ve zaferden sonra önce ingiliz Elçiliğine, sonra ingilizlerin bulduğu bir yük gemisiyle Mısır'a, oradan da Yunanistan'a kaçan, Türkleri "müslüman barbarlar" olarak niteleyen M.Sabri Efendi; ikinci başkanı ise iskilipli Atıf Hoca'dır.
Yunan ordusu, Bursa'ya girince, Venizelos'un oğlu Sofokles, Tophane'de bulunan Osman Gazi türbesini açtırır, sanduka üzerindeki ipek örtüyü yere atar, ayağını sandukaya dayayarak, ordu fotoğrafçısına poz verir. Fotoğraf, üç gün sonra bir Atina gazetesinde, şu alt yazıyla yayımlanacaktır: "Ordularımız Bursa'ya girdiler. Osman, görüyorsunuz, ayaklarımın altında sefil ve hakir yatmaktadır!"
istanbul yönetimi ve padişah, bu harekete hiçbir tepkide bulunmaz.
istanbul'un işgali sonrası Vahdettin; Sivas milletvekili Rauf Orbay, Balıkesir milletvekili Abdülaziz Mecdi Hoca ve Konya milletvekili Vehbi Hoca'dan oluşan meclis kuruluna
"Bu adamlar daha çok şey yaparlar! Herşeye cüret edebilirler! Meclisteki sözlerinize ve hareketlerinize dikkat ediniz! Hoca! Hoca! Dikkatli olun! Bu adamlar, her istediklerini yaparlar! Hoca, vaziyet meydanda! Hadiseler ortada! Bu adamlar isterlerse yarın Ankara'ya giderler! Rauf Bey, millet koyun sürüsü! Bu sürüye bir çoban lazım! işte o da benim!"
Milli Mücadele döneminde Rusya'dan bize yapılan 100 milyon rublelik para yardımının aslı Asya Türk boylarının temsilcisi olan Buhara Cumhuriyeti'dir. Lenin, toplanan bu paraların tamamını vermeyip yarısından fazlasını cebe atmıştır.
Lenin, Ankara hükümeti adına Rusya'ya giden Yusuf Kemal Tengirşenk'in maddi yardım taleplerini sempati ile karşılamış fakat istenilen para ve yardımı hemen verebilecek imkanları olmadığını söylemişti.
Daha sonraları Bekir Sami Bey Dışişleri Bakanıdır. Moskova'ya gittiğinde Buhara Cumhuriyeti'nin ilk ve son Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu da oradadır. Osman Kocaoğlu olayı şu şekilde anlatmaktadır:
"1920 yılında Buhara Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ben dörtbuçuk milyonluk bu halis Türk Devletinin Cumhurbaşkanı olarak Moskova'ya geldim. Lenin ile konuşacaktım. Lenin, Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir heyetin geldiğini Çiçerin, Karahan ve kendisi ile konuştuğunu anlattı.
"Ankara'dan bir Türk heyeti geldi, dedi, acele yardım istiyorlar, ne yapmalıyız?" Yardım edilmesinin normal olduğunu anlattım. Lenin de aynı fikirde idi.
"Bu konuda biz de kararlıyız diyordu, ne var ki ulaşım zorlukları ve parasızlık bizi bekletiyor." Lenin'e ulaşım zorluklarının halledilebileceğini, yol üzerindeki yolcuların müslüman olduklarını, Ermenilerin ise zaten Rusya'ya karşı iyi hisler beslemediklerini, bu meselenin çözümlenebileceğini ima ettim. Lenin, başını sallayarak beni onaylıyordu. Bir ara, "Türklerin istedikleri altın para bizde pek azdır." deyince sözünü kestim. Bizde bu paranın olduğunu söyledim. Ama paranın miktarını tespit etmek gerekiyordu. Sorunu bizim başbakanımız ve aynı zamanda da Dışişleri Bakanımız Feyzullah Hoca ile Lenin'in seçtiği uzmanlardan bir heyete havale ettik. Çalışmalar yapıldı. Heyet bu paranın yüz milyon ruble olmasını karar aldı. Sonra tekrar Lenin ile buluştuk. Ben:
"Biz yüz milyon ruble verilmesini kararlaştırdık." dedim.
Lenin şaşırdı ve:
"Yüz milyon ruble mi, dedi. Bizde bu kadar para yok ki..."
"Bizde var, dedim. isterseniz hemen teslim edebiliriz."
"Hemen mi verebilirsiniz?"
"Evet, hemen verebiliriz."
Buhara, Çarlık zamanında bir Çar emaneti idi. Fakat idari ve mali işlerde tamamen bağımsızdı. Çarlık zamanından kalma altın rublelerimiz bu nedenle bol miktarda mevcuttu. Ruslar, Buhara hazinesindeki bu paralara henüz dokunmamışlardı. Lenin ile anlaşmaya vardık. Ben yanımdakilerle Buhara'ya döndüm. Meseleyi, bir kere de Mecliste konuşmak gerekiyordu. Anadolu'daki kardeşlerimizin durumlarını anlatacak ve yardımın hemen yapılmasını isteyecektim.
Buhara Parlamentosunda o zaman dört parti vardı. Milli Birlik, Kurtuluş, Ahrar Partileri ile Komünist Partisi. Yardımın yapılmasına sadece Komünist Partisi itiraz etti. Komünist Lideri Necip Hüseyinoğlu yardımın yapılmamasında ısrar ediyordu. Baktık ki olacak gibi değil, kendisini Buhara sınırı dışına çıkarttık.
Oylama günü, Parlamentoda hava son derece heyecanlı idi. Bu yardımı nasıl yapacağımızı karara bağlayacaktık. Anadolu'ya yardım edilmesi ile ilgili kanun teklifi üyelerin tam ittifakı ile çıktı. Vakit kaybetmemek gerekti. Kararın çıkışının ertesi günü bütün formaliteleri tamamladık ve 100 milyon rubleyi Anadolu'ya yetiştirmek üzere, Ruslara teslim ettik. Yardım yapılmıştı. Ne var ki bizler Ankara ile ilişkimizi devam ettirmek istiyorduk. Ankara'ya yirmi kadar öğrenci gönderdik. Ayrıca astragan deriler ve bir de Buhara hazinesinden murassa bir kılıç hazırlamıştık. Kılıcı bizzat Enver Paşa seçti."
Osman Kocaoğlu'nun anılarına göre Enver Paşa, bu seçim işinin kendisi tarafından yapıldığını Ankara'ya şu satırlarla bildirmiştir:
"Milli Kahraman, Büyük Komutan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Yüksek huzurlarınıza takdim edilecek naciz hediyelerden, kılıçları seçmek şerefini kardeş Buhara Cumhuriyeti bana havale etti. Bundan dolayı tarifi imkansız bir gurur duymaktayım... Enver."
"Bayırdan, iç elbisesi ile bir cesedi sürükleyerek, bağırarak ve koşarak getiriyorlar. Anladım. Zavallı Kani Beyin naaşı idi. Dayanamadım, kaçtım. Bu vatan fedaisinin haydutlar elindeki bu halini görmek istemiyordum. Kani Beyin bulunduğu evi soyup soğana çevirmişler. Cesedini, daha ölmeden merdivenden atmışlar, elbiselerini soyarak, hatta edep yerlerini açarak sürükleye sürükleye getirmişler, alçaklar.
Akşama doğru bir tellal, '[Akbaş cephaneliğini boşaltıp Anadolu'ya kaçıran gözüpek ekibin başkanı] Hamdi Beyin cesedi akşama gelecek' diye haber verdi. Of! Bu koca kahramanın cesedini, bu alçakların kirli ayakları altında mı göreceğiz? Ertesi gün derste idim. Hademe kapıyı açtı, 'Hamdi Beyi getiriyorlar. Ne başını bırakmışlar, ne vücudunu; parça parça etmişler zavallıyı.' dedi.
Hamdi Beyin mübarek naaşını, canavarlar, kirli ayaklarıyla çiğnemişler, vücudunu parça parça etmişler. Zavallı şehidin vücudunu arabadan süngülerle çıkarmışlar. Herhalde Balkan Harbinin Bulgarları, bunlardan daha insaflı idiler."
Kaynak: Turgut Özakman, Vahdettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele
Alemdar Gazetesi(14 Temmuz 1919 - 16 Haziran 1921 arasında, başyazarı Refi Cevad Ulunay)
islam kilidinin anahtarını, ingiltere'nin güvenilir eline teslim etmekte, islam alemi için hiçbir tehlike yoktur.
Dünyanın en adil, en namuslu, en haşmetli devleti olan ingiltere...
istiklal diye bağıranlar kötü niyetlidir.
Çarıklı, mavzerli bir heyetin, kuru sıkı tehdidi ile iş yürür mü?
Bizim için tutulacak yegane kurtuluş yolu, mütarekeden sonra hemen ingiltere devleti ile beraber yürümek için siyasi teşebbüste bulunmaktı.
Birtakım sorumsuz ve durumu kavrayamamış askerlerin, Milli Harekat adı altında takındıkları tutumlar, bütün çıkarlarımızı mahv ve berbat etmektedir.
Hükümet, Kuvayı Milliye adı altına sığınan bu haydutların kafasına bir yumruk indiremiyor.
Kuvayı Milliyecilerin kafalarına vurmak lazımdır!
Yunanlılar, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir. Onlara karşı yapılacak bir hareket, büyük devletlerin kırgınlığına sebep olabilir.
Milli teşkilatı yok etmek, millet için varolma meselesidir. Dahildeki müslümanlar bilmelidirler ki o alçaklara karşı çıkanlar, dine, Halifeye, millete unutulmaz hizmetlerde bulunmuş olacaklardır.
Ahmet Aznavur Beyin, şimdiye kadar göstermiş olduğu gayret ve kahramanlık, ileride görülecek kıymetli hizmetlerine de bir delildir. A. Aznavur Beyin bugün de bir resmini yayımlamak suretiyle sayfalarımızı süslüyoruz.
Anadolu, Kemalistlerden temizlenecektir!
M.Kemal tarihe şüphesiz nam bırakacak fakat siyasi deliler arasında... Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti, Anadolu'yu bu zararlı haşarattan temizleyecektir.
Yunanistan, kısa zamanda M.Kemal kuvveti denilen çapulcuları tamamen tepeleyecektir.
(2. inönü zaferi üzerine)Ordu, Türk namusunu yine kurtardı! Kemal orduları, Avrupa'nın en asri usulüne göre harp ediyorlar.(dönekliğin bu kadarı!)
Peyam-ı Sabah (8 Ocak 1920 - 11 Eylül 1922 arasında Ali Kemal'in yazıları)
Anadolu'da ne yaptığını bilmeyen M.Kemal ve arkadaşlarının hareketine öncelikle son vermesi gerekir...
Fenalığın kaynağı Kuvayı Milliye
Kuvayı Milliye ancak çetecilik yapar, vurur, kırar, geçirir
Dost bir devletin (ingiltere'nin) aleyhinde bulunan M.Kemal cezalandırılmalı...
Ciddi bir hükümet, Kuvayı Milliye denen o serserilerin hakkından gelir!
Düşmanlar, teşkilat-ı milliyeden bin kat daha iyidir!
Milli hareket boşa gitmeye mahkumdur. (Sait Molla'nın demeci)
Büyük Millet Meclisi, küçük heriflerin eseridir.
Anadolu'nun henüz istilaya uğramayan yerlerini, M.Kemallerden, Ali Fuatlardan, o ipsiz, sapsız, akılsız fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir. Kan, can, mal, ne pahasına olursa olsun temizlenmelidir!
(17 Ekim 1920)Demek işlemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan'a taarruz ile onu da tamamladık.(Ali Kemal 11 Kasım'da Türk ordusunun Kars'ı işgal ettiğini yazmıştır, yazı Türk zaferi üzerine "Kars'ın düşman eline geçmesi" başlığını taşımaktadır. )
Ankara, Türkiye'yi felakete sürüklüyor.
Avrupa ile başa çıkmayı, asırlardan beri hangi Asya kavmi başardı ki biz başarabilelim?
Bu idrakte, bu irfanda, bu kıratta adamlar(Ankara yöneticileri), bir hükümeti değil, ufak bir aşireti bile iadre edemezler.
Bu macera(milli mücadele), artık devam edemez. Bu milletin kurtuluşunu düşünenler, faaliyete, icraate geçmelidir.
Ankara'nın başarıları üzerine dönüş yapan Ali Kemal bundan sonra bir nevi günah çıkarıp bağışlanma beklentisi içinde şöyle yazacaktır:
26 Ağustos 1922, "...Mesela Edirne ve izmir kurtulursa, Türk olmak itibariyle seviniriz, sevincimizden çıldırırız. Fakat akılca, irfanca bu derece yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak değil insalığımızdan bile istifa ederiz. Fakat esef ederim ki şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da olaylar gösterecektir ki biz yanılmış olmayacağız!"
31 Ağustos 1922, "(Büyük Taarruz üzerine) Her fert içtihatında serbesttir... Öyle olduğu için (Ankara'nın) içtihatına muhalif kanaatta bulunanlara, hürmet edilmesini isteriz. Biz her ne sebebe dayanırsa dayansın, silaha sarılmanın bu memleket için selamet ve kurtuluş yolu olduğuna inanmamıştık... Hiç hata etmediğimiz iddiasında değiliz. Biz de içtihatımızda yanılabiliriz."
2 Eylül 1922, "Bu şanlı mücadeleler, bir milletin ebedi başarılarına bir sayfa daha ilave eder., lakin siyaseten hiçbir fayda temin etmez... Bu mücadelemizden, hiçbir zaman fayda göreceğimizden emin değiliz."
9 Eylül 1922, "Türk'ün Bayramı!"
10 Eylül 1922, "Kabul ediyoruz ki Anadolu'nun son zaferi, bizlerin kanaatinin yanlışlığını ortaya koymuş bulunuyor... Muhaliflere düşen vazife, hatalarını itiraf ederek arz-ı teslimiyet etmektir."
11 Eylül 1922 günü Ali Kemal gazeteden uzaklaştırılmıştır.
ismet inönü, cumhuriyet tarihinin Atatürk'ten sonra en etkili kişisi ve "ikinci Adam" olarak anılır. Fakat milli mücadeleye nasıl ve ne şartlarda katıldığı pek bilinmez. Nasılmış, bir görelim:
28 Kasım 1918 günü istanbul'da ismet Bey, Kazım Karabekir'e "Gördün mü Kazım, herşey mahvoldu, vaktiyle gördüğün gibi sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki; batıracaklar ve hayatımızla bir didişeceğiz. Fakat benim hiç ümidim kalmadı, ben kararımı sana söyleyeyim mi Kazım? Köylü olalım, askerlikten istifa edelim.. Senin kaç liran var? Birleşelim, Kazım Ağa, ismet Ağa olalım, hayatımızı çiftçilikle sürükleyelim..." demişti.
Mustafa Kemal'in istanbul'da arkadaşlarıyla görüşüp kurtuluş çarelerini görüşürken bu kişilerin arasında ismet inönü yoktur. Hatta M.Kemal bunu Rauf Orbay'a şu şekilde açıklamaktadır "Nafile.. Bir türlü kurtuluş yolu olduğunu anlayamıyorlar. Bilmem basiretleri mi bağlanmış, yoksa cesaretleri mi, ümitleri mi yok, hepsi meskenet içinde." Mustafa Kemal Samsun'a giderken ismet Beyin bu durumdan haberi yok, M.Kemal'in vedası sırasında "Ne haber, ne haber, bu ne baskın?" diyerek onu karşılıyor. Mustafa Kemal, davet ettiği Şişli'deki evinde ismet Beyle görüşüp, onun Anadolu'da bir milli mücadeleye katiyen taraftar olmadığını anladıktan sonra, istanbul'da kaldığı (19 Ocak - 16 Mayıs 1919) beş ay içinde hiç temas etmemiştir.
ismet inönü, 1 Haziran 1919 Kazım Karabekir'e yazdığı mektubunda kimseyle temasının olmadığını yazmakta, Anadolu'da memleketi kurtarmak için çalışan arkadaşlarının ne yaptığı ile ilgisiz, olayların yabancısıdır. Sadece Anadolu'da ekinin iyi oluşundan dolayı halkın kıtlık çekmeyeceğine sevinmiştir. Bu esnada, Anadolu'daki arkadaşları Erzurum'da toplanıyor, bu toplantılardan kuşkulanan istanbul hükümeti, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Beyi yakalatmak için Kürt ve Arnavut zabitlerini takibe gönderiyor, M.Kemal'in hiçbir telgrafının çekilmemesi için emirler veriyor.
4 Eylül 1919 günü Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyin Erzurum'da bulunacakları düşüncesiyle buraya gelen Saffet Arıkan, Ahmet izzet Paşa'nın Amerika mandası hakkında bir tasarısını ve ismet Beyin de bu tasarıyı kabul için yazmış olduğu bir mektubu getirdi. Mektupta devletin durumu anlatıldıktan sonra "...(Mandanın) Avrupa büyük devletlerinden birine verilmesi halinde, birçok kıskançlıkları doğuracağı gibi, geleceğimiz içinde hayırlı olmaz. Bu sebeple bu umumi mandanın Amerikan hükümetine verilmesi en münasiptir. Bugünkü siyasi vaziyete göre Sivas kongresinin, dört devlet temsilcisinden Amerikan mandasını istemesinin pek mühim bir fayda sağlayacağı ve malum rekabet kefesini lehimize mühim surette ağır bastıracağı teklif ve beyan olunur."
ismet Beyin, Kazım Karabekir'e göndermiş olduğu 27 Ağustos 1919 tarihli mektupta duymuş olduğu Anadolu'daki ve istanbul'daki bazı olayları yazdıktan sonra konuyu ingiliz ve Amerikan taraftarlığına getiriyor. ingiliz mandasını isteyenlerden bahsettikten sonra "Eğer Anadolu'da halkca, Amerikalıları herkese tercih ettikleri dolayısıyla gizlice Amerika milletine müracaat edilse, pek ziyade faydası olacaktır, deniliyor ki, ben de tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan kontrolüne emanet vermek, yaşayabilmek için yegane çare gibidir." diyor ve hiçbir faaliyette bulunmayıp sekiz ay evinde oturmasından, hatta kendisini Anadolu'daki harekete yardım edip silah ve cephane gönderdiğini söyleyen Adil Beye sinirlenip böyle bir şey yapmadığından bahsediyor.
ismet Beyin Ankara'ya gelişi ve milli mücadeleye katılışı ise ilginçtir. C.H.P.'nin ilk istanbul müfettişlerinden Refik ismail Bey:
ismet Beye "Mustafa Kemal Paşa'nın kendisi gibi arkadaşlara ihtiyacı olduğunu ve behemehal Ankara'ya gitmesi gerektiğini" söyledik. Hemen "Gidip ne yapacağım?" diye reddetti. Ne kadar diller dökerek ısrar ettikse ismet Bey "Benim burada, bu komisyonda devletlerle gördüğün iş daha mühimdir. Aynı gayeye hizmet ediyoruz. Esasen Ankara'yı biliyorum. Şimdi orada yapılacak bir iş yok ki; ne diye gideyim." demeye devam etti.
ismet Beyin cevabını Ankara'ya bildirdik. Bunun üzerine davet şekli değişti: Yazışma ile vakit geçirilmeden temin etmemiz isteniyordu. istek açıktı. Kara Vasıf Bey giderek derhal Ankara'ya gelmesi istendiğini söyleyince ismet Bey adeta sinirlendi: "Allah, Allah, nedir bu adamın inadı böyle? Orada yapılacak bir şey yok... Asker yok, silah yok, para yok... Karşıda dünyanın bütün orduları var. Ne ile, ne yapacak bunlara? Şaka mı bu?.." diyordu.
ismet Bey gelmek istemiyordu. Düşündük, bu ancak ismet Beyi ürkütmekle mümkün olabilecekti. Arkadaşlardan Ali Rıza Bey ismet Beye "ingilizler tarafından takip edildiğini" söyledi. iki-üç gün sonra ismet Bey ne yapılacağını sorunca Ali Rıza Bey Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nde saklanabileceğini söyledi. Talimgah kumandanı Yenibahçeli Şükrü Beyin Ankara'ya gitmesinin emredildiğini söylemesi üzerine ismet Bey "Ankara'ya gitmekte hiçbir mana olmadığını, bütün galip devletlerin muazzam ordularına karşı topsuz, tüfeksiz, parasız, pulsuz hiçbir şey yapılamayacağını hala anlayamadıklarını..." tarzındaki itirazlarıyla anlatsa da Şükrü Bey duymazdan gelip ismet Beyin önüne koyduğu nefer elbisesini gösterip "Lütfen bunları giyiniz, beyefendi!.. Hava kararıyor. Kaybedecek vaktimiz yoktur. Aldığım emir kat'idir." dedi ve işi oldu bittiye getirdi. Şükrü Beyin aldığı tertibatla hazırlattığı, çuvallarla yüklü bir öküz arabasının üstünde, Saffet (Arıkan) Beyle yola çıktılar ve Ankara'ya geldiler (Mart 1920).
Bu olayla ilgili Feridun Kandemir'in anlattığına göre Çankaya'daki bir davet sırasında Atatürk, Refik Beye bu olayı anlattırmıştı. Yine Tokat'ta bulunduğu sırada, yanındakilerle sohbet ederken Sedat Paşa ile Ali Fuat Erdem'in milli mücadeleye katılmamasından bahsedip "Söz aramızda bizim ismet de öyle olmadı di mi?" diyerek bunu belirtmişti.
Daha sonraları Cumhuriyetin "ikinci Adam"ı olacak olan ismet inönü; istanbul'un işgaline(Mart 1920) kadar hem kişisel mektuplarında hem de resmi yazışmalarda belirtecek kadar milli mücadele karşıtı ve Amerikan mandacısı biridir.
Yunanlılara sığındıktan sonra yaptığı propagandalardan
"Ey Türk ordusu subayları! Yunanlılar ellerine düşen ve kendilerine teslim olan Türk esirlerine çok iyi bakıyorlar. Vatan için niyetleri temiz olmadığı aşikar olan Ankara hükümetinin şer aleti olmamak, vatan vazifesidir!"
ikinci inönü Savaşının başladığı gün yine Yunan uçakları tarafından ordu ve köyler üzerine
"Kardeşlerim! Yunanlıları pek iyi tanırım! Dinimizi, namusumuzu, hürriyetimizi, malımızı müdafaa ediyorlar... Onlar Türk milletine karşı değil, M.Kemal Paşa ve yandaşlarına karşı harp ediyorlar! Yunan ordusu, şehirlerinizi ve köylerinizi işgal ettiği zaman korkmayınız! Zira bugün ve işgal edilmiş yerlerde hüküm süren intizam, asayiş ve hürriyetten, siz de yararlanacaksınız! Eğer Ankara'nın pençesinden, vatanınızı ve hürriyet-i şahsiyetinizi kurtarmanızı istiyorsanız, bu nasihatı dinleyiniz!" (2.4.1921 günlü Peyam-ı sabah)
Kendisine Çerkes milliyetçisi demek yanlış olur. Bolu-Düzce isyanını başlatan Çerkes ve Abazaların isyanını bastıran da yine bir Çerkes olan Ethem'dir.