beynimiz facebook'a bağlı değil ya bu engellemenin amacı bile saçma. herhalde internet dursa kafamız çalışmaz, çıkarım yapamaz sanıyorlar. herkes her şeyi düşünür engellemenin yolu yok.
kitap okuyan birinin senin sevgine ihtiyacı olduğunu düşünmen senin cehaletinden zaten. kitap okuyan insanlar beynini çalıştırmaktan aciz insanlara "selam" vermekten bile hoşlanmazlar.
biraz param olsa bende kanal açacağım 7 gün 24 saat kendimi övdüreceğim. olsun, olmasın, başarılarımı anlatacaklar. benim neyim eksik koltuk dışında. arada kanan bir iki kişi olur belki. namım yürüsün.
kardeş bu olayı fazla abartma istersen. bu işin hamileliği, doğumu ve doğum sonrası var. herhalde daha evli değilsin. karının canı tatlı çekecek alacaksın, naz yapacak katlanacaksın, ağlayacak (mantıksız şeylere de ağlasa) teselli edeceksin. hapşırsa yanında biteceksin. yok katlanamam dersen "ben annemin yanına gidiyorum" diyen taraf sen olursun. hayattan soğursun. huzur için idare etmen şart. yani 1 yıl aralıksız devam edeceğine ayda birkaç gün nöbet say sen o günleri şükret haline.
sonuçta o da diğerleri gibi politikacıydı. çok küfür yedi, çok övüldü ve sonunda o da öldü. ondan önce ve ondan sonra gelen gideni aratmaya devam ediyor.
insanlar zaman zaman kendinden bile bıkabiliyor. hiçbir şey için "asla" denmemeli. en azından ben kendime kefil değilim. benden "asla" içeren teminat cümleleri duyarsanız inanmayın, inananları da uyarın.
vücuda alınan darbelerin birkaç yıl sonra çeşitli hastalıklarla kendisini kötü durumlara düşüreceğini akıl edebilen adamlar "gereksiz" kavgalara girmez. ülkemiz şartlarından dolayı "adaletini kendi aramak zorunda" olan insanlar veya kendini savunmak zorunda olan insanlar sık görülüyor. yinede ölüm kalım meseleleri olmadıkça kavgadan kaçınmak en akıllıca davranıştır.
her ortamın kendine göre şartları vardır. arkadaşlar birbirlerinin sevgilisine yazılmaz mesela bu da bir kısıtlamadır. işe giren kişi patronunun kısıtlamalarını kabullenir, okuyan kişi ders ortamındaki hareketlerini kısıtlamak zorundadır. ailesiyle bir arada olan kişi büyüklerine saygılı davranmak zorundadır. gelenektir falan filandır. bu kısıtlamalar çoğu kişinin gözüne batmaz veya bugün şikayet eder yarın unutur. evliliği farklı kılan durum nedir? hayatta her şey devamlı iyi gitmez bazen kötü zamanlarda olur. iyi şeylerden şikayet etmeyen kişiler zorluklarla karşılaştığında, iyileri çabucak unutup evliliği pranga gibi gösteriyor. madem bu kadar kötü evlenmeyin. bu tür kişiler evlenmese zaten ortada sorun kalmaz.
niye ki erkekler, kadınlar olmadan savaşa mı gidemiyor, adam mı vuramıyor. erkeklerin yapamadığı bir açığı kapatmaya mı geliyorlar. o zaman askere sadece isteyen gitsin, erkek kadın fark etmez. neyi değiştirebilecekler, neler aynı kalacak görelim.
yalan söyleyen, sözünde durmayan, samimiyetsiz kişiler toplumda gün geçtikçe artıyor. tersini yapan insanlar nadirleştikçe insanların gözünde değerleniyor doğal olarak.
elmayı boş ver işin ana fikri şu; zamandan bile daha eskidir yasakları delme içgüdüsü. insanoğlu yasak olanı istemeye meyilli. birde "benim suçum değil onun yüzünden oldu" cümlesi var tabi. bu hikayenin suçlusu da insan değil "şeytan". gitmiş çocukları kandırmış. üzüldüm bak şimdi. bir elma yüzünden yaşıyoruz bu dünyada yoksa cennette yerimiz garantiydi.
düşünemiyorum ben arkadaşım. tavana bakınca direk köşeleri kontrol ediyorum. "ulan yine mi kiremit kırmışlar, ilk yağmurda tepeme çökmese bari" diye düşünürüm. tavanın romantik anıları canlandırdığı projeksiyon gösterileri yaşayamıyorum.
şu zamana kadar evlenenler, bekarlara iyi örnek olmuş demek ki? bolluk, bereket, huzur, mutluluk...oh mis gibi aile saadeti. herkes faydalanmak istiyor. işsiz kalanlar, çocuklarını okutamayanlar, eşlerini öldürenler, aldatanlar... yok demek ki Türkiye'de. ulan o zaman ben mi yaşadığım ülkeyi karıştırıyorum ya da hep mi bana denk geliyor şiddetli geçinen aileler.
saç sakal uzatır, kendi tarzını oluşturur. çirkin erkek yoktur! tarzını henüz bulamamış erkektir o. ayrıca yakışıklılık görecelidir. mesela ben aynaya bakınca yakışıklı hissederim kendimi ama sen bana bakınca ne görürsün bilemem.
hiç kullanmadığım bir cümle. kalabalık sevmem ben. ölürken bari huzurlu olayım. kurtulmak istediklerimi de yanımda götürmüş olurum o zaman. sonsuz azap çekemem.
insanın kendini güvende ve huzurlu hissettiği yerlerden biri evidir. bu yüzden kitaplarda ortamın huzurunu ve hissettirdiklerini anlatırken "ev gibi" deniyor. ev gibi kokan her şey.
bence "kehanet" filmi daha mantıklı. izlemeyenler için özet geçeyim. filmin mantığına göre gelişmiş uzaylı ırklar, dünya yok olmak üzereyken, küçük yaştaki kız ve erkek çocuklarından belirli sayıda toplayıp dünyaya benzeyen, yaşanabilir bir gezegene götürüp belirli bölgelere çiftler halinde bırakıp yeniden çoğalmaları ve gelişmeleri için yalnız bırakılıyor. bu mantıkla akraba evlilikleri yok. 8-10 yaşındaki çocukların doğal yaşamda hayatta kalmayı başarıp ve yeni medeniyetler kurmaya başlamaları gerekiyor.
esas kızın, kanatsız bir melek olup her kötülüğü affetmesi, düşmanına bile iyilikle yaklaşması ve aynı hatalara tekrar tekrar düşmesi.
esas oğlanın, "adaletin kılıcı" rolünü üstlenip devleti temsilen kötüleri cezalandırması, vurması. kendisi yasa dışı davranarak adaleti sağlarken burnu bile kanamadan işin içinden sıyrılması, ölümsüz olması.
kötü karakterlerin son nefesini verene kadar yıllarca bıkmadan usanmadan aynı karaktere kötülük yapması. çoğunlukla yaptığı kötülüklerden kazanç bile sağlamazken üste para harcaması.
daha da kötüsü bu filmleri izlerken esas karakterlerin enayice davranışlarına milletçe hayran kalıp, benzer durumlar başımıza gelince kötü karakter gibi davranacağımızı bilecek kadar kendimizi tanıyoruz ve yinede en çok kötü karakterlere kızıyoruz. komik milletiz.