manhattan ın göbeginde 6. av a kıyısı olan , işbu entry de görüldüğü gibi wireless internet bağlantısıyla uludag sozluk e entry girebileceginiz mekan, park.
Erbakan o toplantıda masaya yumruğu vursaydı kahraman olur, millet ona sahip çıkardı mantığındaki akılsızlara haddini bildiren Ahmet N. Güvener imzalı mutlaka okunması gereken yazı.
;
28 Şubat ile ilgili her tartışmada muhakkak söz bir biçimde döner dolaşır, Erbakan ın o dönemde takındığı tavra gelir. Bazısı Erbakan ı haddinden fazla yumuşak olmakla suçlar. Bu kişilere göre Erbakan o dönemde masaya yumruğu vurmadığı için suçludur. Bu fikirde olanlara şöyle bakarsınız, bakarsınız ve ne yazık ki, siyasî tartışmalardan mest olmaya eğilimli bir çehreden başka bir şey görmezsiniz çoğunlukla.
Sorumuz şu: Erbakan 28 Şubat ta neden masaya yumruğunu vurmadı? Evet, bu soru üzerinde düşünelim. Erbakan bunu yapmalı mıydı? Yahut, yapsa ne olurdu?
Erbakan ın masaya yumruğu vurması, kolektif bir bilincin ve iradenin harekete geçmesini mümkün kılar mıydı acaba? Erbakan ın eleştiri dozu yüksek sözlerini bile kışkırtıcı bulup onu itham edenleri gördükten sonra, Erbakan ın masaya indireceği yumruğu kim bilir nasıl değerlendirirdi bazıları.
Soruyu farklı biçimde tekrar edeyim: Erbakan masaya yumruğu vursa ne olurdu? Post-modern darbe, daha yüksek şiddette bir müdahaleye dönüşürdü ve pek çok kişi hapsi boylardı. Ya sonra ne olurdu? Yeni yeni rahata alışan mücahit dava erleri, kodesin sıkıntılı havasında Erbakan a küfürler savururdu. Yeni müdürlerimiz, oralara nasıl geldiğine kendisi de şaşırıp duran koca göbekli milletvekillerimiz, köyünde tezek vurmaktan kurtulup da lojmanlara kapağı atan vekil hanımlarımız maazallah bunalıma girerlerdi!
Erbakan masaya yumruğunu vursaydı ne olurdu, bilir misiniz? Erbakan ı ve üç-beş önde görünen ismi tutup hapse koyarlar ve en ağır cezalara çarptırırlardı. Bunun üzerine islâmî camia da hemencecik Erbakan ın kışkırtıcı üslûbundan dem vururdu. Oysa ne gerek vardı ki masaya yumruk falan vurmaya? iş nasıl olsa sühuletle çözülürdü? Bunun adı çifte standart değil midir? Hadi daha açık söyleyeyim: Bu düpedüz siyasi münafıklık değil midir?
Türkçe olimpiyatlarında kürsüye çıkıp göz yaşı döken Bülent Arınç, Erbakan ı 28 Şubat ta pasif davranmakla suçlarken, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı nın darbeci Süleyman Demirel ve ismail Hakkı Karadayı ya ödül verdiğini unutuyorsa, Erbakan masaya yumruğu vurmuş olsaydı Erbakan ın arkasında durur muydu sanıyorsunuz?
Kimse kimseyi kandırmasın. Erbakan bu camianın bazı kesimlerince artık bir yük hâline gelmişti. Ve 28 Şubat, bu yükün atılması için fevkalade elverişli bir fırsat oldu. Erbakan a 10 yıldır siyaset yaptırılmazken susanlar, Erbakan ı sert eleştirileri yüzünden suçluyorlar. Yazık!
Erbakan bazıları için omuzdan atılacak bir yüktü. Çünkü Erbakan onlara, yoksul ve köylü geçmişlerini hatırlatan bir simge idi. Ondan kurtulmalı ve olabildiğince göz önünden uzaklaştırılmalıydı. Bu başarıldı.
Artık Erbakan göz önünde değil. Ev hapsinde. Komünist ülkelerde olduğu gibi tıpkı.
Bu bizim utancımızdır. Türk siyasetinin son kırk yılına damgasını vurmuş bir hareketin lideri, sessiz sedasız, güya ona bağlı olan gençleri incir çekirdeğini doldurmayacak mevzular için forumlarda tartışırken, bir zamanlar elinden tuttuğu siyasetçileri bir sürü makamı hızlı hızlı tırmanmışken ev hapsine yollandı.
Bu bizim utancımızdır. Millî Görüşçülerin, Ak Partililerin, Erbakan ın rahle-i tedrisinden geçmiş herkesin ve en önemlisi Türkiye nin altından kolay kolay kalkamayacağı bir utanç.
Abdülhamit Han da böyle göz hapsinde ve sessiz sedasız yok edilmişti. Hâlâ bedelini ödeyebildiğimizi zannetmem.
Ey müdürler, ey milletvekilleri, ey bakanlar, ey belediye başkanları, ey hatipler, ey gençlik önderleri, ey eski MGV liler, ey eski vekil hanımları, ey mangalda kül bırakmayan mücahit Millî Görüşçüler, ey liberal aydınlar, ey kahraman ve gözünü budaktan sakınmayan Türk milleti, ey en basit trafik dalaşında karın deşen yeni şehirli kalabalıklar, ey susanlar, neredesiniz?
Neredesiniz ey siz Türkiye halkı? Gidip kapısına bir çiçek de mi bırakacak takatiniz kalmadı?
Parti ayrımı yapmadan ve sırf bu utancın taraftarı olunmadığını göstermek için. Sırf bunun için...
not: bu yazı bengbeng isimli yazarın uktesi üzerine kaleme alınmıştır.
hayatı:
On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Anadolu da yaşamış olan âlim ve velîlerden. ismi, Şemseddîn Ahmed olup, Ahî Natur un oğludur. ilm-i nücûm yâni astronomi ve felekiyyât ilminde meşhûr olduğu için Eflâkî, hocası Ârif Çelebi ye nisbetle de Ârifî nisbeleriyle tanınmıştır. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1360 (H.761) senesinde Konya'da vefât etti. Kabri Mevlânâ Celâleddîn i Rûmî hazretlerinin türbesi civârındadır.
Doğum yeri ve yılı kesin bilinmemekle berâber on üçüncü yüzyılın sonlarında ve Türkistan taraflarında doğduğu tahmin edilen Ahmed Eflâkî gençliğinde memleketinde iyi bir tahsil gördü. ilim öğrenmek için birçok seyahatler yaptı. Zamânının önemli ilim merkezlerini dolaştı. Pek çok âlim ve velî ile görüşüp onların ilim meclisleri ile sohbetlerinde bulundu. Zamânının birçok ilim dalında söz sâhibi, mütehassıs oldu. O devrin önemli ilim merkezlerinden Konya'ya geldi. Evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin oğlu Sultan Veled'i ziyâret edip, duâsını aldı. Bedreddîn Tebrizî'den ders aldı. ilm i nücûmda yâni astronomide mütehassıs olup "Eflâkî" mahlasıyla anılmaya başlandı. Sirâceddîn Mesnevîhân, Abdülmü'min Tokâdî ve Nizâmeddîn Erzincânî gibi âlimlerden ders aldı. Astronomi ile ilgili birçok rasatlar ve gözlemler yaptı. Attârlıkla da meşgûl olan Ahmed Eflâkî, Sultan Veled'in oğlu Ulu Ârif Çelebi'nin talebesi oldu. Böylece onun mânevî terbiye ve himâyesine girdi. Ömrünün sonuna kadar sâdık bir talebe olarak hizmette bulundu ve çok istifâde etti. Hocasına nisbetle Ârifî lakabıyla anıldı. Hocasıyla birlikte bütün Anadolu'yu gezip ilim ve edep yaydılar.
Bir gün Kayseri'den Sivas'a giderlerken, yolda birisi, kendisine, babasının Saray şehrinde Özbek Hanın sarayında vefât ettiğini, mîrâs olarak geriye büyük servet bıraktığını ve bu mîrâsın, oğlu Eflâkî gelinceye kadar muhâfaza edilmesini vasiyet ettiğini bildirdi. Ahmed Eflâkî Sivas'a gidince bu işle yakından ilgileneceğini, mîrâs kalan mallarla, babasının kitaplarını almak üzere Saray şehrine gideceğini söyledi. Fakat hocası Ulu Ârif Çelebiden ayrılmaya dayanamadığı için gidemedi.
ilhanlı hükümdarlarından Olcaytu Hudâbende'yi ziyârete giden hocası Ulu Ârif Çelebi ile birlikte Konya'dan Âzerbaycan'daki Sultâniye şehrine kadar gitti. Bu yolculuğu sırasında Kayseri, Sivas, Bayburt, Ahlat ve Tebriz'e, dönüşte de Ladik şehrine uğradı. Bu uzun geziden sonra, seyahati sırasında insanlara hak ve hakikatı anlatmayı çok seven hocası Ulu Ârif Çelebi ile birlikte Kütahya'ya gitti. Bu yolculuğunda ağır hastalandı. Hocasının isteği üzerine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve onun yolundakilerin hayat ve menkıbelerini anlatan Menâkıbü'l-Ârifîn ve Merâtibü'l-Kâşifîn adlı eserini yazmaya başladı. Hocası Ulu Ârif Çelebi ona "Şeyh" diye hitab ederek halîfelik verdi. Mesnevî okuması yanında yüksek vilâyet derecesine ulaştı.
Ulu Ârif Çelebinin 1319 senesinde vefâtından sonra, onun oğlu Âbid Çelebiye intisâb edip talebesi oldu. Bir müddet Mevlânâ hazretlerinin türbedârlığını yaptı. Eretna Beyin ısrârı üzerine de uç beylerinin bulunduğu bölgeye giden Âbid Çelebi ile birlikte bulundu. Hocası Ulu Ârif Çelebinin emri ile tekrar yazmaya başladığı Menâkıbü'l-Ârifîn ve Merâtibü'l-Kâşifîn adlı eserini bitirdi. Âbid Çelebinin vefâtından sonra da sırasıyla Vâcid, Şehzâde ve Emir Âdil Çelebilere intisâb edip onların hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Bu arada daha önce yazdığı menâkıb kitâbını sâdece Menâkıbü'l-Ârifîn adıyla genişletti.
Hayâtını Mevlanâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin yolunu, hayâtını, sevenlerini tanımaya ve onların yolunda yaşamaya vakf eden Ahmed Eflâkî sık sık menkıbeler anlatıp, Allah adamlarına karşı olan sevginin artması için çalıştı. Bir defâsında şu menkıbeyi anlattı:
Bir gün Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykûbâd büyük bir toplantı tertib edip Şeyh Bahâeddîn Veled hazretlerini de saraya dâvet etti. Şehrin bütün âlim, evliyâ ve ileri gelen kimseleri bu toplantıda hazır bulundular. Bahâeddîn Veled kapıdan içeri girince, Sultan Alâeddîn ayağa kalkarak onu karşıladı. Saygı göstererek, tahta oturmasını istedi ve; "Ey dînin pâdişâhı! Ben kulum. Bugünden sonra senin subaşın olmak ve efendimin de sultanlık etmesini istiyorum. Zîrâ bütün görünen ve görünmeyen sultanlık eskiden beri sizindir." dedi. Bahâeddîn Veled de ona karşı güzel muâmelede bulunup gözlerinden öptü. Mecliste bulunanlar Sultânın, âlim ve velî bir zâta böyle muâmelede bulunmasına çok sevinip onu methedici sözler söylediler. Bu sırada söze başlayan Bahâeddîn Veled hazretleri; "Ey melek huylu, mülk sâhibi hükümdar! Dünyâ ve âhiret mülkünü kendine mâl ettiğine hiç kuşkusuz emîn ol." buyurdu. Sultan Alâeddîn şevkle ve sevinerek ayağa kalktı. Bahâeddîn Veled'in müridi, talebesi oldu. Pâdişâha uyan bütün kumandanlar ve askerler de Bahâeddîn Veled'e talebe oldular. Sultan Alâeddîn ihtiyâcı olan kimselere sadakalar dağıtılmasını ve ihsânlarda bulunulmasını emretti.
Tasavvufun inceliklerine ve mevlevîliğin sırlarına vâkıf olan, Allahü teâlânın, Resûlullah efendimizin ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin aşkıyla dolu bir ömür geçiren Ahmed Eflâkî, Mevlanâ dergâhının hizmetleri yanında, etrafında toplanan insanlara islâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak, iki cihân seâdetine kavuşmalarına vesîle oldu. 1360 (H.761) senesi Haziran ayının on altıncı günü Konya'da vefât etti. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesinin doğu tarafında defnedildi.
Zamânın geçmesiyle kaybolan ve yapılan istimlâklar sırasında bulunarak Mevlânâ müzesinde muhâfaza altına alınan mezar taşındaki Arapça kitabının tercümesi şöyledir:
"Büyük âlim, her şeyi gereğince bilip haber veren, zamânın eşsiz, asrının tek âlimi, rahmete mazhar olmuş, suçları örtülüp, bağışlanmış olan Ârif'e mensûb bulunan Eflâkî yedi yüz altmış bir senesi Recebinin sonuncu Pazartesi günü, yokluk evinden, varlık yurduna göçtü. Allah onu rahmetine kavuştursun ve suçlarını bağışlasın."
Ahmed Eflâkî'yi meşhûrlaştıran, asırlardan asırlara, nesillerden nesillere intikâl ederek anılmasını sağlayan en önemli eseri Menâkıbü'l-Ârifîn'dir. Mevlânâ hakkında yazılan eserlerin ve Mevlevîliğin kaynaklarının başında gelen, doğu ve batı dillerine çevrilmiş olan bu eser, o devri gösteren bir aynadır. Sultân-ül-Ulemâ Bahâeddîn Veled, Burhâneddîn et-Tirmizî, Mevlanâ Celâleddîn-i Rûmî, Şemseddîn-i Tebrîzî, Salâhaddîn-i Zerkûbî, Çelebi Hüsâmeddîn, Sultan Veled, Celâleddîn Çelebi, Emir Ârif Çelebi, Emir Âbid Çelebi ve onların oğullarının, halîfelerinin zikir silsilelerini ve menkıbelerini anlatan eser on bölümden meydana gelmiştir. Mevlânâ ve Mevlevîlik hakkında en önemli ve en eski kaynak olan eserde Sultân-ül-Ulemâ Bahâeddîn'e, Mevlânâ hazretlerine ve Şemseddîn-i Tebrîzî'ye ait husûsî bölümler vardır. Eser Anadolu târihinin bilhassa on üç ve on dördüncü yüzyıllardaki toplum hayâtına, dînî ve medenî yaşayışa yer vermesi bakımından mühim bir kaynaktır.
Ahmed Eflâkî, bu eseri yazmaya, ilk olarak 1318-19senesinde hocası Ulu Ârif Çelebi'nin emriyle başladı. ilk defâ Menakıbü'l-Ârifîn ve Mekâtibü'l-Kâşifîn adını verdiği bu eserini, uzun yıllar derlediği yeni bilgileri de ilâve ederek hazırladı. ikinci redaksiyonu 1353 senesinde tamamlandı. Sâdece Menâkıbü'l-Ârifîn adını verdiği bu eserde kendi müşâhedelerine ait bilgiler bulunduğu gibi, başka şahıs ve kaynaklardan derlediği bilgiler de vardır. Sâde ve akıcı bir Farsça ile yazılmış olan eser, yazarın anlatma gücünü de ortaya koymaktadır.
Ahmed Eflâkî'nin bu eserinden başka bilinen dört Türkçe gazeli vardır. Bu onun Türkçe şiir yazmakta başarılı bir şâir olduğunu göstermektedir.
daracık pantolonlarını giyinince popolarının varlığından dolayı kasım kasım kasılıp kendilerini dünyanın en değerli varlığı gibi gören hatun güruhu. (bkz: hanım kızlar başımın tacı)
beautiful mind filminde john nash abimizin üniversite yıllarında bir barda karşıdan kendisini kesen bir hatuna yaklaşıp sarfettigi cumle. karşılık da olarak sağlam bir tokat almıştır.
cogunlukla yakisikli olan heteroseksuel erkeklerin icinde bulunabilecegi berbat durum.
sahsen kendimi yakisiklilar grubunda saymamakla birlikte bu dertten muzdarip olanlar kategorisinde sayabilirim.
oncelikle sunu belirtmeliyim ki; ne hikmetse ibnelere karsi ozel bi tiksinti hissediyorum . her ne kadar modern dunya literaturu bize bu meselenin sadece basit bir kisisel tercih meselesi oldugunu soylese de icimdeki bu iflah olmaz hissiyati dindirmem zor.
bununla birlikte ne acidir ki, zaman zaman bu guruhla karsilasmak durumunda kalabiliyorum. kah otobus duraginda, kah dukkanda beklerken,kah bi restorandayken.
bi defasinda dukkanda bekliyorum. eleman geldi, gayet nezaketli bi sekilde muhatap oldum onunla.
-ya gercekten bu zamanda sizin gibi kibar nazik konusan insanlar bulmaz zor.
(ben durumu daha cakmadim)
+ne demek, buyrun bi cay bile ikram edebilirim. (bkz: etmez olaydim)
derken konu konuyu acti, elamanin askerlik durumuna geldi.
+yaa demek orasi. sizin orda askerlik sartlari cok zormus duyduguma gore. oraya giden asker arkadaslar cok problem yasamis.
-hayir yaa ben hic bi problem yasamadim, beni orda cok sevdiler.
deyince ben mevzuuyu caktim. elemani dukkandan sutlamak icin canim cikti. en son giderken telefon numarami rica etti. tabii ki vermedim. allah tan bi daha ugramadi. (bkz: kendi selameti icin)
en son mesele iki ay kadar once barcelona da bi restoranda kardesimle yemek yerken vuku buldu.
servis esnasinda uc bes cumlelik saka yollu muhabbet etmistim garsonla. kardesim lavobaya inince geldi yanima. ispanya fiestalari seninle cok keyiflidir minvalinde biseyler soyledi.bakislariyla kurdugu cumlenin birlesiminde beni urkuten mesele karsima cikmisti. (bkz: burda da mi)
ben de ingilizcem cok iyi deil dediklerini tam olarak anlamiyorum, kardesim gelince ona durumu acikla tercume etsin bana deyince yontemimin ise yaradigini gordum. eleman:
-yo yooo, kesinlikle buna hic gerek yok falan dedi ve hemen isinin basina dondu.
bi daha gorme ihtimalinin olmamasinin verdigi rahatlikla kuvvetlice elini sikarak bi selam verdim muhterem arkadasa ve cikip gittik.
allah tan tek arzum bir daha hayatimda ibnelerle hic bir ortak noktanin olmamasidir.
fenerbahcenin avrupa arenasinda ciktigi musabakalarda , bir gunu hatta 2 saatlik bir zaman dilimini kapsayan gonul bagliligi durumu. (bkz: ay yildizli armanin hatirina)
yuzlerinde hafif de olsa bi gulumseme ya da notr bir ifade varsa durum cok da ciddiye alinmayabilir fakat bu tiplerde daha cok rastlanan yuz ifadesi, ortada ciddiye alinabilecek bir sorunun oldugunu dusundurur. (bkz: madem aran iyi degil niye elini tutuyorsun)
bazen insani cileden cikaran mumkunse dahil olunmamasi gereken diyaloglar.
+ buyur abe yardimci oliim.
- abi bakiyoz soyle bi.
+ nasi bi sey baktiniz ki?
- kafamda ozel bi sey yok, soyle bi bakic... (bkz: lafi agzina sokmak)
+ abi sunu dene sana on numara olacak, cok kral bi model.. (bkz: hastir)
+ abi vallahi billahi kurtarmaz zarar ederim.
- ya yap bi babalik nolcak ogrenci isi.
+ e hadi olsun bakalim, ehi ehi. (bkz: iyi kekledim hiyari)
bi geceyi gecirmek zorunda kaldigim turklerle dolu havaalani. zira bircok meslek grubundan turke rastlayabilirsiniz bu havaalaninda. temizlikci, restoran sahibi, taksici, guvenlik gorevlisi..
almanyanin dusseldorf kentine 80 km uzaklikta olan insani psikopata cevirebilecegi, ruhsal cokuse surukleyebilecegi izlenimini veren kasaba. (bkz: bana oyle geldi)